Ana Sayfa YIL 13   SAYI 154   ŞABAN 1423   EKİM 2002 E-Mail

İSLAM'LA İLİŞKİLER KOPUNCA İSLAM ÜMMETİ DAHA DA BATIYOR

A. SEYFULİSLAM

İslam aleminde gelişen olaylara bakıldığında iki yönlü bir eğilimin olduğunu görüyoruz. Bu; ya bulunulan ortama ayak uyduma veyahut bulunulan ortamdan sıyrılıp izzet kazanma şeklindedir.

Bulunulan ortama uygun bir yaşantı çizme hususunda ümmetin bilinçli hareket eden kesimleri olduğu gibi, sadece hayatını her ne şekilde olursa olsun sessiz-sedasız yaşamak isteyenlerde mevcuttur. Bu açıdan meseleye yaklaşıldığında dünyanın diğer bölgelerinde yaşanmayan olayların İslam beldelerinde yaşandığını görüyoruz. Belki buna şu şekilde de yaklaşmak mümkündür: Dünyanın diğer yerlerinde ideolojik veya nizamlardan kaynaklanan rejim sorunları yaşanmamaktadır. O bölgelerde yaşanan önemli hususlar; kaynakları barındırmaları itibari ile ve bu kaynakların el değiştirmesi (yani bir anlamda sömürünün, sömürgeci güçlerin akımında kültürel değil) maddi (silahlı veya siyasi egemenliğin) hakimiyeti söz konusudur. Bu sebepten dolayı Tanzanya’da veya Uganda gibi yerlerde İslam beldelerindekine benzer tipte olaylar yaşanmaz. Burada benzeşen olay katliam, silahlı baskınlar, sömürüden kaynaklanan fakirleştirme operasyonlarıdır.

İslam beldelerine yöneldiğimiz de farklı oluşumların cereyan ettiğini görürüz. Başta kapitalizmin gereği olan maddi kaynakları sömürü gelmektedir ki; bu artık bir sır veya gizli akım olmaktan çıkmış alenen işlenir konuma gelmiştir. Diğer beldelerden ayıran ana faktörlerin esasını teşkil eden husus ise İslam ümmetini ideolojik olarakta baskı altına alma meselesidir. Yani açık bir tabirle; kapitalizmin, küfrün kurallarının İslam ümmeti üzerinde hayat tarzı olarak yerleştirilme ameliyesidir. Bu noktada kafir devletler hain ve ajan idarecileri yolu ile İslam ümmeti üzerinde baskın konumdadırlar. Bu alanda istedikleri konum gerçekleşmiş midir? Bu soruya olumlu bir cevap vermek henüz erken olmasına rağmen bazı sonuçlar aldıkları da ortadadır.

İslam beldelerinin büyük bir kesimi yukarıda değindiğimiz kültürel akımın etkisi altında kalmıştır. Baskıların, zorbalığın ağır bastığı ve bunların yoğun olarak yaşandığı bölgelerde de bu gerçeği görüyoruz. Yine bazı bölgelerde azınlık olarak ta olsa batının kültürel akımları ümmetin evlatlarının zihinlerinde yara açmıştır. Bunu hayat tarzlarını düzenlemedeki esas aldıkları prensiplere bakarak çözme mümkündür.

Batının, toplum olarak içerisine düşmüş olduğu çıkmaza bir misyon ararken İslam ümmetinin telef olmuş batı kültüründe şifa bulmaya yönelmeleri gerçekten şaşılacak bir şeydir!...

Batının tükenen veya tatmin etmeyen kültürünün akabinde, teknolojik baskıların getirdiği eğilimden kafasını kaldırmak isteyen toplumunu bir çok uyuşturucu nesnelerle uyutmak için çaba sarf ettiği bilinen bir gerçektir. İlkokullarından itibaren artık gençlerini uyuşturucu müptelası kılmak için, batılı aileler devletin de dolaylı desteği ile bu işi gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Demek ki; ideolojik alanda tükenme alternatif olarak maddi bazda baskı unsuru olan nesneleri doğurmaktadır. Burada, insanlık için güzel alanlarda kullanılabilecek olan teknolojinin baskı unsuru olarak kullanıldığını batı memleketlerinde etkin bir şekilde görmek mümkündür. Bunun yanında parlak zihinlere müsaade etmeyen batının dizginlerini ellerinde tutan kesim, kendi insanlarının sarhoş ve uyuşturucu müptelasına yönlenmesinde etkin roller oynamaktadır. Batıda uyuşturucu nesnelerin artık resmen dağıtımı yapılmakta, hatta kiliseler dahi bu iş için organize alanları olarak seçilmektedir. Hollanda’da olduğu gibi.

