Ana Sayfa YIL 13   SAYI 145   ŞEVVAL 1422   OCAK 2002 E-Mail

HABER - YORUM

 

Pakistan Hükümeti’nin “İslam’a Karşı Savaş” taki Ortaklığı, Hizb-ut Tahrir Gençlerinin Mahkeme Duruşmasında Sergilendi

14 Aralık günü, sorgulamalarının ardından anti-terörizm mahkemesinde aklanan iki Hizb-ut Tahrir üyesi Dr. İftihar Ahmed ve İmran Raşid’in duruşmasında, hükümetin delillerinin ve şahitliğinin yalandan ve aldatmadan ibaret olduğu ortaya çıktı. Gençler; Pakistan hükümetinin, Amerika’nın başlattığı geniş çaplı yeni Haçlı Seferine verdiği desteği ve yetkililer tarafından kendilerine karşı uydurma ithamlarla yapılan suçlamalar sonrasında tutuklanmaları hakkında açıklamalarda bulunmak için bir konuşma yaptılar. Bu konu açık bir biçimde, hükümetin anti-terörizm perdesi arkasından yürüttüğü siyasal gündemi ortaya çıkarttı. Pakistan Hükümeti, İslam’ı ve Müslümanları korumak yerine; Amerika, İngiltere, İsrail, Hindistan, Rusya ve diğer azgın kafirlerin “Terörizme Karşı Savaş” adı altında yürüttükleri İslam’a Karşı Savaşa katılmakta aceleci davranmaktadır. Bunu yapmakla Pakistan Hükümeti, ülke içindeki İslami grupları en sert yollarla ezmeyi ummaktadır. Çok iyi bilinmektedir ki; Hizb-ut Tahrir, benimsediği fikirlere de bakıldığında görülecektir ki, kesinlikle şiddet yanlısı olmayan bir kitledir. Hizb-ut Tahrir herhangi bir maddi veya şiddete dayalı hareket olmaksızın sadece İslami Hilafet’in yeniden kurulmasına davet etmektedir. Hizb çalışmasının Hakk Söz’den kaynaklanan ve adaletsizliğe karşı duran bir çalışma olduğunu düşünmektedir. Bunun için Hizb, hiç kimseye zulmetmez.

Afganistan’daki mevcut savaş, net olarak göstermiştir ki; yönetime gerçek muhalefet, hükümetin politikalarına genellikle sürekli destek veren laik siyasi partilere davet edenlerden gelmez. Gerçek muhalefet İslami gruplardan gelir. Hükümet bu gerçeği idrak etmiş ve 15 Ağustos 2001 günü, samimi Müslümanların gözünü korkutmak ve baskı altında tutmak amacıyla, onları dayanaksız gerekçelerle tutuklamak için Anti-terörizm kapsamına giren suçların kapsamını değiştirmiştir. Bu değişikliklerden önce, sadece anti sektariyanizm olarak algılanabilecek dini ifadeler, yasadışı olarak kabul ediliyordu. Yapılan değişikliklerden sonra ise, şimdi ister sektariyan düşmanlığı uyandırsın isterse uyandırmasın, dini ifadelerin genel şekillerinin çoğu suç sayılmaktadır. Bu tavrıyla hükümet, tüm İslami muhalefeti terörizmle mücadele kapsamına dahil etmeye çalışıyor.

Yetkililer bilmelidirler ki, çevirdikleri dolaplar boşunadır. Müslümanlar, İslam’dan başka hiçbir şeye razı değildir. Onlar Amerika’ya köleliğin bitmesini istiyor. Yeryüzündeki hiçbir hapishane, İslam’ın kafirlere karşı muzaffer olmasını ve hayata tatbik edilmesini isteyen insanların tamamını içine alacak büyüklüğe sahip değildir. Onlar bu yüzkarası gidişatın daha ne kadar devam edeceğini zannediyorlar? Yoksa onlar, İslam topraklarını ele geçiren işgalcilere karşı Cihadı ve İslam’ın tastamam tatbik edilmesini emreden, Kur’an ayetlerini mi yasaklayacaklar? Onlar için Ümmetin arzuladığı ve sapasağlam kalmasını istediği değişim ve dönüşüme sarılmalarının zamanı gelmedi mi? Muhakkak ki buna sarılmak; bu dünya hayatında müminleri küçük gören ve kafirlere gösterdikleri sadakatle onlara ihanet eden ve Ahirette Allah (cc)’ın azabına çarptırılacak olan kimsenin gayreti gibi faydasız bir gayret içinde olmaktan çok daha iyidir.

