Ana Sayfa YIL 13   SAYI 150   R.EVVEL 1423   HAZİRAN 2002 E-Mail

DÜNYA YENİDEN ADALETİ NASIL TESİS EDEBİLİR

A. SEYFULİSLAM

Güvercinler uçuruldu, göklere balonlar bırakıldı, zeytin dalları uzatıldı, halklardan protestolar yükseldi, İsrail-ABD bayrakları yakılıp yuhalandı ve ardından adalet ve barış özlemleri dile getirilerek dünyanın bugün içerisinde bulunduğu kötü ortamı düzeltmesi için birileri arandı. Karşılarında fikirleri taşlaşmış, özgürlük anıtlarına takılı kalan ABD maskotunu buldular. Orta doğuya çağrılan ABD, barış ve adaletin temsilcisi gibi bir pozisyona bürünerek kan emici yapısıyla kudurmuş, şımarık çocuğu İsrail ile kol kola hareket etmeye yöneldi. Aslında dünya yakın tarihinde Bosna’da, Somali’de, Kosova’da, Afganistan’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde Amerikanın ne denli adalet timsali olduğunu gördü. Kanla yoğrulmuş tarihini burada irdelemeye gerek duymuyoruz.

Gelinen noktada Filistin halkı adaleti arayan tek toplummuş gibi gözükse de aslında dünya halklarının tümü adalet kelimesini unutalı yıllar olmuştur. Üç-beş Yahudi ve Amerikan kovboyuna terkedilmiş dünya, acaba adaletin bunlar eliyle işlediğini, yakın dönemlerde yaşandığına şahit olmuş mudur?! Adaleti unutan insanlar zeytin dalı, beyaz güvercinler, adalet meşalelerinin (!) yeryüzünü kana ve fitneye boğan Yahudi ve Amerikan kafirlerinin birer sembolü olduğunun farkında dahi değiller. Yani ne insanlık adaleti tanıyor ne de ABD adaletin temsilcisidir. Adaletin yeryüzünden uzaklaşması nerede ise bir asra yaklaşmıştır. O dönemden bugüne kadar insanlık hiçbir adalet kapısı bulamamanın ızdırabı içerisinde kıvranıp durmakta. İşte, konumuzun akışında kaybolan adaletin nasıl yeniden tesisinin mümkün olduğunu göstermeye gayret edeceğiz.

Adalet nedir?: Kelimenin aslı Arapçadır. Hakka riayet, hüküm verme, adillik, düzenli ve dengeli davranma, hakkaniyet anlamlarında kullanılır. Istılahta kullanılan anlamı da kelime anlamından ayrı değildir. Yalnız kullanıldığı alana göre kelime içerik kazanmaktadır. Adalet: dinin temel ilkelerini oluşturan itikadi konulardan bir diğeridir. Adalet Allah Teala'nın sübutî sıfatlarından biridir. Başka bir tarifte; bir kişinin başkaları tarafından alınmış, gasp edilmiş haklarının devlet gücünü elinde tutan yetkili organlarca gasbcıdan alınarak hak sahibine verilmesidir. Bu maddi anlamda adalet kavramıdır, ki bu insanın güven içerisinde yaşamalarının en temel şartlarından ilkidir.

“Adalet” ve “hukuk” kavramları genelde birlikte anılır. Ancak ikisinin arasında çok büyük farklar vardır. Lügate baktığımızda da bu farkı görebilmek mümkündür. Hukuk, topluluğun yaşama tarzını tanzim eden ve devlet müeyyidesi ile destekleyen kaideler bütünü olarak tarif edilmekte. Adalet ise, herkesin hakkına riayet etme, hakkını verme, zulüm ve eziyet etmeyip herkes hakkında doğru hüküm vererek hakkı yerine getirmek, haksızlıktan uzaklaşmak olarak tanımlanmaktadır. Adaletin basitçe tarifi;"bir şeyin lâyık olduğu yeri bulmasıdır"; dinin temeli budur. Allah adaletin kaynağıdır.

Adalet hususunda bazı görüşler:

İbn-i Abbas’tan rivayetle Ebu Talha adaletin; “Allah’tan başka ilah olmadığını kabullenmek”, Süfyan İbn Uyeyye; “Allah için amel işleyen herkesin gizli ve açık amellerinin eşitliği” Hz. Ali (ra); "Adalet işleri kendi yerlerine koyar”, İbn Abbas; “Allah’tan başka ilah olmadığına tanıklık etmek, (başka bir rivayette) benzerleri reddetmen, ihsanda görüyormuşçasına Allah’a kulluk etmen, kendin için istediğini başkası içinde istemendir”, başka bir rivayetinde de; “tevhid” olduğunu ve “La ilahe illallah” olarak açıklar.

