DANİMARKA YAHUDİLERİ VE
HİZB-UT TAHRİR
Danimarka’da Hizb-ut Tahrir’in,
Musevilerle ilgili bir bildiri yayınlaması üzerine Başbakan
Anders Fogh Rasmussen, Hizb-ut Tahrir’in yahudilere yönelik
tehditlerini “hem şok edici, hem de iğrenç” bulduğunu
söyledi. Bildiri, Danimarka Musevi Cemiyetini de harekete
geçirdi. Musevi Cemiyeti, Hizb-ut Tahrir’in yasaların ırkçılıkla
ilgili paragrafını çiğnediğini belirterek polise suç
duyurusunda bulundu.
Danimarka’daki Musevilerin güvenliğinden
endişe duyduğunu belirten Danimarka Musevi Cemiyeti Başkanı
Jacques Blum; “ Bu bildiri, Danimarkalı Musevilerin son
yıllarda aldığı en ciddi tehdittir. Bu tehdit bizi
korkutuyor” dedi. Başbakan Anders Fogh Rasmussen, Hahambaşı
Bent Lexner ve Danimarka’daki Musevi Cemiyeti Başkanı
Jacques Blum ile görüştü. Görüşmeden sonra açıklama
yapan Başbakan Rasmussen; “Umarım Müslüman örgütleri
Hizb-ut Tahrir’in bildirisini kınarlar ve bu kınamayı
kamuoyunun duyacağı biçimde yaparlar” şeklinde
konuştu.
Hizb-ut Tahrir ise, Danimarka’daki
yahudilerin öldürülmesi için çağrı yaptıkları suçlamalarını
reddetti. Hizb-ut Tahrir örgütü sözcüsü Fadi Abdullatif,
Kuran’dan alınmış; “Sizi topraklarınızdan sürenleri
topraklarından sürün ve nerede görürseniz orada öldürün”
sözlerinin; “yahudileri öldürün” şeklinde
algılanmış olmasına bir anlam veremediğini söyledi.
Sözcü Fadi Abdullatif, Kuran’dan alınmış sözlerin,
yahudi liderlerinin Filistin kentlerinde sivil halka karşı
giriştikleri katliamlara atfen kullanıldığını söyledi.
Fadi Abdullatif, açıklamasında, politikacıların, Ortadoğu’daki
duruma sert tepki gösterdiği için Hizb-ut Tahrir’in
yasaklanmasını istemelerini “iki yüzlülük”
olarak tanımladı. Abdullatif açıklamasında, Filistin’de
masum sivil halkın katledilmesine Danimarkalı ve Batı
Avrupalı politikacıların neden tepki göstermedikleri
sorusunu yöneltti. Abdullatif, Hizb-ut Tahrir’in hedefinin,
yahudileri Ortadoğu’dan sürmek ve geldikleri yerlere geri
göndermek olduğunu da açıklamasında vurguladı.
1953 yılında Filistin’de kurulan Hizb-ut
Tahrir’in Danimarka’da yaklaşık 500 üyesi bulunduğu
tahmin ediliyor. Danimarka faaliyetlerine 1994 yılında
başlayan Hizb-ut Tahrir’in mensupları Arap, Pakistan ve az
sayıda Türk kökenlilerden oluşuyor. Camilerin önünde her
Cuma bildiri dağıtmasıyla ünlenen örgütün internet sitesi
kısa bir süre kapatılmış ancak daha sonra tekrar yayına
başlamıştı.
Alıntı: Aylık Doğuş gazetesi,
Nr. 39 mayıs 2002
Çin’in Hotan Bölgesinde 800
Müslüman Tutuklandı
Son 10 gün boyunca Çin’in Hotan
bölgesinin 7 ila 10 biriminde, Hizb-ut Tahrir organizasyonu ile
ilgili oldukları şüphesiyle 800’den fazla Uygurlu tutuklandı.
Tutuklananların birçoğu, öğretmen,
aydın, dini lider, işadamı ve hatta çiftçi idi.
Tutuklananlar daha çok önce Karikaş bölgesinde ve sonra Lop
bölgesinde hareket ediyorlardı. Yurunkaş bölgesinde de 70’den
fazla insan tutuklandı.
