“İşte bu Yusuf kıssası, gaip haberlerindendir. Onu
sana biz vahyediyoruz. Çünkü onlar hile yaparak işlerine
karar verdikleri zaman, sen onların yanında değildin (ki
bunları bilesin).” (Yusuf 102)
“Seni şaşkın bulup da hidayete erdirmedi
mi.”
(Duhâ 7)
Bir kısmını aldığımız bu ve benzeri
ayetler Allah Resulünün, geçmiş milletlere dair hiçbir
sahih diyebileceğimiz bir bilgiye sahip olmadığını göstermektedir.
Olamazdı da. Çünkü, Allah (cc)’ın ifadesiyle; onlar
artık “gaip” olmuş ve bilinmesi mümkün değildi.
Yukarıda verdiğimiz ayetlerde dikkat edilirse Cenab-ı Allah,
Resulünün geçmiş hiçbir peygamberin haberine, sahih bir
bilgiye ulaşamayacağını, genelleme yaparak belirtiyor. Şu
ayetlere tekrar bakalım:
“(Ey Muhammed) Biz, sana bu Kur-anı
vahyetmekle (geçmiş milletlerin haberlerini) en güzel bir
şekilde sana anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu
haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.” (Yusuf
3)
“(Ey Muhammed) İşte bunlar sana
vahyettiğimiz gaip haberlerindendir. Bundan önce onları ne
sen biliyordun ne de kavmin.”
(Hûd 49)
“Putperestler diyecekler ki; Allah
dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız ortak
koşarlardı. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık. Bu şekilde
onlardan öncekilerde (Peygamberleri) yalanladılar da sonunda
azabımızı tattılar. De ki; yanınızda bize açıklayacağınız
bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve
siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
(En’âm 148)
“De ki; dikkat edip baktınız mı hiç,
Allah’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne
yaratmışlar. Yoksa onların ortakları göklerde midir? Eğer
doğru söyleyenlerdenseniz, size indirilmiş bir kitap, yahut
bir bilgi kırıntısı varsa onu bana getirin.”
(Ahkaf
4)
“Dediler ki; hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır.
Ölürüz, yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta hiçbir
bilgisi de yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.”
(Câsiye
24)
“Gördün mü hevasını ilah edineni.”
(Câsiye
23)
Nefsini, hevasını ilah edinmiş, kıyameti
yalanlayan, putlar edinen, Allah hakkında, kıyamet hakkında
hiçbir sahih bilgisi olmayan, tevhit ve ibadet hakikatleri diye
kendilerinde hiçbir şeyin mevcut olmadığı, aksine tevhid ve
ibadet şirklerinin barındığı cahiliyye zihniyetinden ne
alacakmış ki?! Sünnet münkirleri Allah Resulünü namaz,
oruç, hac, zekat ibadetlerinde onlara tâbi tutuyorlar! Doğrusu
anlaşılması güç bir durum. Oysa müşriklerin hem kendileri
hem de babaları inanç ve ibadetlerinde Allah’a ortak koşuyorlardı
ve böylece onlar azabı tatmaya müstahak olmuştular.
Yaptıkları şeylerde de onların hiçbir bilgisi yoktu:
Araplar bazen hayvanların erkeklerini, bazen
dişilerini bazen de bunların yavrularını haram kılardı.
(En’am 143-144) Haram ayları ise isterlerse isteklerine göre
değiştiriyorlardı. (Tevbe 37)
Cenab-ı Allah onların bu tutumunu eleştirmiş
ve şöyle buyurmuştur:
“Allah ve Resûlünün haram kıldığını
haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen
kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”
(Tevbe 29)
Demek ki; o zamanki insanlar da hak ve
hakikat namına bir şey yoktu. Olsaydı, onu getiren Resulü
inkar etmezler, bilakis ona tâbi olurlardı. Hem uyarılmamış
bir toplum nasıl olup ta namazın kılınış şeklini ve
diğer ibadetlerin eda ediliş şekillerini bilecekler. Bir
Peygamber, tevhit ve ibadetler hakkında vahyi getirir. Ama
Allah (cc) bir Peygamber gönderip uyarmamışsa, ibadetleri bu
insanlar nereden bileceklerdir. Şöyle buyuruyor yüce
Rabbimiz:
“O kitap, sana, ataları uyarılmamış, bu yüzden de
kendileri gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için
indirilmiştir.”
(Yâsîn 6)
“Onu peygamber kendisi uydurdu diyorlar. Bilakis
O, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı (peygamber
gelmemiş bir kavmi uyarman için Rabbinden gönderilen hak
(kitap) tır.” (Secde 3)
“Halbuki biz, onlara öyle (okuyup) ders
alacakları kitap gönderdiğimiz gibi senden önce onlara bir
uyarıcı (peygamber) de göndermemiştik.”
