Bu yazı; Dr. İmran Vahid tarafından, Sheffield Hallam
Üniversitesinde yapılan konuşmanın metnidir.
Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurdu:
“O gün her ümmetin içinden kendilerine
birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine
şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her
şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar
için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)
İslam’ın bir medeniyet olup olmadığı
sorusu, özellikle dünyadaki mevcut olayların ışığı
altında sorulan bir sorudur. Şüphesiz bu soru, ister
Müslüman olsun isterse olmasın, birçok politikacının, düşünürün,
yazarın, gazetecinin ve buna benzer diğerlerinin sorduğu bir
sorudur. İtalya başbakanı Berlusconi şöyle demişti: “Medeniyetimizin
üstünlüğünün farkında olmalıyız ki; bu sistem -İslam
ülkelerinin aksine- dinsel ve siyasal haklarımızın
garantisidir.” International Herald Tribune gazetesinden
bir yazar ise şöyle demişti: “İslam Toplumu, Avrupa’nın
Rönesans’ı gerçekleştirdiği dönemde, modern bir topluma
dönüşmeyi başaramadı. 1914’e kadar İslam, modern Batıya
karşı ciddi bir aydınlanma göstermekte başarısız
kaldı. Toplumların kalitesi güç ile değil, kültür ve aydınlanma
ile anlaşılır.”
Batılı liderler Afganistan Müslümanlarına
karşı başlatılan mevcut kampanyanın İslam’a veya Müslümanlara
karşı bir savaş olmadığını ispatlamanın acısı içerisinde
olsalar da; İslam Akidesini parçalamak ve İslam’ın siyasi
unsurlarını yok etmek yoluyla, Müslümanların bir İslam
Medeniyeti kurmalarının veya kurulmasını istemelerinin
önüne geçmek için belirgin ve aşikar bir kampanya vardır.
Batı dünyası, hiç kuşkusuz son yüzyılda
dünya üzerinde kurduğu politik, siyasi, ekonomik ve kültürel
hakimiyetinden dolayı fazlaca kibirlidir. Penisilin, DNA’nın
çift sarmal yapısı, nükleer teknoloji, e-ticaret ve devamı
ve gelişenleri gibi Batılı bilim adamlarının öncülük
ettiği yeni icatlar ve keşifler, hepinizin gördüğü gibi
övünülerek sergilenmektedir.
Dolayısıyla diyoruz ki; ilerleme ve aydınlanma
ile eşit sayılan Batı Medeniyeti’nin veya daha doğrusu
Kapitalizmin, ilerleme üreten hiçbir boyutu olmadığı gibi,
Batı kültüründen kaynaklanan her şey, geriliğe ve
karanlığa götürmektedir. Bazıları ilerlemenin ancak dinin
devletten ayrılmasıyla meydana gelebileceğini söyleyerek,
Batı Rönesans’ına ve Sanayii Devrimi’ne yol açan Kilise
ve Batılı filozoflar arasındaki kanlı mücadeleyi örnek
vermektedirler.
Bununla beraber, Batı tarafından gösterişi
yapılmayan şey; kapitalizmin dünyanın her tarafında açtığı
Batılı sömürü, istismar, kaos ve ümitsizlik uçurumlarıdır.
İnsanlık hâla, beşeriyetin problemlerini doğru bir şekilde
çözemeyen ve toplumun her tarafında huzur ve sükunet oluşturma
konusunda yetersiz kalan kapitalizm nedeniyle, bir dönüm
noktasına gelmiştir.
Böylesine nazik bir dönemde, eğer toplumdan
bir grup insanı, bir odaya, hayatta nasıl gelişme gösterecekleri
ve bugün dünya yüzeyinde var olan birçok problemi nasıl
çözeceğimizi tartışmak için toplasak, önerilerimizin ve
fikirlerimizin gereğinden fazla aşırı olduğunu duyarız.
Bazıları milliyetçiliğe, diğerleri laikliğe ve
özgürlüklerin genişletilmesine ve bazıları da ahlaki değerlere
geri dönmeye veya eğitim kalitesinin artırılmasına çağırabilir.
Ve bazıları da şöyle bir soru sorabilir: “İslam,
insanların karşı karşıya olduğu problemleri çözemez mi?”
