Bismillahirrahmanirrahim
Adana 2 Nolu Devlet
Güvenlik Mahkemesi Başkanlığına
Hamd alemlerin Rabbi
olan Allah (c.c)'a, Salat ve Selam Peygamberin efendisi olan Hz.
Muhammed Mustafa (s.a.v)’e onun ehli beytine, sahabelerine
ve hesap gününe kadar bunlara en güzel şekilde tabi olup,
Allah (c.c)’ın takdir ettiğinden başka hiçbir şeyin
isabet etmeyeceğine gönülden iman ederek, Raşidi Hilafet
Devleti’ni kurmak için çalışan İslami, sahih, siyasi bir
kitle olan partim Hizb-ut Tahrir’in üyesiyim diyerek bundan
gurur duyanların üzerine olsun.
Sayın Mahkeme
Üyeleri!
Şimdi sizlere, buraya
getirilme sebebimi izah etmeye geçmeden önce kalbimin
derinliklerinden gelen şu sözleri ifade etmek istiyorum:
Emanet olarak taşıdığım
nefsimi elinde bulunduran Allah’a (s.v.t.) yemin ederim ki vücudumda
bulunan kıllar sayısı kadar canım olsaydı, sahibi olduğum
o her bir canla dünyaya gelseydim her defasında şerefli
partim Hizb-ut Tahrir’in üyesi olur, İslami hayatı yeniden
başlatmanın şer-i metodu olan Raşidi Hilafet Devletini
kurmak için Allah Rasulünün yaptığı gibi sadece fikri ve
siyasi mücadelemi yapardım. Sağ elime güneşi, sol elime ayı
verseniz yine de Hizb-ut Tahrir’i terk etmem. Ya güttüğüm bu
İslami dava Allah’ın inayetiyle hakim olur, Raşidi Hilafet
Devleti kurulur ya da şu başım bu gövdemden ayrılır. İslam’ın
emin bir bekçisi olacağıma, bu Hizb-ut Tahrir’in
benimsediği İslami fikirleri kendi görüşlerime terste olsa
benimseyeceğime, İslami hayatı yeniden başlatmak için Raşidi
Hilafet Devletini kurmak üzere bütün gücümü harcayacağıma
yemin ederim. Allah benim söylediklerime şahittir.
Yaşadığım şerefli
hayattan zalimce uzaklaştırılıp aynı inancı
paylaştığım, İslam ümmetinin içinden çıkmış müslüman
hakimler ve diğer mahkeme heyetleriyle karşı karşıya
getirilmek kadar anlaması ve kabullenmesi zor ve adeta zillet
olan bu duruma gelmemin sebebi şudur: Ben İslami bir parti olan
Hizb-ut Tahrir’in üyesi olduğum için yargılanıyorum. Ben,
Hizb-ut Tahrir’in üyesi olduğumu inkar etmek şöyle
dursun bununla iftihar ediyorum. Bu iftiharımın sebebi;
Hizb-ut Tahrir’in İslam ideolojisini kendisine tek kaynak
olarak benimsemesi, İslam’ın fikirleri dışında hiçbir
şeye iltifat etmemesi, hiçbir idareci ve yöneticiye yağcılık
çekmemesi, dalkavukluk yapmaması, ortaya koyduğu bütün
meseleleri derin bir şekilde araştırıp vakıasına uygun
olan şer-i hükümleri tespit ederek İslam’ın hükümlerini
ortaya koyması ve Allah’ın razı olduğundan razı olan,
gazaplandığından da gazaplanan siyasi bir kitle olmasıdır.
