Ana Sayfa YIL 13   SAYI 150   R.EVVEL 1423   HAZİRAN 2002 E-Mail

HABER

Hilafet Dergisi

DANİMARKA YAHUDİLERİ VE HİZB-UT TAHRİR

Danimarka’da Hizb-ut Tahrir’in, Musevilerle ilgili bir bildiri yayınlaması üzerine Başbakan Anders Fogh Rasmussen, Hizb-ut Tahrir’in yahudilere yönelik tehditlerini “hem şok edici, hem de iğrenç” bulduğunu söyledi. Bildiri, Danimarka Musevi Cemiyetini de harekete geçirdi. Musevi Cemiyeti, Hizb-ut Tahrir’in yasaların ırkçılıkla ilgili paragrafını çiğnediğini belirterek polise suç duyurusunda bulundu.

Danimarka’daki Musevilerin güvenliğinden endişe duyduğunu belirten Danimarka Musevi Cemiyeti Başkanı Jacques Blum; “ Bu bildiri, Danimarkalı Musevilerin son yıllarda aldığı en ciddi tehdittir. Bu tehdit bizi korkutuyor” dedi. Başbakan Anders Fogh Rasmussen, Hahambaşı Bent Lexner ve Danimarka’daki Musevi Cemiyeti Başkanı Jacques Blum ile görüştü. Görüşmeden sonra açıklama yapan Başbakan Rasmussen; “Umarım Müslüman örgütleri Hizb-ut Tahrir’in bildirisini kınarlar ve bu kınamayı kamuoyunun duyacağı biçimde yaparlar” şeklinde konuştu.

Hizb-ut Tahrir ise, Danimarka’daki yahudilerin öldürülmesi için çağrı yaptıkları suçlamalarını reddetti. Hizb-ut Tahrir örgütü sözcüsü Fadi Abdullatif, Kuran’dan alınmış; “Sizi topraklarınızdan sürenleri topraklarından sürün ve nerede görürseniz orada öldürün” sözlerinin; “yahudileri öldürün” şeklinde algılanmış olmasına bir anlam veremediğini söyledi. Sözcü Fadi Abdullatif, Kuran’dan alınmış sözlerin, yahudi liderlerinin Filistin kentlerinde sivil halka karşı giriştikleri katliamlara atfen kullanıldığını söyledi. Fadi Abdullatif, açıklamasında, politikacıların, Ortadoğu’daki duruma sert tepki gösterdiği için Hizb-ut Tahrir’in yasaklanmasını istemelerini “iki yüzlülük” olarak tanımladı. Abdullatif açıklamasında, Filistin’de masum sivil halkın katledilmesine Danimarkalı ve Batı Avrupalı politikacıların neden tepki göstermedikleri sorusunu yöneltti. Abdullatif, Hizb-ut Tahrir’in hedefinin, yahudileri Ortadoğu’dan sürmek ve geldikleri yerlere geri göndermek olduğunu da açıklamasında vurguladı.

1953 yılında Filistin’de kurulan Hizb-ut Tahrir’in Danimarka’da yaklaşık 500 üyesi bulunduğu tahmin ediliyor. Danimarka faaliyetlerine 1994 yılında başlayan Hizb-ut Tahrir’in mensupları Arap, Pakistan ve az sayıda Türk kökenlilerden oluşuyor. Camilerin önünde her Cuma bildiri dağıtmasıyla ünlenen örgütün internet sitesi kısa bir süre kapatılmış ancak daha sonra tekrar yayına başlamıştı.

Alıntı: Aylık Doğuş gazetesi,

Nr. 39 mayıs 2002


Çin’in Hotan Bölgesinde 800 Müslüman Tutuklandı

Son 10 gün boyunca Çin’in Hotan bölgesinin 7 ila 10 biriminde, Hizb-ut Tahrir organizasyonu ile ilgili oldukları şüphesiyle 800’den fazla Uygurlu tutuklandı.

