IMU
(Özbekistan İslami Hareketi)
ve
Hizb-ut
Tahrir:
Afganistan Savaşı’nın İşaretleri
- 3. Bölüm
-
|
|
3. Bölüm
D- DESTEK
Hem Hizb-ut Tahrir’in hem
de IMU’nun Orta Asya’nın herhangi bir bölgesinde, geniş bir
desteğe sahip olduklarını ileri sürmek yanlış olabilir. Fakat
açık olan şudur ki; her ikisi de özellikle Fergana Vadisi’nin
parçalarında ve belki Tacikistan’da ve de Güney Özbekistan’da
azınlık düzeyinde bir taraftar kitlesine sahiptir. Elbette bu
desteğin miktarını tam olarak takdir etmek imkansızdır. Ancak
Fergana Vadisi’nin Özbekistan tarafındaki yerel gözlemciler,
hali hazırdaki aktif desteğin toplam nüfusun %10’undan daha az
olduğunu iddia etmektedirler. Bununla beraber mevcut siyasi ve
ekonomik düzenden kaynaklanan memnuniyetsizlik ve rahatsızlık
artmaya devam ederse; (gruplara verilen) desteğin büyümesi için
faaliyet alanları da (genişlemeye) devam eder. Kısıtlı
sayıdaki doğrudan destekçilerin dışında; onların
bakışlarını ve taktiklerini kabul etmeseler de, sırf maruz
kaldıkları baskılara karşı cesaretle direndikleri için parti
üyelerine saygı duyan, takdir eden birçok kimse bulunmaktadır.
11 Eylül saldırılarından
hemen sonra birçok Hizb-ut Tahrir üyesi, Orta Asya’da alınan
geniş çaplı sıkı önlemler endişesiyle yer altına çekildi ve
organizasyon, Afganistan’a operasyon düzenleyen “kafir”
güçlere (Amerika ve İngiltere) karşı harekete geçilmesi çağrılarında
bulundu. Geçen zaman içinde üyeler, beyanname dağıtmak ve
ilgili faaliyetlerini yoğunlaştırmak suretiyle, yeniden daha
aktif hale geldiler. Yer üstündeki gözlemler; daha fazla gizlilik
içerisinde hareket etmesine rağmen, Hizb-ut Tahrir erlerinin
artmaya devam ettiğinin bir işareti olarak göründü. Hizb-ut
Tahrir’e yönelik desteğin daha fazla artmasının; radikal
İslamî ideolojiye olan bağlılığın derinden hissedilmesinden
ziyade, bölgede Sovyet sonrası hayal kırıklıklarından
kaynaklandığının anlaşılması konusu oldukça hayatidir.
Hizb-ut Tahrir’in bozukluğa (mevcut ifsada) bir son verme çağrısı,
bu husustaki hırsı ve saldırgan güçleri acımasızca kötülemesi,
birçok sıradan insanı derinden etkilemektedir. Bölge çapında
komünizmden kurtulunmasına rağmen, gücü elinde tutan siyasi
elitlerin yönetimi; bozukluk, açgözlülük, otoriterlik ve sıradan
insanlara gösterilen ilgisizlik nedeniyle, genelde gözden düşmüş
ve itibar kaybetmiş görülmektedir.