Fikirsel bazda insanlığa sapıklıktan başka verecekleri hiçbir şeyleri kalmayan batı kültürünün, İslam beldelerinde baz alınmasını anlamaksa mümkün değildir. Bu kültürün etkisinde kalan, İslam beldelerinden bir tanesi olan Türkiye’nin geldiği konuma bir bakın! Batı ve kültürüne yöneldikçe batmaktadır.

Yukarıda kısaca değindiğimiz batı kültürü, kendi halkını doyuma kavuşturamıyorsa (ki; bu konuda batıda yüzlerce makalenin yazıldığı, batının düşünürlerinin çıkış yolu aradıkları bilindiği halde) İslam düşüncesinin esaslarından (akidesinden) sıyrılmamış/uzaklaşmamış İslam ümmetini nasıl kalkındırma gücüne sahip olabilir ki?!

Müslüman Türk halkı ve İslam ümmeti üzerinde çizilen portreye bir bakın! Bunlar fikri alanda çöküntüye uğramış, kokuşmuş batı düşünceleri değil mi?!. Örneğin; fikir hürriyeti, şahsi hürriyetler gibi. 78 yıldır bu düşüncelerle kalkınmış bir İslam beldesini göstermek mümkün değildir. Bu hürriyetler, ümmetin hayat yapısını o kadar bozdu ki; bazı alanlarda batı toplumunu aşmış vaziyettedirler. Örneğin İstanbul; batıya ve dünyaya fuhuş üreten merkez haline gelmiştir. Bu, hürriyet düşüncesinin getirdiği bir neticedir. Yine eşcinsellerin hızla artığı tek ülke konumundadır. Bu düşünceler sağlıklı bir toplumu öldürmek için verilen birer virüstür.

İşin garip olan tarafı şudur ki; Türkiye gibi yerlerde batı hayranlığı doruk noktasına ulaşmasına rağmen batının bu ülkelere bakışı daha da kötüleşmiştir. Çıkarları açısından dost ülke kabul ettikleri bu memleketlerin halkını birer solucan gibi ezmenin yollarını arıyor ve de uyguluyorlar.

İslam beldelerinde özgürlük çığırtkanlığı yapanlar ve buna aldanan halk aslında büyük bir kıskacın içerisindedir. Burada sistemde bir kaos yaşandığı belli olmasına rağmen güç odakları yıllardır askeri ve polisiye güçle insanları büyük coğrafyalarda hapsettiği gözükür. Mısır, Türkiye, Tunus, Suudi Arabistan, Cezayir gibi yerlerde askeri yönetimlerin hiçbir zaman siyaseti yalnız başına bıraktıkları gözükmez. Her alanda olduğu gibi bu alanda da baskı unsuru açıkça sezilir bir şekilde halkın üzerinde hissettirilir. Buna ek olarak kuvvet ehli kendini koruyabilmek için çeşitli üsluplar geliştirmiş veya dışarıdan örnekler almıştır. Örneğin; Suriye’de, Türkiye’de halk kendi kendinden korkar hale gelmiştir. Bir anlamda; zamanın komünist ülkelerinde yaşanan bir konum vardır. İslami eylemler ve bunların etrafında odaklaşmalardan bahsetmeye insanlar korkarak yaklaşıyorlar. Burada halkın birbirini kuvvet ehlinin cellatlarına jurnallemesi bahis konusudur. Kasıtlı olarak halkın arasına gizli bir el tarafından bu korku yayılmıştır.

Bu beldelerde kuvvet ehlinin İslam’a olan karşı tutumlarının anlaşılır cinsten olduğunu kabul edelim. Ki; burada arkasında yatan etkenin, kuvvet ehlinin elinde bulundurduğu otoritenin ve sistemin bertaraf edilmesi gerçeğinin yattığı bilinen bir husustur. Fakat İslam çerçevesi dışında özgürlük arayışı içerisinde olanlar da kendilerini ifade etme noktasında kıskaç altındadır. Kokuşmuş hukuklarının belirlediği yasaların ısrarla uygulanmasını talep eden veya bu noktada doğan tersliklere karşı eyleme girişenlerde rejimin kıskacından kendilerini kurtarmış değildir. Bundan dolayı bu gibi beldelerde adları aydınlıkçı kişiler olarak lanse edilenler de hapse atılmaktadır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın sahiplendikleri düzenlerinin kendilerine değer vermediği ortadadır.