Çin yönetimi Uygurları tutuklamaya devam
ediyor ve polis aramalar yapıyor, gece-gündüz insanları
tutukluyor ve Hotan bölgesinde korku salıyor. Resmi daireler,
bu olaylar ve hatta kitlesel seviyeye ulaşan tutuklamalar
hakkında yorum yapmıyor. Hizb-ut Tahrir, Özbekistan’da
organize olan dini bir partidir ve bu dini partinin birçok
üyesi Özbekistan’da tutuklanmıştır. Bununla beraber Doğu
Türkistan’da şimdiye kadar hiç böyle bir organizasyon var
olmamıştı.
Diğer taraftan Çin yönetimi, bu radikal
dinci grubun adını, siyasi bir yafta olarak, Uygur ulusal
kurtuluş hareketine karşı kullandı. Çinliler, Uygurlara ve
Hotan bölgesindeki ulusal kurtuluşun destekçilerine karşı
kitlesel bir temizlik hareketi başlattı. Bu sürece ilişkin tüm
gelişmeleri yakından takip edeceğiz.
Kaynak: Doğu Türkistan Haber Ajansı
03 Mayıs 2002
Özbekistan'da Hizb-ut tahrir üyesi 4 kadına
tecilli
hapis cezası
Özbekistan'da 4
Müslüman kadın, yasadışı İslami örgüt Hizb-ut Tahrir
üyesi olmak ve hükümet karşıtı yasadışı yayınlar
dağıtmaktan suçlu bulundu. Ancak Taşkent'teki mahkemenin
tecilli hapis cezası vermesi üzerine kadınlar serbest
bırakıldı. BBC Orta Asya muhabiri, kadınlardan en az birinin
hapse gönderilmesinin beklendiği için, cezaların açıklandığı
sırada duruşma salonunda hayret ifadelerinin duyulduğunu söylüyor.
İnsan hakları örgütleri, Özbekistan'da katı laik hükümetin
son haftalarda yasadışı İslami gruplara karşı
başlattığı kampanyada onlarca Müslüman kadını gözaltına
aldığını bildiriyor.
BBC Türkçe haberler 17
5 2002
Şiddet-dışı Siyasi Faaliyet,
Pakistan Otoriteleri Tarafından Suç Olarak Görüldü
24 Nisan’da yirmi iki yaşındaki
bilgisayar yazılım mühendisi ve bir kız çocuğu babası
Teymur Halid Butt. İslamabad’daki evinden alınarak
Ravalpindi’deki Adela Hapishanesine gönderildi. Teymur’un
yakalanmasına gerekçe olarak şöyle denildi: “Polis kayıtlarına
göre siz, Hizb-ut Tahrir’in aktif bir üyesisiniz ve bu durum
toplum düzeni ve huzuru açısından zararlıdır. İslamabat bölgesinde,
kanun ve sistemlere, toplum barışı ve düzeni bakımından
sakıncalı görülen zararlar verebilirsiniz.”
Bir Hizb-ut Tahrir üyesi olması vasfıyla,
siyasi beyannameler dağıtan ve Faysal Mescidi’nde Cuma
Namazı’nın ardından etkileyici ve güçlü hitaplarda
bulunan biri olarak, Teymur şüphesiz aktifti. Bu onun
yetkililer tarafından dördüncü tutuklanışı ve evinden
ikinci alınışıdır.
Teymur yine daha önce, Ravalpindi’nin ISI
(Pakistan İstihbarat Servisi) başkanı Usman Nezir tarafından
tutuklanmış ve kendisine bir kez daha beyanname dağıtırken
yakalanması halinde, Pakistan’da kanun ve düzen olmaması
nedeniyle, başına herhangi bir şey gelebileceği söylenmişti.
Ve Nisan’da Azad Keşmir’de Mazhar İkbal; istihbarat
elemanları tarafından, Mazhar’ın gözden kaybolması
halinde Mazhar’ın kardeşlerinin başına bir şeyler
gelebileceği tehdidiyle, iki hafta boyunca neredeyse her gün
ailesine gidildikten sonra tutuklandı. ISI yetkililerinden biri
şöyle demişti: “Evinizde genç kızlarınız var. Eğer
onlara bir şey olursa, sonra insanlar size ne der?”
