Ümmet kendilerinde, güvende buldukları bir
devletlerinin olduğunu zannederek yaşamlarını sürdürüyorlar.
Hal böyle olunca da her gün karşılaştıkları olaylarla
yeni bir hayal kırıklığına uğruyorlar. İktidardaki yöneticilerden
medet umarak, bir onun, bir diğerinin kapısına koşuyorlar.
Güven duydukları yöneticiler ise adeta onların yüzlerine
her gün aşağılayıcı cinsten ağır şamar indiriyor, hiçbir
vaatlerini yerine getirmeyip halkı aldatmaktan başka bir iş
yapmıyorlar. Bu idareciler ümmetin en şerli kişileridir.
Huzeyfe b. El-Yeman’dan Resulullah (sav)’in şöyle dediği
rivayet edildi:
“Benden sonra benim yolum üzerinde
bulunmayan, sünnetimle amel etmeyen bir takım imamlar (yöneticiler)
olacaktır. Aranızda insan cismi içerisinde kalpleri
şeytanların kalpleri gibi olan bir takım adamlar
olacaktır...”
Yöneticilerinden memnun olmadıklarını yüz
hatlarındaki çizgilerle belirginleştirip pişman olan ümmet
ise; halen bir çok gerçekleri görmemezlikten gelip, onların
kapısında umut aramaya, onlara alkış tutmaya devam
ediyorlar. Oysa bu yöneticilerin kendilerine güveni yok ki
ümmete güven dağıtsın.
Hasta bir devlet, hasta bir idareci ve
hastane kapılarından (sözde) istikrar (!) aşılamaya çalışan
bir yönetim... Geçmişi olasıya eleştiren, tarih kitaplarında
o devleti (Hilafet Devletini) hasta adam diye alay konusu edinen
böyle bir anlayış acaba geçmişten günümüze bir benzeri
hiç görülmüş müdür?!
Türkiye’nin geldiği konuma bir bakın!..
Amerikanın süfli emellerine alet olmuş,
Amerika bu hasta devleti istediği yöne evirip
çevirmektedir. Ekonomisi ise tamamen süfte (delik-deşik).
İMF’nin ellerine teslim edilen hazine, yine İMF tarafından
satın alınmış Türkiye... İşsizlik oranı hat safhaya
ulaşmış, açlık sınırı Afrika ülkelerini sollamış. Rüşvet,
soygun, haksızlıklar alabildiğine yayılmış. Bütün bunlar
hastaneye indekslenmiş devletten kaynaklanmıyor mu? Ümmetin
evlatlarını misyonerlerin ellerine teslim eden, senelerdir Müslüman
bacılarımızın başörtüsüyle uğraşmaktan başka bir
iş beceremeyen bu hasta düzen ve hasta başkanları bu
insanlara ne verebilir ki?!
Kurumları yolu ile İslam dinini
Hıristiyanlaştırmak isteyen (örfler, adetler,
gelenekler, çağın getirdiği gerekçeler diye dinde
reform yapmaya yönelen devletin ruhban sınıfı) ve
bunların devlet destekli zihinsel hasta mollalarına nasıl güven
duyulabilir?!. Tesettürlü kadınların katıldıkları
toplantıları terkeden, kışlalara almayan daha sonrada biz
başörtüsüne karşı değiliz diyerek ümmetin taşıdığı
değerlerle savaşanlar bu topluma nasıl güven verebilir?!.
Bunlar değil mi ümmetin önünü tıkayan, kazanılmış
zaferleri görmezlikten gelip, ümmetin servetlerini
kafirlerin önüne seren!..
Şahsiyetler hasta olabilir, bu her insan ve
her yönetici için söz konusudur. Asıl hastalık rejimin
kendisindedir. Ümmetin vücuduna zorla yerleştirilen bu
urlar tabi ki bu vücutla uyuşmayacak, ümmete güven
vermeyecek, hiçbir zamanda o vücuda istikrarı
getirmeyecektir.
Amerika ve Avrupa’nın, bir de bunun yanında
bunlara bağlı olan yöneticilerinden yılan bu ümmet, kendi
cesaretini kırmıştır. Cesareti kırılan bir toplumda
bahaneler tükenmez. Bu vakıası olan bir kaidedir: “Korkak
olan, ehil olmayan, işe atılımda çekingen davrananlar
ürkektir, vakıacıdır. Cesaretli olan; atılgandır,
imkansızı yenmeyi yeğleyendir, yapmak istediği bir işin
üzerine cesurca gidendir.”
Hain yönetimler ümmeti çeşitli
desiselerle cesaretsiz kılıp fikren ve cismen hasta adamların
peşine taktılar. Cismen hasta olmayanlar da bugün aynı
pozisyondadırlar. Hatta ellerinde büyük imkanlar bulunan,
nükleer silahlara sahip olan Pakistan yöneticilerinin durumuna
bir bakın! İçi cihad ateşiyle yanan ümmetin evlatlarının
güvenlerini nasıl sarsıyor, aşağılık Hindulara yaranmak
için onların her dediklerinin bir fazlasını yapmaya
yelteniyor. Ümmete güven verme yerine Müslümanlarla savaşarak
Hindu varlığına güven sağlıyor.
