Ana Sayfa YIL 13   SAYI 150   R.EVVEL 1423   HAZİRAN 2002 E-Mail

İSLAM VE MEDENİYET

İslâm, Modern Dünyanın Proplemlerini Çözebilir Mi?

İmran VAHİD

Bu yazı; Dr. İmran Vahid tarafından, Sheffield Hallam Üniversitesinde yapılan konuşmanın metnidir.

Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurdu:

“O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)

İslam’ın bir medeniyet olup olmadığı sorusu, özellikle dünyadaki mevcut olayların ışığı altında sorulan bir sorudur. Şüphesiz bu soru, ister Müslüman olsun isterse olmasın, birçok politikacının, düşünürün, yazarın, gazetecinin ve buna benzer diğerlerinin sorduğu bir sorudur. İtalya başbakanı Berlusconi şöyle demişti: “Medeniyetimizin üstünlüğünün farkında olmalıyız ki; bu sistem -İslam ülkelerinin aksine- dinsel ve siyasal haklarımızın garantisidir.” International Herald Tribune gazetesinden bir yazar ise şöyle demişti: “İslam Toplumu, Avrupa’nın Rönesans’ı gerçekleştirdiği dönemde, modern bir topluma dönüşmeyi başaramadı. 1914’e kadar İslam, modern Batıya karşı ciddi bir aydınlanma göstermekte başarısız kaldı. Toplumların kalitesi güç ile değil, kültür ve aydınlanma ile anlaşılır.

Batılı liderler Afganistan Müslümanlarına karşı başlatılan mevcut kampanyanın İslam’a veya Müslümanlara karşı bir savaş olmadığını ispatlamanın acısı içerisinde olsalar da; İslam Akidesini parçalamak ve İslam’ın siyasi unsurlarını yok etmek yoluyla, Müslümanların bir İslam Medeniyeti kurmalarının veya kurulmasını istemelerinin önüne geçmek için belirgin ve aşikar bir kampanya vardır.

Batı dünyası, hiç kuşkusuz son yüzyılda dünya üzerinde kurduğu politik, siyasi, ekonomik ve kültürel hakimiyetinden dolayı fazlaca kibirlidir. Penisilin, DNA’nın çift sarmal yapısı, nükleer teknoloji, e-ticaret ve devamı ve gelişenleri gibi Batılı bilim adamlarının öncülük ettiği yeni icatlar ve keşifler, hepinizin gördüğü gibi övünülerek sergilenmektedir.

Dolayısıyla diyoruz ki; ilerleme ve aydınlanma ile eşit sayılan Batı Medeniyeti’nin veya daha doğrusu Kapitalizmin, ilerleme üreten hiçbir boyutu olmadığı gibi, Batı kültüründen kaynaklanan her şey, geriliğe ve karanlığa götürmektedir. Bazıları ilerlemenin ancak dinin devletten ayrılmasıyla meydana gelebileceğini söyleyerek, Batı Rönesans’ına ve Sanayii Devrimi’ne yol açan Kilise ve Batılı filozoflar arasındaki kanlı mücadeleyi örnek vermektedirler.

Bununla beraber, Batı tarafından gösterişi yapılmayan şey; kapitalizmin dünyanın her tarafında açtığı Batılı sömürü, istismar, kaos ve ümitsizlik uçurumlarıdır. İnsanlık hâla, beşeriyetin problemlerini doğru bir şekilde çözemeyen ve toplumun her tarafında huzur ve sükunet oluşturma konusunda yetersiz kalan kapitalizm nedeniyle, bir dönüm noktasına gelmiştir.

Böylesine nazik bir dönemde, eğer toplumdan bir grup insanı, bir odaya, hayatta nasıl gelişme gösterecekleri ve bugün dünya yüzeyinde var olan birçok problemi nasıl çözeceğimizi tartışmak için toplasak, önerilerimizin ve fikirlerimizin gereğinden fazla aşırı olduğunu duyarız. Bazıları milliyetçiliğe, diğerleri laikliğe ve özgürlüklerin genişletilmesine ve bazıları da ahlaki değerlere geri dönmeye veya eğitim kalitesinin artırılmasına çağırabilir. Ve bazıları da şöyle bir soru sorabilir: “İslam, insanların karşı karşıya olduğu problemleri çözemez mi?