Basın Bildirisi / Pakistan

Arafat Kendi Halkına karşı savaş ilan etti

Yaser Arafat, Ramazan Bayramı dolayısıyla televizyondan halka hitaben yaptığı konuşmada, ''terörist faaliyetlerde'' bulunan örgütlerin yasadışı olduğunu tekrarladı. Arafat, ''Özellikle intihar saldırıları olmak üzere, her zaman kınadığımız tüm silahlı eylemlere derhal son verilmesi çağrısını yineliyorum'' dedi.. Son zamanlarda İsraillilere karşı girişilen intihar saldırılarının arkasındaki militanları dizginlemesi konusunda uluslararası baskılara maruz kalan Arafat, Filistin yönetiminin ''terörist faaliyetlerde bulunan örgütleri'' zaten yasadışı ilan ettiğini kaydetti. Filistin polisi örgütlerle çatıştı. 6 ölü, 50 yaralı.

Bu hain yöneticiler ancak kafirlerin haklarını korumak için, onlar tarafından birer bekçi olarak dikilen adi kişilerdir . Bunlardan kurtuluş beklemek, onları yeterince tanımamak demektir. İşte, geldikleri nokta. Bunlar silahlarını pis yahudilere çevirecekleri yerde İslam ümmetinin evlatlarına çeviriyorlar. Onları Kafirler ve yahudiler istiyor diye öldürüyor ve tutuklayıp zindanlara tıkıyorlar. Hıyanet zincirine her gün yenisini ekleyen Arafat için ancak koltuğunda rahat etmesi yeterlidir. Ümmetin evlatlarına hiç bir zorluk dahi etki etmeyecektir.

Arjantin olayları Türk siyasilerini telaşlandırdı

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Demirel, Arjantin’deki yağmalama olaylarının ve Türkiye’deki ekonomik krizin hatırlatılması üzerine, "Türk halkı başka bir halktır, patlamadan bir menfaat görmez. İnsanına, devletine, ülkesine zarar vermekten çekinen güzel bir halktır. Sükûnet tavsiye ediyorum" dedi. Devlet Bakanı Kemal Derviş, Arjantin ve Türkiye'nin durumlarının, ekonomik açıdan farklı olduğunu belirtti ve iki ülkeyi kıyaslamanın yanlış olacağını söyledi. Türkiye'nin kriz sonrası kuru serbest bıraktığını, Arjantin'in ise ısrar ettiğini hatırlatan Derviş, mali politikada da Türkiye'nin IMF kriterlerini yerine getirdiğini, Arjantin'in ise bu konuda başarılı olamadığını söyledi.

IMF reçetesi ile alan hiçbir ülkenin şu ana kadar istikrara kavuştuğunu, sanayileşip yoksulluktan kurtulduğunu, toplumun refah seviyesinin yükseldiğini görmek mümkün değildir. IMF’nin amacı bellidir. Sömürgecilerin etkin bir silahı olarak dünyada bir çok ülkeyi ağına düşürmek için kapitalistlerin amacına uygun programlarıyla gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkeleri ekonomik açıdan çökertmek ve o ülkelerin üzerinde siyasi otoritesini kurarak teslim almaktır. Bunu daha önce bir çok ülkede gerçekleştirmiş ve o ülkeleri hegemonyaları altına almışlardır. Asya kaplanı olarak bilinen Endonezya’nın yaşadığı olaylar halen hafızalardan silinmeden Arjantin’de yaşanan olaylar IMF’nin çehresini gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Halkın sokaklarda bağırıp çağırması, bankaları ve mağazaları yakıp yıkması ve yağmalaması, ekonomiden sorumlu bakanın, devlet başkanının istifa etmesi Arjantin’de ekonominin düzelmesini sağlayamayacak. Devlet Başkanı Rua’nın giderek yerine Mua’nın gelmesi, ekonomiden sorumlu Bakan Cavallo’nun giderek yerine Mavallo’nun gelmesi bir şeyi değiştirmeyecek. Sorun giden gelen sorunu değil "sistem" sorunudur. Sistemin çürüklüğünden dolayı birilerinin cebine bütün kaynaklar akıyor. Halk soyulurken, birileri palazlanıyor. Bu kapitalist sisteminin çürüklüğünü gösteren bir numunedir. Kapitalist düzen her şeyi ile insan fıtratına ters düşen bir nizamdır.

