16
Eylül 2002 tarihin de Londra’da yapılan konferansta Hizb-ut
Tahrir temsilcisi İmran Vahid’in Müslümanların 11 Eylül’den
sonra ya kapitalizmi kabul etmeleri yada terörist olarak
damgalanmak şeklinde iki seçenekle karşı karşıya
kaldıklarını beyan ettikten sonra üçüncü seçenek olarak
İslam kimliğini ifade etmek olduğunu beyan etti. Gerçektende ne
doğru söyledi.
Batı
11 Eylül’den sonra Müslümanlara iki seçenekten başka bir seçenek
hakkı tanımadı. Bu seçeneğe Müslümanları zorlamaktadırlar.
Bütün dünya Müslümanları terörizm töhmeti altında
bıraktı. Öyle ki Müslüman almakla terörizm eş anlamda
kullanılmaya başlandı. Sanki İslam terörizmdir.
Müslümanlar
ise buna karşı gerekli olan tepkiyi göstermediler ve sustular.
Hatta bazı cemaatlar demokrat ve laik olduklarını alel acele
beyan etmekte gecikmediler.
Halbuki
İslamı bilen İslam tarihine azıcık insaflı bir şekilde bakan
kişi görür ki Müslümanlar hiçbir zaman ve mekanda terörist
olmadılar. Halbuki terörizmi icat eden onu dünyaya yayan, öğreten
Batının ta kendisidir. İşte buna binaen Müslümanlara sunulan
iki seçeneğin kabul edilmesi mümkün değildir. Batının Müslümanlara
böylesi bir seçeneği sunma hakkı da yoktur.
İşte
Müslümanlara yapılan bütün bu ithamlara cevap verme ihtiyacını
özellikle Avrupa’da yaşayan Müslümanlar hissettiler ve böyle
bir konferansı düzenleme ihtiyacı hissettiler. Konferansa katılım
yüksek oldu. Konuşmacılar Batının iddialarına ve iftiralarına
gereken cevabı verdiler. Halbuki bu tepkiler İslam beldelerinden
gelmesi gerekirdi. Fakat Müslümanların halleri hiç de iç açıcı
değil.
Dünyanın
bir çok kesiminde, kafir devletlerin suçlamaları ve artan
baskıları karşısında İslam aleminin ve İslam alemindeki bir
çok İslami kitlelerin derin bir sessizliğe gömüldüğü (genel
anlamıyla doğru olabilir) düşünülürken, bu düşüncenin yanlış
olduğunu gösteren aktif İslami faaliyetlerin, varlıklarını göstermeye
çalıştığı bir gerçek olarak dünya kamuoyuna yansıdı.
İslam alemindeki güdümlü basın ve batı medyasında saklanmaya,
yansıtılmamaya çalışılan bu çalışmaların sonuncusu,
İngiltere’nin başkenti Londra’nın Arena kapalı salonunda gerçekleşti.
Hizb-ut Tahrir’in düzenlediği bu organizasyon, 11 Eylülden
sonra suçluluk kompleksine kapılan Müslümanları cesaretlendiren
adımlardan biri olduğu gözlemlendi. İslam beldelerinde de çalışmalarında
hız kesmeden, baskı, işkence, zulüm, tutuklamalara (bu kitlenin
İslam beldelerinde bulunan devletçiklerin hapishanelerinde
binlerce üyesinin bulunduğu bilinmektedir. Bütün bunlara karşı)
aktif konumunu sürdüren bu partinin (Hizb-ut Tahrir’in) bu denli
büyük bir organizasyona cesaretle atılım yaparak, adeta
kafirlere ve onların İslam alemindeki kukla varlıklarına göndermeler
yapıp, kalplerine korku serpiştirdi.