Diğer bazı görüşlerde şöyledir: adaletin; fiillerde olacağını, işle ortaya çıkacağını, “hayırları vacipler ölçüsünde işlemek”, “ takva ve mürüvvet sahibi olmak demektir.” (El Muvafakat c4 s88) diye tarif edenler vardır.

Adalet kelimesi; hadis ilminin ana temalarından birini oluşturur. Genelde ravilerde adalet vasfının ehemmiyetine çok önem verilir. Bu alanda yapılan tarifte; “ravinin din işlerinde tam istikamet sahibi olması, fısk ve fücurdan uzak bulunmasıdır.” denilir. (Fıkıh Us. Ebu Z. S 253)

Ayet ve hadislerde adalet kelimesi sık sık kullanılmıştır. Adalet kelimesinin geçtiği hususlar ya doğrudan fiillerde Allah’ın hükümlerine tabi olmayı ve yahut adaletin ancak Allah indinde olduğundan bahsetmiştir.

Asıl üzerinde durmak istediğimiz ve sınırlamaya çalıştığımız husus bugün insanların zulmün karşıtı adaletin ortaya çıkmasını istedikleri temadır. Bu ise insanlar arasında mevcut alakaları düzenleyen kuralların barış içerisinde bir yaşam sunma arzusundan kaynaklanmaktır.

Bu anlamdaki adaletin karşıtı olan zulüm ise, her şeyi kendine layık yer ve mevkiine koymamak ve işi layık ve uygun olduğu şekliyle yapmamak olur. Rağib "El-Müfradat" adlı eserde de buna yakın bir tanım kullanılmıştır: " Bir şeyi kendi yerine koymamaktır.” (Müfradat-i Rağib s. 315)

Yüce Allah, kullarına zulmü irade etmez. Çünkü aklın da hükmettiği gibi zulüm, Allah'ın adalet ve hikmetine aykırı olan bir şeydir. Alemlerin Rabbi olan Allah Teala hakkında, adaletiyle çelişen zulüm yapması düşünülemez olduğu gibi, hikmetiyle çelişen abes (hedefsiz, boş) ve kötü iş yapmak da asla düşünülemez. Acaba, bütün bu kâinatı tüm güzelliği ve nimetleriyle, kullarının faydalanması için yaratan ve yaratıklarında hiçbir kör nokta koymayan Allah’u Teala'nın zalim olmasını veya hikmete aykırı davranmasını akıl kabul edebilir mi?

Bundan da öte, Allah’u Teala'nın kendisi Kur'an-ı Kerim'de defalarca adaletin iyi, zulmün ise kötü olduğunu haber vermiştir. Halkı adalete çağırmış ve zülüm etmekten de sakındırmıştır. Adaletin iyi bir sıfat zulmün ise kötü bir iş olduğunu bildiren bütün çirkin işlerden münezzeh olan Allah’u Teala'nın kendisinin adil olmaması, haşa zalim olması mümkün olabilir mi?

Ancak; zulmün kötülük ve çirkinliğinin farkında olmayan, başkasının kudretini ele geçirdiği taktirde, sahip olduğu makam ve mallarını elinden çıkmasından korkan, başkalarının elinde bulunan makam ve mallara göz diken ve sadece kendi menfaatini düşünen kimse zulme kalkışır.

Allah sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibidir. O hiçbir şeye muhtaç değildir. O, mutlak kemaldir. Bütün hayırlara, adalet de dahil olmak üzere, tüm güzel isimlere sahip olan O'dur. Alemdeki varlıkların tek kaynağı O'dur. Varlıklar O'nun varlığından var olmuşlardır. Varlık aleminde ne kemal varsa hepsinin menşei O'dur. Böyle iken, var olmaları kendi varlığına dayalı olan varlıklara, her şeye sahip olan Allah (cc) zulmetmesi nasıl düşünülebilir?

Buna göre, Allah’u Teala kullarına zulmetmez ve onlar hakkında kötülüğü de istemez. Çünkü O, bu işin kötü olduğunu en iyi bilendir. O, işi terk etmeye de kadirdir. O, hiçbir şeye de muhtaç değildir. Allah’u Teala kullarının küfre düşmesine razı olmaz ve yaptığı tüm işleri hikmet ve hedef üzere yapar.

