Ana Sayfa YIL 13   SAYI 154   ŞABAN 1423   EKİM 2002 E-Mail

Hizb-ut Tahrir davasından yargılanan Yakup TOSUN'un, Adana 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde, 26 Haziran 2002 tarihinde yapılan duruşmada, mahkemeye okumuş ve vermiş olduğu savunma metnidir.

Hilafet Dergisi

Bismillahirrahmanirrahim

Adana 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığına

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)'a, Salat ve Selam Peygamberin efendisi olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’e onun ehli beytine, sahabelerine ve hesap gününe kadar bunlara en güzel şekilde tabi olup, Allah (c.c)’ın takdir ettiğinden başka hiçbir şeyin isabet etmeyeceğine gönülden iman ederek, Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışan İslami, sahih, siyasi bir kitle olan partim Hizb-ut Tahrir’in üyesiyim diyerek bundan gurur duyanların üzerine olsun.

Sayın Mahkeme Üyeleri!

Şimdi sizlere, buraya getirilme sebebimi izah etmeye geçmeden önce kalbimin derinliklerinden gelen şu sözleri ifade etmek istiyorum:

Emanet olarak taşıdığım nefsimi elinde bulunduran Allah’a (s.v.t.) yemin ederim ki vücudumda bulunan kıllar sayısı kadar canım olsaydı, sahibi olduğum o her bir canla dünyaya gelseydim her defasında şerefli partim Hizb-ut Tahrir’in üyesi olur, İslami hayatı yeniden başlatmanın şer-i metodu olan Raşidi Hilafet Devletini kurmak için Allah Rasulünün yaptığı gibi sadece fikri ve siyasi mücadelemi yapardım. Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz yine de Hizb-ut Tahrir’i terk etmem. Ya güttüğüm bu İslami dava Allah’ın inayetiyle hakim olur, Raşidi Hilafet Devleti kurulur ya da şu başım bu gövdemden ayrılır. İslam’ın emin bir bekçisi olacağıma, bu Hizb-ut Tahrir’in benimsediği İslami fikirleri kendi görüşlerime terste olsa benimseyeceğime, İslami hayatı yeniden başlatmak için Raşidi Hilafet Devletini kurmak üzere bütün gücümü harcayacağıma yemin ederim. Allah benim söylediklerime şahittir.

Yaşadığım şerefli hayattan zalimce uzaklaştırılıp aynı inancı paylaştığım, İslam ümmetinin içinden çıkmış müslüman hakimler ve diğer mahkeme heyetleriyle karşı karşıya getirilmek kadar anlaması ve kabullenmesi zor ve adeta zillet olan bu duruma gelmemin sebebi şudur: Ben İslami bir parti olan Hizb-ut Tahrir’in üyesi olduğum için yargılanıyorum. Ben, Hizb-ut Tahrir’in üyesi olduğumu inkar etmek şöyle dursun bununla iftihar ediyorum. Bu iftiharımın sebebi; Hizb-ut Tahrir’in İslam ideolojisini kendisine tek kaynak olarak benimsemesi, İslam’ın fikirleri dışında hiçbir şeye iltifat etmemesi, hiçbir idareci ve yöneticiye yağcılık çekmemesi, dalkavukluk yapmaması, ortaya koyduğu bütün meseleleri derin bir şekilde araştırıp vakıasına uygun olan şer-i hükümleri tespit ederek İslam’ın hükümlerini ortaya koyması ve Allah’ın razı olduğundan razı olan, gazaplandığından da gazaplanan siyasi bir kitle olmasıdır. Hizb-ut Tahrir bütün bunları şu ayetler gereğince yapmaktadır:

Allah ve Rasulü bir işe hükmettiği zaman mümin erkek ve mümin kadın için o konu hakkında başka seçenek hakkı yoktur. [Ahzab 36]

O halde (ayetlerimizi) yalanlayanlara itaat etme. (Onlar) isterler ki sen onlara yağ çekesin de onlar da sana yağ çeksinler. [Kalem 8-9]

