Pakistan
Hükümeti’nin “İslam’a Karşı Savaş” taki Ortaklığı,
Hizb-ut Tahrir Gençlerinin Mahkeme Duruşmasında Sergilendi
14 Aralık günü, sorgulamalarının ardından
anti-terörizm mahkemesinde aklanan iki Hizb-ut Tahrir üyesi Dr.
İftihar Ahmed ve İmran Raşid’in duruşmasında, hükümetin
delillerinin ve şahitliğinin yalandan ve aldatmadan ibaret olduğu
ortaya çıktı. Gençler; Pakistan hükümetinin, Amerika’nın
başlattığı geniş çaplı yeni Haçlı Seferine verdiği
desteği ve yetkililer tarafından kendilerine karşı uydurma
ithamlarla yapılan suçlamalar sonrasında tutuklanmaları
hakkında açıklamalarda bulunmak için bir konuşma yaptılar. Bu
konu açık bir biçimde, hükümetin anti-terörizm perdesi arkasından
yürüttüğü siyasal gündemi ortaya çıkarttı. Pakistan Hükümeti,
İslam’ı ve Müslümanları korumak yerine; Amerika, İngiltere,
İsrail, Hindistan, Rusya ve diğer azgın kafirlerin “Terörizme
Karşı Savaş” adı altında yürüttükleri İslam’a Karşı
Savaşa katılmakta aceleci davranmaktadır. Bunu yapmakla Pakistan
Hükümeti, ülke içindeki İslami grupları en sert yollarla
ezmeyi ummaktadır. Çok iyi bilinmektedir ki; Hizb-ut Tahrir,
benimsediği fikirlere de bakıldığında görülecektir ki,
kesinlikle şiddet yanlısı olmayan bir kitledir. Hizb-ut Tahrir
herhangi bir maddi veya şiddete dayalı hareket olmaksızın sadece
İslami Hilafet’in yeniden kurulmasına davet etmektedir. Hizb
çalışmasının Hakk Söz’den kaynaklanan ve adaletsizliğe
karşı duran bir çalışma olduğunu düşünmektedir. Bunun için
Hizb, hiç kimseye zulmetmez.
Afganistan’daki mevcut
savaş, net olarak göstermiştir ki; yönetime gerçek muhalefet,
hükümetin politikalarına genellikle sürekli destek veren laik
siyasi partilere davet edenlerden gelmez. Gerçek muhalefet İslami
gruplardan gelir. Hükümet bu gerçeği idrak etmiş ve 15 Ağustos
2001 günü, samimi Müslümanların gözünü korkutmak ve baskı
altında tutmak amacıyla, onları dayanaksız gerekçelerle
tutuklamak için Anti-terörizm kapsamına giren suçların
kapsamını değiştirmiştir. Bu değişikliklerden önce, sadece
anti sektariyanizm olarak algılanabilecek dini ifadeler, yasadışı
olarak kabul ediliyordu. Yapılan değişikliklerden sonra ise,
şimdi ister sektariyan düşmanlığı uyandırsın isterse
uyandırmasın, dini ifadelerin genel şekillerinin çoğu suç sayılmaktadır.
Bu tavrıyla hükümet, tüm İslami muhalefeti terörizmle
mücadele kapsamına dahil etmeye çalışıyor.
Yetkililer bilmelidirler ki, çevirdikleri
dolaplar boşunadır. Müslümanlar, İslam’dan başka hiçbir
şeye razı değildir. Onlar Amerika’ya köleliğin bitmesini
istiyor. Yeryüzündeki hiçbir hapishane, İslam’ın kafirlere
karşı muzaffer olmasını ve hayata tatbik edilmesini isteyen
insanların tamamını içine alacak büyüklüğe sahip değildir.