Tutuklananların birçoğu, öğretmen, aydın, dini lider, işadamı ve hatta çiftçi idi. Tutuklananlar daha çok önce Karikaş bölgesinde ve sonra Lop bölgesinde hareket ediyorlardı. Yurunkaş bölgesinde de 70’den fazla insan tutuklandı.

Çin yönetimi Uygurları tutuklamaya devam ediyor ve polis aramalar yapıyor, gece-gündüz insanları tutukluyor ve Hotan bölgesinde korku salıyor. Resmi daireler, bu olaylar ve hatta kitlesel seviyeye ulaşan tutuklamalar hakkında yorum yapmıyor. Hizb-ut Tahrir, Özbekistan’da organize olan dini bir partidir ve bu dini partinin birçok üyesi Özbekistan’da tutuklanmıştır. Bununla beraber Doğu Türkistan’da şimdiye kadar hiç böyle bir organizasyon var olmamıştı.

Diğer taraftan Çin yönetimi, bu radikal dinci grubun adını, siyasi bir yafta olarak, Uygur ulusal kurtuluş hareketine karşı kullandı. Çinliler, Uygurlara ve Hotan bölgesindeki ulusal kurtuluşun destekçilerine karşı kitlesel bir temizlik hareketi başlattı. Bu sürece ilişkin tüm gelişmeleri yakından takip edeceğiz.

Kaynak: Doğu Türkistan Haber Ajansı

03 Mayıs 2002


Özbekistan'da Hizb-ut tahrir üyesi 4 kadına tecilli hapis cezası

Özbekistan'da 4 Müslüman kadın, yasadışı İslami örgüt Hizb-ut Tahrir üyesi olmak ve hükümet karşıtı yasadışı yayınlar dağıtmaktan suçlu bulundu. Ancak Taşkent'teki mahkemenin tecilli hapis cezası vermesi üzerine kadınlar serbest bırakıldı. BBC Orta Asya muhabiri, kadınlardan en az birinin hapse gönderilmesinin beklendiği için, cezaların açıklandığı sırada duruşma salonunda hayret ifadelerinin duyulduğunu söylüyor. İnsan hakları örgütleri, Özbekistan'da katı laik hükümetin son haftalarda yasadışı İslami gruplara karşı başlattığı kampanyada onlarca Müslüman kadını gözaltına aldığını bildiriyor.

BBC Türkçe haberler 17 5 2002


Şiddet-dışı Siyasi Faaliyet, Pakistan Otoriteleri Tarafından Suç Olarak Görüldü

24 Nisan’da yirmi iki yaşındaki bilgisayar yazılım mühendisi ve bir kız çocuğu babası Teymur Halid Butt. İslamabad’daki evinden alınarak Ravalpindi’deki Adela Hapishanesine gönderildi. Teymur’un yakalanmasına gerekçe olarak şöyle denildi: “Polis kayıtlarına göre siz, Hizb-ut Tahrir’in aktif bir üyesisiniz ve bu durum toplum düzeni ve huzuru açısından zararlıdır. İslamabat bölgesinde, kanun ve sistemlere, toplum barışı ve düzeni bakımından sakıncalı görülen zararlar verebilirsiniz.

Bir Hizb-ut Tahrir üyesi olması vasfıyla, siyasi beyannameler dağıtan ve Faysal Mescidi’nde Cuma Namazı’nın ardından etkileyici ve güçlü hitaplarda bulunan biri olarak, Teymur şüphesiz aktifti. Bu onun yetkililer tarafından dördüncü tutuklanışı ve evinden ikinci alınışıdır.

Teymur yine daha önce, Ravalpindi’nin ISI (Pakistan İstihbarat Servisi) başkanı Usman Nezir tarafından tutuklanmış ve kendisine bir kez daha beyanname dağıtırken yakalanması halinde, Pakistan’da kanun ve düzen olmaması nedeniyle, başına herhangi bir şey gelebileceği söylenmişti. Ve Nisan’da Azad Keşmir’de Mazhar İkbal; istihbarat elemanları tarafından, Mazhar’ın gözden kaybolması halinde Mazhar’ın kardeşlerinin başına bir şeyler gelebileceği tehdidiyle, iki hafta boyunca neredeyse her gün ailesine gidildikten sonra tutuklandı. ISI yetkililerinden biri şöyle demişti: “Evinizde genç kızlarınız var. Eğer onlara bir şey olursa, sonra insanlar size ne der?