“Eğer inkar ederseniz bilin ki, Allah sizden müstağnidir. Kullarının inkarından hoşnut olmaz. Eğer şükrederseniz sizden hoşnut olur. Hiç bir günahkar diğerinin günahını yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir; yaptıklarınızı o zaman size haber verir; çünkü O, kalplerde olanı bilir.” (Zümer 7)

Allah’u Teala'nın şüphesiz kötü iş yapmadığına ve zulmetmediğine inandığımıza göre, Allah’u Teala'nın kullarına en uygun olan şeyi takdir ettiğine de inanmalıyız. Çünkü bunun aksi de adalete aykırı olup, zulmetmektir.

Zulmün nedenlerini araştırdığımızda, zulmün, cehalet veya güçsüzlük ya da ihtiyaçtan kaynaklandığını görmekteyiz. Bunların hiç biri de mutlak kemal ve kudret sahibi olan Allah’u Teala'da bulunmadığına göre, Allah’u Teala'nın zulmetmesi mümkün değildir.

Allah’u Teala adildir. Yani hem her hak sahibinin hakkına riayet eder, hem de bütün işleri hikmet ve adalet ölçülerine uygun olarak yapar. Bu anlamdaki adalet gereğince, Allah’u Teala hem yaratma, hem kanun koyma, hem hükmetme, hem de mükafat ve ceza vermede adildir.

Buna göre adalet, Allah’u Teala'nın hiçbir kimseye zulmetmediğine ve akıl sahiplerinin kötü gördüğü şeyleri işlemediğine inanmaktır. Herkese ve her şeye gereken hakkının verilmesi ve fertler arasında, nedensiz ayrım yapılmamasıdır.

Kamuoyunda kelime hakkında yerleşik kanaat ise; barışın sağlandığı, herkesin huzur içerisinde zulmün zıttı şeklinde bir yaşam olarak algılanır.

İdeolojik bağlamda adalete bakış açılarında farklılıklar mevcuttur. Kapitalizme göre adalet; her ne kadar kanunlar önünde herkesin eşit haklara sahip olması şeklinde tarif edilse de bunun pratik hayatta uygulanması mümkün değildir. Çünkü kapitalizmde kanunlar asıl itibari ile insanların icadı olduğundan çelişkiler yumağını oluşturmaktadır.

Komünizm adalet hususuna; kominal yapıyı oluşturarak eşitlik ilkesi üzerine oturtturmak şeklinde yaklaşır. Bunu başaramadan zaten komünizm çökmüştür. Çünkü o da aynı kapitalizm gibi yasaları insan yapıyordu ve çelişkilerle doludur.

Dinin hayattan ayrılması akidesine dayanan kapitalizm daha işin başında insan üzerinde adaletsizliğini ortaya koymuştur. İnsan fıtratında mevcut olan tapınma içgüdüsünü gömemezlikten gelerek maddi eğilimleri doyurucu yöne ağırlık vermiştir. Bu ise insanı dünyevi bir hırsa boğmaktan başka bir şey değildir. Maddi eğilimleri doyurmak için insanlar adalet anlayışlarını onun üzerine bina edeceklerdir ki; gelinen noktada dünyanın düşmüş olduğu kaos ortamı, kapitalizmin bu vahşi ihtiraslarına neden olan bu temeller altında ezilmektedir. Bu hırs insanlar arasında adaletin temellerini yok edip şahsi ihtirasları ortaya çıkartmıştır. Bundan dolayı kapitalist sınıf her şey üzerinde sınırsız egemenlik kurma arzusu taşımakta, yine bundan dolayı da saldırganlaşıp hırçınlaşmaktadır. Dünyanın bugünkü haline şöyle bir bakın!.. Dünyanın dört bir yanı kapitalist zümrenin boyunduruğu altında zulümden inlemektedir. Bu temel üzerine kurulu bir sistem nasıl dünya adaletini veya barışını gerçekleştire bilir ki?!..

Kapitalizmin adaletsizliğinin temelinde yatan diğer bir etken de topluma ikinci derecede bakmasından kaynaklanmaktadır. Ferdiyetçi temeller üzerine kurulduğu için adaletin doğuşunu fertlerdeki istikrara bağlar. Hakimiyet ne devlete ne de tanıdığı ideolojiye aittir. Hakimiyet fertlere aittir. Fertler ne kadar doyurulursa toplumda barış ve adaletin gerçekleştirileceğine o derce inanılır. Bu ise insanın iç dünyasından tutun sosyal hayat, insanlar arasında alakalar ve diğer hususlarda çelişkileri, akabinde de adaletin yerine zulmü doğurmaktan başka bir neticeye ulaşamaz.