Onlar bu yüzkarası gidişatın daha ne kadar devam edeceğini
zannediyorlar? Yoksa onlar, İslam topraklarını ele geçiren işgalcilere
karşı Cihadı ve İslam’ın tastamam tatbik edilmesini emreden,
Kur’an ayetlerini mi yasaklayacaklar? Onlar için Ümmetin arzuladığı
ve sapasağlam kalmasını istediği değişim ve dönüşüme sarılmalarının
zamanı gelmedi mi? Muhakkak ki buna sarılmak; bu dünya hayatında
müminleri küçük gören ve kafirlere gösterdikleri sadakatle
onlara ihanet eden ve Ahirette Allah (cc)’ın azabına çarptırılacak
olan kimsenin gayreti gibi faydasız bir gayret içinde olmaktan
çok daha iyidir.
Basın Bildirisi / Pakistan
Arafat
Kendi Halkına karşı savaş ilan etti
Yaser Arafat, Ramazan Bayramı dolayısıyla
televizyondan halka hitaben yaptığı konuşmada, ''terörist
faaliyetlerde'' bulunan örgütlerin yasadışı olduğunu
tekrarladı. Arafat, ''Özellikle intihar saldırıları olmak
üzere, her zaman kınadığımız tüm silahlı eylemlere derhal
son verilmesi çağrısını yineliyorum'' dedi.. Son zamanlarda İsraillilere
karşı girişilen intihar saldırılarının arkasındaki
militanları dizginlemesi konusunda uluslararası baskılara maruz
kalan Arafat, Filistin yönetiminin ''terörist faaliyetlerde
bulunan örgütleri'' zaten yasadışı ilan ettiğini kaydetti. Filistin
polisi örgütlerle çatıştı. 6 ölü, 50 yaralı.
Bu hain yöneticiler ancak kafirlerin haklarını
korumak için, onlar tarafından birer bekçi olarak dikilen adi kişilerdir
. Bunlardan kurtuluş beklemek, onları yeterince tanımamak
demektir. İşte, geldikleri nokta. Bunlar silahlarını pis
yahudilere çevirecekleri yerde İslam ümmetinin evlatlarına
çeviriyorlar. Onları Kafirler ve yahudiler istiyor diye
öldürüyor ve tutuklayıp zindanlara tıkıyorlar. Hıyanet
zincirine her gün yenisini ekleyen Arafat için ancak koltuğunda
rahat etmesi yeterlidir. Ümmetin evlatlarına hiç bir zorluk dahi
etki etmeyecektir.
Arjantin
olayları Türk siyasilerini telaşlandırdı
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Basın
mensuplarının sorularını yanıtlayan Demirel, Arjantin’deki
yağmalama olaylarının ve Türkiye’deki ekonomik krizin hatırlatılması
üzerine, "Türk halkı başka bir halktır, patlamadan bir
menfaat görmez. İnsanına, devletine, ülkesine zarar vermekten
çekinen güzel bir halktır. Sükûnet tavsiye ediyorum" dedi.
Devlet Bakanı Kemal Derviş, Arjantin ve Türkiye'nin
durumlarının, ekonomik açıdan farklı olduğunu belirtti ve iki
ülkeyi kıyaslamanın yanlış olacağını söyledi.
Türkiye'nin kriz sonrası kuru
serbest bıraktığını, Arjantin'in ise ısrar ettiğini
hatırlatan Derviş, mali politikada da Türkiye'nin IMF
kriterlerini yerine getirdiğini, Arjantin'in ise bu konuda
başarılı olamadığını söyledi.
IMF reçetesi ile alan hiçbir ülkenin şu ana
kadar istikrara kavuştuğunu, sanayileşip yoksulluktan kurtulduğunu,
toplumun refah seviyesinin yükseldiğini görmek mümkün değildir.