IMF’nin bu tezgahı, daha önce de pek çok ülkede görülmüştü. Yakasını IMF’ye kaptıran ülkeler, ne yazık ki perişan olmaktan kurtulamadılar. Şimdi IMF belası, Türkiye’nin başında. Daha önce başarısız olan IMF programına rağmen, ABD’den ithal bakan göndererek Türk halkına yeni bir “IMF reçetesi” dayattılar... Bu reçetenin faturasını ise halk aç kalarak, sefil ve perişan olarak ödüyor. Dünyada IMF reçeteleri ile düzlüğe çıkan tek olumlu örnek olabilecek bir ülke olmamasına karşın, hükümetin ekonominin dizginlerini tamamen bu kuruluşa teslim etmesi üzerine herkes, “inşallah sonumuz Arjantin gibi olmaz!” diye dua etmeye başladı. 120 Milyar dolar borcun altına giren Türkiye siyasetçileri kendilerini ve IMF’yi temize çıkartmak için ne kadar gayret sarf ederse etsinler kapitalist sisteminin organı olan IMF’nin bu çirkef yüzünü kapatmaya hiç bir imkanları yeterli olmayacaktır. Türk halkının merhametine sığınanlar bu günkü geldikleri noktada ne kadar aciz olduklarını verdikleri demeçlerle ortaya koyuyorlar. Her defasında Müslüman Türk halkının asli değerlerine saldıran hain idareciler geldikleri ortamda saldırdıkları İslami değerlerden medet umuyorlar. Türk Halkı Müslüman halk, dinimizde yardımlaşma var, fakirlere yardım etme var, Müslüman aile yapısı açlıkla mücadele etmesini bilir, bütün bunlar Arjantin’de yoktur diyerek saldırdıkları değerlerden medet umuyorlar. Ne demeli!.. Hayatlarını menfaati ölçü alarak düzenleyenler yüzsüzlük yapmakta da bir beis görmezler.

Hindistan-Pakistan gerginliği Keşmir Müslümanları için bir senaryo mu?

Hindistan parlamentosuna yapılan saldırının ardından, Pakistan ile yeniden gerginleşen ilişkiler, kaygı verici gelişmelerle sürüyor. Hindistan’ın Pakistan sınırına yığınak yapıp, yüzlerce tank ve askeri araç gönderdiği bildiriliyor. Bu arada, Hindistan, Washington yönetiminin isteğine karşı çıkarak, parlamentosuna düzenlenen saldırıyla ilgili kanıtları, Pakistan ile paylaşmayacağını açıkladı.

Pakistan, Hindistan'dan gelebilecek düşmanca bir harekete, tam güçle karşılık verileceğini belirtti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aziz Ahmet Han, düzenlediği basın toplantısında, "Pakistan silahlı kuvvetleri tam kapasiteye sahiptir ve ülkenin sınırlarını savunmaya hazırdır" dedi. Hindistan parlamentosunun geçen hafta bir grup silahlı kişi tarafından baskına uğraması ve Hindistan’ın olayla ilgili olarak Pakistan istihbarat servisini suçlamasının ardından gerilim daha da artarken, Pakistan’ın böyle bir açıklama yapmasına, Hindistan’ın Pakistan sınırına asker yığdığı haberlerinin neden olduğu bildirildi Sözcü Aziz Ahmet Han, Yeni Delhi'de parlamento binasına düzenlenen saldırıyla ilgileri olduğunu bir kez daha reddederek, olayı kınadıklarını ve sorumlularının bulunması için yardım etmek istediklerini söyledi. Han, "Pakistan, Hindistan parlamentosuna saldırıdan sorumlu oldukları kanıtlanan herhangi bir grup, örgüt ya da kişiye karşı hareket etmeye hazırdır" dedi.

Afgan olayları sırasında bir çok kişinin yakın ülkelere geçtiği biliniyor. Bunlar arasında Keşmir de bulunmakta. Daha önce yaşanan kısa süreli Hindistan-Pakistan savaşında bir çok mücahid gurup Hindistan askerlerine karşı mücadele vermişti. Bu gurupların halen orada faal olduğu kanaatinde olan Hindistan Pakistan’dan bu grupları temizlemesini ve desteğini kesmesini istemektedir. Amerikanın başlattığı Haçlı seferlerini de fırsat bilen Hindistan şu günkü ortamda kendisini haklı kılan nedenleri de elde etmiş gözükmekte ve olayın çözümlenmesi için ısrar etmektedir.