Ve İslam gericilikle bir tutulduğu için çoğu zaman bu, alaycı bir kahkaha ve büyük bir şüphe ile karşılanmaktadır. İslam’a yeniden geri dönüşe davet eden biri, dünyayı karanlığa gömmeye ve geriye itmeye davet eden biri olarak damgalanmaktadır. Bundan dolayı Müslümanlardan, İslam’ın eski, çağdışı ve 21. yüzyıl modern hayatına tamamen ters olduğunu kabul etmeleri istenmektedir. Ya İslam bizi, develerin, yayların ve okların kullanıldığı ve iletişimin atlı elçilerle sağlandığı geriye götürmüyorsa? Ya biz hepimiz mağaralarda yaşamak ve hurma yemek zorunda kalsaydık? Peki Allah (subhanehu ve teala) ve Muhammed (sav)’in İnternet, beyin cerrahisi veya süper iletken teknoloji hakkında neyi bilmeleri gerekiyordu? Bu durumda yine o şüpheciler “Çarıkların giyildiği ve develerle seyahat edildiği, geriye dönmek istiyor musunuz?" sorusunu sorabilirler miydi?

Bu konuya derinlemesine baktığımızda, ilk olarak; İslami metinlerde, 21. yüzyılın sıkça karşılaşılan “modern sorunları” hakkında yeterli çözümlerin veya çözüm yollarının bulunup bulunmadığı konusu gündeme gelecektir. Allah (subhanehu ve teala)’nın Kitabı ile Resulü (sav)’in Sünneti, günümüzde karşılaştığımız meseleleri ve gelecekte karşılaşacağımız meseleleri çözebilme kabiliyetine sahip midir?

İslami metinlerin, sadece yedinci yüzyılda Arabistan yarımadasında yaşayan insanlara değil, tüm insanlara, kadınlara ve erkeklere hitap ettiği, hepimiz tarafından kabul edilmesi gereken önemli bir noktadır. İslam yalnızca belirli bir zamanda veya bölgede bulunan insanların ilişkilerine değil, aksine ister bir asır önce olsun, ister bugün olsun isterse bir asır sonra olsun, tüm zamanlarda ve tüm mekanlarda var olan insanlara hitap etmektedir. Bu durum hem bugün yaşayan, hem 1400 yıl önce yaşayan ve hem de gelecek yıllarda yaşayacak olan tüm insanlar için, aynen kalacak olan bir noktadır.

Allah (subhanehu ve teala), Aziz kitabı Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:

Allah’ın yaratmasında, hiçbir değişme bulmayacaksınız. (Rûm 30) Herhangi bir insan, Allah (subhanehu ve teala):

Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır (Bakara 275) buyurduğu sırada, 1400 yıl önce hitap ettiği kimse ile bugün aynı hitabın yapılacağı bir kimse arasında herhangi bir farklılık bulunmadığını görebilir. Ve yine Allah (subhanehu ve teala):

Rızık endişesiyle, çocuklarınızı öldürmeyin... Onları öldürmek büyük bir günahtır (En’am 151) buyurduğu sırada, 1400 yıl önce hitap ettiği kimse ile bugünkü insanlar arasında herhangi bir fark olmadığını görebilir. Şüphesiz Muhammed (sav); “Ademin oğulları, içinde yaşayacakları bir eve ve çıplaklığını kapatacak bir giysiye ve ekmeğe ve biraz suya sahip olmaktan daha iyi bir hakka sahip olmaz.” derken, sadece Arap bedevilerinin ihtiyaçlarına işaret etmiyordu.