IMF’nin amacı bellidir. Sömürgecilerin etkin bir silahı olarak
dünyada bir çok ülkeyi ağına düşürmek için kapitalistlerin
amacına uygun programlarıyla gelişmemiş veya gelişmekte olan
ülkeleri ekonomik açıdan çökertmek ve o ülkelerin üzerinde
siyasi otoritesini kurarak teslim almaktır. Bunu daha önce bir
çok ülkede gerçekleştirmiş ve o ülkeleri hegemonyaları
altına almışlardır. Asya kaplanı olarak bilinen Endonezya’nın
yaşadığı olaylar halen hafızalardan silinmeden Arjantin’de
yaşanan olaylar IMF’nin çehresini gayet açık bir şekilde
ortaya koymaktadır. Halkın sokaklarda bağırıp çağırması,
bankaları ve mağazaları yakıp yıkması ve yağmalaması, ekonomiden
sorumlu bakanın, devlet başkanının istifa etmesi Arjantin’de
ekonominin düzelmesini sağlayamayacak. Devlet Başkanı Rua’nın
giderek yerine Mua’nın gelmesi, ekonomiden sorumlu Bakan Cavallo’nun
giderek yerine Mavallo’nun gelmesi bir şeyi değiştirmeyecek.
Sorun giden gelen sorunu değil "sistem" sorunudur.
Sistemin çürüklüğünden dolayı birilerinin cebine bütün
kaynaklar akıyor. Halk soyulurken, birileri palazlanıyor. Bu
kapitalist sisteminin çürüklüğünü gösteren bir numunedir.
Kapitalist düzen her şeyi ile insan fıtratına ters düşen bir
nizamdır.
IMF’nin bu tezgahı, daha önce de pek çok
ülkede görülmüştü. Yakasını IMF’ye kaptıran ülkeler, ne
yazık ki perişan olmaktan kurtulamadılar. Şimdi IMF belası, Türkiye’nin
başında. Daha önce başarısız olan IMF programına rağmen, ABD’den
ithal bakan göndererek Türk halkına yeni bir “IMF reçetesi”
dayattılar... Bu reçetenin faturasını ise halk aç kalarak,
sefil ve perişan olarak ödüyor. Dünyada IMF reçeteleri ile
düzlüğe çıkan tek olumlu örnek olabilecek bir ülke olmamasına
karşın, hükümetin ekonominin dizginlerini tamamen bu kuruluşa
teslim etmesi üzerine herkes, “inşallah sonumuz Arjantin gibi
olmaz!” diye dua etmeye başladı. 120 Milyar dolar borcun altına
giren Türkiye siyasetçileri kendilerini ve IMF’yi temize çıkartmak
için ne kadar gayret sarf ederse etsinler kapitalist sisteminin
organı olan IMF’nin bu çirkef yüzünü kapatmaya hiç bir
imkanları yeterli olmayacaktır. Türk halkının merhametine
sığınanlar bu günkü geldikleri noktada ne kadar aciz olduklarını
verdikleri demeçlerle ortaya koyuyorlar. Her defasında Müslüman
Türk halkının asli değerlerine saldıran hain idareciler
geldikleri ortamda saldırdıkları İslami değerlerden medet
umuyorlar. Türk Halkı Müslüman halk, dinimizde yardımlaşma
var, fakirlere yardım etme var, Müslüman aile yapısı açlıkla
mücadele etmesini bilir, bütün bunlar Arjantin’de yoktur
diyerek saldırdıkları değerlerden medet umuyorlar. Ne demeli!..
Hayatlarını menfaati ölçü alarak düzenleyenler yüzsüzlük
yapmakta da bir beis görmezler.
Hindistan-Pakistan
gerginliği Keşmir Müslümanları için bir senaryo mu?
Hindistan parlamentosuna yapılan saldırının
ardından, Pakistan ile yeniden gerginleşen ilişkiler, kaygı
verici gelişmelerle sürüyor. Hindistan’ın Pakistan sınırına
yığınak yapıp, yüzlerce tank ve askeri araç gönderdiği
bildiriliyor. Bu arada, Hindistan, Washington yönetiminin isteğine
karşı çıkarak, parlamentosuna düzenlenen saldırıyla ilgili
kanıtları, Pakistan ile paylaşmayacağını açıkladı.