İslamın
ideolojik üstünlüğü, sahih kalkınma için tek alternatif olduğu,
İslam’ın terörizmimle bağdaştırılamayacağı, batı kültürünün
tükenişi, Amerika ve İngiltere gibi sömürgeci kafirlerin İslam
alemine yönelik siyasi ve askeri oyunlarının konu edildiği
konferansa takriben 12 bin kişi katıldı. Dünyanın dört bir köşesinden,
bir çok sıkıntılara katlanarak konferansa iştirak eden bu
insanların aynı duygu, fikir ve heyecanla dolu oldukları gözlemlendi.
11
Eylülden sonra, ilki gerçekleştiren Müslümanların, bu denli yüksek
kalitedeki bir toplantıya cesaretle atılmalarında tabi ki İslam
fikrinin ümmet üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. İslâmî
hayatı yeniden hakim kılınması için yapılan fikri eylemin
önüne hiçbir kuvvetin geçemeyeceği de bir kez daha
hissettirilmiş oldu.
İslam
inancının hayata derin bir bakış açısı sunduğu, organizeli
bir çalışmanın Müslümanlar ve insanlar üzerinde her zaman
için etkin olacağı aşikardır. İslam ülkelerinde bunca baskılara
karşı İslam’dan daha hızlı yayılan başka bir sistemin
varlığından söz edilebilir mi? Bu dinin fikri hakimiyetinin
Afrika’nın en ücra köşesinden, Çin sınırlarını aşarak
dalga dalga yayılmasında bu dava elemanlarının katkıları ve gösterdikleri
başarıların etkinliği vardır.
Bu
toplantıda hiç bir ırk ayırımı yapılmadan, tek bir mesafeden
(İslami açıdan) yaklaşılarak, ümmet bilincinin canlı bir
örneğinin sergilenişi ise; sanki İslam Devleti Hilafetin görünümünden
(İnşallah o günlere de kavuşuruz) bölümler sergiler gibiydi.
Sömürme
amaçlı zeminler arama değil, sadece İslam ideolojisini hakim
kılmak, Allah’ın nizamıyla yeniden dünyaya hükmetmek için
canla başla çalışan bu insanlar, doğru ve sağlam akidelerinden
kaynaklanan düşünceye bağımlı, hiçbir şekilde taviz vermeyen
mütedeyyin kişiler olduklarını her zeminde olduğu gibi bu çalışmalarında
da ispatlamışlardırlar.
11
Eylül sonrası İslam dünya genelinde daha çok konuşulmaya,
bunun yanında İslam düşüncesi Avrupa’da da olanca ağırlığını
hissettirmeye başlamıştır. Ekonomik açıdan dünyaya hükmeden
batının İslam’ın etkisi karşısında şaşkına döndüğü,
bu nizama karşı hiçbir fikri akım gerçekleştiremeyip altında
ezildiği bu toplantıdan da anlaşılacağı üzere bariz bir
şekilde ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlığın tükenişi,
bunun karşısında Avrupa genelinde İslamın en etkili din olarak
yayılması küfür yöneticilerini ürkütmektedir. İslam Devleti
hayatta değilken, sadece İslam davetçilerinin yaptığı çalışmaların
etkisi bu denli kuvvetli ise; bir de İslamın tatbik edildiği
İslam Devleti Hilafetin varlığında oluşacak manzarayı düşünün...
İnşallah,
ileride bu konferansta geçen konuşmaları siz okurlarımıza
ulaştırmayı planlıyoruz. Bu kardeşlerimizin gösterdikleri başarıdan
dolayı tebrik ediyoruz. Allah yollarını açık, çalışmalarında
(amellerinde) başarılı kılsın...
Allah’tan
dileğimiz bu dini gereği gibi anlayan, yeryüzüne hakim kılmak
isteyen ve çalışan kişilerin elleriyle Hilafetin yeniden
kurulmasıdır.
Yarabbi!
Hilafeti bu kitlenin elleriyle hakim kıl, nusretini bizlere göster,
bizleri bu yolla takva sahibi kıl ve şereflendir... Amin
|