Yasal yurttaşlık hakları
için caddelerin (miting/protesto vs. için) kullanılamaması veya
pratik değişimlerin demokratik yollarla güvence altına
alınmamış olmasının; insanların mevcut sistemin kötü bir
biçimde yıkıldığını öne süren siyasi/dini hareketlere geri
dönüşü anlamına gelmesi şaşırtıcı değildir. Örneğin;
Oş’daki İslami işbirliği için İslamî Merkez’in müdürü
ve eski Kırgızistan müftüsü Şeyh Sadık K. Kemaleddin, Hizb-ut
Tahrir’in büyümesindeki anahtar etkenleri; “Nüfusun (insanların)
minimum (asgari) siyasi katılımı, otoriteye olan güvensizliğin
artması ve demokratik kurumların faydalı olmasının şüpheyle
karşılanması” şeklinde
özetlendirmektedir. Hizb-ut Tahrir üyeleri çoğu kez, (dengeli
bir) birleşim için önemli gerekçeler olarak, bir siyasal ve
sosyal hayata katılım arzusundan bahsetmektedirler. Birçok insan,
hükümeti protesto etmek ve modern toplumdaki adaletsizlikleri dile
getirmek için, mevcut kanalları kullanma girişimlerinde hayal
kırıklığına uğratıldılar ve böylece Hizb-ut Tahrir tarafından
yayılan (propagandası yapılan) daha ideal bakış açısı
onları cezbetti. Şeriat’ın normları (ölçüleri) ve İslami
bir yönetim olasılığı, önemli oranda popülerdir (yaygındır).
Çünkü bölgedeki liderler, yönetimleri pratikte ona bağlı
olduğundan sahtelikleri ve iddiaları yoluyla “demokrasi” düşüncesine
zarar vermektedirler. Hizb-ut Tahrir üyeleri kendileriyle yapılan
röportajlarda sık sık; Orta Asya’daki yönetimleri
şiddet-dışı bir yöntem ile yıkmak ve onları “yeni bir
sistem” ile değiştirmek umudu içerisinde olduklarını ifade
etmektedirler. Üyelerden biri şunu iddia ediyordu: “Haksızlık
yapması ve kanunları çiğnemesi halinde, Halife bile olsa herkes
cezalandırılacaktır.” Bu ilke herhangi bir demokratik
reformcu tarafından desteklenebilirse de, Hizb-ut Tahrir’in
ideolojisinin çoğu (kısımları) açıkça anti-demokratiktir.
Otoritelerin bölgede daha şeffaf bir yönetim sergilemedeki başarısızlığından
ötürü; “demokrasi” denilen şey, insanların gözlerinden düştü.
Halife’nin varsayılan otoritesi ise (seçim) oylarına değil,
İslami kanunların “yüksek sistemi” temeline dayanmaktadır.
Hizb-ut Tahrir üyeleri,
mevcut devlet memurlarının imajının (görüntüsünün) keskin
bir biçimde tam aksine derin inançlı ve bozulmaz (salih) insanlar
olarak görülmektedir. Grubun temel ilkeleri -kaynakların,
servetlerin ve menfaatlerin adaletle dağıtılması, ısrarcı yönetim
isteği, bozukluk (ve kaynağının) kökünden yok edilmesi ve
Müslüman Dünya’nın tamamını kapsayan ortak “kardeşlik”
düşüncesi- bölgedeki liderlerin manevi otoritelerine doğrudan
bir meydan okumadır. Kırgızistan’daki bir diğer Hizb-ut Tahrir
üyesi ise, şunu iddia ediyordu: “Hilafet
yönetimi altında hiç kimsenin aç kalmasına izin verilemez. Mesela;
Halife Bişkek’te oturan benim gözetilmemin sorumluluğunu,
buradaki yerel halka verecektir. Eğer benim ailem aç ise ve ben
(imkanım olduğu halde) onlar için hiçbir şey yapmıyorsam,
Halife ehlimi gözetmediğim için beni cezalandıracaktır.”