Aslında Hindistan parlamentosunda gelişen olayların içeriği tam olarak basına yansıtılmış olmadığı gibi ölenlerinde kimler olduğu halen açıklanmamıştır. Bilinen bir gerçek var ise oda; parlamentoya yapılan saldırı Amerikan yanlısı olan Hindistan Başkanına karşı girişilen bir suikast eylemi olduğudur. Bu da büyük bir olasılıkla İngilizlerin halen üstün olduğu askeri kanatın bir eylemi olabileceğidir. Olayı atlatan Hindistan yönetimi içeride yaşanan iç çekişmeyi örtbas etmek için Keşmir konusunu istismar etmekte ve bunu Müslümanlara mâl etmektedir. Oysa ki Müslümanların uzaktan ve yakından bu olaylarla hiçbir alakası yoktur.

Pakistan’a gelince; her gün parçalanma korkusuyla yatıp kalkan Pakistan yönetimi kimden gelirse gelsin her istenen hususa itaat edeceğinin sinyallerini vermektedir. Bütün diğer İslam beldelerine çöreklenmiş kukla yönetimler gibi Müşerref yönetimi de İslami guruplarla başının ağrıtılmasını istemediğinden dolayı bu guruplardan kurtulmak istiyor. Bundan dolayı bir zamanlar Keşmir konusunda kullandığı bu grupları ve İslami argümanları bir tarafa atmak için Hindistan’la ortaklaşa bir eyleme gidebilir. Her ne kadar savaş görünümü kazandırılmak istense de şu an bütün kafir ve kuklalarının ortak hareket ettiği tek konu Müslümanlar ve İslamiyet’e karşı yürütülen savaştır.

Amerika, dünya devletlerince kullanılma endişesi taşıyor

Mossad, "ABD harekatı, İran ve Suriye'ye yönelebilir." İsrail gizli servisi Mossad'ın Başkanı Efraim Halevi, Afganistan'da devam eden ABD harekatının, İran ve Suriye'ye yöneleceğini savundu. Tel Aviv'de güvenlik konulu bir konferansta konuşan Halevi, İran’ın, uzun menzilli füze programını genişletmenin yanı sıra, nükleer ve diğer toplu imha silahlarını geliştirme girişiminde de bulunduğunu söyledi. ABD öncülüğünde uluslararası terörizme karşı yürütülen kampanyayı, bağımsız bir devletten çok, El Kaide gibi bir terör örgütüne yoğunlaşmasından dolayı "eşi görülmedik" olarak değerlendiren Halevi, şunları söyledi: "Kampanya sonuç olarak, radikal gruplara destek veren Iran ve Suriye gibi ülkelere yönelebilir. Afganistan'daki savaştan sonra, uluslararası baskı, ülkesindeki radikal gruplara karşı tedbir alması için, Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad'a da yapılabilir."

ABD'li yetkililerin, Afganistan'dan sonra Somali'ye askeri bir harekat düzenlenebileceği yönündeki spekülasyonları destekleyen açıklamalarına, bir yenisi daha eklendi. ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers, Somali'nin El Kaide örgütüyle bağlantısı olduğuna dair güçlü izler olduğunu söyledi. Öte yandan, Somali'de, El Kaide ve diğer aşırı dinci örgütlerle bağlantıları olduğu sanılan 5 kişi tutuklandı. Yemen haber ajansı da, El Kaide'yle bağlantısı olanlar dahil, bütün terörist hücrelere yönelik operasyonların, Yemen'in resmi tavrını gösterdiğini duyurdu. Başbakan Abdülkader Bagammal, ülkedeki siyasi liderlik ve hükümetin tavrının, Yemen'i terörizm olarak tanımlanan yasadışı eylemlerden kurtarmak olduğunu kaydetti.

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Afganistan'da kazandıkları "hızlı başarının", Irak'ta Saddam Hüseyin'i devirme kampanyasında da benzer bir başarı kazanılacağı anlamına gelmeyeceğini söyledi. Irak'ın yanı sıra kendilerini endişelendiren başka ülkelerin de bulunduğunu kaydeden Powell, bu çerçevede ilgilerini Somali'de yoğunlaştırdıklarını söyledi. Colin Powell, The Washington Post gazetesine verdiği özel demeçte, Afganistan'dan sonra ABD'nin, Irak'ı hedef alacağı spekülasyonlarını yatıştırmaya çalıştı. Taliban'ın çökmesinden sonra El Kaide'nin hangi ülkede faaliyetlerini sürdüreceğiyle yakından ilgilendiklerini belirten Powell, bu çerçevede ilgilerini Somali'de yoğunlaştırdıklarını da kaydetti.