(Sebe’
44)
Allah’ın dinine ait ibadetlerden haberdar
etmek üzere; bir uyarıcının da kendilerine gelmediği Arap
topluluğundan, Resulullah’ın namazı aldığını, görüp
de öğrendiğini ve onları bu namazı bizim şeriatımızdaki
sahih şekliyle muhafaza ettiklerini iddia etmek İslam’la taban
tabana zıttır.
Bu maddeye yazdıklarımızı tek bir cümleyle
özetini yapmak istersek diyebiliriz ki; Resulullah ve diğer
insanlar, önceki nesillerden kalma hiçbir sahih ibadet,
muamelat, ukubat, ve tevhit inancını bilmiyorlardı. Zira böyle
bir sahih inanç kalmamıştı. Bu açıklamalardan sonra asıl
anlatmak istediğimiz meseleye geçebiliriz.
Kur-anı Kerimde, Cenabı Allah her şeyi
tafsilatlı anlattığından bahsetmektedir. Ayetlerini anlayan
bir kavim için meselelerin tafsilatını belirttiğini, her
şeyi izah ettiğini belirtmektedir. Şöyle buyuruyor yüce
Rabbimiz:
“Biz her şeyi açık, açık anlattık.”
(İsra 12)
Demek ki; Allah (cc) her şeyi beyan etmiştir.
O halde, Allah’u Teala şayet; “namazı kıl”
diyorsa (ki bu mesele Kur-anda bir çok yerde geçmektedir;
Bakara 43, 48, 110, 238; Nisa, 103; Hud 114) mutlaka bunun nasıl
kılınacağını da Resulüne öğretmiş ve şayet; “zekat
verin” diyorsa (Bakara, 43, 83, 110, 117) bunu hangi
mallardan, hangi nisab miktarında, kaçta kaç ve ne kadar
zaman aralığıyla verileceğini ve yine; “Hac etmek gücü
yeten için farzdır.” diyorsa (Ali İmran, 97),
haccın yerine getiriliş keyfiyetini, kaç kere yapılacağını
ve yine; “oruç tut” diyorsa orucun nasıl
olduğunu, ne kadar süre aralığıyla tekrarlanacağını da açıklamış,
öğretmiş olması gerekmektedir. Tıpkı Yakub (as)’ın
kitabında olmadığı gibi rabbinden bir takım hakikatleri öğrendiğini
belirttiği şu ayetteki gibi:
“Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah
tarafından biliyorum.”
(Yusuf 96)
Kur-anın ifade ettiği bu hakikati asırların sürükleyip
de bize getirdiği senelerin içerisinde, sayısını
bilemeyeceğimiz kadar alim, fakih, muhaddis, müfessir, edip
olan nice nice insanlar görmüş, yazmış çizmiş ve
anlatmış olmalarına rağmen bir takım insanların yollarını
şaşırmaları ve sapıtmaları elbette ki şaşılacak bir
durum değildir. Onları Allah (cc)’nun sırat-ı müstakime
ulaştırmasını dileriz.
Kur-ana baktığımız zaman yukarıdaki Rabb’imin
her şeyi açıkladığını belirttiği açıklamaları
bulamıyoruz. Bir takım yersiz zorlama yapanlara burada cevap
vermeyi gereksiz görüyor ve inatlarında devam ederlerken
söylediklerine kendilerinin de inanmadıkları yüzlerinden
okunuyor. Kur-anda bu izahat yoktur. Ama Allah’u Teala her
şeyi “tafsilatıyla bildirdim” diyor. (İsra 12) Biz Allah’ın
(haşa) yalan söylemeyeceğini, O’nun vaadinden de dönmeyeceğini
biliyor ve iman ediyoruz. (Ali İmran 9)
Acaba Resulullah’a, bunun açıklaması
geldi de Kur-ana kaydedilmesi gerekirken o bunu sakladı mı?!
Haşa! Bu sözü, dillerine dolayıp sünnet münkirlerinin
söyleye durdukları ve manasını hatalı olarak sadece Kur-ana
hasrettikleri;
“Zikri biz indirdik, onun koruyucusu da
biziz.” (Hicr 9) ayetinin bizzat kendisi reddeder.
Zaten, bu söz Resullerin emanet sıfatına da ters düşer.
Allah’ın doğru söylediği, Resulullah’ın da ilan
ettiği, insanlara katiyen açıklanmış olan Allah (cc)’nun
tafsilat ve beyan olarak isimlendirdikleri şeyler nerede
öyleyse?!