Hizb-ut Tahrir, günümüzdeki İslam ümmetinin içine düşmüş olduğu çöküntünün ve şiddetli sarsıntının sebebini derin bir tedebbürle tespit etmiş, bu çöküntünün Amerika ve İngiltere diye adlandırılan sömürgeci kafirlerin hamiliğini yaptığı, bu devletlerin uşaklığını yapan yöneticiler vasıtasıyla ithal edilen demokrasi, cumhuriyet ve laiklik olarak adlandırılan, insanların egemenliğini esas alan İslam dışı küfür fikirlerinden kaynaklandığını, zilletle boğuşan bu ümmetin hastalığının esas kaynağının İslam dışı yönetimler olduğunu tespit etmiştir. Bu vakıayla ilgili İslami çözümleri tespit edip açık bir metod ortaya koyabilmek için Allah Rasulünün (a.s.) Mekke’den Medine dönemine kadar takip ettiği metodu, Medine’de Hilafet Devletine kurduktan sonraki dönemi, Raşid Halifeler dönemini, onlardan sonra gelen Tabiin, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Memluklular ve Osmanlı Hilafet Devleti’nin, 3 Mart 1924 tarihinde yıkıldığı ana kadar geçen dönemleri derin bir şekilde araştırıp, uzun uzun enine boyuna yapılan bir tedebbürden sonra İslam Ümmeti’nin günümüzdeki acı vakıası az önce saydığı geçmiş dönemlerin arasında bir mukayese yaparak müçtehit imamların içtihadlarından da faydalanarak, İslam Hilafet Devleti kurulduktan sonra veya önce kendisine ve bütün müslümanlara lazım olan İslami hükümleri İslam öz kaynakları olan Kur’an, sünnet ve ikisinin işaret ettiği sahabenin icmaı ve kıyasa bağlı kalarak benimsenmiş ve bütün bunların sonucunda Hizb-ut Tahrir teşkilatı kurulmuştur. Hizb-ut Tahrir’in düşüncesi ve metodu İslami hayatı toplum ve devlet üzerinde yeniden başlatmak için Raşidi Hilafet Devleti kurmak, bunu gerçekleştirmek için de fikri ve siyasi, dar-ul Küfrü dar-ul İslam’a gayri İslami olan mevcut toplumu İslami topluma dönüştürmektir.

Bende, İslam adına bir şeyler yapmak arayışı içerisinde olduğum bir dönem de partim Hizb-ut Tahrir’in fikirleriyle tanıştım. Benimsediği İslam düşüncesi ve bu düşüncesinden çıkan metodu derin bir şekilde araştırdım, üzerinde tefekkür ettim ve bütün bunlardan sonra İslam davasını yüklenip taşımaya karar verdim. Zihnim çevremden, toplumdan, karton bir devlet olan T.C yönetiminin basın, yayın ve eğitim aracılığıyla verdiği İslam dışı fikirlerle karışmış, beynim ve damarlarımda akan kan adeta donmuştu.

Hizb-ut Tahrirle tanıştıktan sonra, zihnim bu batıl fikirlerden arındı, nefsiyetimi helal ve harama göre tatmin etmeye başladım ve böylece donmuş olan beynim ve damarlarımdaki kan çözülmeye, büyük bir coşkuyla akmaya başladı. İslam ile hayat buldum. Bir müslümanın bu fikirlerle tanıştıktan sonra hayat bulmaması, donmuş olan kanının volkan gibi patlayarak coşkun bir sel gibi akmaması mümkün müdür?

Hz. Ömer gibi zihniyeti, cahiliyye fikirleriyle dolmuş, nereden geldiği belli olmayan, söylerken dahi insanın tüylerini diken diken eden bir adetle kendi kız çocuğunu kendi elleriyle diri diri toprağa gömebilecek kadar kalbi taşlaşmış bir kimseyi değiştiren ve ona, “Kızıldeniz’in kenarında otlayan sürünün koyunlarından birisi ırmağa düşse Allah’ın bana onun hesabını sormasından korkarım” dedirten, bırakın insanlara merhametsizliği hayvanlara dahi şefkat besleyecek hale gelecek İslam değil midir? Neden İslam dinidir? Çünkü İslam müteessir bir dindir. Biz kalbimizi İslam’a açtığımız takdirde İslam’ın Hz. Ömer üzerinde gösterdiği etkiyi bizim üzerimizde de göstermesi mümkündür. Bende bir müslüman olarak Hz. Ömer’in etkilendiği din olan İslam’dan etkilendim. Hayatım köklü bir şekilde bir anda değişti. Bütün herkesin kendi canını, ailesini, işini ve ticaretini düşündüğü bir ortamda, beni sadece İslam’ı ve İslam Ümmeti’ni düşünür hale getiren, kendi canını gönül rahatlığıyla feda etmeyi göze aldıran ve tek gayesi İslam Ümmeti’nin ve hatta tüm insanların kurtuluşu için mücadele veren bir şahsiyet haline getiren yine İslam’dır. Hizb-ut Tahrir’i Hizb-ut Tahrir yapanda İslam’dan benimsemiş olduğu bu tafsilatlı ve kapsamlı İslami fikirlerdir.