Hizb-ut Tahrir, Raşidi Hilafet’i kurmak yoluyla İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan siyasi bir partidir. O, bu çalışmasında tamamen Resulullah (sav)’in metodunu esas alır. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, yaklaşık elli yıldır, hiçbir silahlı faaliyete bulaşmaksızın, çalışmaktadır.

Hizb-ut Tahrir Pakistan Resmi Sözcüsü

28 Nisan 2002 PAKİSTAN


Amerikan İstihbaratı FBI Pakistan’a Yerleşiyor

Amerika’nın Pakistan’da herhangi bir şekilde güç bulundurmasına Pakistan izin vermemelidir.

Amerika Müslümanlara düşman olan bir devlettir. Pakistan hükümeti Amerikan istihbaratı FBI’ın Pakistan’a kök salıp o topraklarını kirletmesine müsaade etmemelidir.

Pakistan’daki Amerikan büyük elçisi Wendy Chamberlin, Amerika’nın Pakistan’da kalıcı bir rol oynadığını doğruladı.

Wendy Chamberlin verdiği demeçte: “FBI elemanları iki haftalık gelip gidici değildir, kalıcı bir şekilde yerleşmeli ve de Pakistan’da kalıcıdırlar” dedi. (New York Times 12/5/2002)

Değişik kaynaklardan alınan bilgilere göre 44 FBI elemanının şimdiden Pakistan’a yerleştiği bildirilmektedir.

FBI’ın varlığı, Pakistan halkının güvenliği için büyük bir tehlikedir. Çünkü, Amerika sadece Müslümanlarla savaşmakla kalmıyor, İsrail ve Hindistan’ın Müslümanlara karşı takındıkları tutumu da destekleyip yönlendiriyor.

FBI’ın Pakistan hakkında o kadar bilgisi var ki; hangi caddede kaç tane şüpheli Amerikan düşmanı yaşadığını biliyor.

Hilafet Devleti, kesinlikle kafir bir devletin İslam beldelerinde, Müslümanlar üzerinde hükmetmesine asla izin vermez.

Pakistan Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcüsü

16 Nisan 2002


Dinin etkisi

Tereddütsüz şunu açıklamak istiyorum ki, İslamiyet ve Yahudilik Filistin’deki politik çıkarların mağdurlarıdır. Önceden açıklandığı gibi, Filistin’deki anlaşmazlıklar Osmanlı Devletinin yıkımının sonucunda ortaya çıkmıştır. İslam kadar Yahudilikte bu kargaşalara bir sıcaklık ve canlılık kattı. Yahudilerin Filistin’e ilticası çoğu kez ‘vaad edilmiş topraklar’ sloganı altında cesaret bulmuştur. Diğer taraftan, İsrail’deki Yahudilere karşı yapılan saldırılarda İslamın ‘cihad’ şemsiyesi altında gerçekleşiyordu.