Hizb-ut Tahrir bütün bunları şu ayetler gereğince
yapmaktadır:
Allah ve Rasulü bir işe
hükmettiği zaman mümin erkek ve mümin kadın için o konu
hakkında başka seçenek hakkı yoktur. [Ahzab
36]
O halde (ayetlerimizi)
yalanlayanlara itaat etme. (Onlar) isterler ki sen onlara yağ
çekesin de onlar da sana yağ çeksinler. [Kalem
8-9]
Hizb-ut Tahrir,
günümüzdeki İslam ümmetinin içine düşmüş olduğu
çöküntünün ve şiddetli sarsıntının sebebini derin bir
tedebbürle tespit etmiş, bu çöküntünün Amerika ve
İngiltere diye adlandırılan sömürgeci kafirlerin hamiliğini
yaptığı, bu devletlerin uşaklığını yapan yöneticiler
vasıtasıyla ithal edilen demokrasi, cumhuriyet ve laiklik
olarak adlandırılan, insanların egemenliğini esas alan
İslam dışı küfür fikirlerinden kaynaklandığını,
zilletle boğuşan bu ümmetin hastalığının esas
kaynağının İslam dışı yönetimler olduğunu tespit
etmiştir. Bu vakıayla ilgili İslami çözümleri tespit edip
açık bir metod ortaya koyabilmek için Allah Rasulünün
(a.s.) Mekke’den Medine dönemine kadar takip ettiği metodu,
Medine’de Hilafet Devletine kurduktan sonraki dönemi, Raşid
Halifeler dönemini, onlardan sonra gelen Tabiin, Emeviler,
Abbasiler, Selçuklular, Memluklular ve Osmanlı Hilafet Devleti’nin,
3 Mart 1924 tarihinde yıkıldığı ana kadar geçen dönemleri
derin bir şekilde araştırıp, uzun uzun enine boyuna yapılan
bir tedebbürden sonra İslam Ümmeti’nin günümüzdeki acı
vakıası az önce saydığı geçmiş dönemlerin arasında bir
mukayese yaparak müçtehit imamların içtihadlarından da
faydalanarak, İslam Hilafet Devleti kurulduktan sonra veya
önce kendisine ve bütün müslümanlara lazım olan İslami hükümleri
İslam öz kaynakları olan Kur’an, sünnet ve ikisinin işaret
ettiği sahabenin icmaı ve kıyasa bağlı kalarak benimsenmiş
ve bütün bunların sonucunda Hizb-ut Tahrir teşkilatı
kurulmuştur. Hizb-ut Tahrir’in düşüncesi ve metodu İslami
hayatı toplum ve devlet üzerinde yeniden başlatmak için Raşidi
Hilafet Devleti kurmak, bunu gerçekleştirmek için de fikri ve
siyasi, dar-ul Küfrü dar-ul İslam’a gayri İslami olan
mevcut toplumu İslami topluma dönüştürmektir.
Bende, İslam adına
bir şeyler yapmak arayışı içerisinde olduğum bir dönem de
partim Hizb-ut Tahrir’in fikirleriyle tanıştım.
Benimsediği İslam düşüncesi ve bu düşüncesinden çıkan
metodu derin bir şekilde araştırdım, üzerinde tefekkür
ettim ve bütün bunlardan sonra İslam davasını yüklenip taşımaya
karar verdim. Zihnim çevremden, toplumdan, karton bir devlet
olan T.C yönetiminin basın, yayın ve eğitim aracılığıyla
verdiği İslam dışı fikirlerle karışmış, beynim ve
damarlarımda akan kan adeta donmuştu.
Hizb-ut Tahrirle
tanıştıktan sonra, zihnim bu batıl fikirlerden arındı,
nefsiyetimi helal ve harama göre tatmin etmeye başladım ve böylece
donmuş olan beynim ve damarlarımdaki kan çözülmeye, büyük
bir coşkuyla akmaya başladı. İslam ile hayat buldum. Bir müslümanın
bu fikirlerle tanıştıktan sonra hayat bulmaması, donmuş
olan kanının volkan gibi patlayarak coşkun bir sel gibi
akmaması mümkün müdür?