Ve İslam gericilikle bir tutulduğu için
çoğu zaman bu, alaycı bir kahkaha ve büyük bir şüphe ile
karşılanmaktadır. İslam’a yeniden geri dönüşe davet
eden biri, dünyayı karanlığa gömmeye ve geriye itmeye davet
eden biri olarak damgalanmaktadır. Bundan dolayı Müslümanlardan,
İslam’ın eski, çağdışı ve 21. yüzyıl modern hayatına
tamamen ters olduğunu kabul etmeleri istenmektedir. Ya İslam
bizi, develerin, yayların ve okların kullanıldığı ve
iletişimin atlı elçilerle sağlandığı geriye götürmüyorsa?
Ya biz hepimiz mağaralarda yaşamak ve hurma yemek zorunda
kalsaydık? Peki Allah (subhanehu ve teala) ve Muhammed (sav)’in
İnternet, beyin cerrahisi veya süper iletken teknoloji hakkında
neyi bilmeleri gerekiyordu? Bu durumda yine o şüpheciler
“Çarıkların giyildiği ve develerle seyahat edildiği,
geriye dönmek istiyor musunuz?" sorusunu
sorabilirler miydi?
Bu konuya derinlemesine baktığımızda, ilk
olarak; İslami metinlerde, 21. yüzyılın sıkça karşılaşılan
“modern sorunları” hakkında yeterli çözümlerin veya
çözüm yollarının bulunup bulunmadığı konusu gündeme
gelecektir. Allah (subhanehu ve teala)’nın Kitabı ile Resulü
(sav)’in Sünneti, günümüzde karşılaştığımız meseleleri
ve gelecekte karşılaşacağımız meseleleri çözebilme
kabiliyetine sahip midir?
İslami metinlerin, sadece yedinci yüzyılda
Arabistan yarımadasında yaşayan insanlara değil, tüm
insanlara, kadınlara ve erkeklere hitap ettiği, hepimiz
tarafından kabul edilmesi gereken önemli bir noktadır. İslam
yalnızca belirli bir zamanda veya bölgede bulunan insanların
ilişkilerine değil, aksine ister bir asır önce olsun,
ister bugün olsun isterse bir asır sonra olsun, tüm
zamanlarda ve tüm mekanlarda var olan insanlara hitap
etmektedir. Bu durum hem bugün yaşayan, hem 1400 yıl önce yaşayan
ve hem de gelecek yıllarda yaşayacak olan tüm insanlar için,
aynen kalacak olan bir noktadır.
Allah (subhanehu ve teala), Aziz kitabı Kur’an’da
şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın yaratmasında, hiçbir değişme
bulmayacaksınız.”
(Rûm 30) Herhangi bir
insan, Allah (subhanehu ve teala):
“Allah alışverişi helal, faizi haram
kılmıştır” (Bakara 275) buyurduğu sırada, 1400
yıl önce hitap ettiği kimse ile bugün aynı hitabın
yapılacağı bir kimse arasında herhangi bir farklılık bulunmadığını
görebilir. Ve yine Allah (subhanehu ve teala):
“Rızık endişesiyle, çocuklarınızı
öldürmeyin... Onları öldürmek büyük bir günahtır”
(En’am 151) buyurduğu sırada, 1400 yıl önce hitap ettiği
kimse ile bugünkü insanlar arasında herhangi bir fark olmadığını
görebilir. Şüphesiz Muhammed (sav); “Ademin oğulları, içinde
yaşayacakları bir eve ve çıplaklığını kapatacak bir
giysiye ve ekmeğe ve biraz suya sahip olmaktan daha iyi bir
hakka sahip olmaz.” derken, sadece Arap bedevilerinin
ihtiyaçlarına işaret etmiyordu.
Şüphesiz ki; bu ihtiyaçlar, değiştirilmesi
mümkün olmayan bir realitedir ki; ta Adem (aleyhi’s selam)
zamanından bugüne kadar hiç değişmedi. Benzer şekilde,
karşı cins olmaları itibariyle, kadın ve erkeğin
birbirlerine ilgi duyduklarını ve birbirlerine karşı
annelik (maternal) ve babalık (paternal) arzulara sahip
olduklarını görmekteyiz. Bu insanın fıtratında
(yaratılışında) vardır. İnsanlar çağlar boyunca
birtakım şeylere taptılar. Kimi zaman, Yaratıcı Allah
(subhanehu ve teala)’ya veya bir filozof, bir put, bir pop
yıldızı, bir politikacı, bir kral veya bir
yıldız/gezegen gibi, başka şeylere taptılar. Bu (tapınma
ihtiyacı) da yine, insanın yaratılışında var olan
değişmez bir özelliktir ki; ne develerle ulaşım sağlanan
bir devirde, ne de Concorde uçaklarıyla seyahat edilen bir
dönemde hiç değişmedi. Hiç kimse, kendisinde 2 beyin, 4
böbrek ve 3 kalp bulunduğunu iddia etmedi. Bugünkü dünya
atmosferinin sahip olduğu Oksijen ve Nitrojen miktarları, 1400
yıl önceki miktarlardan ne az ne de çoktur. Bizler her nasılsa
veya öylesine mi Muhammed (sav)’e inandık? İlk Müslümanlar
daha az medeniydi, çünkü onlar 1400 yıl önce yaşadılar!?
