İslam
aleminde gelişen olaylara bakıldığında iki yönlü bir eğilimin
olduğunu görüyoruz. Bu; ya bulunulan ortama ayak uyduma veyahut
bulunulan ortamdan sıyrılıp izzet kazanma şeklindedir.
Bulunulan
ortama uygun bir yaşantı çizme hususunda ümmetin bilinçli
hareket eden kesimleri olduğu gibi, sadece hayatını her ne
şekilde olursa olsun sessiz-sedasız yaşamak isteyenlerde
mevcuttur. Bu açıdan meseleye yaklaşıldığında dünyanın
diğer bölgelerinde yaşanmayan olayların İslam beldelerinde
yaşandığını görüyoruz. Belki buna şu şekilde de yaklaşmak
mümkündür: Dünyanın diğer yerlerinde ideolojik veya
nizamlardan kaynaklanan rejim sorunları yaşanmamaktadır. O bölgelerde
yaşanan önemli hususlar; kaynakları barındırmaları itibari ile
ve bu kaynakların el değiştirmesi (yani bir anlamda sömürünün,
sömürgeci güçlerin akımında kültürel değil) maddi (silahlı
veya siyasi egemenliğin) hakimiyeti söz konusudur. Bu sebepten
dolayı Tanzanya’da veya Uganda gibi yerlerde İslam
beldelerindekine benzer tipte olaylar yaşanmaz. Burada benzeşen
olay katliam, silahlı baskınlar, sömürüden kaynaklanan fakirleştirme
operasyonlarıdır.
İslam
beldelerine yöneldiğimiz de farklı oluşumların cereyan
ettiğini görürüz. Başta kapitalizmin gereği olan maddi
kaynakları sömürü gelmektedir ki; bu artık bir sır veya gizli
akım olmaktan çıkmış alenen işlenir konuma gelmiştir. Diğer
beldelerden ayıran ana faktörlerin esasını teşkil eden husus
ise İslam ümmetini ideolojik olarakta baskı altına alma
meselesidir. Yani açık bir tabirle; kapitalizmin, küfrün
kurallarının İslam ümmeti üzerinde hayat tarzı olarak
yerleştirilme ameliyesidir. Bu noktada kafir devletler hain ve ajan
idarecileri yolu ile İslam ümmeti üzerinde baskın konumdadırlar.
Bu alanda istedikleri konum gerçekleşmiş midir? Bu soruya olumlu
bir cevap vermek henüz erken olmasına rağmen bazı sonuçlar aldıkları
da ortadadır.
İslam
beldelerinin büyük bir kesimi yukarıda değindiğimiz kültürel
akımın etkisi altında kalmıştır. Baskıların, zorbalığın
ağır bastığı ve bunların yoğun olarak yaşandığı bölgelerde
de bu gerçeği görüyoruz. Yine bazı bölgelerde azınlık olarak
ta olsa batının kültürel akımları ümmetin evlatlarının
zihinlerinde yara açmıştır. Bunu hayat tarzlarını düzenlemedeki
esas aldıkları prensiplere bakarak çözme mümkündür.
Batının,
toplum olarak içerisine düşmüş olduğu çıkmaza bir misyon
ararken İslam ümmetinin telef olmuş batı kültüründe şifa
bulmaya yönelmeleri gerçekten şaşılacak bir şeydir!...
Batının
tükenen veya tatmin etmeyen kültürünün akabinde, teknolojik
baskıların getirdiği eğilimden kafasını kaldırmak isteyen
toplumunu bir çok uyuşturucu nesnelerle uyutmak için çaba sarf
ettiği bilinen bir gerçektir. İlkokullarından itibaren artık
gençlerini uyuşturucu müptelası kılmak için, batılı aileler
devletin de dolaylı desteği ile bu işi gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Demek
ki; ideolojik alanda tükenme alternatif olarak maddi bazda baskı
unsuru olan nesneleri doğurmaktadır. Burada, insanlık için
güzel alanlarda kullanılabilecek olan teknolojinin baskı unsuru
olarak kullanıldığını batı memleketlerinde etkin bir şekilde
görmek mümkündür. Bunun yanında parlak zihinlere müsaade
etmeyen batının dizginlerini ellerinde tutan kesim, kendi
insanlarının sarhoş ve uyuşturucu müptelasına yönlenmesinde
etkin roller oynamaktadır. Batıda uyuşturucu nesnelerin artık
resmen dağıtımı yapılmakta, hatta kiliseler dahi bu iş için
organize alanları olarak seçilmektedir. Hollanda’da olduğu
gibi.
