Güvercinler uçuruldu, göklere balonlar bırakıldı,
zeytin dalları uzatıldı, halklardan protestolar yükseldi,
İsrail-ABD bayrakları yakılıp yuhalandı ve ardından adalet
ve barış özlemleri dile getirilerek dünyanın bugün
içerisinde bulunduğu kötü ortamı düzeltmesi için birileri
arandı. Karşılarında fikirleri taşlaşmış, özgürlük anıtlarına
takılı kalan ABD maskotunu buldular. Orta doğuya çağrılan
ABD, barış ve adaletin temsilcisi gibi bir pozisyona
bürünerek kan emici yapısıyla kudurmuş, şımarık çocuğu
İsrail ile kol kola hareket etmeye yöneldi. Aslında dünya
yakın tarihinde Bosna’da, Somali’de, Kosova’da,
Afganistan’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde Amerikanın
ne denli adalet timsali olduğunu gördü. Kanla yoğrulmuş
tarihini burada irdelemeye gerek duymuyoruz.
Gelinen noktada Filistin halkı adaleti
arayan tek toplummuş gibi gözükse de aslında dünya halklarının
tümü adalet kelimesini unutalı yıllar olmuştur. Üç-beş
Yahudi ve Amerikan kovboyuna terkedilmiş dünya, acaba adaletin
bunlar eliyle işlediğini, yakın dönemlerde yaşandığına
şahit olmuş mudur?! Adaleti unutan insanlar zeytin dalı,
beyaz güvercinler, adalet meşalelerinin (!) yeryüzünü kana
ve fitneye boğan Yahudi ve Amerikan kafirlerinin birer sembolü
olduğunun farkında dahi değiller. Yani ne insanlık adaleti
tanıyor ne de ABD adaletin temsilcisidir. Adaletin yeryüzünden
uzaklaşması nerede ise bir asra yaklaşmıştır. O dönemden
bugüne kadar insanlık hiçbir adalet kapısı bulamamanın
ızdırabı içerisinde kıvranıp durmakta. İşte, konumuzun
akışında kaybolan adaletin nasıl yeniden tesisinin mümkün
olduğunu göstermeye gayret edeceğiz.
Adalet nedir?: Kelimenin aslı Arapçadır.
Hakka riayet, hüküm verme, adillik, düzenli ve dengeli
davranma, hakkaniyet anlamlarında kullanılır. Istılahta
kullanılan anlamı da kelime anlamından ayrı değildir.
Yalnız kullanıldığı alana göre kelime içerik kazanmaktadır.
Adalet: dinin temel ilkelerini oluşturan itikadi
konulardan bir diğeridir. Adalet Allah Teala'nın sübutî sıfatlarından
biridir. Başka bir tarifte; bir kişinin başkaları
tarafından alınmış, gasp edilmiş haklarının devlet gücünü
elinde tutan yetkili organlarca gasbcıdan alınarak hak
sahibine verilmesidir. Bu maddi anlamda adalet kavramıdır, ki
bu insanın güven içerisinde yaşamalarının en temel
şartlarından ilkidir.
“Adalet” ve “hukuk” kavramları
genelde birlikte anılır. Ancak ikisinin arasında çok büyük
farklar vardır. Lügate baktığımızda da bu farkı görebilmek
mümkündür. Hukuk, topluluğun yaşama tarzını tanzim eden
ve devlet müeyyidesi ile destekleyen kaideler bütünü olarak
tarif edilmekte. Adalet ise, herkesin hakkına riayet etme,
hakkını verme, zulüm ve eziyet etmeyip herkes hakkında
doğru hüküm vererek hakkı yerine getirmek, haksızlıktan
uzaklaşmak olarak tanımlanmaktadır. Adaletin basitçe tarifi;"bir
şeyin lâyık olduğu yeri bulmasıdır"; dinin temeli
budur. Allah adaletin kaynağıdır.
Adalet hususunda bazı görüşler:
İbn-i Abbas’tan rivayetle Ebu Talha adaletin;
“Allah’tan başka ilah olmadığını kabullenmek”,
Süfyan İbn Uyeyye; “Allah için amel işleyen herkesin
gizli ve açık amellerinin eşitliği” Hz. Ali (ra);
"Adalet işleri kendi yerlerine koyar”, İbn Abbas; “Allah’tan
başka ilah olmadığına tanıklık etmek, (başka bir
rivayette) benzerleri reddetmen, ihsanda görüyormuşçasına
Allah’a kulluk etmen, kendin için istediğini başkası içinde
istemendir”, başka bir rivayetinde de; “tevhid”
olduğunu ve “La ilahe illallah” olarak açıklar.