Öyle mi? Bu nokta esaslı bir noktadır ki; zaman veya bölge
ne olursa olsun bütün insanlar aynı ihtiyaçlara, arzulara
sahip olmakla, diğer faktörlere bakmaksızın; esas
itibariyle, tamamen aynıdır.
Problemleri Çözmenin Anlamı Değişti
Bundan dolayı; insanlık değişmediyse ve
İslami metinler insanlığa hitap ediyorsa ve onlar da
değişmediyse; bugün farklı olan nedir? Birçokları bizi dünyanın
köklü bir şekilde değiştiğine inandırmak istiyor ve
İslam’ın hakimiyetini kaybetmesinden sonra, dünyanın
radikal bir değişime uğradığını söylüyorlar. Kesin olan
bir şey vardır ki; o, insanların karşılaştığı
problemlerin yapısının değişmemiş olmasıdır. Bunlar,
insan, hayat ve kainatın yaratılmasından bugüne kadar var
olan, aynı problemlerdir. Bununla birlikte değişen, insanların
problemlerini çözerken kullandığı araçlar olmuştur. Birkaç
örnek, bu noktayı açıklığa kavuşturacaktır. Geçmişte
insanlar çok ilkel evlerde yaşıyorlardı, bugün ise;
gökdelenleri ve kentsel bir yaşantıyı görüyoruz. Geçmişte
Muhammed (sav) diğer ülke liderlerine atlı elçiler
gönderiyordu. Bugün ise, bir mesaj e-mail, telefon, fax veya
sms yoluyla gönderilebilmektedir. Muhammed (sav) ve Sahabeleri
(radiyallahu anhum) birçok savaşta, atlar, oklar ve mızraklar
kullandılar. Bugün de savaş, halen yapılmaktadır. Fakat
savaş araçları değişerek; smart teknoloji, cruise füzeleri
ve uydu istihbaratı kullanılmaya başlanmıştır.
Geçmişte Müslümanlar astronomi öğrendiler
ki; böylece gittikleri her yerde Kıble’yi tespit
edebiliyorlardı. Bugün ise, elektronik bir saat aynı işi
yapabilmektedir. Bu örneklerin gösterdiği temel nokta,
insanların karşılaştıkları problemlerin ve sahip
oldukları ihtiyaçların değişmemiş olmasıdır. Bununla
beraber değişenin sadece, insanların karşılaştıkları
problemleri çözerken veya ihtiyaçları giderirken
kullandıkları araçlar olduğunu anlıyoruz.
Bundan sonraki en belirgin nokta, İslami
metinlerin insan ve problemleri hakkında olduğu ve insanın
problemlerini çözerken kullandığı araçlar hakkında
olmadığıdır. İslam Şeriatı nasıl o zaman Arapları yükseltmiş
ve onları Küfrün karanlığından İslam aydınlığa çıkartmış
ise, bugünkü insanlığın meselelerini de aynı mükemmellikte
halledecek yetenektedir. Bunun bir sonucu olarak, “İslam’ın
modern hayata elverişli olması için modernleştirilmeye ve
Batılı hayat tarzına uyarlanmaya ihtiyacı vardır”
denilemez. Evet, böyle denilemez. Çünkü bu iddia bazılarının
İslam’ı, Batı tadında tatmak istemelerinden
kaynaklanmaktadır.
Beşer ürünü sistemlerin dünya
üzerindeki üstünlüğü, bazılarını kanunların
değişmesinin değişmez olduğu inancına götürdü. Bu
bozuk bir düşüncedir ve beşer ürünü sistemlerin ve
ideolojilerin zayıflığını ve çürüklüğünü gösteren
bir örnek olmaktan öte hiçbir şey değildir.
