Ana Sayfa YIL 13   SAYI 150   R.EVVEL 1423   HAZİRAN 2002 E-Mail

MÜSLÜMANIN TAVİZKÂR BİR TUTUM İÇERİSİNDE OLMASI

HARAM VE ÇOK TEHLİKELİDİR

E. UBEYDULLAH

Konuya başlamadan önce tavizle alakalı birtakım malumatlar vermek istiyoruz: Taviz kelimesi sözlükte; karşı tarafın lehine olacak şekilde vazgeçme şeklinde geçmektedir. Istılahta ise, taviz kelimesinin anlamı şu şekilde kullanılmaktadır: Şayet Müslüman, Allah’ın (cc) emretmiş olduğu bir hükmü yapma hususunda herhangi bir şeyi mazeret olarak ileri sürüp, o emri ifa etmez ise; o Allah indinde taviz vermiş olur. Bu terminolojik açıklamadan sonra günümüz Müslümanlarının vakıasını değerlendirmek istiyoruz.

Nedense, bugün Müslümanlar arasında bu terim (taviz) çokça kullanılmasına rağmen, ne bu kelimenin sözlük olarak içeriği hakkında ne de ıstılahı anlamı hakkında fazla bir malumatı yoktur. Halbuki bu husus, Müslümanların aşırı hassasiyet göstermesi gereken bir mevzudur.

Acaba bir Müslüman niçin taviz verir? Burada ileri sürebileceğimiz kriterler farklı olabilir. Fakat nihai olarak varılan sonuç; o insanda bulunan yani tavizkâr kişinin iman zayıflığının birer tezahürleri olsa gerek. İnsanda iman mevcut olmasına rağmen onu bu işe sevk eden şeyin boyutu onun zihninde çok özel bir yer tuttuğu için, imanın gereği Allah’ın haram kıldığı bir şeyi yapmaması gerektiği halde onu yapıyor. Yani yeterince Allah korkusu o insanda olmadığı için menfaati gereği hareket ediyor. Olayların perde arkasını bilmesi gerektiği halde, sanki bilmiyormuş gibi hareket ediyor. Perde arkası derken; bir Müslüman tavizi verirken acaba o verdiği tavizden dolayı, ahirette göreceği azabı hiç tasavvur edebiliyor mu? Veya bunu bildiği halde nasıl taviz verebiliyor acaba? İnsanoğlu beşer olduğu için hata yapmaya müsait konumdadır. Dolayısıyla Müslümanlarda beşer olması hasebiyle taviz verme konumunda olabilir. Fakat tahkiki bir imana sahip olan Müslüman’da bu kesinlikle devamlı tekerrür etmez.

Malumunuz, şu an yer kürede İslam’ın devleti (Raşidi Hilafet) mevcut değildir. Biz Müslümanlar bu bakış açısı ile bakacak olursak, hemen hemen her alanda İslam’ın bize emretmiş olduğu farziyetleri yapma hususunda tavizkâr bir tutum içerisinde olduğu gözlenebilir. Şayet biz, Allah’ın bize farz kılmış olduğu yolda şu mevcut zelil durumumuzu değiştirmek için çaba sarf etmiyor isek, işte o zaman bu uyuşuk, pısırık, korkak tutumumuz tavizkâr tutumun ta kendisidir. Öyleyse, bize düşen görevi çok iyi öğrenmemiz gerekiyor. Aksi takdirde bu mevcut konumumuzu değiştiremediğimiz gibi tavizkâr kullar olma vasfından da katiyen kurtulmamız mümkün değildir. Allah’u Teala’nın buyurduğuna kulak verelim:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, fesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24 )

Şimdi bu ayeti kerimenin bize vermiş olduğu mesajı anlamaya çalışalım. Allah (cc) bizlerin dünyada güzel bulduğu ve bunun ötesinde çok önemli vazgeçilmesi çok zor olan hususiyetleri bizlere birer birer sıralayıp, bunlardan dolayı Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten vazgeçtiğimiz takdirde yani ayeti kerimenin son kısmında belirtmiş olduğu o hidayete ermeyen fasıklar topluluğundan oluruz. (Allah muhafıza.)

Ey müminler! Olayın boyutunu lütfen idrak etmeye çalışalım. Allah’u Teala bunları bize birer birer sıralayıp, Müslüman’da bulunması gereken gaye ve hedefleri mukayese ederek, bizleri bir nevi uyarmaktadır. Şu bilinmelidir ki; Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

Müslümanlar şayet bir işe koyulurken, bu işin ölçüsünü Allah ve Resulü belirttiği halde, bizde kalkıp mazeretler listesini açıp şunları-bunları mazeret olarak öne sürersek, işte babalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz, eşlerimiz, hısım-akrabamız, kazandığımız mallar, fesada uğramasından korktuğumuz ticaret, hoşlandığımız meskenlerden dolayı biz o ilahi mesajı yerine getiremeyiz dersek, işte o zaman tavizcinin ta kendisi oluruz. (Allah muhafıza).