Şüphesiz ki; bu ihtiyaçlar, değiştirilmesi mümkün olmayan bir realitedir ki; ta Adem (aleyhi’s selam) zamanından bugüne kadar hiç değişmedi. Benzer şekilde, karşı cins olmaları itibariyle, kadın ve erkeğin birbirlerine ilgi duyduklarını ve birbirlerine karşı annelik (maternal) ve babalık (paternal) arzulara sahip olduklarını görmekteyiz. Bu insanın fıtratında (yaratılışında) vardır. İnsanlar çağlar boyunca birtakım şeylere taptılar. Kimi zaman, Yaratıcı Allah (subhanehu ve teala)’ya veya bir filozof, bir put, bir pop yıldızı, bir politikacı, bir kral veya bir yıldız/gezegen gibi, başka şeylere taptılar. Bu (tapınma ihtiyacı) da yine, insanın yaratılışında var olan değişmez bir özelliktir ki; ne develerle ulaşım sağlanan bir devirde, ne de Concorde uçaklarıyla seyahat edilen bir dönemde hiç değişmedi. Hiç kimse, kendisinde 2 beyin, 4 böbrek ve 3 kalp bulunduğunu iddia etmedi. Bugünkü dünya atmosferinin sahip olduğu Oksijen ve Nitrojen miktarları, 1400 yıl önceki miktarlardan ne az ne de çoktur. Bizler her nasılsa veya öylesine mi Muhammed (sav)’e inandık? İlk Müslümanlar daha az medeniydi, çünkü onlar 1400 yıl önce yaşadılar!? Öyle mi? Bu nokta esaslı bir noktadır ki; zaman veya bölge ne olursa olsun bütün insanlar aynı ihtiyaçlara, arzulara sahip olmakla, diğer faktörlere bakmaksızın; esas itibariyle, tamamen aynıdır.

Problemleri Çözmenin Anlamı Değişti

Bundan dolayı; insanlık değişmediyse ve İslami metinler insanlığa hitap ediyorsa ve onlar da değişmediyse; bugün farklı olan nedir? Birçokları bizi dünyanın köklü bir şekilde değiştiğine inandırmak istiyor ve İslam’ın hakimiyetini kaybetmesinden sonra, dünyanın radikal bir değişime uğradığını söylüyorlar. Kesin olan bir şey vardır ki; o, insanların karşılaştığı problemlerin yapısının değişmemiş olmasıdır. Bunlar, insan, hayat ve kainatın yaratılmasından bugüne kadar var olan, aynı problemlerdir. Bununla birlikte değişen, insanların problemlerini çözerken kullandığı araçlar olmuştur. Birkaç örnek, bu noktayı açıklığa kavuşturacaktır. Geçmişte insanlar çok ilkel evlerde yaşıyorlardı, bugün ise; gökdelenleri ve kentsel bir yaşantıyı görüyoruz. Geçmişte Muhammed (sav) diğer ülke liderlerine atlı elçiler gönderiyordu. Bugün ise, bir mesaj e-mail, telefon, fax veya sms yoluyla gönderilebilmektedir. Muhammed (sav) ve Sahabeleri (radiyallahu anhum) birçok savaşta, atlar, oklar ve mızraklar kullandılar. Bugün de savaş, halen yapılmaktadır. Fakat savaş araçları değişerek; smart teknoloji, cruise füzeleri ve uydu istihbaratı kullanılmaya başlanmıştır.

Geçmişte Müslümanlar astronomi öğrendiler ki; böylece gittikleri her yerde Kıble’yi tespit edebiliyorlardı. Bugün ise, elektronik bir saat aynı işi yapabilmektedir. Bu örneklerin gösterdiği temel nokta, insanların karşılaştıkları problemlerin ve sahip oldukları ihtiyaçların değişmemiş olmasıdır. Bununla beraber değişenin sadece, insanların karşılaştıkları problemleri çözerken veya ihtiyaçları giderirken kullandıkları araçlar olduğunu anlıyoruz.

Bundan sonraki en belirgin nokta, İslami metinlerin insan ve problemleri hakkında olduğu ve insanın problemlerini çözerken kullandığı araçlar hakkında olmadığıdır. İslam Şeriatı nasıl o zaman Arapları yükseltmiş ve onları Küfrün karanlığından İslam aydınlığa çıkartmış ise, bugünkü insanlığın meselelerini de aynı mükemmellikte halledecek yetenektedir. Bunun bir sonucu olarak, “İslam’ın modern hayata elverişli olması için modernleştirilmeye ve Batılı hayat tarzına uyarlanmaya ihtiyacı vardır” denilemez. Evet, böyle denilemez. Çünkü bu iddia bazılarının İslam’ı, Batı tadında tatmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.

Beşer ürünü sistemlerin dünya üzerindeki üstünlüğü, bazılarını kanunların değişmesinin değişmez olduğu inancına götürdü. Bu bozuk bir düşüncedir ve beşer ürünü sistemlerin ve ideolojilerin zayıflığını ve çürüklüğünü gösteren bir örnek olmaktan öte hiçbir şey değildir.