Pakistan, Hindistan'dan gelebilecek düşmanca
bir harekete, tam güçle karşılık verileceğini belirtti.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aziz Ahmet Han, düzenlediği
basın toplantısında, "Pakistan silahlı kuvvetleri tam
kapasiteye sahiptir ve ülkenin sınırlarını savunmaya
hazırdır" dedi. Hindistan parlamentosunun geçen hafta bir
grup silahlı kişi tarafından baskına uğraması ve Hindistan’ın
olayla ilgili olarak Pakistan istihbarat servisini suçlamasının
ardından gerilim daha da artarken, Pakistan’ın böyle bir açıklama
yapmasına, Hindistan’ın Pakistan sınırına asker yığdığı
haberlerinin neden olduğu bildirildi Sözcü Aziz Ahmet Han, Yeni
Delhi'de parlamento binasına düzenlenen saldırıyla ilgileri
olduğunu bir kez daha reddederek, olayı kınadıklarını ve sorumlularının
bulunması için yardım etmek istediklerini söyledi. Han,
"Pakistan, Hindistan parlamentosuna saldırıdan sorumlu
oldukları kanıtlanan herhangi bir grup, örgüt ya da kişiye
karşı hareket etmeye hazırdır" dedi.
Afgan olayları sırasında bir çok kişinin yakın
ülkelere geçtiği biliniyor. Bunlar arasında Keşmir de
bulunmakta. Daha önce yaşanan kısa süreli Hindistan-Pakistan
savaşında bir çok mücahid gurup Hindistan askerlerine karşı mücadele
vermişti. Bu gurupların halen orada faal olduğu kanaatinde olan
Hindistan Pakistan’dan bu grupları temizlemesini ve desteğini
kesmesini istemektedir. Amerikanın başlattığı Haçlı seferlerini
de fırsat bilen Hindistan şu günkü ortamda kendisini haklı
kılan nedenleri de elde etmiş gözükmekte ve olayın
çözümlenmesi için ısrar etmektedir.
Aslında Hindistan parlamentosunda gelişen
olayların içeriği tam olarak basına yansıtılmış olmadığı
gibi ölenlerinde kimler olduğu halen açıklanmamıştır. Bilinen
bir gerçek var ise oda; parlamentoya yapılan saldırı Amerikan
yanlısı olan Hindistan Başkanına karşı girişilen bir suikast
eylemi olduğudur. Bu da büyük bir olasılıkla İngilizlerin
halen üstün olduğu askeri kanatın bir eylemi olabileceğidir.
Olayı atlatan Hindistan yönetimi içeride yaşanan iç çekişmeyi
örtbas etmek için Keşmir konusunu istismar etmekte ve bunu
Müslümanlara mâl etmektedir. Oysa ki Müslümanların uzaktan ve
yakından bu olaylarla hiçbir alakası yoktur.
Pakistan’a gelince; her gün parçalanma
korkusuyla yatıp kalkan Pakistan yönetimi kimden gelirse gelsin
her istenen hususa itaat edeceğinin sinyallerini vermektedir. Bütün
diğer İslam beldelerine çöreklenmiş kukla yönetimler gibi Müşerref
yönetimi de İslami guruplarla başının ağrıtılmasını
istemediğinden dolayı bu guruplardan kurtulmak istiyor. Bundan
dolayı bir zamanlar Keşmir konusunda kullandığı bu grupları ve
İslami argümanları bir tarafa atmak için Hindistan’la ortaklaşa
bir eyleme gidebilir. Her ne kadar savaş görünümü kazandırılmak
istense de şu an bütün kafir ve kuklalarının ortak hareket
ettiği tek konu Müslümanlar ve İslamiyet’e karşı yürütülen
savaştır.
Amerika,
dünya devletlerince kullanılma endişesi taşıyor
Mossad, "ABD harekatı, İran ve Suriye'ye yönelebilir."