Allah Resulünün hayatına baktığımızda, tavizin hayatında bir kez dahi vuku bulmadığını görebilmekteyiz. Bu hususta bir kaç misal vermek herhalde yerinde olur:

Kureyş müşriklerinden ileri gelenler toplanıp, Muhammed (sav)’i davasından vazgeçirebilmek için kendi aralarında istişare ediyorlar ve nihayetinde Resulullah’ın amcası olan ve bu dönemde onu himaye eden Ebu Talibi görevlendiriyorlar. Ebu Talib olayın ciddiyetini anlıyor ve kesinkes yeğenini ikna etme niyeti ile kararlı bir şekilde yola koyuluyor. Yeğeninin yanına geldiğinde vaziyeti ona arz ediyor ve onun bu davadan vazgeçmesi gerektiğini ona defalarca söyleyip ikna etmeye çalışıyor. Fakat bunun akabinde Resulullah’ın tavrı ne oluyor acaba? Siyercilerin naklettiklerine göre; “Ey amaca! Allah’a yemin ederim ki, güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar ki, bu işi bırakayım, Allah onu galip kılıncaya veya bu yolda ben helak oluncaya kadar onu bırakmam.” (Siret’i İbn-i Hişam s. 353)

Bu ciddi tavrın nihayetinde Resulullah’ın amcası Ebu Talib teklifinden vazgeçiyor ve şöyle diyor: “Ey kardeşimin oğlu, git ve istediğin şeyi söyle. Allah’a and olsun ki, seni hiçbir şeyden dolayı terletmem yardımımı da kesmem” (Siret’i İbn-i Hişam s. 353)

Utbe ile Resulullah (sav)’in arasında cereyan eden şeyler hakkında Ibni İshak dedi ki: Bana Yezid b. Ziyad, Muhammed b. Kab el-Karzi’den haber verdi ki o şöyle dedi: Bana haber verildi ki: Utbe b. Rebie- ki kavmin efendisi idi- o bir gün Kureyş’in meclisinde oturduğu ve Resulullah (sav) de mescitte yalnız oturduğu halde dedi ki: ‘Ey Kureyş topluluğu, biliniz ki Muhammed’e gidiyorum. Onunla konuşacağım ve ona birtakım işler arz edeceğim. Umulur ki o, onların bir kısmını kabul eder. Biz de onların hangisini dilerse ona veririz. Böylece bizden vazgeçer.’ Bu, Hz. Hamza’nın Müslüman olduğu ve Resulullah (sav)’in ashabının arttığını ve çoğaldıklarını gördükleri bir sırada idi. Onlar da dediler ki: ‘Evet olur ey Ebu Velid. Kalk ona git ve onunla konuş.’ Bunun üzerine Utbe ona gitti. Resulullah (sav)’in yanına oturdu ve dedi ki: ‘Ey kardeşimin oğlu, şüphesiz sen gördüğün gibi bizden aşiretçe ve nesepteki yerin itibariyle şereflisin. Ve sen kavmine büyük bir iş ile geldin ve onunla onların cemaatını dağıttın. Onunla onların akıllarını sefihliğe nispet ettin. Onların ilahlarını ve dinlerini ayıpladın. Ve onunla onların geçmiş babalarını küfre nispet ettin. O halde beni dinle, sana bir takım şeyler arz edeceğim ki onlar hakkında düşünürsün umulur ki: onlardan bir kısmını kabul edersin. Bunu üzerine Resulullah (sav) de ona dedi ki: “ Söyle ey Ebul- Velid dinleyeyim.” dedi ki: “Ey kardeşimin oğlu, eğer sen bu işten, kendisiyle geldiğin şey ile mal dilersen mallarımızdan sana mal cem ettik ki malı en çok olanımız olursun. Eğer onunla şeref dilersen seni bizim üzerimize efendi/başkan yaptık. Öyle ki artık sensiz bir işe kati karar vermeyiz. Eğer onunla saltanat murat edersen seni bizim üzerimize melik kıldık. Eğer bu sana gelen şey sana görünen cinden bir şey ise sen onu kendinden çevirmeye kadir olamazsan biz senin için tedavi ararız ve seni ondan iyileştirene kadar o hususta mallarımızı sarf ederiz. Çünkü adamın peşine düşen cin tedavi olunmadan adama galip olur.” Veya buna benzer şeyler söyledi. Nihayet Utbe sözünü bitirdiği zaman, Resulullah (sav) dedi ki: Ey Ebu Velid sözünü bitirdin mi? dedi ki: “Evet dedi ki; “o halde beni dinle” dedi ki: “Dinliyorum” Bunun üzerine şöyle dedi:

“Hâ. Mîm. (Kur'an) rahman ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir. (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!” (Fussilet 1-5) (İbn-i Hişam) Sonra Resulullah (sav) o ayetleri ona okumaya devam etti. Utbe ondan onları işittiği zaman dinledi ve ellerini arkasına koydu, onlara dayanıyor ve dinliyordu. Sonra Resulullah (sav) süreden secdeye kadar vardı ve secde etti sonra dedi ki: ‘Ey Ebu Velid! Dinlediğin şeyi dinledin. İşte sen, işte bu.’

Herhalde yorum yapmamıza dahi gerek yok. Bu iki gerçeği duyup ta hale taviz vermeyi gerekli gören kişi ve kitleleri anlamak mümkün değil. Ama buna rağmen konumuz olduğu için bu zihniyeti fiiliyata döken kitle ve cemaatları ele alıp çürütmek istiyoruz. Bu konuda çeşitli tezler mevcuttur. Bunların içerisinde en yaygın olanı şu olsa gerek:

Gaye vasıtayı meşru kılar. İslamî hiçbir mesnedi olmayan bu kaidenin batılı bir filozof olan Cesara ait olduğunu hiç biliyor muydunuz?! Bu kaideyi biraz açacak olursak kastedilenin mananın ne olduğunu görürüz: Bir Müslüman’ın gayesi, diyelim ki okulda öğretmenlik yapıp orada çocuklara İslam’ı öğretmek olsun. Fakat o gayeye ulaşabilmesi için başını örtmemesi, namazını kılmaması, islamî söylemlerde bulunmaması gerekiyor. İşte o gayeye ulaşabilmen için vasıta olarak seçmiş olduğu okuldaki bütün tavizler meşru oluyor.

Hedefin islamî bir devlet kurmak, ama o devleti ilan edebilmen için senin vasıta olarak mevcut küfür meclisinde yer alman meşru oluyor. Evet birde kendi heva ve heveslerine göre belirlemiş oldukları yola, İslamî bir kılıf giydirmeye çalışıyorlar. Bir Müslüman’ın niyeti içki içerken iyi olacak, bunu haram olsun diye içmeyecek, ondan sonra bu Allah indinde haram olmayacak öylemi?! Samimi bir Müslüman’ın bu tezin ne kadar çürük olduğunu anlaması hiçte o kadar zor olmasa gerek.

Delil olarak ileri sürdükleri başka bir husus “Düşmanın silahıyla silahlan.”

Hadisi şerif diye Müslümanlara pazarlanan bu söz, Riyazü’s Salihin’in eski baskısında geçen, mütercim’e ait olan bir yorumdur. Yorumu getirilen Hadisin kendisi şudur;

“ Allah’u Teala bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkarı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüz çevirirse, Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terk etmiş veya küfran-ı nimet etmiş olur.” (Es baskı Hadis no. 1335, yeni baskısında hadis no.1338)

Riyazü’s Salihin eski baskısında İmam Nevevi’ye dahi ait olmayan, sadece kitabı tercüme eden şahsın yorumu olan sözde şöyle: Hadis harp aletlerini hazırlama ve kullanmanın faziletine delildir. Müslümanlar düşmanın silahı ile silahlanmalı ve silahlanma esnasında da birbirlerine yardım etmelidirler....

Yeni baskısında bu yorum geçmiyor. Dolayısıyla bu yorumun İmam Nevevi’ye dahi ait olmadığını anlıyoruz. Bu açıdan bilen bunun ne kadar saptırıldığını anlıyoruz.

Ey Müslümanlar! uyanık olalım. Müslüman delile dayalı hareket eder, meseleye körü körüne taassubi bir yaklaşımla yaklaşmaz. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“...Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. (Nahl 89)

İslam’ın açıklamadığı bir mesele yoktur. Dolayısıyla bir Müslüman kalkıp ta; “İşte efendim şu yaşadığımız yüzyılda, bizlerin karşılaştığı problemler 1400 yıl öncekinden farklı olduğundan, bizler burada işte gayemiz hedefimiz İslamî olduğu müddetçe mevcut düzene ayak uydurarak hareket edebiliriz” diyemez. Çünkü yukarıda geçen ayeti kerime bunun böyle olmadığını, aksine her türlü problemin çaresinin İslam’da olduğunu bize bildiriyor.

YIL 13  SAYI 150  R.EVVEL 1422  HAZİRAN 2002

Yukarı