Fikirsel
bazda insanlığa sapıklıktan başka verecekleri hiçbir şeyleri
kalmayan batı kültürünün, İslam beldelerinde baz alınmasını
anlamaksa mümkün değildir. Bu kültürün etkisinde kalan, İslam
beldelerinden bir tanesi olan Türkiye’nin geldiği konuma bir
bakın! Batı ve kültürüne yöneldikçe batmaktadır.
Yukarıda
kısaca değindiğimiz batı kültürü, kendi halkını doyuma
kavuşturamıyorsa (ki; bu konuda batıda yüzlerce makalenin yazıldığı,
batının düşünürlerinin çıkış yolu aradıkları bilindiği
halde) İslam düşüncesinin esaslarından (akidesinden) sıyrılmamış/uzaklaşmamış
İslam ümmetini nasıl kalkındırma gücüne sahip olabilir ki?!
Müslüman
Türk halkı ve İslam ümmeti üzerinde çizilen portreye bir bakın!
Bunlar fikri alanda çöküntüye uğramış, kokuşmuş batı düşünceleri
değil mi?!. Örneğin; fikir hürriyeti, şahsi hürriyetler gibi.
78 yıldır bu düşüncelerle kalkınmış bir İslam beldesini göstermek
mümkün değildir. Bu hürriyetler, ümmetin hayat yapısını o
kadar bozdu ki; bazı alanlarda batı toplumunu aşmış
vaziyettedirler. Örneğin İstanbul; batıya ve dünyaya fuhuş
üreten merkez haline gelmiştir. Bu, hürriyet düşüncesinin
getirdiği bir neticedir. Yine eşcinsellerin hızla artığı tek
ülke konumundadır. Bu düşünceler sağlıklı bir toplumu
öldürmek için verilen birer virüstür.
İşin
garip olan tarafı şudur ki; Türkiye gibi yerlerde batı
hayranlığı doruk noktasına ulaşmasına rağmen batının bu
ülkelere bakışı daha da kötüleşmiştir. Çıkarları açısından
dost ülke kabul ettikleri bu memleketlerin halkını birer solucan
gibi ezmenin yollarını arıyor ve de uyguluyorlar.
İslam
beldelerinde özgürlük çığırtkanlığı yapanlar ve buna
aldanan halk aslında büyük bir kıskacın içerisindedir. Burada
sistemde bir kaos yaşandığı belli olmasına rağmen güç
odakları yıllardır askeri ve polisiye güçle insanları büyük
coğrafyalarda hapsettiği gözükür. Mısır, Türkiye, Tunus,
Suudi Arabistan, Cezayir gibi yerlerde askeri yönetimlerin hiçbir
zaman siyaseti yalnız başına bıraktıkları gözükmez. Her
alanda olduğu gibi bu alanda da baskı unsuru açıkça sezilir bir
şekilde halkın üzerinde hissettirilir. Buna ek olarak kuvvet ehli
kendini koruyabilmek için çeşitli üsluplar geliştirmiş veya
dışarıdan örnekler almıştır. Örneğin; Suriye’de, Türkiye’de
halk kendi kendinden korkar hale gelmiştir. Bir anlamda; zamanın
komünist ülkelerinde yaşanan bir konum vardır. İslami eylemler
ve bunların etrafında odaklaşmalardan bahsetmeye insanlar
korkarak yaklaşıyorlar. Burada halkın birbirini kuvvet ehlinin
cellatlarına jurnallemesi bahis konusudur. Kasıtlı olarak halkın
arasına gizli bir el tarafından bu korku yayılmıştır.
Bu
beldelerde kuvvet ehlinin İslam’a olan karşı tutumlarının
anlaşılır cinsten olduğunu kabul edelim. Ki; burada arkasında
yatan etkenin, kuvvet ehlinin elinde bulundurduğu otoritenin ve
sistemin bertaraf edilmesi gerçeğinin yattığı bilinen bir
husustur. Fakat İslam çerçevesi dışında özgürlük arayışı
içerisinde olanlar da kendilerini ifade etme noktasında kıskaç
altındadır. Kokuşmuş hukuklarının belirlediği yasaların
ısrarla uygulanmasını talep eden veya bu noktada doğan
tersliklere karşı eyleme girişenlerde rejimin kıskacından kendilerini
kurtarmış değildir. Bundan dolayı bu gibi beldelerde adları
aydınlıkçı kişiler olarak lanse edilenler de hapse
atılmaktadır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın
sahiplendikleri düzenlerinin kendilerine değer vermediği ortadadır.