Dolayısıyla Britanya’daki Dunblane veya
ABD’deki Columbine Lisesi’nde olduğu gibi Batı’da bir
katliam yaşandığı zaman, silahların ya yasaklanmış
olduğunu yada silahların sınırlandırılıp
sınırlandırılmaması konusunda bir tartışmanın
başlatılmış olduğunu görürüz. Fakat bu araçların -örneğimizde
silahların- hakikatini araştıran herhangi bir kimse,
bunların çoğunun ayırım olmaksızın öldürmek amacıyla
kullanıldığını bilir. Mesela bıçaklar, kimyasal gazlar, ağaç
sopalar ve hatta arabalar bile bir katliam için kullanılabilir.
İslam Fıkhında ve Fıkıh Usulü’nde,
izin verilen şeyler hakkında külli kaidelerin bulunduğu
çok iyi bilinmektedir. Allah (subhanehu ve teala) şöyle
buyurmaktadır:
“Sizin (faydalanmanız) için
yeryüzünde her şeyi yaratan O’dur.”
(Bakara 29)
Bununla beraber İslam, araçlar, cihazlar
veya teknoloji gibi şeylerin kullanımını ve kullanımın
şeklini sınırlandırmıştır. O kadar ki; Muhammed (sav) şöyle
dedi: “Her kim bizden olmayan bir şey getirirse, o
reddolunur.”
Onun için İslam’da, bıçağın
kullanılmasına izin verilen şeylerden olduğunu fakat onun
kullanımının sınırlandırıldığını görürüz. Öyle
ki; İslam’da bulunan bir hayvanın kurban edilmesi veya
(yılan zehrini atmak gibi) hayat kurtaran bir müdahale için,
bıçağın kullanılmasına izin verildiği halde, bir
insanı haksızca öldürmek amacıyla kullanılması
yasaklanmıştır. Yine sirke üretmek için bitkilerin
fermantasyonuna izin verildiği halde, alkol üretmek için yapılması
yasaklanmıştır.
Tüm bunların dikkate alınmasıyla apaçık
ortaya çıkmaktadır ki; İslam ve Müslümanlar hakkında
affedilmez derecede saldırgan bir yanlış tanıtım ve küçümseme
söz konusudur. Öyle ki; Allah (subhanehu ve teala) bu ümmeti:
“Siz insanlar içinden çıkarılmış
en hayırlı bir ümmetsiniz” (Âl-i İmran 110)
şeklinde tarif ettiği halde, İslam Devleti’ne yeniden dönüş
ile karanlık çağlara dönüşü bir sayarak, Ümmetin
umutlarını, isteklerini ve beklentilerini söndürmeye
çalıştılar.
İctihad
Muhakkak ki; İslam Şeriatı sadece mevcut
problemleri çözebilme kabiliyetine sahip değildir. Bilakis
gelecekte ortaya çıkabilecek herhangi bir problemi de
çözebilecek kapasitededir. Velev ki bu problem, şu an ortaya
çıkmamış ve hatta insanın aklına bile gelmeyecek bir
teknoloji veya gelişme ile ilgili olsun, fark etmez. İslami
metinlerin yapısı, sadece tek bir metinden bile birçok
hükmün çıkarılmasına elverişli bir yapıdadır. Bu; mesele
ile alakalı metni anlamak için maksimum çaba harcamak ve
böylece bu metinden bu özel meselenin İslami hükmünü çıkartmak
anlamına gelen ve İctihad olarak bilinen bir işlem ile mümkün
olmaktadır.
Bazı örnekler, bu noktayı daha fazla açıklığa
kavuşturacaktır. Eğer siz Müslümanların başına gelen
problemlere bakarsanız; birlikten yoksun olduklarını, dünya
üzerinde herhangi bir varlıklarının bulunmadığını,
fasit yöneticilerinin bulunduğunu ve topraklarının Dar’ul
Küfür (küfrün hakimiyeti ve emanı altında) olduğunu görürsünüz.
Bu durumda İslam’ın bu hakikatler ile ilgili olmadığını
düşünebilirsiniz. Böylece bazı Müslümanlar, İslam
ümmetinin nasıl kurtuluşa çıkacağı ve İslam hükümleri
altında nasıl yaşayabileceklerini ele alırken, Allah
(subhanehu ve teala) ve Resulullah (sav)’in bu mesele
hakkında hiçbir şey söylemediğini düşünerek, kendi
vehimlerinin tuzağına düşüp çökebilirler. Oysa Allah
(subhanehu ve teala) El-Hakim’dir, Hüküm koyucudur.
Öyleyse İslami metinlerin bu meseleye açıklık getirmemiş
olması tasavvur dahi edilemez.