E. YÖNETİMLERİN
TEPKİSİ
İşin açıkçası
yetkililer, bölgeyi değiştirme çabasındaki Hizb-ut Tahrir’e
tepki vermektedirler. Özbekistan devamlı olarak sert bir çizgi
izledi ve onun güvenlik servisleri, onları tutuklamak ve aşırı
olduklarından şüphelendiklerinde onlara işkence yapma açısından,
IMU ile Hizb-ut Tahrir arasında fazlaca ayırım yapmadı. Daha
önce ICG raporlarında yer aldığı gibi, tüm dini ifade
şekilleri üzerinde geniş bir baskı yaygınlaştı. 2001
yılındaki bir genel afta, tutukluların bir kısmı tahliye edilmesine
rağmen; binlercesi hâla ülkenin hapishanelerinde, dayanılmaz
koşullar altında çürütülmektedir. Bu tutukluların akraba ve
arkadaşları, sık sık sorguya çekildiklerini ve kendilerinden
zorla para alındığını dile getirmektedirler. Hizb-ut Tahrir,
üyeleri veya potansiyel üyeleri tehdit edebilen polisler için iyi
bir gelir kaynağı haline geldi ki; bu durum ayrıca polisin
itibarına zarar vermektedir.
Önemli sayıda Hizb-ut
Tahrir üyesinin hapsedilmesinin uzun vadede verimliliği düşürdüğü
olasılığı görünmekle birlikte, organizasyonun yeni üyeler
kazanması yeteneği ve propaganda faaliyetlerini yürütmesi
üzerinde bazı etkilerinin bulunduğu açıktır. Fakat hareket
hapishanelerde, yeni üyeler kazanmada hatırı sayılır bir
başarı elde etti. Hem Özbek hem de Kırgız otoriteleri, üyeleri
diğer tutukluklardan izole etme (ayrı tutma) girişiminde
bulundular. Yine de birçok tutuklunun, tutukluluk süreleri boyunca
onlara bulaştıkları kesindir. Bölgedeki birçok yetkili izlenen
sert çizginin gelecekte ortaya çıkacak ciddi problemlere yol
açacağını fark ettiler. Ancak Orta Asya devletlerinin güvenlik
servislerinin yüksek düzeydeki etkisi, politikanın herhangi bir
ciddi şekilde yeniden gözden geçirilişini engellemektedir.
Bölgede dağınık
ailelerden kaynaklanan fırsatın değerlendirilmesiyle; bir mahalliyede
(bölgede) tek bir adamın tutuklanması bile, onlara karşı bir
sempati hareketi oluşturmakta ve birçok insanın (yönetime)
nefret duymasına neden olmaktadır. Polis tarafından yakalanmaları
halinde üyelerden, Hizb-ut Tahrir ile olan bağlarını (Hizb-ut
Tahrir’li olduklarını) kabul etmeleri beklenmektedir. Bu üyeliğin
kabul edilmesi hareketi ve yönetimin açık bir dil ile
eleştirilmesi, en üst düzeyde bir cesaret olarak düşünülmektedir.
Hizb-ut Tahrir üyelerinin tutuklanması, organizasyon için hatırı
sayılır bir kamuoyu oluşturmakta ve birçok sosyal tabaka ve yaş
gruplarında, hemen bir destek hareketi meydana getirmektedir.
Gerçekte insanlar çoğunlukla arkadaşları aracılığıyla kazanılmakta
ve yine tanıdıklar, Hizb-ut Tahrir’in biraz tehlikeli ve fazlaca
tenkitçi düşünceleri için zemin hazırlamaktadırlar. Ekim 2001’de
Başkan Kerimov, herhangi bir yakın zamanda tutumunu
yumuşatmayacağını açıkça ortaya koyarak şunları söyledi:
“Şeytani amaçlarla çeşitli uydurma fikirler yayan, bildiriler
dağıtan, hırsızlık yapan, bazı bölgeleri isyana teşvik eden
ve dini kullanarak propaganda yapan bu kimselere karşı hoşgörülü
davranmak ve yaptıklarına göz yummak, fitneci hainlere destek
vermek olarak algılanmalıdır.”
Kerimov yönetiminin, Özbekistan’daki ılımlı İslamcı güçler
ile daha radikal unsurlar arasında ayırım yapmadaki
başarısızlığı sadece dini toplulukların (kesimlerin) daha
fazla radikalize olmasına yol açtı.
Orta Asya’daki
komşularının aksine Kırgızistan, Hizb-ut Tahrir’in
üstesinden gelmek için diğerlerine oranla daha liberal davranmaktadır.