Diğer bazı görüşlerde şöyledir:
adaletin; fiillerde olacağını, işle ortaya çıkacağını, “hayırları
vacipler ölçüsünde işlemek”, “ takva ve mürüvvet
sahibi olmak demektir.” (El Muvafakat c4 s88) diye tarif
edenler vardır.
Adalet kelimesi; hadis ilminin ana temalarından
birini oluşturur. Genelde ravilerde adalet vasfının
ehemmiyetine çok önem verilir. Bu alanda yapılan tarifte; “ravinin
din işlerinde tam istikamet sahibi olması, fısk ve fücurdan
uzak bulunmasıdır.” denilir. (Fıkıh Us. Ebu Z. S 253)
Ayet ve hadislerde adalet kelimesi sık sık
kullanılmıştır. Adalet kelimesinin geçtiği hususlar ya
doğrudan fiillerde Allah’ın hükümlerine tabi olmayı ve
yahut adaletin ancak Allah indinde olduğundan bahsetmiştir.
Asıl üzerinde durmak istediğimiz ve
sınırlamaya çalıştığımız husus bugün insanların zulmün
karşıtı adaletin ortaya çıkmasını istedikleri temadır.
Bu ise insanlar arasında mevcut alakaları düzenleyen kuralların
barış içerisinde bir yaşam sunma arzusundan
kaynaklanmaktır.
Bu anlamdaki adaletin karşıtı olan zulüm
ise, her şeyi kendine layık yer ve mevkiine koymamak ve işi
layık ve uygun olduğu şekliyle yapmamak olur. Rağib
"El-Müfradat" adlı eserde de buna yakın bir tanım
kullanılmıştır: " Bir şeyi kendi yerine
koymamaktır.” (Müfradat-i Rağib s. 315)
Yüce Allah, kullarına zulmü irade etmez.
Çünkü aklın da hükmettiği gibi zulüm, Allah'ın adalet ve
hikmetine aykırı olan bir şeydir. Alemlerin Rabbi olan Allah
Teala hakkında, adaletiyle çelişen zulüm yapması düşünülemez
olduğu gibi, hikmetiyle çelişen abes (hedefsiz, boş) ve kötü
iş yapmak da asla düşünülemez. Acaba, bütün bu kâinatı
tüm güzelliği ve nimetleriyle, kullarının faydalanması için
yaratan ve yaratıklarında hiçbir kör nokta koymayan Allah’u
Teala'nın zalim olmasını veya hikmete aykırı davranmasını
akıl kabul edebilir mi?
Bundan da öte, Allah’u Teala'nın kendisi
Kur'an-ı Kerim'de defalarca adaletin iyi, zulmün ise kötü
olduğunu haber vermiştir. Halkı adalete çağırmış ve zülüm
etmekten de sakındırmıştır. Adaletin iyi bir sıfat zulmün
ise kötü bir iş olduğunu bildiren bütün çirkin işlerden
münezzeh olan Allah’u Teala'nın kendisinin adil olmaması,
haşa zalim olması mümkün olabilir mi?
Ancak; zulmün kötülük ve çirkinliğinin
farkında olmayan, başkasının kudretini ele geçirdiği
taktirde, sahip olduğu makam ve mallarını elinden çıkmasından
korkan, başkalarının elinde bulunan makam ve mallara göz
diken ve sadece kendi menfaatini düşünen kimse zulme kalkışır.
Allah sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibidir.
O hiçbir şeye muhtaç değildir. O, mutlak kemaldir. Bütün
hayırlara, adalet de dahil olmak üzere, tüm güzel isimlere
sahip olan O'dur. Alemdeki varlıkların tek kaynağı O'dur.
Varlıklar O'nun varlığından var olmuşlardır. Varlık
aleminde ne kemal varsa hepsinin menşei O'dur. Böyle iken, var
olmaları kendi varlığına dayalı olan varlıklara, her şeye
sahip olan Allah (cc) zulmetmesi nasıl düşünülebilir?
Buna göre, Allah’u Teala kullarına zulmetmez
ve onlar hakkında kötülüğü de istemez. Çünkü O, bu işin
kötü olduğunu en iyi bilendir. O, işi terk etmeye de
kadirdir. O, hiçbir şeye de muhtaç değildir. Allah’u Teala
kullarının küfre düşmesine razı olmaz ve yaptığı tüm işleri
hikmet ve hedef üzere yapar.
“Eğer inkar ederseniz bilin ki, Allah
sizden müstağnidir. Kullarının inkarından hoşnut olmaz. Eğer
şükrederseniz sizden hoşnut olur. Hiç bir günahkar diğerinin
günahını yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir;
yaptıklarınızı o zaman size haber verir; çünkü O,
kalplerde olanı bilir.”