Hizb-ut Tahrir, Raşidi Hilafet’i kurmak
yoluyla İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan
siyasi bir partidir. O, bu çalışmasında tamamen Resulullah
(sav)’in metodunu esas alır. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir,
yaklaşık elli yıldır, hiçbir silahlı faaliyete
bulaşmaksızın, çalışmaktadır.
Hizb-ut Tahrir
Pakistan Resmi Sözcüsü
28 Nisan 2002 PAKİSTAN
Amerikan İstihbaratı FBI Pakistan’a
Yerleşiyor
Amerika’nın Pakistan’da herhangi bir
şekilde güç bulundurmasına Pakistan izin vermemelidir.
Amerika Müslümanlara düşman olan bir
devlettir. Pakistan hükümeti Amerikan istihbaratı FBI’ın
Pakistan’a kök salıp o topraklarını kirletmesine müsaade
etmemelidir.
Pakistan’daki Amerikan büyük elçisi
Wendy Chamberlin, Amerika’nın Pakistan’da kalıcı bir rol
oynadığını doğruladı.
Wendy Chamberlin verdiği demeçte: “FBI
elemanları iki haftalık gelip gidici değildir, kalıcı bir
şekilde yerleşmeli ve de Pakistan’da kalıcıdırlar”
dedi. (New York Times 12/5/2002)
Değişik kaynaklardan alınan bilgilere göre
44 FBI elemanının şimdiden Pakistan’a yerleştiği
bildirilmektedir.
FBI’ın varlığı, Pakistan halkının güvenliği
için büyük bir tehlikedir. Çünkü, Amerika sadece
Müslümanlarla savaşmakla kalmıyor, İsrail ve Hindistan’ın
Müslümanlara karşı takındıkları tutumu da destekleyip yönlendiriyor.
FBI’ın Pakistan hakkında o kadar bilgisi
var ki; hangi caddede kaç tane şüpheli Amerikan düşmanı
yaşadığını biliyor.
Hilafet Devleti, kesinlikle kafir bir
devletin İslam beldelerinde, Müslümanlar üzerinde
hükmetmesine asla izin vermez.
Pakistan Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcüsü
16 Nisan 2002
Dinin etkisi
Tereddütsüz şunu açıklamak istiyorum ki,
İslamiyet ve Yahudilik Filistin’deki politik çıkarların
mağdurlarıdır. Önceden açıklandığı gibi, Filistin’deki
anlaşmazlıklar Osmanlı Devletinin yıkımının sonucunda
ortaya çıkmıştır. İslam kadar Yahudilikte bu kargaşalara
bir sıcaklık ve canlılık kattı. Yahudilerin Filistin’e
ilticası çoğu kez ‘vaad edilmiş topraklar’
sloganı altında cesaret bulmuştur. Diğer taraftan, İsrail’deki
Yahudilere karşı yapılan saldırılarda İslamın ‘cihad’
şemsiyesi altında gerçekleşiyordu.
1920’lerden 1980’lerin ortasına kadar,
yapılan savaşlarda, farklı Arap milliyetçileri veya
sosyalistleri adı altında savaşılıyordu. Lübnan’da
Hizbullah, ilk olarak İslam’ı bir araç olarak kullanarak
Güney Lübnan’daki İsrail’e ciddi saldırılar gerçekleştirdi.
Filistin’de, İslam adına oluşan grupların çoğalıp göz
önüne çıkmaları 1987 intifadasından sonra oldu.
Sovyetlerin etkisiyle meydana gelen, gecikmiş Afgan savaşı dünyanın
çeşitli yerlerinde, Filistin’i de içine alacak şekilde
İslam’da ki cihad terimini tekrar canlandırdı. İslam
Devletinin (Raşidi Hilafet Devletinin) yokluğundan dolayı
şahısların ve grupların yaptıklarının kontrol edilmesi güçleşir.