Muhakkak ki; Allah (subhanehu ve teala)’nın
Kitabı ile Resulullah (sav)’in Sünneti’ni araştıran
bir kimse, Muhammed (sav)’in Mekke’de İslam Daveti’ni
taşıdığında, Arap kabilelerinden Nusret istediğinde ve
Medine’de İslam’ı tatbik ettiğinde neler yaptığını
incelerse; bozuk ve çökmüş bir toplumun nasıl üstün bir
topluma ve Dar’ul Küfür’ün nasıl Dar’ul İslam’a dönüşebileceğini
rahatlıkla ve çok açık bir biçimde görebilecektir.
Böylelikle Kur’an ve Sünnet Peygamber
(sav)’in ve Sahabesi (radiyallahu anhum)’un; hakim
oldukları dönemde Ebu Leheb ve Velid ibn Muğire gibi küfrün
ele başlarını, Kureyş’in putlarını, kız çocuklarının
canlı canlı gömülmesini, kavmiyetçilik ve milliyetçilik bağlarını,
ticaret piyasasındaki hile ve dalavereleri ve cinsi sapıklıkları
nasıl lanetlediğini ve onları nasıl aşağıladığını
çok net olarak göstermektedir. Onlar sıkıntı, boykot ve
propaganda altında olduklarında bile, bu şiddetli
saldırılarına devam ettiler. Bu şekilde bir İslam alimi, bu
tür delillerden hareketle; insan hakları, düşünce
özgürlüğü, demokrasi veya serbest ticaret fikri gibi
kapitalizme ait yanlış fikirlerin hakikatini ortaya koymak
ve pisliklerini ifşa etmek gerektiği sonucunu çıkarır. Bu
İslami metinlerin kapsamlı oluşunun basit bir örneğidir.
Keza İslam Dini eğer yok edilmiş ise, İslami hayat nizamının
yeniden yeryüzüne geri getirilmesinde izlenecek detaylı hükümleri
bildirmiştir.
Gelecekte İslam Devleti’nin
karşılaşacağı diğer bazı meseleleri de ele alabiliriz.
Bunlardan biri, askeri istihbarat ve casusluğun kullanılmasıdır.
Mesela düşmana karşı casusluk etmede uydu teknolojisi gibi Müslümanların
faydasına olan bir şeyin kullanılması uygun olur mu? Yine düşmanın
telefon hatlarını dinlemek ve bilgisayar ağlarına sızmak
doğru olur mu?
Şüphesiz bu tür meseleler ile ilgili
İslami metinlerin varlığını bir kez daha görebiliyoruz.
Zira Kur’an’ı araştırdığımızda, Allah (subhanehu ve
teala)’nın Hucurat suresinde; “Birbirinize karşı casusluk yapmayın!”
ayetiyle, Müslümanlara karşı casusluk yapmanın haram
olduğunu görmekteyiz.
Aynı şekilde Muhammed (sav)’in Bedir
Savaşı’ndan önce, düşman üzerine ajanlar (Edi ibn el-Zağbe
ve Bisbas ibn Amr’ı) gönderdiğini görüyoruz. Yine Ahzab
Savaşı’nda Hudayfe bin el-Yeman’ı, korkuya kapılan
savaş meydanındaki bir cephedeki işlerin gerçek mahiyetini
öğrenmek üzere gönderdi. Yine aynı savaşta Müslümanlar,
gece birbirlerini tanımak için bir şifre Ha-Mim. La
Yensurun! kelimesini dahi kullandılar: Böylece İslam
alimleri, İslam davasını taşıma yolu üzerinde bulunan
engelleri kaldıran Cihad açısından meseleye baktıklarında,
bilgi savaşının, (telefon dinleme, bilgisayara sızma gibi)
teknolojik ajanlığın, (düşmana karşı her tür) casusluğun
ve uydu teknolojisinin kullanılmasının uygun olduğu sonucuna
varırlar. Fakat bugünkü Müslümanların hain yöneticilerinin,
özellikle kendilerini tarihin çöplüğündeki yerlerine atmak
ve yönetime Allah’ın dinini getirmek için çalışanlara
yaptıkları gibi, Müslümanlara karşı bu tür casusluk
faaliyetlerinde bulunmak kesinlikle caiz olmaz.
IVF, klonlama, yaşam destek sistemleri,
ileri düzey silahlar, genetik olarak değişen yiyecekler
veya uzay araştırmaları gibi, son zamanlarda ortaya çıkan
diğer birçok meseleler de aynı şekilde tartışılarak,
İslam Şeriatı’nın hükümleri zaten gösterilmiştir.