Çarpık bir örneği yine demokrasi ve çağdaşlık çığırtkanlığı yapan Türkiye’den vermek istiyoruz: İnsan hakları ve hürriyetler için örgütleşenler hapse atılabilmekte, ayrıca bugün Türkiye’de Komünist partisinin çalışmasına resmen müsaade edilmesine rağmen, bu partinin tüzüksel yapısı TC. parti kanunları çerçevesinde düzenlenmesi zorunluluğu getirilmiştir. Oysa ki; komünizm bir ideolojidir ve kendine has fikirleri ve metodu vardır. İslam’a davetin zaten serbest olamadığını biliyoruz. İşte bu çarpık bir yapı içerisinde halkın kendini nasıl özgür gördüğünü anlamamız mümkün değil.

İslam beldelerinde halkın devletlerini genel anlamda sevmedikleri aşikardır. Sever gözükmeleri ise şaşırtıcıdır. Sakin bir ortamda halkın nabzı yoklanıldığında rejimlerin üzerlerindeki baskılarından dert yandıkları gözükür. Bu devletlerde, kendisini halkına sevdirecek veya onlara karşı bir yükümlülük taşıdıklarını söylemiyorlar. Tam aksine bu beldelerdeki halkları kafirlerin çıkarları doğrultusunda idare etmeyi yeğlediklerini sık sık beyan ediyorlar. Durum böyle olduğu halde ümmetin büyük bir kısmına milliyetçilik tortuları hakim olmuş; vatan, millet, bayrak, din sloganına dört elle sarılmışlardır. Artık hutbeler bu gibi konularla süslenmiş ve de halk bunu kabullenmiştir. Halkın bu benimsemesi; onları kendilerine sahip çıkacak bir devlet oluşumuna kavuşturmuş mudur?! Elbette ki hayır. Belki bu hususa kısaca şöyle cevap vermek mümkündür: Bugün İslam beldelerindeki devletçikler kendilerini korumaktan acizken halkını nasıl korusun. İslam ümmetinin en büyük düşmanı bugün başlarındaki rejimlerdir. Onlar kafirlerin binlerce Müslüman’ı öldürmesine ses çıkartmayıp zemin hazırlayan katillerdir. Irak, Filistin, Afganistan bunun en canlı örnekleridir. Durum böyle olunca bu ümmet nasıl olurda kendilerine has bir devletlerinin olduğundan bahsede bilir?! O devletlere destek sağladıkça rejim onları daha da aşağılamıyor mu?!

Ümmetin başındaki hain yöneticiler batı tarzı bir din anlayışı sergilemek isterken, halka nasıl bir İslam anlayışı verecekleri hususunda da şaşkın vaziyetteler. Bir çok akımlar geliştirerek İslam anlayışını yıkmak isteyen devletin dilini anlamayan halk kendine göre bir inanç modeli çıkartmıştır. Söylemleriyle ne İslami fikirlere uygun, nede batı fikirlerine uygun bir model ortaya çıkmıştır. Örneğin; “Müslüman’ım fakat İslamcı değilim, Müslüman olmam demokrasiyi, laikliği dışlamak anlamına gelmez, İslam bizim için bir yaşam tarzı değil, inançtır. Bundan da öte gitmez.” gibi yüzlerce sapık düşünceleri müşahede etmekteyiz. Böyle kaypak görüşler sunmakla batının istediği normlara yine de ulaşamadıkları ortadadır. Bu yapılanmalarıyla batı nezdinde haysiyetsiz bir toplum olduklarını, aşağılandıklarını ne kadar zelil olduklarını görüyoruz. Dışarıda zelil olan toplumun içeride ki konumunun daha da kötü olduğu ortadadır.

Hiçbir ideolojide temellenmeyen toplum yapısı kaoslarla doludur. Bunun en yakın örneği seçim havasına giren Türkiye de yaşanan gelişmelerdir. Kanun ve nizamlarını yeri geldiğinde değersiz kılan uygulamalar bunun belirgin örneğidir.