Adaletin tesisi ancak insanın fıtratı ile barışık yaşayabilecek kurallar üzerine bina edilebilir. Bu öyle bir şey olmalı ki; önce insan kendi üzerinde etkin, çelişkiye mahal vermeyecek düşünce yapısını oluşturmalıdır. Diğer bir ifade ile adalet tam anlamıyla sağlıklı bir düzen demekse; bununda sağlıklı temellerinin olması kaçınılmazdır. Bu düstura giden ilkelerin ana kaynağı ise; hayat, insan ve kainatın bunları yaratan bir yaratıcının var olduğuna imandır. Adaletin tesisi dahil bütün müşküller bu akideden neşet eden hükümlerle çözümlenir ve kayıtlı kılınır. Bundan dolayı insanı, toplumu korumak ve aralarında adaleti ve huzuru temin etmek için ortaya konan ilkeler insanın ortaya koydukları nizamlar olmayıp, Allah’ın emir ve yasaklarından alınmalıdır. Bunlar toplumu zinde tutacak, zulümden uzaklaştıracak yüksek hedeflerdir. Bundan dolayı Müslümanlar işlerini yürütürken, yeryüzünde adaleti tesis etmeye çalışırken Allah’ın emir ve yasaklarına göre düzenlerler. Yani adalet; ancak insanların arasındaki işleri Allah’tan gelen emir ve yasaklara göre düzenlemekten geçer. Çünkü İslam insanda ve toplumda belirli hususlara ağırlık verme yerine dengeyi kurmaya çalışır. Maddiyatı, sınıfçılığı, ırkçılığı, menfaati, milliyetçiliği asla kabul etmez, bunlardan doğan değerlerin ortadan kaldırılması için mücadele verir. İslam önce insan üzerinde adaletini tesis etmiştir. Şöyle ki; uzvi ihtiyaçları ve içgüdüleri öyle düzenlemiştir ki, onların bütün midevi, ruhi, cinsi ve diğer açlıklarını bir düzen içinde karşılar. Yoksa birini diğerinin hesabına doyurmaz, birini kısıtlayıp diğerini serbest bırakmaz; hiç birini de başıboş bırakmaz. Bilakis insana gönül huzuru ve refah verecek ve çeşitli ihtiyaçları ve iç güdülerini baskı altında tutarak onu hayvanlık derecesine düşürmekten alıkoyacak şekilde ince bir nizamla hepsini birden doyurur. İşte insan üzerinde tartışmaya dahi zemin bırakmayan adaleti sağlamanın yolu budur. Toplum üzerindeki adaleti aynı derecede yüksek temeller üzerine bina edilmiştir. Topluma bir bölünmez bütün olarak bakar, ferdi de toplumun bir parçası olarak görür. Kolun vücuttan bir parça olması gibi. Bu açıdan bakmak toplumun niteliğine dair özel bir mefhum ortaya koyar. Çünkü aralarındaki bağ ve yaşayışlarına yön veren düşünceler etkindir. Bu düşünceler onlar arasında ona uygun hareket etmeyi ve bütün meselelerini onun etrafında çözmeyi gerekli kılar. İşte bu noktada insanlar arasında çelişki ortadan kalkacak, sadece yaratıcının emirleri geçerli olacaktır. Bu ilkelere bağlı kalındığı müddetçe hiçbir kimse birbirine karşı zulmetmeye cesaret edemeyecektir. Aksine birbirini korumaya, diğerinin hakkını savunmaya yönelecektir. İşte adaletin temelleri bu şekilde doğmuş olur. Yani adaletin özleştiği tek sistem; İslam’dır. Onun dışında kalan nizamlar çelişkiler yumağı olduğundan adalet kelimesini onlara mal etmek imkansızdır. Bir toplumun ahlakı, tavırları ne kadar düzgün olursa olsun akidesi bozuksa adaleti sağlayamaz.