1920’lerden 1980’lerin ortasına kadar, yapılan savaşlarda, farklı Arap milliyetçileri veya sosyalistleri adı altında savaşılıyordu. Lübnan’da Hizbullah, ilk olarak İslam’ı bir araç olarak kullanarak Güney Lübnan’daki İsrail’e ciddi saldırılar gerçekleştirdi. Filistin’de, İslam adına oluşan grupların çoğalıp göz önüne çıkmaları 1987 intifadasından sonra oldu. Sovyetlerin etkisiyle meydana gelen, gecikmiş Afgan savaşı dünyanın çeşitli yerlerinde, Filistin’i de içine alacak şekilde İslam’da ki cihad terimini tekrar canlandırdı. İslam Devletinin (Raşidi Hilafet Devletinin) yokluğundan dolayı şahısların ve grupların yaptıklarının kontrol edilmesi güçleşir. Bu, şu gerçeklerle ortadadır ki, Filistin’de veya başka yerlerdeki Müslümanlar zulüm ve çaresiz şartlar altında yaşamaktalar. İslam Devletinin rolü, meydana gelen hareketleri ya savaşa ya da barışa dönüştürmektir. Devletin izin vermediği hareketleri kolayca kontrol altına alması veya engellemesi gibi. Hatta, İslam’ın ideoloji, siyasi sistem ve devlet olarak, İslam dünyasından kaldırılmasıyla birlikte İsrail varlığının kurulması için karar kılındı. 1924’te Mustafa Kemal İstanbul’daki yasal olarak var olan Hilafet Devletini kaldırdı. Tarihte, Mustafa Kemal’in Hilafet sisteminden önce ve kaldırılmasından sonra da İngilizlerle birlikte çalıştığına dair yeterince kanıtlar bulunmaktadır. Buna göre, İslam’ın Filistin’de ki olaylara direkt etkisi olduğu söylentileri tarihi incelemedeki eksiklikten dolayıdır. İslam’ın bu kargaşalara bir çözümü var mı? Bunun cevabı kesinlikle ‘evet’. Fakat İslamiyetin çözümü teorik değildir. Başka bir deyimle; bu kargaşaları İslam’ın yolu ile çözümlemek, bir ülke için İslam’ın kanunları dahil bütünüyle benimsenmesini içermektedir. İslam, laik varlıkların kendisini (İslamiyetin bir parçasını) kendi emelleri ve şerefleri için kullanmasına rıza göstermediği gibi bunları da bir çözüm için kullanmayı uygun bulmaz.


Terörizm anlayışı

Lügatte terörizm kelimesi kadar anlamına mutabık düşmeyen bir kelime mevcut değildir. Filistin olaylarının meydana geldiği bölgede içinde olmakla beraber, PLO bir zamanlar terörist bir grup olarak adlandırılmıştı. Ondan sonra barış yanlısı olduğu söylendi. Arafat bir ara terörist olarak ele alındı, ondan sonra Nobel ödülüne layık görüldü. Bir zamanlar Shamir bağımsızlığın kahramanıydı, ondan sonra İngiliz kuvvetleri tarafından terörist olarak adlandırıldı. Hagan, Lehi ve savaşan diğer Yahudi grupları bir taraftan bağımsızlık savaşçıları olarak ele alındı, diğer taraftan terörist olarak adlandırıldılar. Hamas ve Cihad gruplarına da bağımsızlık savaşçıları ve teröristler olarak bakıldı. 11 Eylül olaylarından önce bu gruplara özgürlük savaşçıları olarak bakılıyordu ve şimdi terörist grupları olarak adlandırılıyorlar. Aynı şeyler neredeyse dünyadaki bütün gruplara uygulanmaktadır. Kısacası, terörizmin tanımı yöneticilerin çıkarlarına göre tarif edildi. İsrail’de yer alan intihar saldırıları İsrailliler tarafından her zaman terör saldırıları olarak görüldü. Kimin öldüğü veya kimin kaldığı hiç önemli değildi. Ve aynı şekilde, İsrail askerleri ve polisleri tarafından Filistin’e saldırılar her zaman Filistin otoritesine karşı terörizm olarak görüldü. Burada da saldırının nedeni ve kullanılan aletleri hiç önemli değildi. Bunun için, suçlamalar ve terörizmi onaylamalar bu kan gölüne dönüşen savaş alanlarına bir son getirmez. Kim daha fazla suçlama atfederse galip geleceği bir oyun değil bu. Burada ki oyun, o alanda herkesin yenilmesidir. Tek galip gelecek ise, bu oyunun kurallarını koyanlardır. Ne yazık ki, bu kurallar uzun bir zaman önce, insanların bedellerini kendi kanı ve canıyla ödedikleri dönemden önce konulmuştur. Bu kurallar bir çeşit savaşa destek adına konmuştur.

Dr. Mohammed Malkawi 18-27/ 05-2002

Kaynak: Khilafah.com

YIL 13  SAYI 150  R.EVVEL 1422  HAZİRAN 2002

Yukarı