Hz. Ömer gibi
zihniyeti, cahiliyye fikirleriyle dolmuş, nereden geldiği
belli olmayan, söylerken dahi insanın tüylerini diken diken
eden bir adetle kendi kız çocuğunu kendi elleriyle diri diri
toprağa gömebilecek kadar kalbi taşlaşmış bir kimseyi
değiştiren ve ona, “Kızıldeniz’in kenarında otlayan sürünün
koyunlarından birisi ırmağa düşse Allah’ın bana onun
hesabını sormasından korkarım” dedirten, bırakın
insanlara merhametsizliği hayvanlara dahi şefkat besleyecek
hale gelecek İslam değil midir? Neden İslam dinidir?
Çünkü İslam müteessir bir dindir. Biz kalbimizi İslam’a
açtığımız takdirde İslam’ın Hz. Ömer üzerinde
gösterdiği etkiyi bizim üzerimizde de göstermesi
mümkündür. Bende bir müslüman olarak Hz. Ömer’in
etkilendiği din olan İslam’dan etkilendim. Hayatım köklü
bir şekilde bir anda değişti. Bütün herkesin kendi canını,
ailesini, işini ve ticaretini düşündüğü bir ortamda, beni
sadece İslam’ı ve İslam Ümmeti’ni düşünür hale
getiren, kendi canını gönül rahatlığıyla feda etmeyi göze
aldıran ve tek gayesi İslam Ümmeti’nin ve hatta tüm
insanların kurtuluşu için mücadele veren bir şahsiyet
haline getiren yine İslam’dır. Hizb-ut Tahrir’i Hizb-ut
Tahrir yapanda İslam’dan benimsemiş olduğu bu tafsilatlı
ve kapsamlı İslami fikirlerdir.
Sayın Mahkeme
Üyeleri!
Hizb-ut Tahrir ne ilmi
depolayan ilim deposu, ne sırf ruhani, akademik, ahlaki ve ne de
vakıf ve dernekler gibi hayır işleriyle uğraşan bir kitle
olmayıp siyasi bir kitledir. Allah'ın (c.c) şu emri gereğince
kurulmuştur:
İçinizden hayra davet
eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir kitle olsun. İşte
kurtuluşa erenler onlardır. [Al-i
İmran 104]
Allah (c.c) yukarıdaki
ayette en az bir İslami kitlenin kurulmasını farz kılmakla
beraber, bu kitlenin görevini iki şekilde
sınırlandırmıştır. Birincisi, İslam’a davet etmek;
ikincisi, marufu emredip münkerden nehyetmek. Ayette yer alan
bu iki görevin yapılmasının farziyetini pekiştiren daha bir
çok şer’i nasslar vardır. İslam’a davet etmekle ilgili
olarak gelen ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Allah’a iman edip
salih amel işleyen, insanları Allah’a kulluğa davet eden ve
ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim vardır.
[Fussilet 33]
Marufu emredip münkerden
nehyetmekle ilgili olarak gelen ayet ve hadislere gelince, Allah
(c.c) şöyle buyuruyor:
Mü’min erkek ve mü’mine
kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder kötülükten
de nehyederler. [Tevbe 71]
Siz insanların
iyiliği için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.
İyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız. [Al-i
İmran 110]
Allah Rasulü (s.a.v)
bir hadisinde (mealen) şöyle buyuruyor:
“Nefsim elinde olana
yemin olsun ki, ya iyiliği emreder münkerden alıkoyarsınız
ya da Allah aradan fazla zaman geçmeden bir musibet gönderir, sonra
ona dua edersinizde duanız kabul olmaz.” [Ahmed b. Hanbel,
22212]
Bu kitlenin siyasi bir
kitle olmasının farziyetine gelince; İslam’a davet etmenin
başında idarecileri İslam’a davet etmek, marufu emredip münkerden
nehyetmenin başında idarecilere iyiliği emredip kötülükten
sakındırmak vardır. Bu işler ise siyasidirler. Bu işlerin
yapılmasının farziyeti bildiren hadisler gelmiştir. Allah
Rasulü (s.a.v) (mealen) şöyle buyuruyor:
“Cihadın en
üstünü zalim bir idarecinin karşısında söylenen hak
sözdür.” [Ahmed b. Hanbel, 10716]
“Allah ve Rasulü’nün
haram saydığını haram kabul etmeyen, Allah’ın ahdini
bozan (İslam’ı sanık sandalyesine oturtan) Allah Rasulü’nün
sünnetine muhalefet eden zalim bir devlet başkanını kim görürde
onlara karşı gelmezse, Allah onu (devlet başkanını)
sokacağı yere (cehenneme), onları da sokacaktır.”