Sayın Mahkeme Üyeleri!

Hizb-ut Tahrir ne ilmi depolayan ilim deposu, ne sırf ruhani, akademik, ahlaki ve ne de vakıf ve dernekler gibi hayır işleriyle uğraşan bir kitle olmayıp siyasi bir kitledir. Allah'ın (c.c) şu emri gereğince kurulmuştur:

İçinizden hayra davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir kitle olsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. [Al-i İmran 104]

Allah (c.c) yukarıdaki ayette en az bir İslami kitlenin kurulmasını farz kılmakla beraber, bu kitlenin görevini iki şekilde sınırlandırmıştır. Birincisi, İslam’a davet etmek; ikincisi, marufu emredip münkerden nehyetmek. Ayette yer alan bu iki görevin yapılmasının farziyetini pekiştiren daha bir çok şer’i nasslar vardır. İslam’a davet etmekle ilgili olarak gelen ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Allah’a iman edip salih amel işleyen, insanları Allah’a kulluğa davet eden ve ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim vardır. [Fussilet 33]

Marufu emredip münkerden nehyetmekle ilgili olarak gelen ayet ve hadislere gelince, Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Mü’min erkek ve mü’mine kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder kötülükten de nehyederler. [Tevbe 71]

Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız. [Al-i İmran 110]

Allah Rasulü (s.a.v) bir hadisinde (mealen) şöyle buyuruyor:

“Nefsim elinde olana yemin olsun ki, ya iyiliği emreder münkerden alıkoyarsınız ya da Allah aradan fazla zaman geçmeden bir musibet gönderir, sonra ona dua edersinizde duanız kabul olmaz.” [Ahmed b. Hanbel, 22212]

Bu kitlenin siyasi bir kitle olmasının farziyetine gelince; İslam’a davet etmenin başında idarecileri İslam’a davet etmek, marufu emredip münkerden nehyetmenin başında idarecilere iyiliği emredip kötülükten sakındırmak vardır. Bu işler ise siyasidirler. Bu işlerin yapılmasının farziyeti bildiren hadisler gelmiştir. Allah Rasulü (s.a.v) (mealen) şöyle buyuruyor:

“Cihadın en üstünü zalim bir idarecinin karşısında söylenen hak sözdür.” [Ahmed b. Hanbel, 10716]

“Allah ve Rasulü’nün haram saydığını haram kabul etmeyen, Allah’ın ahdini bozan (İslam’ı sanık sandalyesine oturtan) Allah Rasulü’nün sünnetine muhalefet eden zalim bir devlet başkanını kim görürde onlara karşı gelmezse, Allah onu (devlet başkanını) sokacağı yere (cehenneme), onları da sokacaktır.”

Görüldüğü üzere Hizb-ut Tahrir sadece bir isimden ibaret değil, bir şer’i hükümdür. Nasıl ki namaz kılıp oruç tutmak yerine getirilmesi farz olan birer emirse sahih İslami, siyasi bir kitle ile çalışmakta aynı şekilde farzdır. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir’in uğrunda mücadele verdiği Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışmak bütün müslümanların üzerine farz olduğu gibi, siz mahkeme üyelerine de farzdır. Bu farzı ihmal eden herkes bunun hesabını, hesap gününde, en şiddetli bir şekilde Allah’a verecektir. Bu hükmün farziyeti ayetler ve hadislerle sabittir. Allah (s.v.t) ayette şöyle buyuruyor:

Artık aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et. [Maide 49]

Allah Rasulü (s.a.v) ise hadislerinde (mealen) şöyle buyuruyor:

“Her kim ki bir Halife’ye itaatten elini çekerse kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allah ile karşılaşacaktır. Her kim de bir Halife’ye biat etmeden ölürse cahiliyye ölümü ile ölmüş olu.” [Müslim, 3441]

“Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Buhari, 2737]

Ayrıca; ekonomi, eğitim, yönetim, iç ve dış siyaset, maliye, cezalar, içtimai nizam, cizye ve muamelat gibi bir çok İslami hükümlerin uygulanması da Raşidi Hilafet Devleti’nin varlığına bağlıdır. Bu nedenle bu farz, farzların tacı olarak adlandırılır.