İsrail gizli servisi Mossad'ın Başkanı Efraim Halevi,
Afganistan'da devam eden ABD harekatının, İran ve Suriye'ye yöneleceğini
savundu. Tel Aviv'de güvenlik konulu bir konferansta konuşan
Halevi, İran’ın, uzun menzilli füze programını genişletmenin
yanı sıra, nükleer ve diğer toplu imha silahlarını geliştirme
girişiminde de bulunduğunu söyledi. ABD öncülüğünde
uluslararası terörizme karşı yürütülen kampanyayı,
bağımsız bir devletten çok, El Kaide gibi bir terör örgütüne
yoğunlaşmasından dolayı "eşi görülmedik" olarak değerlendiren
Halevi, şunları söyledi: "Kampanya sonuç olarak, radikal
gruplara destek veren Iran ve Suriye gibi ülkelere yönelebilir.
Afganistan'daki savaştan sonra, uluslararası baskı, ülkesindeki
radikal gruplara karşı tedbir alması için, Suriye Devlet Başkanı
Beşir Esad'a da yapılabilir."
ABD'li yetkililerin,
Afganistan'dan sonra Somali'ye askeri bir harekat düzenlenebileceği
yönündeki spekülasyonları destekleyen açıklamalarına, bir
yenisi daha eklendi. ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers,
Somali'nin El Kaide örgütüyle bağlantısı olduğuna dair güçlü
izler olduğunu söyledi. Öte yandan, Somali'de, El Kaide ve diğer
aşırı dinci örgütlerle bağlantıları olduğu sanılan 5 kişi
tutuklandı. Yemen haber ajansı da, El Kaide'yle bağlantısı
olanlar dahil, bütün terörist hücrelere yönelik operasyonların,
Yemen'in resmi tavrını gösterdiğini duyurdu. Başbakan Abdülkader
Bagammal, ülkedeki siyasi liderlik ve hükümetin tavrının,
Yemen'i terörizm olarak tanımlanan yasadışı eylemlerden
kurtarmak olduğunu kaydetti.
ABD Dışişleri Bakanı
Colin Powell, Afganistan'da kazandıkları "hızlı
başarının", Irak'ta Saddam Hüseyin'i devirme kampanyasında
da benzer bir başarı kazanılacağı anlamına gelmeyeceğini söyledi.
Irak'ın yanı sıra kendilerini endişelendiren başka ülkelerin
de bulunduğunu kaydeden Powell, bu çerçevede ilgilerini Somali'de
yoğunlaştırdıklarını söyledi. Colin Powell, The Washington
Post gazetesine verdiği özel demeçte, Afganistan'dan sonra
ABD'nin, Irak'ı hedef alacağı spekülasyonlarını
yatıştırmaya çalıştı. Taliban'ın çökmesinden sonra El
Kaide'nin hangi ülkede faaliyetlerini sürdüreceğiyle yakından
ilgilendiklerini belirten Powell, bu çerçevede ilgilerini
Somali'de yoğunlaştırdıklarını da kaydetti.
Gizli ya da açık menfaat
ve çıkar peşinde olanlar Amerikanın başlattığı terörizm
saldırılarını kullanmak için bir bir adres gösteriyorlar. Her
ülke kendisine düşman bildiği veya yakın tehlike arz eden
ülkeleri, Müslüman grupları barındırmak veyahut ta yardım
etmekle suçlayarak Amerikan hedefleri arasına tıkmaya çalışmakta.
Bundan dolayı da neredeyse bütün İslam beldeleri El-kaidenin barındığı
yer haline getirildi, bağlar kuruldu, finans kaynakları icat
edilmeye çalışıldı. Doğrusu Amerika bu işe başlarken belki
de kendisine bu kadar hedefin çıkacağını tahmin etmemiştir.
Her yandan gelen “şu ülkeye vur“ sesine icabet etmekte
zorlanacağını anlayınca adeta ben hedefimi kendim seçerim
dercesine bir açıklama getirme gereğini hissetmiştir. Öte
yandan galiba Amerikanın vurmasına da hiç gerek kalmayacak gibi.