Dolayısıyla Britanya’daki Dunblane veya ABD’deki Columbine Lisesi’nde olduğu gibi Batı’da bir katliam yaşandığı zaman, silahların ya yasaklanmış olduğunu yada silahların sınırlandırılıp sınırlandırılmaması konusunda bir tartışmanın başlatılmış olduğunu görürüz. Fakat bu araçların -örneğimizde silahların- hakikatini araştıran herhangi bir kimse, bunların çoğunun ayırım olmaksızın öldürmek amacıyla kullanıldığını bilir. Mesela bıçaklar, kimyasal gazlar, ağaç sopalar ve hatta arabalar bile bir katliam için kullanılabilir.

İslam Fıkhında ve Fıkıh Usulü’nde, izin verilen şeyler hakkında külli kaidelerin bulunduğu çok iyi bilinmektedir. Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır:

Sizin (faydalanmanız) için yeryüzünde her şeyi yaratan O’dur. (Bakara 29)

Bununla beraber İslam, araçlar, cihazlar veya teknoloji gibi şeylerin kullanımını ve kullanımın şeklini sınırlandırmıştır. O kadar ki; Muhammed (sav) şöyle dedi: Her kim bizden olmayan bir şey getirirse, o reddolunur.”

Onun için İslam’da, bıçağın kullanılmasına izin verilen şeylerden olduğunu fakat onun kullanımının sınırlandırıldığını görürüz. Öyle ki; İslam’da bulunan bir hayvanın kurban edilmesi veya (yılan zehrini atmak gibi) hayat kurtaran bir müdahale için, bıçağın kullanılmasına izin verildiği halde, bir insanı haksızca öldürmek amacıyla kullanılması yasaklanmıştır. Yine sirke üretmek için bitkilerin fermantasyonuna izin verildiği halde, alkol üretmek için yapılması yasaklanmıştır.

Tüm bunların dikkate alınmasıyla apaçık ortaya çıkmaktadır ki; İslam ve Müslümanlar hakkında affedilmez derecede saldırgan bir yanlış tanıtım ve küçümseme söz konusudur. Öyle ki; Allah (subhanehu ve teala) bu ümmeti:

Siz insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz (Âl-i İmran 110) şeklinde tarif ettiği halde, İslam Devleti’ne yeniden dönüş ile karanlık çağlara dönüşü bir sayarak, Ümmetin umutlarını, isteklerini ve beklentilerini söndürmeye çalıştılar.

İctihad

Muhakkak ki; İslam Şeriatı sadece mevcut problemleri çözebilme kabiliyetine sahip değildir. Bilakis gelecekte ortaya çıkabilecek herhangi bir problemi de çözebilecek kapasitededir. Velev ki bu problem, şu an ortaya çıkmamış ve hatta insanın aklına bile gelmeyecek bir teknoloji veya gelişme ile ilgili olsun, fark etmez. İslami metinlerin yapısı, sadece tek bir metinden bile birçok hükmün çıkarılmasına elverişli bir yapıdadır. Bu; mesele ile alakalı metni anlamak için maksimum çaba harcamak ve böylece bu metinden bu özel meselenin İslami hükmünü çıkartmak anlamına gelen ve İctihad olarak bilinen bir işlem ile mümkün olmaktadır.

Bazı örnekler, bu noktayı daha fazla açıklığa kavuşturacaktır. Eğer siz Müslümanların başına gelen problemlere bakarsanız; birlikten yoksun olduklarını, dünya üzerinde herhangi bir varlıklarının bulunmadığını, fasit yöneticilerinin bulunduğunu ve topraklarının Dar’ul Küfür (küfrün hakimiyeti ve emanı altında) olduğunu görürsünüz. Bu durumda İslam’ın bu hakikatler ile ilgili olmadığını düşünebilirsiniz. Böylece bazı Müslümanlar, İslam ümmetinin nasıl kurtuluşa çıkacağı ve İslam hükümleri altında nasıl yaşayabileceklerini ele alırken, Allah (subhanehu ve teala) ve Resulullah (sav)’in bu mesele hakkında hiçbir şey söylemediğini düşünerek, kendi vehimlerinin tuzağına düşüp çökebilirler. Oysa Allah (subhanehu ve teala) El-Hakim’dir, Hüküm koyucudur. Öyleyse İslami metinlerin bu meseleye açıklık getirmemiş olması tasavvur dahi edilemez.