Sayın Mahkeme Üyeleri!

Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğu yönündeki iddiaya gelince: Bu iddia partiye atılmış açık bir iftira, mesnedsiz ve asılsız kuru sözlerden başka bir şey değildir. Biz Hizb-ut Tahrir’i tanıyan Amerika’sı, İngiltere’si, diğer Avrupa devletleri ve bu devletlerin uşaklığını yapan karton devletlerden T.C, Irak yönetimi, Endonezya, Malezya, Ürdün, Kudüs, Lübnan, Özbekistan ve diğer Orta Asya ülkeleri ile Mısır, Fas, Tunus ve faaliyet gösterdiğimiz diğer Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’daki yönetimlerin hepsi de gayet iyi bilirler ki, Hizb-ut Tahrir terör örgütü olarak adlandırılacak her hangi bir eylemde bulunmamış, bunları yapanları da her zaman şer’i nasslarla ikaz etmiştir. Hiçbir dünya devletinin elinde ve sizin elinizde Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğunu ispatlayacak hiçbir delilin olmaması, Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olmadığının en açık göstergesi değil midir. Hizb-ut Tahrir, mücadelesini şer’i hükmün gereği olarak fikri ve siyasi mücadele ile sınırlandırmış ve maddi eylemde bulunmayı şiddetle red etmiştir. Bunun nedeni ise, korkumuzdan dolayı değil, Allah Rasulü’nün, Medine de İslam Devleti kurmadan önce Mekke’de böyle bir harekette bulunmadığı içindir. Zira Hizb-ut Tahrir, Allah Rasulü’nün metodunu, adım adım, karış karış takip eder ve onun metodundan kıl kadar taviz vermez. Şayet Allah Rasulü (a.s), İslam Devleti’ni kurmadan önce maddi bir eylemde bulunsaydı, Hizb-ut Tahrir'li olarak bizde hiç çekinmeden maddi eylemlerde bulunur ve gerekenleri yerine getirirdik ama bu metod, Allah’ın emri değildir. Zira siyer kitaplarında açık olarak bilinen bir hadisdir ki; Abdurrahman b. Avf, Mekke’de ikinci akabe biatından sonra Allah Rasulü’ne gelip, “Ey Allah’ın Rasulü, izin ver Mina halkını kılıçtan geçirelim” dediğinde Allah Rasulü şöyle buyurdu, “Henüz onunla emr olunmadım.” Çünkü Allah, Rasulüne kendisinden önceki elçilerin sabrettiği gibi sabretmesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

Senden önce de elçilerimiz yalanlanmıştı. Fakat onlar yalanlanmalarına ve eziyet görmelerine rağmen sabrettiler. [En’am 34]

Hakikat şu ki, faaliyet gösterdiğimiz bütün İslam memleketlerinde Allah Rasulü’nün metoduna açık bir şekilde bağlandığımızdan dolayı bir çok gencimiz zindanlara atılmakta ve hatta çok vahşice işkencelerle gençlerimiz şehit edilmektedir. Şehit edilirken kullanılan yöntemler arasında iç organlarının çıkarılıp sonra tekrar dikilmesi, ciğerlerinin dışarı çıkarılması, bir annenin altı aylık bebeğinin kendi gözü önünde iki gözüne de kızgın şiş sokularak kör edilmesi ve böylece öldürülmesi gibi eylemler vardır. Bizim bunlara karşı koyabilecek Allah’a hamd olsun gücümüz ve imkanımız olduğu, kardeşlerimize yapılanların intikamını almaya gücümüz yettiği halde bizler sırf Allah’ın emri olmadığı için bu yollara baş vurmuyoruz. Aksi takdirde bunlar, yapanların yanlarına bırakılacak hareketler değildir. Ama şunu unutmayın ki, ne kafirler ne de onların uşaklığını yapan karton devletler, biz Hizb-ut Tahrir'li gençleri yakalayıp hapse atmakla, kanlarımızı akıtarak Allah yolunda şehit etmekle asla bitiremeyecekler. Çünkü Allah kendi yolunda akıtılan kanları, kendi yolunda zindanlara tıkılanların emeğini boşa çıkarmaz. Allah’a yemin olsun ki her bir gencimiz şehit edildiğinde ve zindanlara tıkıldığında her şeye gücü yeten Allah onların yerine yüzlercesini bu partiye ikram olarak dahil etmektedir.

Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz zannetme. Allah onları korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. [İbrahim 42]

Yara aldıktan (musibetlere uğratıldıktan) sonra, yine Allah’ın ve Peygamberin çağrısına uyanlar (İslam davetini taşıyanlar) özellikle bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükafat vardır. [Al-i İmran 172]

İnkar edenler, sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını artırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. [Al-i İmran 178]

Bizim, Rasulün metoduna bağlı kalmamızın sebebi şu ayettir:

Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah’ı çokça zikreden için Allah’ın Rasulün de güzel bir örneklik vardır. [Ahzab 21]

Yaptığım izahatlardan da açığa çıkmıştır ki, Hizb-ut Tahrir bir terör örgütü değildir ve onun bir üyesi olarak ben bir terörist değilim.

Sayın Mahkeme Üyeleri!

Hala içinde yaşadığımız bu kadar örneklere rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim olarak tağuti (İslam dışı) yönetim olduğunu, egemenliği kayıtsız şartsız millete verdiğini ve Allah’ın yeryüzündeki hakimiyetini reddettiğini görmüyor muyuz? Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana İslam Ümmeti için ne yaptı, ne yapabildi? Ekonomisiyle, siyasi uygulamalarıyla, eğitimiyle, yargısıyla ve daha bir çok yönüyle bağımsızlığını yitirip IMF ve Avrupa devletlerine bağlılığını bildiren, ağabeyleri Amerika ve Avrupa’nın sözlerinden dışarı çıkmayan ve tamamen bu devletlere köle gibi boyun eğen, bu devlet değil midir? Borç alan buyruk aldığı halde IMF’ten aldığı her aldığı borç sonrasında sevinen ve bunu ekonomiyi düzlüğe çıkaracak bir çözüm olarak gören, ekonomisiyle dibe çöken bu devlet değil midir? İslam Ümmeti’nin mallarını gasp ederek bu ümmetin mallarını özelleştirme adı altında sermaye sahiplerine ve yahudi iş adamlarına peşkeh çeken bu devlet değil midir?

Yönetimin başındaki belli bir kesim, sermayedarlar, zengin işadamları ve milletvekilleri denilen idareciler lüks bir hayat içerisinde yaşayıp milyarları götürürlerken, devletin kendilerine imkan tanıdığı imtiyazlı kişiler bankaları hortumlayarak bu ümmetin paralarını heder ederken, on milyon insanımızı işsizliğe mahkum eden, gençlerimiz üniversiteleri bitirdikleri halde onları aylak aylak gezmek zorunda bırakan, işçilerimizi asgari ücrete talim ettiren, daha ucuz ekmek almak için ekmek büfelerinin önünde insanları bir parça ekmeğe muhtaç hale getiren, zengini daha da zenginleştiren, fakiri daha da fakirleştiren, müslümanları irtica ile mücadele adı altında hapse attıran ve onlara zulmeden, ettiren, çocuklarımız daha annelerinin karnındayken borçlu olarak doğmalarını sağlayan, hayatından bezmiş, ateşe, şeytana, ata, puta tapan, hırsız, arsız, sarhoş, zani, kumarbaz, gaspçı ve dolandırıcı bir nesil yetiştirip, bu kadar bir nesli helak eden, hastane kapılarından maddi imkanı olmadığı için kovulmaya mahkum edilen ve her yerde bu ümmeti perişan olmaya mahkum eden bu devlet değil midir?

Bütün müslümanlar, bir vücudun azaları gibi olmaları sebebiyle bir acı duyduğundan diğerleri onların yaralarını hissedip tedavi etmek zorunda olan bir ümmet olduğundan dolayı Filistin’de yaşanan ve oradaki müslümanlara karşı adeta bütün insanların kanını donduracak kadar yapılan zulümlerle tüm dünya müslümanları ve hatta tüm insanlık inlerken ve yahudilerin yaptıklarına kin kusarken; “Yahudilerin yaptıkları soykırımdır” dediği için hemen ağabeyi Amerika tarafından yapılan uyarı üzerine bu demecini değiştirip altmış milyonun karşısında; “Aslında yahudiler geçmişe dayalı dostluk kurduğumuz ve sevdiğimiz yakın dostlarımızdır” diyerek Allah’ın lanetlediği ve bütün müslümanların en şiddetli düşmanı olan yahudi kavmine sevgi besleyen ve onlara rezil bir şekilde dostluk mesajları bu ülkenin Başbakanı ve Başbakanlığını yaptığı T.C değil midir?