Çünkü hedef gösterilen ülkeler bu işi daha öncede bir çok
Müslümanı asılsız iddialarla tutukluyor veya öldürüyordu. Bu
olayların zuhur etmesiyle bu işlerini kafirleri aratmayacak
şekilde, hatta onlardan daha da fazla çaba içerisinde yerine
getirmeye çalışıyorlar.
ABD
Gözünü Kıbrıs’a Dikti
Yüzsüze görüşme süreci başlatacak Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Rum Yönetimi
lideri Glafkos Klerides'in bir sonuca ulaşamaması durumunda,
çözümün çıkmaza gireceğini düşünen ABD yönetiminin, yeni
bir plan hazırlığı içinde olduğu kaydediliyor. Denktaş ile
Klerides arasındaki yumuşama süreci yeniden çıkmaza girerse,
ABD'nin, "Birleşmiş Milletlerin arkasına saklanmak
yerine", yeni bir süreç başlatabilmek için daha hızlı
davranacağı belirtiliyor. Klerides'in, 15 ay sonra yapılacak seçimlere
sağlık sorunları nedeniyle katılmayacağını açıklaması
üzerine ABD, bu kısıtlı süre içerisinde sorunu çözüme ulaştırmak
istiyor. Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgiye göre, ABD
yönetimi, sorunun Denktaş ve Klerides arasında çözülemediği
takdirde, sonuca ulaşmada büyük aksama meydana geleceğini düşünüyor.
Bu arada, Kıbrıs Rum Kesimi'nin Avrupa Birliği üyelik süreci
de, soruna kısa sürede çözüm bulunmasındaki baskıyı artırıyor.
Washington'daki gözlemciler, Denktaş ile Klerides arasındaki görüşme
süreci devam ettiği takdirde, ABD'nin, AB'den, Rum Kesimi'nin
üyelik sürecini yavaşlatmasını isteyebileceğini belirtiyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlandığı
belirtilen çözüm planında, bir de harita bulunuyor. Bunun için,
Bosna Savaşı’ndan sonra toprak paylaşımı için bölgenin üç
boyutlu haritasını çıkaran bilgisayar programı kullanılıyor.
Bilgisayar aracılığıyla bütün köy, kasaba, tarla ve su
havzalarının bütün ayrıntılarını kuşbakışı görebilme
imkanı sağlanırken, bu haritanın toprağın uygun
paylaşımını kolaylaştıracağı da belirtiliyor.
Bilindiği gibi Kıbrıs ABD-AB arasında sürtüşmeli
bir bölgedir. Burada bulunan İngiliz askeri üssü Amerika’ya
bütün olanakları tanımasına rağmen çatışmanın odağını
oluşturmaktadır. Amerika dolaylı değil doğrudan bu adada egemen
olmak için yıllardır mücadele vermektedir. İngilizler Kıbrıs’ı
tümden Avrupa Birliğine katarak ABD’nin siyasi baskılarından
kurtulmak istemekte. Bundan dolayı da Kıbrıs’ın üyelik
süreci hızlandırılmıştır. Kıbrıs üzerinde emellerinin
tükendiğini fark eden ABD, BM’i de dışlayarak bu işi kendi
prensiplerine göre çözmek istemektedir. Türkiye’nin ise bu
olaylarda hiçbir etkinliği yoktur. Hatta Türkiye’nin cılız
devlet adamları ve batıya indeksli siyasi düşünürleri Kıbrıs’ın
bir an önce ellerinden çıkarılmasını istemekte, bunun nedenini
de ekonomik boyutlara bağlamaktadırlar. “Ver-kurtul” zihniyeti
İttihat ve terakki ile başlayan cumhuriyeti kuranların düşüncesidir.
Bu zihniyet var oldukça Ümmet daha çok şeylerini kaybetmeye
mahkumdur.