Ya, Filistin olayları karşısında
saklanacak delik arayan başta Arap yöneticilerine ne
demeli?!. Bu ümmet kime güven duyacak?! Eğer sizler
ümmetin varlığını korumak ve onlara güven sağlamaktan
acizseniz ne diye devlet olduğunuzdan bahsediyorsunuz?!.
Kafirlerin uç karakollarının bekçileri olan bu
yöneticilerin artık bir sonu gelmelidir.
Cesaretin geri dönüşü, güvenin hasıl
olmasının yolu; saptırıcı olduğu ayan-beyan ortada
olduğu bilinen şeytanın yandaşlarından (yöneticiler,
onların mollaları, saptırıcılardan) uzaklaşmakla mümkündür.
Ki ortaya bir fark çıksın. Yani saptıranlarla doğru
arasında çatışma hasıl olsun. Bu farkı ümmet görmek
zorundadır. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Kim Rahman'ın zikrini (şeriatını) göz
ardı ederse, Biz ona bir şeytan musallat ederiz.
Şüphesiz onlarda bunları yoldan çıkarırlar. Bunlar ise
doğru yolda olduklarını zannederler.” (Zuhruf
36-37)
Bu fark İslamın ta kendisidir. Ümmet
bugün bu farkı göz ardı edip bahanelerin arkasına saklanırsa
elbette hasta nizam-hasta liderlerin şerlerinden emin
olamayacaktır. Onlar her defasında kokuşmuş düzenlerini
Müslümanlara süsleyerek güzel göstermeye çalışıyorlar.
Bunların oyununu bozacak olan, ümmete cesaret kazandırıp güven
ortamının oluşmasına öncülük edecek tek ölçü ve rehber
İslam ideolojisidir.
Müslüman’a yakışan basiret ve feraset
sahibi olmasıdır. Bu ona doğruyu gösterecek, bu günkü
kendisini (ümmeti) koruyamayan hasta düzenlerden yüz
çevirecektir. Düzenlerin ümmete empoze etmeye çalıştığı,
pislik ve şahsiyetsiz bir yaşantıyı kabullenmeyecektir. Dünyada
alay konusu olmaya kendini asla layık görmeden asli kimliğinin
(İslam şahsiyetinin) verdiği cesaretle hayata bakışını
İslam’la şekillendirme imkanı bulacaktır.
Bugün yer yüzünde Müslümanların güven
duyacakları devletleri yoktur. Müslümanların arasına küfür
devletleri durmadan güvensizlik tohumları ekmekte, onların
arasına aşılması zor hatlar çekmektedirler. Oysa bu
ümmetin yeniden ayağa kalkışı İslam ümmeti olduklarını
hatırlayarak ancak birbirlerine karşı olan güvenlerinin
tesisi ile mümkündür. Hain yönetim ve yöneticiler (Allah
onları kahretsin) ümmetin kalkınmasında öncülük edecek,
İslami ölçüleri esas almış kitle veya kitlelere karşı
insanları kör ve sağır kılıyorlar. Güven duyulacak
tertemiz İslami kitle veya kitlelere yalan isnatlarda bulunarak
ümmetin onlara olan güvenini kırmak istiyorlar.
Onlar sizin İslam’a olan güveninizi her
türlü saldırılarla sarsmak istiyorlar. Akidenize olan güveninizin
oynanmasına müsaade etmeyin. Aynı zamanda akidenizden neşet
eden şeri hükümlerin tatbikinin uygulanmasına yönelik çalışmalarınızda
tavizkar tutumlara asla yer vermeyin. Şunu unutmayın ki her
taviz, kaybolan güven ve korkaklığın eseridir.
Hain yöneticilerin sunduğu menfaatçi
anlayış, makyevalist, pragmatik bahaneleri ön plana çıkartma
neticesinde doğan korkaklık vasfı yerine, olayların ve
amellerin ölçüsünü şer-i kalıba oturtturarak Allah’tan
aldığımız cesaretle yeni bir çığır açmanın zamanı
çoktan gelmiştir. Müslümanlar adaleti tesis edecek sistemi
oluşturmakta ne kadar geç kaldıklarını artık görmek
zorundadırlar.
Bunun için diyoruz ki; imanınıza olan güveninizi
tekrar hatırlayın ve inancınızın gereği olan güven ortamını
yeniden tesise yönelin. Oradan alacağınız cesaret sizleri
yeniden hayatın karanlık dehlizlerinden çıkartacak dünyada
güven-istikrar dolu bir yaşantı, ahirette ödüllerin en
iyisi cennet olan bir hayata ulaştıracaktır. Sizin
kalkışınız küfrün sonu, İslamın ise hakimiyeti
demektir. İslam’ın hakimiyeti ise bir nurdur. O zaman yeryüzünde
sadece Müslümanlarla sınırlı kalmayacak bir güven ortamı
doğar. Bu elbette ki gerçekleşecektir. Resulullah (sav) bu
hususta şöyle buyurdu:
“Muhakkak Allah sizin için yeryüzünü
fethedecektir.” (Tirmizi)
Bunu sağlayacak sistemin adı Raşidi
Hilâfetten başkası
değildir. İslam Devleti Raşidi Hilâfet yeryüzünde İslam’ı
tekrar hakim kılacak, geçmişin özlemini, fetihleri,
güveni, istikrarı, emniyeti tekrar bu ümmete tattıracaktır.
|