Yine bu ülkelerde çizilen portrede cinselliğin ön plana çıkarılması mevcuttur. İşte, bunu örnek alan Müslüman Türk halkının yapmacık haline bir bakın! Kıyafetleri ne İslami kıyafete benziyor ne de batı tarzı bir görünüm arz ediyor. İslam’la batı kültürü arasına sıkışmış fakat ağırlığını batı yönünde kullandığı için benliksiz bir görünüm arz ediyor. Baş kapalı, daracık giysiler, vücudun büyük bir bölümü teşhir edilmiş, hangi kültüre ait olduğu bilinmeyen bir şekillenme var karşımızda. Yani büyük bir bozulmanın olduğu ortada. Bu görünüm sanki halkın İslami görünümden kaçışı şeklinde yorumlana bilir. Fakat buradan kaçışla nereye yöneldikleri aşikar değildir. Batıya yönelme söz konusu ise; kafirler onlardan aynen kendileri gibi olmalarını istiyorlar. Yani Müslümanların dinlerini tamamen terk edip kendi dinlerine girmelerini. Aksi takdirde yine dost görmediklerini söylüyor ve de uyguluyorlar. Almanya’nın, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğundan dolayı Avrupa Topluluğuna alınmayacağını beyan etmesi gibi. Ayeti kerimede Allah’u Teala şöyle buyuruyor:

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır...” (Bakara 120)

Olmadıklarını da saklamıyorlar. Fakat kafirler şuna şaşırıyorlar: Batmakta olan sistemlerine İslam beldelerindeki insanların aşırı derecede rağbet göstermesine. Bundan dolayı da onların iştahları biraz daha kabarıyor. Yağmurun, karın, soğuk ve sıcağın etkisine aldırış etmeden Almanya, Amerika, Fransa ve diğer batı ülkelerinin konsolosluklarının kapı önlerinde sergilenen İslam ümmetinin aşağılanmış manzaraları hoşlarına giderek, gülerek seyrediyorlar. Fakat nedense bu manzaraların oluşumunda malzeme olan ümmetin evlatları bu oluşum hakkında zihin yormak istemiyorlar. Bu düşüklüğü fırsat bilen kafirler Müslümanların üzerinde etkin olmak, ezmek, onları rezil kılmak için yorulmadan, rahatça işlerini yerine getiriyorlar. Bunu fırsat bilen kafirler hakkında Allah (cc) şöyle buyuruyor:

"Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyen iflah olmazsınız.” (Kef 20)

Onların dinlerini kabullenmekle de rahat bir hayat umuluyorsa bu zihniyet sahipleri yanılmış olurlar. Onlara zilletten başkası isabet etmez. Yüce Allah (cc) kitabında şöyle buyurdu:

“Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'a karşı koruyacak hiç kimse yoktur...” (Yunus 27)

“Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür...” (Kalem 43)

Ekonomik açıdan kafirlerin tamamen sömürüsü altında olan ve sömürülen İslam ümmeti ne yazık ki; ekonomik sıkıntılarını yine kafirlerin reçetelerine dayanarak tedavi etmek istiyor. IMF’nin verdiği sahte vaatlere aldanan halk acı reçetelerle kıvranırken hala elindeki mülkiyetini satarak faiz bataklığına akın edip, oradan geçimini sağlamayı tasarlıyor. Borsaya veyahut kapitalist şirketlere elindeki birikimini teslim ederek kurtuluş bekliyor. Neticede; İslam alemi sürekli kafirlere borçlandırılmış ve onların gelecek nesillerine ancak borç miras bırakılmıştır. Çöp tenekelerinden bir parça yiyecek bulmak için artık gece karanlıkları seçilmiyor. Pazar yerlerinde çürümüş yiyecekler için alenen hücum eden insanların görüntüleri yadırganmaz olmuştur. Şu halde soruyoruz: Nerede ekonomik düzelme?! Tam tersine sürekli batış vardır. Küfür düzenlerine özenti göstermek görüldüğü gibi, zilletten ve düşüklükten başka bir şey kazandırmamıştır. Hatta kafirler ümmeti o kadar hor görüyorlar ki; çürümeye terk edilmiş, böceklenmiş narenciyelerini ümmete fahiş fiyatlarla satıyorlar. İşte tarihinde en verimli toprakla anılan Mısır örneği; limanlarında sürekli çürümeye terkedilmiş buğday yıkan Amerikan gemilerini görmek mümkün. Tarım alanları kurutulan Türkiye’nin bundan pek farkı yoktur. Halk yıllardır hiç farkına varmadan Avrupa’nın (hastalıklı diye) attığı eti yemiştir. Zilleti kendisine reva görenin ödülü demek ki en adi şeylerle ödüllendirilmesidir. Allah (cc) bu hususta şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Al-i İmran 118)