Görüldüğü üzere
Hizb-ut Tahrir sadece bir isimden ibaret değil, bir şer’i hükümdür.
Nasıl ki namaz kılıp oruç tutmak yerine getirilmesi farz
olan birer emirse sahih İslami, siyasi bir kitle ile çalışmakta
aynı şekilde farzdır. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir’in uğrunda
mücadele verdiği Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için
çalışmak bütün müslümanların üzerine farz olduğu gibi,
siz mahkeme üyelerine de farzdır. Bu farzı ihmal eden herkes
bunun hesabını, hesap gününde, en şiddetli bir şekilde
Allah’a verecektir. Bu hükmün farziyeti ayetler ve
hadislerle sabittir. Allah (s.v.t) ayette şöyle buyuruyor:
Artık aralarında
Allah’ın indirdikleri ile hükmet ve onların arzularına
uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından
seni saptırmalarına dikkat et. [Maide
49]
Allah Rasulü (s.a.v)
ise hadislerinde (mealen) şöyle buyuruyor:
“Her kim ki bir
Halife’ye itaatten elini çekerse kıyamet gününde lehine
hiçbir delil bulunmaksızın Allah ile karşılaşacaktır. Her
kim de bir Halife’ye biat etmeden ölürse cahiliyye ölümü
ile ölmüş olu.” [Müslim, 3441]
“Muhakkak ki imam
(Halife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla
korunulur.” [Buhari, 2737]
Ayrıca; ekonomi,
eğitim, yönetim, iç ve dış siyaset, maliye, cezalar, içtimai
nizam, cizye ve muamelat gibi bir çok İslami hükümlerin
uygulanması da Raşidi Hilafet Devleti’nin varlığına
bağlıdır. Bu nedenle bu farz, farzların tacı olarak
adlandırılır.
Sayın Mahkeme
Üyeleri!
Hizb-ut Tahrir’in
terör örgütü olduğu yönündeki iddiaya gelince: Bu iddia
partiye atılmış açık bir iftira, mesnedsiz ve asılsız
kuru sözlerden başka bir şey değildir. Biz Hizb-ut Tahrir’i
tanıyan Amerika’sı, İngiltere’si, diğer Avrupa
devletleri ve bu devletlerin uşaklığını yapan karton
devletlerden T.C, Irak yönetimi, Endonezya, Malezya, Ürdün,
Kudüs, Lübnan, Özbekistan ve diğer Orta Asya ülkeleri ile Mısır,
Fas, Tunus ve faaliyet gösterdiğimiz diğer Ortadoğu, Orta
Asya ve Afrika’daki yönetimlerin hepsi de gayet iyi bilirler
ki, Hizb-ut Tahrir terör örgütü olarak adlandırılacak her
hangi bir eylemde bulunmamış, bunları yapanları da her zaman
şer’i nasslarla ikaz etmiştir. Hiçbir dünya devletinin
elinde ve sizin elinizde Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü
olduğunu ispatlayacak hiçbir delilin olmaması, Hizb-ut Tahrir’in
terör örgütü olmadığının en açık göstergesi değil
midir. Hizb-ut Tahrir, mücadelesini şer’i hükmün gereği
olarak fikri ve siyasi mücadele ile sınırlandırmış ve
maddi eylemde bulunmayı şiddetle red etmiştir. Bunun nedeni
ise, korkumuzdan dolayı değil, Allah Rasulü’nün, Medine de
İslam Devleti kurmadan önce Mekke’de böyle bir harekette
bulunmadığı içindir. Zira Hizb-ut Tahrir, Allah Rasulü’nün
metodunu, adım adım, karış karış takip eder ve onun
metodundan kıl kadar taviz vermez. Şayet Allah Rasulü (a.s),
İslam Devleti’ni kurmadan önce maddi bir eylemde bulunsaydı,
Hizb-ut Tahrir'li olarak bizde hiç çekinmeden maddi eylemlerde
bulunur ve gerekenleri yerine getirirdik ama bu metod, Allah’ın
emri değildir. Zira siyer kitaplarında açık olarak bilinen
bir hadisdir ki; Abdurrahman b. Avf, Mekke’de ikinci akabe
biatından sonra Allah Rasulü’ne gelip, “Ey Allah’ın
Rasulü, izin ver Mina halkını kılıçtan geçirelim” dediğinde
Allah Rasulü şöyle buyurdu, “Henüz onunla emr olunmadım.”