(Zümer 7)
Allah’u Teala'nın şüphesiz kötü iş
yapmadığına ve zulmetmediğine inandığımıza göre, Allah’u
Teala'nın kullarına en uygun olan şeyi takdir ettiğine de
inanmalıyız. Çünkü bunun aksi de adalete aykırı olup,
zulmetmektir.
Zulmün nedenlerini araştırdığımızda,
zulmün, cehalet veya güçsüzlük ya da ihtiyaçtan kaynaklandığını
görmekteyiz. Bunların hiç biri de mutlak kemal ve kudret
sahibi olan Allah’u Teala'da bulunmadığına göre, Allah’u
Teala'nın zulmetmesi mümkün değildir.
Allah’u Teala adildir. Yani hem her hak sahibinin
hakkına riayet eder, hem de bütün işleri hikmet ve adalet
ölçülerine uygun olarak yapar. Bu anlamdaki adalet gereğince,
Allah’u Teala hem yaratma, hem kanun koyma, hem hükmetme, hem
de mükafat ve ceza vermede adildir.
Buna göre adalet, Allah’u Teala'nın hiçbir
kimseye zulmetmediğine ve akıl sahiplerinin kötü gördüğü
şeyleri işlemediğine inanmaktır. Herkese ve her şeye
gereken hakkının verilmesi ve fertler arasında, nedensiz
ayrım yapılmamasıdır.
Kamuoyunda kelime hakkında yerleşik kanaat
ise; barışın sağlandığı, herkesin huzur içerisinde
zulmün zıttı şeklinde bir yaşam olarak algılanır.
İdeolojik bağlamda adalete bakış açılarında
farklılıklar mevcuttur. Kapitalizme göre adalet; her ne
kadar kanunlar önünde herkesin eşit haklara sahip olması
şeklinde tarif edilse de bunun pratik hayatta uygulanması mümkün
değildir. Çünkü kapitalizmde kanunlar asıl itibari ile insanların
icadı olduğundan çelişkiler yumağını oluşturmaktadır.
Komünizm adalet hususuna; kominal yapıyı
oluşturarak eşitlik ilkesi üzerine oturtturmak şeklinde
yaklaşır. Bunu başaramadan zaten komünizm çökmüştür.
Çünkü o da aynı kapitalizm gibi yasaları insan yapıyordu
ve çelişkilerle doludur.
Dinin hayattan ayrılması akidesine dayanan
kapitalizm daha işin başında insan üzerinde adaletsizliğini
ortaya koymuştur. İnsan fıtratında mevcut olan tapınma içgüdüsünü
gömemezlikten gelerek maddi eğilimleri doyurucu yöne ağırlık
vermiştir. Bu ise insanı dünyevi bir hırsa boğmaktan başka
bir şey değildir. Maddi eğilimleri doyurmak için insanlar
adalet anlayışlarını onun üzerine bina edeceklerdir ki;
gelinen noktada dünyanın düşmüş olduğu kaos ortamı,
kapitalizmin bu vahşi ihtiraslarına neden olan bu temeller
altında ezilmektedir. Bu hırs insanlar arasında adaletin
temellerini yok edip şahsi ihtirasları ortaya çıkartmıştır.
Bundan dolayı kapitalist sınıf her şey üzerinde sınırsız
egemenlik kurma arzusu taşımakta, yine bundan dolayı da
saldırganlaşıp hırçınlaşmaktadır. Dünyanın bugünkü
haline şöyle bir bakın!.. Dünyanın dört bir yanı
kapitalist zümrenin boyunduruğu altında zulümden
inlemektedir. Bu temel üzerine kurulu bir sistem nasıl dünya
adaletini veya barışını gerçekleştire bilir ki?!..
Kapitalizmin adaletsizliğinin temelinde yatan
diğer bir etken de topluma ikinci derecede bakmasından
kaynaklanmaktadır. Ferdiyetçi temeller üzerine kurulduğu için
adaletin doğuşunu fertlerdeki istikrara bağlar. Hakimiyet ne
devlete ne de tanıdığı ideolojiye aittir. Hakimiyet fertlere
aittir. Fertler ne kadar doyurulursa toplumda barış ve
adaletin gerçekleştirileceğine o derce inanılır. Bu ise
insanın iç dünyasından tutun sosyal hayat, insanlar
arasında alakalar ve diğer hususlarda çelişkileri, akabinde
de adaletin yerine zulmü doğurmaktan başka bir neticeye
ulaşamaz.