Belki bu hususlarda; “ümmet kendisini sorgulamaktan aciz görünüyor” demek isterdik. Fakat burada kaydedemediğimiz, toplumu içten içe çökerten, yüzlerce yaşanan olaylarda mı hiç dikkat çekmiyor?! Boşanmaların, geçimsizliğin, intiharların, zinanın, faizin, rüşvetin vb. şeylerin kat kat arttığı dillere destan olmuşken nasıl ilerlemeden bahsedilir?! Eğer bundan kasıtları zillet ve rezillik yönünden ilerleme ise bunda isabet ettiklerini söylemek mümkün.

Şu açık olan bir gerçek ki; batı hiçbir zaman İslam ümmeti için örnek olamaz. Olamadığı gibi örnekte alınamaz. İslam ümmeti bunların farkına varmak için İslamın kendilerine ne kazandırdığını ve küfür sistemlerinin ne kazandırıp neler götürdüğünü görmek zorundadır.

Bu ümmet 78 yıldır (belki daha fazla) aşağılanmanın verdiği etki çemberinde kalmıştır. Belki alıştıklarından dolayı aşağılanmak onlar için bir sorun olarak karşılarına çıkmıyor. Böyle bir sorunları olsa idi en azından bir karşılaştırma cihetine giderlerdi. Eğer bu hususları bir nebze düşünecek olsalardı; karşılarında kendilerini izzete kavuşturmak isteyen bir nizamın ve bunun taşıyıcıları olan dava elemanlarının varlığına şahit olacaklardı.

Evet, o nizam ki (İslam); ümmetin aşağılık içerisinde yaşamasını asla kabul etmez ve buna nizamında da asla yer vermez. Allah’u Teala bu hususta şöyle buyurdu:

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...” (Al-i İmran 110)

Ayrıca İslam zihniyetine sahip olan bir kişi böylesi ortamlara katiyen razı olamaz. Çünkü inancı buna müsaade etmez ve de böyle bir hususu bağrında barındırmaz. Yüce Rabbimiz kitabı Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:

“...Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır...” (Bakara 256)

Şahsiyetli bir yaşayış ancak İslam’ım kendisinde vardır. Çünkü İslam, insana insani değerlerini veren tek nizamdır. Onu her haliyle yükseltmeye çalışır. Allah (cc) bu hususta şöyle buyuruyor:

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur...” (En’am 165)

Bu gün; ümmeti aşağılık kompleksinden kurtaracak olan tek yol İslami hayatı yeniden ikame etmeleridir. İslami hayat olmadan İslam ümmeti her halükarda horlanmaya mahkumdur. Batı sistemleri onlara şu ana kadar izzet verici hiçbir şey kazandırmamış ve de kazandırma gücüne sahip de değildir. İslam ümmeti kendilerine sahip çıkacak sultayı otoriteyi ancak İslam bayrağı altında Raşidi Hilafet düzeni içerisinde görmesi mümkündür.

O düzen ki; hiçbir fert zulmetme hakkına sahip değildir. O düzen ki; hiçbir ferdinin kafirlerin zulmüne maruz kalmasına göz yummaz. O sistemdir ki; idareciler ümmetin hizmetçileri olurlar. Hz. Ömer (ra) bunun en güzel örneklerinden birini teşkil eder. O İslam’dan aldığı vecihle yeri geldiğinde sırtında un torbası taşıyarak, yeri geldiğinde ordunun önünde savaşa katılarak devlet-ümmet iç içe yaşama olayını en güzel şekilde sergilemiştir.

İnsan, böyle onurlu bir yaşantıya neden kavuşmak istemez ki?! Aşağılık içerisinde sürüp giden hayatın gidişatına dur demek için üzerinizdeki kokuşmuş sistemlerin etkisinden kurtulup, onlara verdiğiniz desteği kesip, İslami hayatla şereflenmek için, İslami hayatı yeniden ikame etmek uğrunda caba sarf eden kişilere destek verip, onlarla hareket etmek sizin için en hayırlı olandır. Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: “Allah’ın yardımı, cemaatla beraberdir.” (Tırmizi, Fitne, 2192;Nesei)

Bu, sizi aydın bir yaşamın kapısını açacak olan bir hayata yöneltecektir. Bu şekilde Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.

YIL 13  SAYI 154  ŞABAN 1423  EKİM 2002

Yukarı