Muhakkak ki; Allah (subhanehu ve teala)’nın Kitabı ile Resulullah (sav)’in Sünneti’ni araştıran bir kimse, Muhammed (sav)’in Mekke’de İslam Daveti’ni taşıdığında, Arap kabilelerinden Nusret istediğinde ve Medine’de İslam’ı tatbik ettiğinde neler yaptığını incelerse; bozuk ve çökmüş bir toplumun nasıl üstün bir topluma ve Dar’ul Küfür’ün nasıl Dar’ul İslam’a dönüşebileceğini rahatlıkla ve çok açık bir biçimde görebilecektir.

Böylelikle Kur’an ve Sünnet Peygamber (sav)’in ve Sahabesi (radiyallahu anhum)’un; hakim oldukları dönemde Ebu Leheb ve Velid ibn Muğire gibi küfrün ele başlarını, Kureyş’in putlarını, kız çocuklarının canlı canlı gömülmesini, kavmiyetçilik ve milliyetçilik bağlarını, ticaret piyasasındaki hile ve dalavereleri ve cinsi sapıklıkları nasıl lanetlediğini ve onları nasıl aşağıladığını çok net olarak göstermektedir. Onlar sıkıntı, boykot ve propaganda altında olduklarında bile, bu şiddetli saldırılarına devam ettiler. Bu şekilde bir İslam alimi, bu tür delillerden hareketle; insan hakları, düşünce özgürlüğü, demokrasi veya serbest ticaret fikri gibi kapitalizme ait yanlış fikirlerin hakikatini ortaya koymak ve pisliklerini ifşa etmek gerektiği sonucunu çıkarır. Bu İslami metinlerin kapsamlı oluşunun basit bir örneğidir. Keza İslam Dini eğer yok edilmiş ise, İslami hayat nizamının yeniden yeryüzüne geri getirilmesinde izlenecek detaylı hükümleri bildirmiştir.

Gelecekte İslam Devleti’nin karşılaşacağı diğer bazı meseleleri de ele alabiliriz. Bunlardan biri, askeri istihbarat ve casusluğun kullanılmasıdır. Mesela düşmana karşı casusluk etmede uydu teknolojisi gibi Müslümanların faydasına olan bir şeyin kullanılması uygun olur mu? Yine düşmanın telefon hatlarını dinlemek ve bilgisayar ağlarına sızmak doğru olur mu?

Şüphesiz bu tür meseleler ile ilgili İslami metinlerin varlığını bir kez daha görebiliyoruz. Zira Kur’an’ı araştırdığımızda, Allah (subhanehu ve teala)’nın Hucurat suresinde; “Birbirinize karşı casusluk yapmayın!” ayetiyle, Müslümanlara karşı casusluk yapmanın haram olduğunu görmekteyiz.

Aynı şekilde Muhammed (sav)’in Bedir Savaşı’ndan önce, düşman üzerine ajanlar (Edi ibn el-Zağbe ve Bisbas ibn Amr’ı) gönderdiğini görüyoruz. Yine Ahzab Savaşı’nda Hudayfe bin el-Yeman’ı, korkuya kapılan savaş meydanındaki bir cephedeki işlerin gerçek mahiyetini öğrenmek üzere gönderdi. Yine aynı savaşta Müslümanlar, gece birbirlerini tanımak için bir şifre Ha-Mim. La Yensurun! kelimesini dahi kullandılar: Böylece İslam alimleri, İslam davasını taşıma yolu üzerinde bulunan engelleri kaldıran Cihad açısından meseleye baktıklarında, bilgi savaşının, (telefon dinleme, bilgisayara sızma gibi) teknolojik ajanlığın, (düşmana karşı her tür) casusluğun ve uydu teknolojisinin kullanılmasının uygun olduğu sonucuna varırlar. Fakat bugünkü Müslümanların hain yöneticilerinin, özellikle kendilerini tarihin çöplüğündeki yerlerine atmak ve yönetime Allah’ın dinini getirmek için çalışanlara yaptıkları gibi, Müslümanlara karşı bu tür casusluk faaliyetlerinde bulunmak kesinlikle caiz olmaz.

IVF, klonlama, yaşam destek sistemleri, ileri düzey silahlar, genetik olarak değişen yiyecekler veya uzay araştırmaları gibi, son zamanlarda ortaya çıkan diğer birçok meseleler de aynı şekilde tartışılarak, İslam Şeriatı’nın hükümleri zaten gösterilmiştir.