Adaletin tesisi ancak insanın fıtratı ile
barışık yaşayabilecek kurallar üzerine bina edilebilir. Bu
öyle bir şey olmalı ki; önce insan kendi üzerinde etkin,
çelişkiye mahal vermeyecek düşünce yapısını
oluşturmalıdır. Diğer bir ifade ile adalet tam anlamıyla
sağlıklı bir düzen demekse; bununda sağlıklı temellerinin
olması kaçınılmazdır. Bu düstura giden ilkelerin ana kaynağı
ise; hayat, insan ve kainatın bunları yaratan bir
yaratıcının var olduğuna imandır. Adaletin tesisi dahil bütün
müşküller bu akideden neşet eden hükümlerle çözümlenir
ve kayıtlı kılınır. Bundan dolayı insanı, toplumu korumak
ve aralarında adaleti ve huzuru temin etmek için ortaya konan
ilkeler insanın ortaya koydukları nizamlar olmayıp, Allah’ın
emir ve yasaklarından alınmalıdır. Bunlar toplumu zinde
tutacak, zulümden uzaklaştıracak yüksek hedeflerdir. Bundan
dolayı Müslümanlar işlerini yürütürken, yeryüzünde
adaleti tesis etmeye çalışırken Allah’ın emir ve
yasaklarına göre düzenlerler. Yani adalet; ancak insanların
arasındaki işleri Allah’tan gelen emir ve yasaklara göre
düzenlemekten geçer. Çünkü İslam insanda ve toplumda
belirli hususlara ağırlık verme yerine dengeyi kurmaya çalışır.
Maddiyatı, sınıfçılığı, ırkçılığı, menfaati,
milliyetçiliği asla kabul etmez, bunlardan doğan değerlerin
ortadan kaldırılması için mücadele verir. İslam önce
insan üzerinde adaletini tesis etmiştir. Şöyle ki; uzvi
ihtiyaçları ve içgüdüleri öyle düzenlemiştir ki,
onların bütün midevi, ruhi, cinsi ve diğer açlıklarını
bir düzen içinde karşılar. Yoksa birini diğerinin hesabına
doyurmaz, birini kısıtlayıp diğerini serbest bırakmaz; hiç
birini de başıboş bırakmaz. Bilakis insana gönül huzuru ve
refah verecek ve çeşitli ihtiyaçları ve iç güdülerini
baskı altında tutarak onu hayvanlık derecesine düşürmekten
alıkoyacak şekilde ince bir nizamla hepsini birden doyurur.
İşte insan üzerinde tartışmaya dahi zemin bırakmayan
adaleti sağlamanın yolu budur. Toplum üzerindeki adaleti aynı
derecede yüksek temeller üzerine bina edilmiştir. Topluma bir
bölünmez bütün olarak bakar, ferdi de toplumun bir parçası
olarak görür. Kolun vücuttan bir parça olması gibi. Bu açıdan
bakmak toplumun niteliğine dair özel bir mefhum ortaya koyar.
Çünkü aralarındaki bağ ve yaşayışlarına yön veren düşünceler
etkindir. Bu düşünceler onlar arasında ona uygun hareket etmeyi
ve bütün meselelerini onun etrafında çözmeyi gerekli kılar.
İşte bu noktada insanlar arasında çelişki ortadan kalkacak,
sadece yaratıcının emirleri geçerli olacaktır. Bu ilkelere
bağlı kalındığı müddetçe hiçbir kimse birbirine karşı
zulmetmeye cesaret edemeyecektir. Aksine birbirini korumaya, diğerinin
hakkını savunmaya yönelecektir. İşte adaletin temelleri bu
şekilde doğmuş olur. Yani adaletin özleştiği tek sistem;
İslam’dır. Onun dışında kalan nizamlar çelişkiler
yumağı olduğundan adalet kelimesini onlara mal etmek
imkansızdır. Bir toplumun ahlakı, tavırları ne kadar
düzgün olursa olsun akidesi bozuksa adaleti sağlayamaz.