Öncekilerden hiçbir sahih bilginin
kendisine ulaşmadığı ve Allah’ın; “açıkladım”
dediği namaz, oruç, zekat, hac ve diğer hususların açıklamaları,
iki cihan sultanı Hz. Muhammed (sav) Efendimizin sünnetinin ta
kendisidir. Buna Allah (cc), hikmet beyan demektedir ki, açıklamaları
geçti. Bu hususta Şatibi, el-Muvafakat adlı kitabının sünnet
bahsinde geniş ve güzel açıklamalarda bulunmuştur. Konunun
iyice anlaşılması için okunulmalıdır. (El-Muvafakat,
Şatibi, c.4, s.1-8)
17. Delil
Allah’u Teala Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’e
bazen de diğer insanların bilmediği ve görmediği şeyler gösterir.
Böylece de Resulünü, gösterdiği konuda bilgi sahibi kılar.
Örneğin; Necm süresinde Cenabı Allah böyle bir vahyi gayri
metluvdan bahsetmektedir. Şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz:
“Battığı zaman and olsun yıldıza ki;
arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla inanmadı da. O
kendi hevasına göre de konuşmaz. O (nun konuşması,
kendisine) vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu
kuvvetlinin kuvvetlisi öğretti. O aklında ve davranışında
kamil bir melektir. Hemen kendi asli suretine bürünüp doğruldu.
İşte o zaman kendisi en yüce bir ufukta idi. Sonra ona yaklaştı
ve sarktı, iki yay kadar daha yakın oldu. İşte o zaman Allah
vahyedeceğini vahyetti.”
(Necm 1-10)
Surenin bu kısmında: Resulullah’ın
hevasına göre konuşmayacağı, söylediklerinin kendisine
verilen vahiy olduğu, bizim bilmediğimiz alemlerin kendisine gösterildiği,
mahiyetini bilmediğimiz bir yaklaşmanın olduğundan
bahsediliyor. Allah’ın Resulüne gösterdiği bu şeylerde
onu bilgi sahibi kılıyor. Fakat biz bunları bilmiyoruz.
İşte, tam bu esnada Allah’u Teala Resulüne vahyedeceğini
bildiriyor. Ama vahyettiği bu şeyin içeriğini Allah (cc)
bize bildirmemektedir. Mahiyetini bilmediğimiz bu vahiy
Resulullah’a yapılmaktadır.
İsrâ süresinde de Cenabı Allah, Resulüne
bir kısım ayetlerini şu şekilde gösterdiğini şöyle ifade
buyurmaktadır:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir
kısmını gösterelim diye, kulu (Muhammedi) Mescid-i Haramdan,
çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren
Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir, O gerçekten işitendir,
görendir.” (İsrâ 1)
İşte Allah’u Teala o ayetlerini Resulüne
gösteriyor ve şöyle buyuruyor:
“(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.”
(Neml 2)
Allah’ın, Resulüne gösterip de bilgi sahibi kıldığı
bu şeyler ve malumatlar nelerdir? Allah (cc), Resulüne malumat
sahibi kıldığı bu şeylerin bilgisini Kur-anda
bildirmemektedir.
O halde, gösterilen şeylerin malumatına
Resulüne sahip kılan, ama Kur-anda bu malumatları vermeyen
Allah’ın, Resulüne gösterip de vermiş olduğu vahyi gayri
metluvda artık münakaşa yapılır mı? Nitekim ayetin devamında
Cenabı Allah şöyle buyuruyor:
“Onun gördükleri hususunda şimdi siz,
kendisi ile tartışacak mısınız? Andolsun onu, sidretul müntehanın
yanında önceden bir defa daha görmüştü. Cennet-ül Me’va’da
onun yanındadır. Sidreyi kaplayan kaplamıştır.
Muhammed’in gözü kaymadı ve kamaşmadı. Andolsun O,
Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.”
(Necm
12-18)
Allah’ın (cc), Resulüne gösterdiği ve
hakkında malumat sahibi kıldığı bu gerçekler ne idi?
Bilemiyoruz, ama ayette sabit olan bir gerçek var ki o da;
Allah’ın, Resulüne bu malumatı vermiş olmasıdır. İşte
buradan hareketle diyebiliriz ki: her şeye gücü yeten Allah
(cc), gökte bu bilgiyi veriyorsa elbette yerde de verebilir ve
vermiştir de. Biz bunlardan sadece Kur-anda belirtilenleri
bulabildiğimiz kadarıyla göstermeye çalışıyoruz. Resulün
diliyle olan sünnet deryasında ise, “Müslümanım”
diyen için kana kana içeceği kadar su (gayri metluv vahiy)
bulunmaktadır. İnananlar için bizim burada sözü uzatmamız
gereksizdir.
İşte Kur-anda, Allah’ın açıklamadığı
fakat Resulüne göstermiş olduğu bu gerçekleri her kim inkar
ederse İslam diniyle alakasını kesmiş olur. Tevbe etmeden
ölürse Beyyine suresinin 6. ayetin ifadesiyle ebedi
cehennemlik olur. Rabbimiz bu gibi kimselere hidayet versin...
|