Çarpık
bir örneği yine demokrasi ve çağdaşlık çığırtkanlığı
yapan Türkiye’den vermek istiyoruz: İnsan hakları ve hürriyetler
için örgütleşenler hapse atılabilmekte, ayrıca bugün Türkiye’de
Komünist partisinin çalışmasına resmen müsaade edilmesine rağmen,
bu partinin tüzüksel yapısı TC. parti kanunları çerçevesinde
düzenlenmesi zorunluluğu getirilmiştir. Oysa ki; komünizm bir
ideolojidir ve kendine has fikirleri ve metodu vardır. İslam’a
davetin zaten serbest olamadığını biliyoruz. İşte bu çarpık
bir yapı içerisinde halkın kendini nasıl özgür gördüğünü
anlamamız mümkün değil.
İslam
beldelerinde halkın devletlerini genel anlamda sevmedikleri aşikardır.
Sever gözükmeleri ise şaşırtıcıdır. Sakin bir ortamda
halkın nabzı yoklanıldığında rejimlerin üzerlerindeki baskılarından
dert yandıkları gözükür. Bu devletlerde, kendisini halkına
sevdirecek veya onlara karşı bir yükümlülük taşıdıklarını
söylemiyorlar. Tam aksine bu beldelerdeki halkları kafirlerin çıkarları
doğrultusunda idare etmeyi yeğlediklerini sık sık beyan
ediyorlar. Durum böyle olduğu halde ümmetin büyük bir kısmına
milliyetçilik tortuları hakim olmuş; vatan, millet, bayrak, din
sloganına dört elle sarılmışlardır. Artık hutbeler bu gibi
konularla süslenmiş ve de halk bunu kabullenmiştir. Halkın bu
benimsemesi; onları kendilerine sahip çıkacak bir devlet
oluşumuna kavuşturmuş mudur?! Elbette ki hayır. Belki bu hususa
kısaca şöyle cevap vermek mümkündür: Bugün İslam
beldelerindeki devletçikler kendilerini korumaktan acizken halkını
nasıl korusun. İslam ümmetinin en büyük düşmanı bugün başlarındaki
rejimlerdir. Onlar kafirlerin binlerce Müslüman’ı öldürmesine
ses çıkartmayıp zemin hazırlayan katillerdir. Irak, Filistin,
Afganistan bunun en canlı örnekleridir. Durum böyle olunca bu
ümmet nasıl olurda kendilerine has bir devletlerinin olduğundan
bahsede bilir?! O devletlere destek sağladıkça rejim onları daha
da aşağılamıyor mu?!
Ümmetin
başındaki hain yöneticiler batı tarzı bir din anlayışı
sergilemek isterken, halka nasıl bir İslam anlayışı verecekleri
hususunda da şaşkın vaziyetteler. Bir çok akımlar geliştirerek
İslam anlayışını yıkmak isteyen devletin dilini anlamayan halk
kendine göre bir inanç modeli çıkartmıştır. Söylemleriyle ne
İslami fikirlere uygun, nede batı fikirlerine uygun bir model
ortaya çıkmıştır. Örneğin; “Müslüman’ım fakat
İslamcı değilim, Müslüman olmam demokrasiyi, laikliği
dışlamak anlamına gelmez, İslam bizim için bir yaşam tarzı
değil, inançtır. Bundan da öte gitmez.” gibi yüzlerce sapık
düşünceleri müşahede etmekteyiz. Böyle kaypak görüşler
sunmakla batının istediği normlara yine de ulaşamadıkları
ortadadır. Bu yapılanmalarıyla batı nezdinde haysiyetsiz bir
toplum olduklarını, aşağılandıklarını ne kadar zelil
olduklarını görüyoruz. Dışarıda zelil olan toplumun içeride
ki konumunun daha da kötü olduğu ortadadır.
Hiçbir
ideolojide temellenmeyen toplum yapısı kaoslarla doludur. Bunun en
yakın örneği seçim havasına giren Türkiye de yaşanan
gelişmelerdir. Kanun ve nizamlarını yeri geldiğinde değersiz
kılan uygulamalar bunun belirgin örneğidir.
Yine
bu ülkelerde çizilen portrede cinselliğin ön plana çıkarılması
mevcuttur. İşte, bunu örnek alan Müslüman Türk halkının
yapmacık haline bir bakın! Kıyafetleri ne İslami kıyafete
benziyor ne de batı tarzı bir görünüm arz ediyor. İslam’la
batı kültürü arasına sıkışmış fakat ağırlığını batı
yönünde kullandığı için benliksiz bir görünüm arz ediyor.