Bu, şu gerçeklerle ortadadır ki, Filistin’de veya başka
yerlerdeki Müslümanlar zulüm ve çaresiz şartlar altında
yaşamaktalar. İslam Devletinin rolü, meydana gelen
hareketleri ya savaşa ya da barışa dönüştürmektir.
Devletin izin vermediği hareketleri kolayca kontrol altına
alması veya engellemesi gibi. Hatta, İslam’ın ideoloji,
siyasi sistem ve devlet olarak, İslam dünyasından
kaldırılmasıyla birlikte İsrail varlığının kurulması için
karar kılındı. 1924’te Mustafa Kemal İstanbul’daki yasal
olarak var olan Hilafet Devletini kaldırdı. Tarihte, Mustafa
Kemal’in Hilafet sisteminden önce ve kaldırılmasından
sonra da İngilizlerle birlikte çalıştığına dair yeterince
kanıtlar bulunmaktadır. Buna göre, İslam’ın Filistin’de
ki olaylara direkt etkisi olduğu söylentileri tarihi
incelemedeki eksiklikten dolayıdır. İslam’ın bu
kargaşalara bir çözümü var mı? Bunun cevabı kesinlikle ‘evet’.
Fakat İslamiyetin çözümü teorik değildir. Başka bir
deyimle; bu kargaşaları İslam’ın yolu ile çözümlemek,
bir ülke için İslam’ın kanunları dahil bütünüyle
benimsenmesini içermektedir. İslam, laik varlıkların
kendisini (İslamiyetin bir parçasını) kendi emelleri ve
şerefleri için kullanmasına rıza göstermediği gibi
bunları da bir çözüm için kullanmayı uygun bulmaz.
Terörizm anlayışı
Lügatte terörizm kelimesi kadar anlamına
mutabık düşmeyen bir kelime mevcut değildir. Filistin
olaylarının meydana geldiği bölgede içinde olmakla beraber,
PLO bir zamanlar terörist bir grup olarak adlandırılmıştı.
Ondan sonra barış yanlısı olduğu söylendi. Arafat bir ara
terörist olarak ele alındı, ondan sonra Nobel ödülüne layık
görüldü. Bir zamanlar Shamir bağımsızlığın
kahramanıydı, ondan sonra İngiliz kuvvetleri tarafından terörist
olarak adlandırıldı. Hagan, Lehi ve savaşan diğer Yahudi
grupları bir taraftan bağımsızlık savaşçıları olarak
ele alındı, diğer taraftan terörist olarak adlandırıldılar.
Hamas ve Cihad gruplarına da bağımsızlık savaşçıları ve
teröristler olarak bakıldı. 11 Eylül olaylarından önce bu
gruplara özgürlük savaşçıları olarak bakılıyordu ve
şimdi terörist grupları olarak adlandırılıyorlar. Aynı
şeyler neredeyse dünyadaki bütün gruplara uygulanmaktadır.
Kısacası, terörizmin tanımı yöneticilerin çıkarlarına göre
tarif edildi. İsrail’de yer alan intihar saldırıları
İsrailliler tarafından her zaman terör saldırıları olarak
görüldü. Kimin öldüğü veya kimin kaldığı hiç önemli
değildi. Ve aynı şekilde, İsrail askerleri ve polisleri
tarafından Filistin’e saldırılar her zaman Filistin
otoritesine karşı terörizm olarak görüldü. Burada da saldırının
nedeni ve kullanılan aletleri hiç önemli değildi. Bunun için,
suçlamalar ve terörizmi onaylamalar bu kan gölüne dönüşen
savaş alanlarına bir son getirmez. Kim daha fazla suçlama
atfederse galip geleceği bir oyun değil bu. Burada ki oyun, o
alanda herkesin yenilmesidir. Tek galip gelecek ise, bu oyunun
kurallarını koyanlardır. Ne yazık ki, bu kurallar uzun bir
zaman önce, insanların bedellerini kendi kanı ve canıyla
ödedikleri dönemden önce konulmuştur. Bu kurallar bir çeşit
savaşa destek adına konmuştur.
Dr. Mohammed Malkawi 18-27/ 05-2002
Kaynak: Khilafah.com
|