Tacikistan’da üyeler, “anti-yönetimsel faaliyet” suçlamasıyla
ortalama sekiz ile yirmi yıl arası hapis cezalarına çarptırıldığı
halde, Kırgızistan’da ortalama iki ile dört yıl arasında
hapis cezasına çarptırılmaktadırlar ve bu ceza sık sık diğer
tutukluların cezalarından daha hafiftir. Başkan Asker Akayev ve
diğer yetkililer hareket ile diyalog kurmak için bazı odaların
bulunduğunu ileri sürmektedirler. Kırgızistan yönetimi hareketi
yakından izlememektedir. Fakat şüphesiz ellerinde, İçişleri
Bakanlığı’na göre, sadece Oş bölgesinde 500 şüpheli
üyenin listesi bulunmaktadır.
Bununla beraber Oş’daki
Ulusal Güvenlik Servisi (SNB)’nin başkanı Murat İmankulov,
sertlik ve şiddete dayalı yöntemleri doğru bulmadığını ve
yerel imamların, inançlı insanlar için eğitime yönelik çalışmaları
ön plana çıkarması gerektiğine inandığını söylüyordu. Ne
yazık ki birçok imam, Hizb-ut Tahrir üyesi ile yapacağı gerçek
bir diyalogu yürütmek (görüşmeye hakim olmak) için yeterli bir
eğitime sahip değildir. Ayrıca Kırgız yönetimi; ülkenin
güney kısmında Özbekler ve Kırgızlar arasındaki etnik
(milliyetçi) gerilimleri, (şu anda dindiren ancak) yeniden canlandırabilecek
potansiyele sahip bir katalizör (denge unsuru) olması nedeniyle,
Hizb-ut Tahrir’e karşı dikkatli ve temkinli bir yaklaşımda
bulunmaktadır.
Özbekistan Kırgız yönetimine,
Hizb-ut Tahrir ve diğer İslamcı gruplara karşı sıkı önlemler
alması için, şiddetli bir baskı uygulamaktadır. Bu özellikle
Şubat 1999’da Özbekistan’da kitleler halinde yapılan
tutuklamalardan sonra doğruydu ki; Kırgızistan’da da birkaç
Hizb-ut Tahrir üyesinin tutuklanmasıyla sonuçlanmıştı. Kimi
zaman Kırgızistan’da tutuklanan bazı Özbek kökenli üyeler,
daha sonra Özbekistan’a teslim edilmişti. Bu arada Özbekistan,
bölge sınırları çevresinde bir istihbarat ağı kurdu. Bu ağa,
Kırgızistan’daki Özbek kökenlilerin bulunduğu yerler de dahil
edilmiştir ve (Hizb-ut Tahrir ile bağı bulunan Özbek
kökenliler) güvenlik yetkilileri tarafından yakalanarak,
Özbekistan’a kaçırılmaktadır.
Not:
Okurlarımızdan bu yazı hakkında yoğun şikayetler
aldığımızı bildirmek istiyoruz. Bu yazı, yabancı bir
kuruluşun Orta Asya’da yaptığı bir araştırmadan
ibarettir. Konu içerisinde ilkelerimize ters düşen bir
çok saptırılmış hususlar bulunduğu görülecektir. Biz
burada Orta Asya’da gelinen noktanın kafirleri ne kadar
ürküttüğünü, bu konulara dikkat kesildiklerini, bundan
dolayı saptırmaya yöneldiklerini siz okurlarımıza
aktarmak istedik. Okurlarımızın basiretli bakışlarının
yanlış olan bütün noktaları tek tek göreceği güveni
bizlere her zaman büyük destek vermeye devam edecektir.
Gösterdiğiniz hassasiyetten dolayı Allah razı olsun...
Hilafet Dergisi |
Bu
raporun orijinali: A400538_30012002.pdf
[307 kb]
|