Baş kapalı, daracık giysiler, vücudun büyük bir bölümü teşhir
edilmiş, hangi kültüre ait olduğu bilinmeyen bir şekillenme var
karşımızda. Yani büyük bir bozulmanın olduğu ortada. Bu görünüm
sanki halkın İslami görünümden kaçışı şeklinde yorumlana
bilir. Fakat buradan kaçışla nereye yöneldikleri aşikar
değildir. Batıya yönelme söz konusu ise; kafirler onlardan aynen
kendileri gibi olmalarını istiyorlar. Yani Müslümanların
dinlerini tamamen terk edip kendi dinlerine girmelerini. Aksi
takdirde yine dost görmediklerini söylüyor ve de uyguluyorlar.
Almanya’nın, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğundan
dolayı Avrupa Topluluğuna alınmayacağını beyan etmesi gibi.
Ayeti kerimede Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
“Dinlerine
uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı
olmayacaklardır...” (Bakara 120)
Olmadıklarını
da saklamıyorlar. Fakat kafirler şuna şaşırıyorlar: Batmakta
olan sistemlerine İslam beldelerindeki insanların aşırı
derecede rağbet göstermesine. Bundan dolayı da onların
iştahları biraz daha kabarıyor. Yağmurun, karın, soğuk ve
sıcağın etkisine aldırış etmeden Almanya, Amerika, Fransa ve
diğer batı ülkelerinin konsolosluklarının kapı önlerinde
sergilenen İslam ümmetinin aşağılanmış manzaraları
hoşlarına giderek, gülerek seyrediyorlar. Fakat nedense bu
manzaraların oluşumunda malzeme olan ümmetin evlatları bu
oluşum hakkında zihin yormak istemiyorlar. Bu düşüklüğü fırsat
bilen kafirler Müslümanların üzerinde etkin olmak, ezmek, onları
rezil kılmak için yorulmadan, rahatça işlerini yerine
getiriyorlar. Bunu fırsat bilen kafirler hakkında Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
"Çünkü
onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler
veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyen iflah olmazsınız.”
(Kef 20)
Onların
dinlerini kabullenmekle de rahat bir hayat umuluyorsa bu zihniyet
sahipleri yanılmış olurlar. Onlara zilletten başkası isabet
etmez. Yüce Allah (cc) kitabında şöyle buyurdu:
“Kötülük
yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli
iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'a karşı
koruyacak hiç kimse yoktur...” (Yunus 27)
“Gözleri
horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür...”
(Kalem 43)
Ekonomik
açıdan kafirlerin tamamen sömürüsü altında olan ve sömürülen
İslam ümmeti ne yazık ki; ekonomik sıkıntılarını yine
kafirlerin reçetelerine dayanarak tedavi etmek istiyor. IMF’nin
verdiği sahte vaatlere aldanan halk acı reçetelerle kıvranırken
hala elindeki mülkiyetini satarak faiz bataklığına akın edip,
oradan geçimini sağlamayı tasarlıyor. Borsaya veyahut kapitalist
şirketlere elindeki birikimini teslim ederek kurtuluş bekliyor.
Neticede; İslam alemi sürekli kafirlere borçlandırılmış ve
onların gelecek nesillerine ancak borç miras bırakılmıştır.
Çöp tenekelerinden bir parça yiyecek bulmak için artık gece
karanlıkları seçilmiyor. Pazar yerlerinde çürümüş yiyecekler
için alenen hücum eden insanların görüntüleri yadırganmaz
olmuştur. Şu halde soruyoruz: Nerede ekonomik düzelme?! Tam
tersine sürekli batış vardır. Küfür düzenlerine özenti
göstermek görüldüğü gibi, zilletten ve düşüklükten başka
bir şey kazandırmamıştır. Hatta kafirler ümmeti o kadar hor
görüyorlar ki; çürümeye terk edilmiş, böceklenmiş
narenciyelerini ümmete fahiş fiyatlarla satıyorlar. İşte
tarihinde en verimli toprakla anılan Mısır örneği;
limanlarında sürekli çürümeye terkedilmiş buğday yıkan
Amerikan gemilerini görmek mümkün. Tarım alanları kurutulan Türkiye’nin
bundan pek farkı yoktur. Halk yıllardır hiç farkına varmadan
Avrupa’nın (hastalıklı diye) attığı eti yemiştir. Zilleti
kendisine reva görenin ödülü demek ki en adi şeylerle
ödüllendirilmesidir. Allah (cc) bu hususta şöyle buyurdu:
“Ey
iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü
onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi
isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen
sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları)
ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız,
âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Al-i
İmran 118)
Belki
bu hususlarda; “ümmet kendisini sorgulamaktan aciz
görünüyor” demek isterdik. Fakat burada kaydedemediğimiz,
toplumu içten içe çökerten, yüzlerce yaşanan olaylarda mı hiç
dikkat çekmiyor?! Boşanmaların, geçimsizliğin, intiharların,
zinanın, faizin, rüşvetin vb. şeylerin kat kat arttığı
dillere destan olmuşken nasıl ilerlemeden bahsedilir?! Eğer
bundan kasıtları zillet ve rezillik yönünden ilerleme ise bunda
isabet ettiklerini söylemek mümkün.