Gizli ya da açık menfaat ve çıkar peşinde olanlar Amerikanın başlattığı terörizm saldırılarını kullanmak için bir bir adres gösteriyorlar. Her ülke kendisine düşman bildiği veya yakın tehlike arz eden ülkeleri, Müslüman grupları barındırmak veyahut ta yardım etmekle suçlayarak Amerikan hedefleri arasına tıkmaya çalışmakta. Bundan dolayı da neredeyse bütün İslam beldeleri El-kaidenin barındığı yer haline getirildi, bağlar kuruldu, finans kaynakları icat edilmeye çalışıldı. Doğrusu Amerika bu işe başlarken belki de kendisine bu kadar hedefin çıkacağını tahmin etmemiştir. Her yandan gelen “şu ülkeye vur“ sesine icabet etmekte zorlanacağını anlayınca adeta ben hedefimi kendim seçerim dercesine bir açıklama getirme gereğini hissetmiştir. Öte yandan galiba Amerikanın vurmasına da hiç gerek kalmayacak gibi. Çünkü hedef gösterilen ülkeler bu işi daha öncede bir çok Müslümanı asılsız iddialarla tutukluyor veya öldürüyordu. Bu olayların zuhur etmesiyle bu işlerini kafirleri aratmayacak şekilde, hatta onlardan daha da fazla çaba içerisinde yerine getirmeye çalışıyorlar.

ABD Gözünü Kıbrıs’a Dikti

Yüzsüze görüşme süreci başlatacak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Rum Yönetimi lideri Glafkos Klerides'in bir sonuca ulaşamaması durumunda, çözümün çıkmaza gireceğini düşünen ABD yönetiminin, yeni bir plan hazırlığı içinde olduğu kaydediliyor. Denktaş ile Klerides arasındaki yumuşama süreci yeniden çıkmaza girerse, ABD'nin, "Birleşmiş Milletlerin arkasına saklanmak yerine", yeni bir süreç başlatabilmek için daha hızlı davranacağı belirtiliyor. Klerides'in, 15 ay sonra yapılacak seçimlere sağlık sorunları nedeniyle katılmayacağını açıklaması üzerine ABD, bu kısıtlı süre içerisinde sorunu çözüme ulaştırmak istiyor. Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgiye göre, ABD yönetimi, sorunun Denktaş ve Klerides arasında çözülemediği takdirde, sonuca ulaşmada büyük aksama meydana geleceğini düşünüyor. Bu arada, Kıbrıs Rum Kesimi'nin Avrupa Birliği üyelik süreci de, soruna kısa sürede çözüm bulunmasındaki baskıyı artırıyor. Washington'daki gözlemciler, Denktaş ile Klerides arasındaki görüşme süreci devam ettiği takdirde, ABD'nin, AB'den, Rum Kesimi'nin üyelik sürecini yavaşlatmasını isteyebileceğini belirtiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlandığı belirtilen çözüm planında, bir de harita bulunuyor. Bunun için, Bosna Savaşı’ndan sonra toprak paylaşımı için bölgenin üç boyutlu haritasını çıkaran bilgisayar programı kullanılıyor. Bilgisayar aracılığıyla bütün köy, kasaba, tarla ve su havzalarının bütün ayrıntılarını kuşbakışı görebilme imkanı sağlanırken, bu haritanın toprağın uygun paylaşımını kolaylaştıracağı da belirtiliyor.

Bilindiği gibi Kıbrıs ABD-AB arasında sürtüşmeli bir bölgedir. Burada bulunan İngiliz askeri üssü Amerika’ya bütün olanakları tanımasına rağmen çatışmanın odağını oluşturmaktadır. Amerika dolaylı değil doğrudan bu adada egemen olmak için yıllardır mücadele vermektedir. İngilizler Kıbrıs’ı tümden Avrupa Birliğine katarak ABD’nin siyasi baskılarından kurtulmak istemekte. Bundan dolayı da Kıbrıs’ın üyelik süreci hızlandırılmıştır. Kıbrıs üzerinde emellerinin tükendiğini fark eden ABD, BM’i de dışlayarak bu işi kendi prensiplerine göre çözmek istemektedir. Türkiye’nin ise bu olaylarda hiçbir etkinliği yoktur. Hatta Türkiye’nin cılız devlet adamları ve batıya indeksli siyasi düşünürleri Kıbrıs’ın bir an önce ellerinden çıkarılmasını istemekte, bunun nedenini de ekonomik boyutlara bağlamaktadırlar. “Ver-kurtul” zihniyeti İttihat ve terakki ile başlayan cumhuriyeti kuranların düşüncesidir. Bu zihniyet var oldukça Ümmet daha çok şeylerini kaybetmeye mahkumdur.