Amerika,
petrol yüzünden Taliban'a karşı savaş açtı
İki Fransız istihbarat uzmanı, "Bin Ladin,
Yasaklanan Gerçek" adıyla piyasaya çıkan kitapta; ABD'nin,
petrol boru hatları konusunda uzun süre pazarlık yaptığı
Taliban yönetimini tehditlerle de yola getiremeyince bu savaşı
başlattığını öne sürdü.
ABD liderliğindeki koalisyonun Taliban’a yönelik
başlattığı savaşın gerçek sebebinin petrol olduğu öne
sürüldü. İki Fransız istihbarat uzmanının geçtiğimiz çarşamba
günü piyasaya çıkan ‘Bin Laden, laverite İnterdite-Bin Ladin,
Yasaklanan Gerçekler’ adındaki kitabında, Washington’ın,
Rusya’nın Orta Asya üzerindeki etkisini kırmak için buradaki
petrol kaynaklarının Afganistan üzerinden Hind Okyanusu’na taşınması
konusunda Taliban’la uzun süre pazarlık yaptığı öne
sürülüyor.
Pazarlıklarda Taliban’ın boru hatlarına izin
verilmesi karşılığında Taliban rejiminin tanınması ve
ekonomik yardımlar da dahil tüm şartların Washington tarafından
taahhüt edildiği belirtiliyor. Büyük petrol şirketlerinin
baskısıyla Washington’ın, FBI’ın Taliban ve terörizm bağlantıları
üzerinde çalışmasını da engellediği öne sürülen kitapta,
yazarlar Jean-Charles Brisard ve Guillaume Dasquie, FBI Başkan
Yardımcısı John O’Neill’in de bu konuda kendisine yapılan
engellemeleri protesto etmek amacıyla geçtiğimiz temmuz ayında
istifa ettiğini belirtiyorlar.
Kitapta geçtiğimiz ağustos ayına kadar ABD yönetiminin
Taliban’ı Orta Asya’nın istikrarı için önemli bir unsur
olarak gördüğü belirtiliyor. Fakat Bush yönetiminin, Rusya’nın
petrol kaynakları üzerindeki egemen güç olmasından rahatsız
olduğu ve bunu değiştirmek için Taliban’la pazarlık
yaptığı öne sürülüyor. Taliban’ın pazarlıklarda ABD yönetiminin
isteklerini kabul etmemesi üzerine günümüzdeki savaşın
başlatıldığı vurgulanıyor.
Kitapta, ABD yönetimi temsilcilerinin Taliban
yönetimine, ‘Ya isteklerimizi kabul edersiniz, ya da bombalarla
sizi yerin altına gömeriz.’ tehditlerinde bulunduğu öne
sürülüyor.
Bush yönetiminin iktidara gelir gelmez şubat ayından itibaren
Taliban’la görüşmelere başladığı belirtilen kitapta, ‘Washington,
Berlin ve İslamabad’da pek çok görüşme yapıldı. Son olarak
da 11 Eylül saldırısından 5 hafta önce taraflar bir araya
geldiler.’ denildi.
Kitapta, Bush ailesinin petrolle olan geçmişi de dile
getiriliyor. Ayrıca Bush’un yardımcısı Dick Cheney, Ulusal Güvenlik
Danışmanı Condoleeza Rice, ticaret ve enerji bakanları Donald
Evans ve Stanley Abraham’ın da değişik petrol şirketlerinde
çalıştıklarına dikkat çekiliyor. İki hafta önce bir Fransız
televizyonuna konuşan Pakistan eski Dışişleri Bakanı Naif Naik’in
çarpıcı görüşlerine de yer veriliyor. Kitabın iddiasına göre,
Naik, Afganistan’a komşu 6 ülke ile birlikte ABD ve Rusya’nın
da katılımıyla gerçekleştirilen görüşmelerde ABD elçisi Tom
Simons, hem Taliban’ı hem de Pakistan’ı, isteklerinin kabul
edilmemesi durumunda diğer seçeneklerin yürürlüğe
konacağını ileri sürerek tehdit etti.
|