Şu
açık olan bir gerçek ki; batı hiçbir zaman İslam ümmeti için
örnek olamaz. Olamadığı gibi örnekte alınamaz. İslam ümmeti
bunların farkına varmak için İslamın kendilerine ne kazandırdığını
ve küfür sistemlerinin ne kazandırıp neler götürdüğünü
görmek zorundadır.
Bu
ümmet 78 yıldır (belki daha fazla) aşağılanmanın verdiği
etki çemberinde kalmıştır. Belki alıştıklarından dolayı
aşağılanmak onlar için bir sorun olarak karşılarına çıkmıyor.
Böyle bir sorunları olsa idi en azından bir karşılaştırma
cihetine giderlerdi. Eğer bu hususları bir nebze düşünecek
olsalardı; karşılarında kendilerini izzete kavuşturmak isteyen
bir nizamın ve bunun taşıyıcıları olan dava elemanlarının
varlığına şahit olacaklardı.
Evet,
o nizam ki (İslam); ümmetin aşağılık içerisinde yaşamasını
asla kabul etmez ve buna nizamında da asla yer vermez. Allah’u
Teala bu hususta şöyle buyurdu:
“Siz,
insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz...” (Al-i İmran 110)
Ayrıca
İslam zihniyetine sahip olan bir kişi böylesi ortamlara katiyen
razı olamaz. Çünkü inancı buna müsaade etmez ve de böyle bir
hususu bağrında barındırmaz. Yüce Rabbimiz kitabı Kur’an-ı
Kerimde şöyle buyuruyor:
“...Artık
doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu
reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır...”
(Bakara 256)
Şahsiyetli
bir yaşayış ancak İslam’ım kendisinde vardır. Çünkü
İslam, insana insani değerlerini veren tek nizamdır. Onu her
haliyle yükseltmeye çalışır. Allah (cc) bu hususta şöyle
buyuruyor:
“Sizi
yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda
sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan
O'dur...” (En’am 165)
Bu
gün; ümmeti aşağılık kompleksinden kurtaracak olan tek yol
İslami hayatı yeniden ikame etmeleridir. İslami hayat olmadan
İslam ümmeti her halükarda horlanmaya mahkumdur. Batı sistemleri
onlara şu ana kadar izzet verici hiçbir şey kazandırmamış ve
de kazandırma gücüne sahip de değildir. İslam ümmeti
kendilerine sahip çıkacak sultayı otoriteyi ancak İslam
bayrağı altında Raşidi Hilafet düzeni içerisinde görmesi
mümkündür.
O
düzen ki; hiçbir fert zulmetme hakkına sahip değildir. O düzen
ki; hiçbir ferdinin kafirlerin zulmüne maruz kalmasına göz
yummaz. O sistemdir ki; idareciler ümmetin hizmetçileri olurlar.
Hz. Ömer (ra) bunun en güzel örneklerinden birini teşkil eder. O
İslam’dan aldığı vecihle yeri geldiğinde sırtında un
torbası taşıyarak, yeri geldiğinde ordunun önünde savaşa
katılarak devlet-ümmet iç içe yaşama olayını en güzel
şekilde sergilemiştir.
İnsan,
böyle onurlu bir yaşantıya neden kavuşmak istemez ki?!
Aşağılık içerisinde sürüp giden hayatın gidişatına dur
demek için üzerinizdeki kokuşmuş sistemlerin etkisinden
kurtulup, onlara verdiğiniz desteği kesip, İslami hayatla
şereflenmek için, İslami hayatı yeniden ikame etmek uğrunda
caba sarf eden kişilere destek verip, onlarla hareket etmek sizin
için en hayırlı olandır. Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: “Allah’ın
yardımı, cemaatla beraberdir.” (Tırmizi, Fitne, 2192;Nesei)
Bu,
sizi aydın bir yaşamın kapısını açacak olan bir hayata
yöneltecektir. Bu şekilde Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere
karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir
toplum getirecektir.
|