Mesele nizam açısından kavranmalıdır. İnsanlığa adaleti verecek olan ancak İslamın kendisidir. İslam kelimesi, arapçada "huzur, refah, saadet, selamet, sulh" kelimesiyle aynı anlama gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve adalet dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir nizamdır. Allah (cc) tüm insanları, yeryüzünde merhametin, şefkatin ve adaletin yaşanabileceği tek model olan İslam nizamına çağırmaktadır. Allah (cc) yüce kitabında şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara 208)

Ayette görüldüğü gibi Allah, insanların "güvenliği"nin ancak İslam'a girilmesi, İslam ahkamının yaşanmasıyla sağlanabileceğini bildirmektedir. Dahhak da İbn Abbas, Ebu’l-Aliye ve rebi İbn Enes’in buradaki; “sulh ve selametin” Allah’a itaat olduğunu söylediklerini bildirir. Allah'ın bu emrine uymayanlar, ayetin ifadesiyle "şeytanın adımlarını izleyenler" olarak nitelendirilmiş ve açıkça Allah'ın haram kıldığı bir tutum içerisine girmişlerdir. Onlar şeytanın adımlarına uyanlardır. Şeytansa daima kötülüğü emreder. Şeytanın adımlarına ayak uyduranlar hakkında Allah (cc):

“Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir.” (Ra’d Suresi, 25)

Müslüman dünyayı güzelleştiren, adaleti dağıtan, yeryüzünden zulmün, fitnenin kalkması için var gücünü harcayan, dünyayı adaletle imar eden insandır. İşte bugün Müslümanlar bu görevi icra etmekten ellerini çektikleri için yeryüzünde adalet ortadan kalkmıştır.

Dünyada içtimai nizam ancak İslam’ın adaleti ile sağlanır. İslam’dan uzaklaşma ise adaletsizlik toplumlarda fitne ve fesadı doğurur. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Kafir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfâl 73)

Dünyanın üzerine bir kabus gibi çöken, milyonlarca insanın ölümüne neden olan baskıların aç bırakmaların tek sebebi; bugün tatbik edilen insan ürünü sistemlerden kaynaklanmaktadır. Yahudi tellallığı yapan kapitalist ve hain yöneticilerin kendilerinde ve sistemlerinde adalete yer yok ki bugün yeryüzüne adalet dağıtabilsinler...

Kendi halklarına karşı kör ve sağır olan Amerika, Avrupa ve adaletten yoksun olan yandaşları bu yüzden Filistin meselesi gibi yığınlarca meseleyi çözmekten acizdirler. Onlar yeryüzüne zulüm fitne , fesattan başka bir tohum ekemezler.

Adaleti gerçekleştirecek olan ancak Müslümanların kendileridir. Müslümanlar ne zaman ki ayağa kalkarlarsa, işte o zaman dünya adaleti görecektir.

İslam her şeyden önce zulme bir başkaldırıdır. İslam özetle; "adalet"le iç içedir. Bugünkü düzende bu medeniyet çerçevesinde varolanlar lâyık oldukları yerlerde değillerdir. Sonuçta cihanşümul bir zulüm vardır. Zulmü biz hep işkence olarak anlarız, ama esas zulüm lâyık olanların hakkettikleri yerde olmamaları, lâyık olmayanların da hak etmedikleri yerde olmalarıdır. İslam etrafında bir medeniyet yükselişi gerçekleştirilecekse Müslümanların "adalet" ile hareket etmeleri kaçınılmazdır. Müslümanlar adaleti başka yerde arayacaklarına, kendileri sahip oldukları İslam akidesine ve ondan kaynaklanan şer-i hükümlere yönelmenin atılımını yapsınlar. Adalet kendilerinden uzakta değildir, bilakis taşıdıkları İslam düşüncesinde mevcuttur.

Hiçbir toplum yaptığı taşkınlıklar, haksızlıklar üzere kaim kalamaz. Firavun da bir zamanlar zulmün ilahlığını yapıyordu. Bugün yeryüzünde zulmün sembolü olan yahudi, Amerika, İngiliz, Avrupa ve onların taşeron ajanları (Türkiye, Özbekistan, Mısır vb. beldelerde ümmetin üzerinde karanlık bir gölge olmaya devam eden hain yönetim ve yöneticiler) bu gidişatın ebedi olacağı vahametine kapılmasınlar!.. Bu şekilde ki yönetimlerin ömürleri kısadır. Müşrik düzen nasıl yıkıldı ise, bu batıl düzenlerde İslamın gelişi karşısında tutunamayıp, yıkılacaklardır. İslam Raşidi Hilafetle yeniden yeryüzünde tatbik edilecek, zulüm kalkacak, dünya işte adaleti o an bulacaktır.

YIL 13  SAYI 150  R.EVVEL 1422  HAZİRAN 2002

Yukarı