Çünkü Allah, Rasulüne kendisinden önceki elçilerin sabrettiği
gibi sabretmesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
Senden önce de
elçilerimiz yalanlanmıştı. Fakat onlar yalanlanmalarına ve
eziyet görmelerine rağmen sabrettiler. [En’am
34]
Hakikat şu ki,
faaliyet gösterdiğimiz bütün İslam memleketlerinde Allah
Rasulü’nün metoduna açık bir şekilde
bağlandığımızdan dolayı bir çok gencimiz zindanlara atılmakta
ve hatta çok vahşice işkencelerle gençlerimiz şehit
edilmektedir. Şehit edilirken kullanılan yöntemler arasında
iç organlarının çıkarılıp sonra tekrar dikilmesi,
ciğerlerinin dışarı çıkarılması, bir annenin altı
aylık bebeğinin kendi gözü önünde iki gözüne de kızgın
şiş sokularak kör edilmesi ve böylece öldürülmesi gibi
eylemler vardır. Bizim bunlara karşı koyabilecek Allah’a
hamd olsun gücümüz ve imkanımız olduğu, kardeşlerimize
yapılanların intikamını almaya gücümüz yettiği halde
bizler sırf Allah’ın emri olmadığı için bu yollara baş
vurmuyoruz. Aksi takdirde bunlar, yapanların yanlarına
bırakılacak hareketler değildir. Ama şunu unutmayın ki, ne
kafirler ne de onların uşaklığını yapan karton devletler,
biz Hizb-ut Tahrir'li gençleri yakalayıp hapse atmakla,
kanlarımızı akıtarak Allah yolunda şehit etmekle asla
bitiremeyecekler. Çünkü Allah kendi yolunda akıtılan
kanları, kendi yolunda zindanlara tıkılanların emeğini
boşa çıkarmaz. Allah’a yemin olsun ki her bir gencimiz
şehit edildiğinde ve zindanlara tıkıldığında her şeye gücü
yeten Allah onların yerine yüzlercesini bu partiye ikram
olarak dahil etmektedir.
Sakın Allah’ı
zalimlerin yaptıklarından habersiz zannetme. Allah onları
korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.
[İbrahim 42]
Yara aldıktan
(musibetlere uğratıldıktan) sonra, yine Allah’ın ve
Peygamberin çağrısına uyanlar (İslam davetini taşıyanlar)
özellikle bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takva sahibi
olanlar için pek büyük bir mükafat vardır. [Al-i
İmran 172]
İnkar edenler,
sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha
hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını artırmaları için fırsat
veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. [Al-i
İmran 178]
Bizim, Rasulün
metoduna bağlı kalmamızın sebebi şu ayettir:
Allah’a ve ahiret gününe
iman eden ve Allah’ı çokça zikreden için Allah’ın Rasulün
de güzel bir örneklik vardır. [Ahzab
21]
Yaptığım
izahatlardan da açığa çıkmıştır ki, Hizb-ut Tahrir
bir terör örgütü değildir ve onun bir üyesi olarak ben bir
terörist değilim.
Sayın Mahkeme
Üyeleri!