Amerika, petrol yüzünden Taliban'a karşı savaş açtı

İki Fransız istihbarat uzmanı, "Bin Ladin, Yasaklanan Gerçek" adıyla piyasaya çıkan kitapta; ABD'nin, petrol boru hatları konusunda uzun süre pazarlık yaptığı Taliban yönetimini tehditlerle de yola getiremeyince bu savaşı başlattığını öne sürdü.

ABD liderliğindeki koalisyonun Taliban’a yönelik başlattığı savaşın gerçek sebebinin petrol olduğu öne sürüldü. İki Fransız istihbarat uzmanının geçtiğimiz çarşamba günü piyasaya çıkan ‘Bin Laden, laverite İnterdite-Bin Ladin, Yasaklanan Gerçekler’ adındaki kitabında, Washington’ın, Rusya’nın Orta Asya üzerindeki etkisini kırmak için buradaki petrol kaynaklarının Afganistan üzerinden Hind Okyanusu’na taşınması konusunda Taliban’la uzun süre pazarlık yaptığı öne sürülüyor.

Pazarlıklarda Taliban’ın boru hatlarına izin verilmesi karşılığında Taliban rejiminin tanınması ve ekonomik yardımlar da dahil tüm şartların Washington tarafından taahhüt edildiği belirtiliyor. Büyük petrol şirketlerinin baskısıyla Washington’ın, FBI’ın Taliban ve terörizm bağlantıları üzerinde çalışmasını da engellediği öne sürülen kitapta, yazarlar Jean-Charles Brisard ve Guillaume Dasquie, FBI Başkan Yardımcısı John O’Neill’in de bu konuda kendisine yapılan engellemeleri protesto etmek amacıyla geçtiğimiz temmuz ayında istifa ettiğini belirtiyorlar.

Kitapta geçtiğimiz ağustos ayına kadar ABD yönetiminin Taliban’ı Orta Asya’nın istikrarı için önemli bir unsur olarak gördüğü belirtiliyor. Fakat Bush yönetiminin, Rusya’nın petrol kaynakları üzerindeki egemen güç olmasından rahatsız olduğu ve bunu değiştirmek için Taliban’la pazarlık yaptığı öne sürülüyor. Taliban’ın pazarlıklarda ABD yönetiminin isteklerini kabul etmemesi üzerine günümüzdeki savaşın başlatıldığı vurgulanıyor.

Kitapta, ABD yönetimi temsilcilerinin Taliban yönetimine, ‘Ya isteklerimizi kabul edersiniz, ya da bombalarla sizi yerin altına gömeriz.’ tehditlerinde bulunduğu öne sürülüyor.
Bush yönetiminin iktidara gelir gelmez şubat ayından itibaren Taliban’la görüşmelere başladığı belirtilen kitapta, ‘Washington, Berlin ve İslamabad’da pek çok görüşme yapıldı. Son olarak da 11 Eylül saldırısından 5 hafta önce taraflar bir araya geldiler.’ denildi.

Kitapta, Bush ailesinin petrolle olan geçmişi de dile getiriliyor. Ayrıca Bush’un yardımcısı Dick Cheney, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice, ticaret ve enerji bakanları Donald Evans ve Stanley Abraham’ın da değişik petrol şirketlerinde çalıştıklarına dikkat çekiliyor. İki hafta önce bir Fransız televizyonuna konuşan Pakistan eski Dışişleri Bakanı Naif Naik’in çarpıcı görüşlerine de yer veriliyor. Kitabın iddiasına göre, Naik, Afganistan’a komşu 6 ülke ile birlikte ABD ve Rusya’nın da katılımıyla gerçekleştirilen görüşmelerde ABD elçisi Tom Simons, hem Taliban’ı hem de Pakistan’ı, isteklerinin kabul edilmemesi durumunda diğer seçeneklerin yürürlüğe konacağını ileri sürerek tehdit etti.

YIL 13  SAYI 145  ŞEVVAL 1422  OCAK 2002

Yukarı