Sonuç

Sonuçta şu temel noktaları gördük:

-Bugünkü insanın fıtratı, geçmişteki insanın fıtratı ile aynıdır ve böylece insan ile ilgili hükümler değişmez.

-İslami metinler, herhangi bir zamanda veya herhangi bir yerde tatbik edilecek şekilde elverişlidir.

-Asırlar boyunca değişen şey, insanların problemlerini çözerken kullandıkları araçlardır. Problemler aynı kalmıştır.

-İslami metinler, kullanımı şer-i hükümlerle sınırlandırılmadığı sürece, teknoloji ve yeni araçlara izin verir.

-İslami metinler, geçmişte, günümüzde veya gelecekteki herhangi bir probleme tatbik edilebilir kabiliyettedir.

Tüm bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda, geçmişteki Müslümanların bırakmış oldukları muazzam miras şaşırtıcı değildir. Kimya, tıp, askeri bilim ve astronomi gibi gelişmelerin Müslümanların ellerinde gerçekleşmiş olması sürpriz değildir. Bugünün problemi şudur:

Müslümanlar, hayatın sorunları ile alakalı dinlerinin kabiliyet ve kuvvetinden gelen cevherden ve güvenden yoksundurlar. Bu onların İslam’ı bu şekilde anlamakta başarısız olmalarından ve hayatın işlerinde İslam’ın pratik olarak bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Öyle ki; bu aziz Ümmetin, kendi alanlarında üstün olan oğullarının ve kızlarının birçoğu, ilerlemenin sadece kapitalizm ile eşdeğer olduğu düşüncesi kendilerine enjekte edilerek baştan çıkarıldı.

Ne zaman ki; İslam devletten koparıldı, işte o zaman İslam Dünyası gerilemeye başladı. Eğer herhangi biriniz mesela; Türkiye’nin bugünkü durumunu ele alırsanız, zayıflamış bir millet dış yardım ve kredilere bağımlı çürük bir ekonomi ve devletlerarası sahnede gücü olmayan bir ülke görürsünüz. Bugünkü Türkiye ile geçmişte tüm dünyada adaletin meşalesi olan İslam Devleti’ni karşılaştırın!

Her birimiz için kaçınılmaz olan en gerekli şey; İslam’ı bu şekilde anlamak ve İslam Medeniyeti’nin-İslam Hilafeti’nin geri dönmesi için çalışmak ve İslam’ı hayatın işlerini pratik olarak düzenlemesi amacıyla fiilen hareket etmektir. Onların hayat tarzını (düzeltmek üzere) sorgulamak zorunda olanlar Müslümanlar değildir. Bilakis Batı, kendi hayat tarzının bozukluğundan şüphelenmek zorundadır.

Kapitalizmin taraftarları, İslam’ın Nasraniliğe (Hıristiyanlığa) benzediği şeklinde bir doktrin ortaya atarak, reform adı altında İslam’ı tahrif etmeye çalışmaktadırlar. Aynen İngiliz şair Basil Bunting’in dediği gibi: “Eğer kültürümüz kansızlıktan ölmezse, er veya geç İslam’ı içimize çekmek (absorbe etmek) zorundayız.”

İslam Dini’nin yeniden gözden geçirilmeye ihtiyacı yoktur. Zira 1400 yılın şahadeti vardır ki; o her zaman ve her yerde beşeriyetin problemlerini çözebilme kabiliyetinin bulunduğunu gösterdi. İslam, Nasranilik gibi bir reformasyon geçirmeye muhtaç değildir. Bununla beraber gayri-islami sistemlerin topraklarımızda yer etmesinden dolayı, kurtuluş için bizim onu yeniden anlamaya ve yeniden ona sarılmaya ihtiyacımız vardır. Geçmişte Müslüman ümmet, iletişimin mürekkep ve seyahatin develerle mümkün olduğu dönemlerde İslam’ı bilinen dünyanın zirvesine taşıyabildiler. Bir düşünün! Hakkı taşıyan bu ümmet, İnternet ve uzay çağında yine aynı şeyi başaramaz mı?

“İnsanları Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 33)

YIL 13  SAYI 150  R.EVVEL 1422  HAZİRAN 2002

Yukarı