Hala içinde yaşadığımız
bu kadar örneklere rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim
olarak tağuti (İslam dışı) yönetim olduğunu, egemenliği
kayıtsız şartsız millete verdiğini ve Allah’ın yeryüzündeki
hakimiyetini reddettiğini görmüyor muyuz? Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana İslam Ümmeti için ne
yaptı, ne yapabildi? Ekonomisiyle, siyasi uygulamalarıyla,
eğitimiyle, yargısıyla ve daha bir çok yönüyle bağımsızlığını
yitirip IMF ve Avrupa devletlerine bağlılığını bildiren,
ağabeyleri Amerika ve Avrupa’nın sözlerinden dışarı çıkmayan
ve tamamen bu devletlere köle gibi boyun eğen, bu devlet
değil midir? Borç alan buyruk aldığı halde IMF’ten
aldığı her aldığı borç sonrasında sevinen ve bunu
ekonomiyi düzlüğe çıkaracak bir çözüm olarak gören,
ekonomisiyle dibe çöken bu devlet değil midir? İslam Ümmeti’nin
mallarını gasp ederek bu ümmetin mallarını özelleştirme
adı altında sermaye sahiplerine ve yahudi iş adamlarına
peşkeh çeken bu devlet değil midir?
Yönetimin başındaki
belli bir kesim, sermayedarlar, zengin işadamları ve
milletvekilleri denilen idareciler lüks bir hayat içerisinde
yaşayıp milyarları götürürlerken, devletin kendilerine
imkan tanıdığı imtiyazlı kişiler bankaları hortumlayarak
bu ümmetin paralarını heder ederken, on milyon insanımızı
işsizliğe mahkum eden, gençlerimiz üniversiteleri
bitirdikleri halde onları aylak aylak gezmek zorunda bırakan,
işçilerimizi asgari ücrete talim ettiren, daha ucuz ekmek
almak için ekmek büfelerinin önünde insanları bir parça
ekmeğe muhtaç hale getiren, zengini daha da zenginleştiren,
fakiri daha da fakirleştiren, müslümanları irtica ile mücadele
adı altında hapse attıran ve onlara zulmeden, ettiren,
çocuklarımız daha annelerinin karnındayken borçlu olarak doğmalarını
sağlayan, hayatından bezmiş, ateşe, şeytana, ata, puta
tapan, hırsız, arsız, sarhoş, zani, kumarbaz, gaspçı ve
dolandırıcı bir nesil yetiştirip, bu kadar bir nesli helak
eden, hastane kapılarından maddi imkanı olmadığı için
kovulmaya mahkum edilen ve her yerde bu ümmeti perişan olmaya
mahkum eden bu devlet değil midir?
Bütün müslümanlar,
bir vücudun azaları gibi olmaları sebebiyle bir acı
duyduğundan diğerleri onların yaralarını hissedip tedavi
etmek zorunda olan bir ümmet olduğundan dolayı Filistin’de
yaşanan ve oradaki müslümanlara karşı adeta bütün
insanların kanını donduracak kadar yapılan zulümlerle tüm
dünya müslümanları ve hatta tüm insanlık inlerken ve
yahudilerin yaptıklarına kin kusarken; “Yahudilerin
yaptıkları soykırımdır” dediği için hemen ağabeyi
Amerika tarafından yapılan uyarı üzerine bu demecini değiştirip
altmış milyonun karşısında; “Aslında yahudiler geçmişe
dayalı dostluk kurduğumuz ve sevdiğimiz yakın
dostlarımızdır” diyerek Allah’ın lanetlediği ve bütün
müslümanların en şiddetli düşmanı olan yahudi kavmine
sevgi besleyen ve onlara rezil bir şekilde dostluk mesajları
bu ülkenin Başbakanı ve Başbakanlığını yaptığı T.C
değil midir?