Mesele nizam açısından
kavranmalıdır. İnsanlığa adaleti verecek olan ancak
İslamın kendisidir. İslam kelimesi, arapçada "huzur,
refah, saadet, selamet, sulh" kelimesiyle aynı anlama
gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde
tecelli ettiği huzur ve adalet dolu bir hayatı insanlara
sunmak için indirilmiş bir nizamdır. Allah (cc) tüm insanları,
yeryüzünde merhametin, şefkatin ve adaletin yaşanabileceği
tek model olan İslam nizamına çağırmaktadır. Allah (cc) yüce
kitabında şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler,
hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (İslam'a) girin ve
şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık
bir düşmandır.” (Bakara
208)
Ayette görüldüğü
gibi Allah, insanların "güvenliği"nin ancak
İslam'a girilmesi, İslam ahkamının yaşanmasıyla
sağlanabileceğini bildirmektedir. Dahhak da İbn Abbas, Ebu’l-Aliye
ve rebi İbn Enes’in buradaki; “sulh ve selametin”
Allah’a itaat olduğunu söylediklerini bildirir. Allah'ın
bu emrine uymayanlar, ayetin ifadesiyle "şeytanın
adımlarını izleyenler" olarak nitelendirilmiş ve açıkça
Allah'ın haram kıldığı bir tutum içerisine girmişlerdir.
Onlar şeytanın adımlarına uyanlardır. Şeytansa daima kötülüğü
emreder. Şeytanın adımlarına ayak uyduranlar hakkında Allah
(cc):
“Allah'a verdikleri sözü, onu kesin
olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını
emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar;
işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da
onlar içindir.”
(Ra’d Suresi, 25)
Müslüman dünyayı güzelleştiren, adaleti
dağıtan, yeryüzünden zulmün, fitnenin kalkması için var
gücünü harcayan, dünyayı adaletle imar eden insandır.
İşte bugün Müslümanlar bu görevi icra etmekten ellerini
çektikleri için yeryüzünde adalet ortadan kalkmıştır.
Dünyada içtimai nizam ancak İslam’ın
adaleti ile sağlanır. İslam’dan uzaklaşma ise adaletsizlik
toplumlarda fitne ve fesadı doğurur. Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
“Kafir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır.
Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde
bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfâl 73)
Dünyanın üzerine bir kabus gibi çöken,
milyonlarca insanın ölümüne neden olan baskıların aç bırakmaların
tek sebebi; bugün tatbik edilen insan ürünü sistemlerden
kaynaklanmaktadır. Yahudi tellallığı yapan kapitalist ve
hain yöneticilerin kendilerinde ve sistemlerinde adalete yer
yok ki bugün yeryüzüne adalet dağıtabilsinler...
Kendi halklarına karşı kör ve sağır
olan Amerika, Avrupa ve adaletten yoksun olan yandaşları bu yüzden
Filistin meselesi gibi yığınlarca meseleyi çözmekten
acizdirler. Onlar yeryüzüne zulüm fitne , fesattan başka bir
tohum ekemezler.
Adaleti gerçekleştirecek olan ancak Müslümanların
kendileridir. Müslümanlar ne zaman ki ayağa kalkarlarsa,
işte o zaman dünya adaleti görecektir.
İslam her şeyden önce zulme bir başkaldırıdır.
İslam özetle; "adalet"le iç içedir. Bugünkü
düzende bu medeniyet çerçevesinde varolanlar lâyık
oldukları yerlerde değillerdir. Sonuçta cihanşümul bir
zulüm vardır. Zulmü biz hep işkence olarak anlarız, ama
esas zulüm lâyık olanların hakkettikleri yerde olmamaları,
lâyık olmayanların da hak etmedikleri yerde olmalarıdır.
İslam etrafında bir medeniyet yükselişi gerçekleştirilecekse
Müslümanların "adalet" ile hareket etmeleri kaçınılmazdır.
Müslümanlar adaleti başka yerde arayacaklarına, kendileri
sahip oldukları İslam akidesine ve ondan kaynaklanan şer-i hükümlere
yönelmenin atılımını yapsınlar. Adalet kendilerinden
uzakta değildir, bilakis taşıdıkları İslam düşüncesinde
mevcuttur.
Hiçbir toplum yaptığı taşkınlıklar, haksızlıklar
üzere kaim kalamaz. Firavun da bir zamanlar zulmün ilahlığını
yapıyordu. Bugün yeryüzünde zulmün sembolü olan yahudi,
Amerika, İngiliz, Avrupa ve onların taşeron ajanları (Türkiye,
Özbekistan, Mısır vb. beldelerde ümmetin üzerinde karanlık
bir gölge olmaya devam eden hain yönetim ve yöneticiler) bu
gidişatın ebedi olacağı vahametine kapılmasınlar!.. Bu
şekilde ki yönetimlerin ömürleri kısadır. Müşrik düzen
nasıl yıkıldı ise, bu batıl düzenlerde İslamın gelişi
karşısında tutunamayıp, yıkılacaklardır. İslam Raşidi
Hilafetle yeniden yeryüzünde tatbik edilecek, zulüm kalkacak,
dünya işte adaleti o an bulacaktır.
|