Bütün bu gerçekler içinde bulunduğumuz acı vakıayı ve zillet dolu hayatı bizlere yaşatan Türkiye Cumhuriyeti, onun uyguladığı ve benimsediği, laiklik ve kapitalizm olarak adlandırılan çağdaş tağuti küfür sistemlerinin çürümüşlüğünü, tıkanmışlığını, rezilliğini ve çirkefliğini görmek için yeterli değil mildir? Hala ne gibi zilletler yaşamayı bekliyoruz.

Allah’a yemin olsun ki bu yaşadıklarımızdan daha zilleti ve felaketi bu ümmetin başına gelmemiştir. Biz müslümanlara ve müslüman olarak sizlere düşen İslami görev, bu zillet halkasını boynunuzdan çıkarıp, köklü bir şekilde hayatımızdan çıkarıp atmak ve boynumuza bizim şeref halkamız olan İslami hayatı bir bütün olarak toplum ve devlet üzerinde tatbik edecek olan Raşidi Hilafet Devleti’ni Allah’ın izniyle bir an önce kurmaktır. Bu ümmetin bundan başka kurtuluşu ve çıkar yolu Allah’ın zatına yemin ederim ki yoktur. İşte Hizb-ut Tahrir İslam Ümmeti’ne, onlar için tek çıkar yol olan boyunlarına geçirilecek şeref halkası Raşidi Hilafet Devleti’ni hakim kılmak için çalışmaktadır.

Sayın Mahkeme Üyeleri!

Ne için yargılanıyorum? İslami bir parti olan Hizb-ut Tahrir’in bir üyesi olduğum için mi? Zatı Zül Celal'e yemin ederim şu anda sanık sandalyesinde oturan ve yargılanan ben değilim, İslam dinidir. Kendisine tabi olduğum İslam dinini yargılayanlar aynı inancı paylaştığım kişiler değil de İslam akidesine iman etmeyen ve İslami duyguları taşımayan kafirler olsaydı bu durumu normal karşılayacak, garipsemeyecektim. Ama ne yazık ki, bu durumun böyle olmaması beni kahrediyor, bunun izahını kendime bir türlü yapamıyor, bu durumun izahını Allah’a havale ediyorum.

Bir müslüman olarak şimdi sizlere düşen görev, sizinde kendisine inandığınız İslam’ı sanık sandalyesinden kaldırıp başımızın tacı yaparak İslam davasını yüklenmeniz ve İslami olan Hizb-ut Tahrir’in üyesi olarak tahliyemi onaylamaktır. Bunu yapmanız kendi lehinize, aksini yapmanız ise kendi aleyhinizedir. Zira Allah yaptığımız ve yapacak olduğumuz her şeyi bilmekte ve görmektedir. Yaptığımız her ameli, hesap gününde bizlere tek tek bildirecek ve haber verecektir.

De ki çalışın! Çalışmanızı Allah da, Rasulü de, mü’minler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yaptıklarınızı haber verecektir. [Tevbe 105]

Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat veren şeye davet ettiğinde hemen ona icabet edin ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. [Enfal 24]

Ey Allah’ım Raşidi Hilafet Devleti’ni bu ümmetin kurtuluşu için senin partin olan Hizb-ut Tahrir’in eli ile en kısa zaman da kurmayı nasip et.

Kafir Amerika, İngiltere, İsrail’i ve bunların uşaklığını yapan yönetimleri bizim görmediğimiz askerlerinle darmadağın et.

Ey Allah’ım sen kimin neyi hak ettiğini en iyi bilensin, partimin lideri Abdulkadim Zellum’a en kısa zaman da Halife olmayı nasip et. O bunu hak etti ya Rabbi. Sen kimin neyi hak ettiğini en iyi bilensin.

Bu amelimi sana arz ediyorum kabul et. (Amin)

Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini öğrenecekler. [Şuara 227]

YIL 13  SAYI 154  ŞABAN 1423  EKİM 2002

Yukarı