Bütün bu gerçekler
içinde bulunduğumuz acı vakıayı ve zillet dolu hayatı
bizlere yaşatan Türkiye Cumhuriyeti, onun uyguladığı ve
benimsediği, laiklik ve kapitalizm olarak adlandırılan çağdaş
tağuti küfür sistemlerinin çürümüşlüğünü, tıkanmışlığını,
rezilliğini ve çirkefliğini görmek için yeterli değil
mildir? Hala ne gibi zilletler yaşamayı bekliyoruz.
Allah’a yemin olsun
ki bu yaşadıklarımızdan daha zilleti ve felaketi bu ümmetin
başına gelmemiştir. Biz müslümanlara ve müslüman olarak
sizlere düşen İslami görev, bu zillet halkasını
boynunuzdan çıkarıp, köklü bir şekilde hayatımızdan çıkarıp
atmak ve boynumuza bizim şeref halkamız olan İslami hayatı
bir bütün olarak toplum ve devlet üzerinde tatbik edecek olan
Raşidi Hilafet Devleti’ni Allah’ın izniyle bir an önce
kurmaktır. Bu ümmetin bundan başka kurtuluşu ve çıkar yolu
Allah’ın zatına yemin ederim ki yoktur. İşte Hizb-ut
Tahrir İslam Ümmeti’ne, onlar için tek çıkar yol olan
boyunlarına geçirilecek şeref halkası Raşidi Hilafet
Devleti’ni hakim kılmak için çalışmaktadır.
Sayın Mahkeme
Üyeleri!
Ne için yargılanıyorum?
İslami bir parti olan Hizb-ut Tahrir’in bir üyesi olduğum için
mi? Zatı Zül Celal'e yemin ederim şu anda sanık sandalyesinde
oturan ve yargılanan ben değilim, İslam dinidir. Kendisine
tabi olduğum İslam dinini yargılayanlar aynı inancı
paylaştığım kişiler değil de İslam akidesine iman etmeyen
ve İslami duyguları taşımayan kafirler olsaydı bu durumu
normal karşılayacak, garipsemeyecektim. Ama ne yazık ki, bu
durumun böyle olmaması beni kahrediyor, bunun izahını
kendime bir türlü yapamıyor, bu durumun izahını Allah’a
havale ediyorum.
Bir müslüman olarak
şimdi sizlere düşen görev, sizinde kendisine inandığınız
İslam’ı sanık sandalyesinden kaldırıp başımızın tacı
yaparak İslam davasını yüklenmeniz ve İslami olan Hizb-ut
Tahrir’in üyesi olarak tahliyemi onaylamaktır. Bunu
yapmanız kendi lehinize, aksini yapmanız ise kendi
aleyhinizedir. Zira Allah yaptığımız ve yapacak olduğumuz
her şeyi bilmekte ve görmektedir. Yaptığımız her ameli,
hesap gününde bizlere tek tek bildirecek ve haber verecektir.
De ki çalışın! Çalışmanızı
Allah da, Rasulü de, mü’minler de görecektir. Sonra
görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz
de O size yaptıklarınızı haber verecektir. [Tevbe
105]
Ey iman edenler! Allah
ve Rasulü sizi, size hayat
veren şeye davet ettiğinde hemen ona icabet edin ve bilin ki,
Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve mutlaka onun
huzurunda toplanacaksınız. [Enfal 24]
Ey Allah’ım Raşidi
Hilafet Devleti’ni bu ümmetin kurtuluşu için senin partin
olan Hizb-ut Tahrir’in eli ile en kısa zaman da kurmayı
nasip et.
Kafir Amerika,
İngiltere, İsrail’i ve bunların uşaklığını yapan yönetimleri
bizim görmediğimiz askerlerinle darmadağın et.
Ey Allah’ım sen
kimin neyi hak ettiğini en iyi bilensin, partimin lideri
Abdulkadim Zellum’a en kısa zaman da Halife olmayı nasip et.
O bunu hak etti ya Rabbi. Sen kimin neyi hak ettiğini en iyi
bilensin.
Bu amelimi sana arz
ediyorum kabul et. (Amin)
Zulmedenler yakında
nasıl bir inkılapla devrileceklerini öğrenecekler. [Şuara
227]
|