Sonuç
Sonuçta şu temel noktaları gördük:
-Bugünkü insanın fıtratı, geçmişteki
insanın fıtratı ile aynıdır ve böylece insan ile ilgili
hükümler değişmez.
-İslami metinler, herhangi bir zamanda veya
herhangi bir yerde tatbik edilecek şekilde elverişlidir.
-Asırlar boyunca değişen şey, insanların
problemlerini çözerken kullandıkları araçlardır.
Problemler aynı kalmıştır.
-İslami metinler, kullanımı şer-i hükümlerle
sınırlandırılmadığı sürece, teknoloji ve yeni
araçlara izin verir.
-İslami metinler, geçmişte, günümüzde
veya gelecekteki herhangi bir probleme tatbik edilebilir
kabiliyettedir.
Tüm bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda,
geçmişteki Müslümanların bırakmış oldukları muazzam
miras şaşırtıcı değildir. Kimya, tıp, askeri bilim ve
astronomi gibi gelişmelerin Müslümanların ellerinde gerçekleşmiş
olması sürpriz değildir. Bugünün problemi şudur:
Müslümanlar, hayatın sorunları ile
alakalı dinlerinin kabiliyet ve kuvvetinden gelen cevherden
ve güvenden yoksundurlar. Bu onların İslam’ı bu şekilde
anlamakta başarısız olmalarından ve hayatın işlerinde
İslam’ın pratik olarak bulunmamasından kaynaklanmaktadır.
Öyle ki; bu aziz Ümmetin, kendi alanlarında üstün olan oğullarının
ve kızlarının birçoğu, ilerlemenin sadece kapitalizm ile
eşdeğer olduğu düşüncesi kendilerine enjekte edilerek baştan
çıkarıldı.
Ne zaman ki; İslam devletten koparıldı,
işte o zaman İslam Dünyası gerilemeye başladı. Eğer
herhangi biriniz mesela; Türkiye’nin bugünkü durumunu ele
alırsanız, zayıflamış bir millet dış yardım ve kredilere
bağımlı çürük bir ekonomi ve devletlerarası sahnede gücü
olmayan bir ülke görürsünüz. Bugünkü Türkiye ile
geçmişte tüm dünyada adaletin meşalesi olan İslam Devleti’ni
karşılaştırın!
Her birimiz için kaçınılmaz olan en
gerekli şey; İslam’ı bu şekilde anlamak ve İslam Medeniyeti’nin-İslam
Hilafeti’nin geri dönmesi için çalışmak ve İslam’ı
hayatın işlerini pratik olarak düzenlemesi amacıyla fiilen
hareket etmektir. Onların hayat tarzını (düzeltmek üzere)
sorgulamak zorunda olanlar Müslümanlar değildir. Bilakis
Batı, kendi hayat tarzının bozukluğundan şüphelenmek
zorundadır.
Kapitalizmin taraftarları, İslam’ın
Nasraniliğe (Hıristiyanlığa) benzediği şeklinde bir doktrin
ortaya atarak, reform adı altında İslam’ı tahrif etmeye
çalışmaktadırlar. Aynen İngiliz şair Basil Bunting’in
dediği gibi: “Eğer kültürümüz kansızlıktan
ölmezse, er veya geç İslam’ı içimize çekmek (absorbe
etmek) zorundayız.”
İslam Dini’nin yeniden gözden
geçirilmeye ihtiyacı yoktur. Zira 1400 yılın şahadeti
vardır ki; o her zaman ve her yerde beşeriyetin problemlerini
çözebilme kabiliyetinin bulunduğunu gösterdi. İslam,
Nasranilik gibi bir reformasyon geçirmeye muhtaç değildir.
Bununla beraber gayri-islami sistemlerin topraklarımızda yer
etmesinden dolayı, kurtuluş için bizim onu yeniden anlamaya
ve yeniden ona sarılmaya ihtiyacımız vardır. Geçmişte Müslüman
ümmet, iletişimin mürekkep ve seyahatin develerle mümkün
olduğu dönemlerde İslam’ı bilinen dünyanın zirvesine
taşıyabildiler. Bir düşünün! Hakkı taşıyan bu ümmet,
İnternet ve uzay çağında yine aynı şeyi başaramaz mı?
“İnsanları Allah'a davet eden, salih amel
işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel
sözlü kim vardır?”
(Fussilet 33)
|