Özbekistan’daki
Kerimov Cellatları Tarafından Sinsice Katledilen Hikmetov
Husniddin Şerefoviç’in Hanımının Mektubu
Alemleri
Rabbi, Kıyamet Günü’nün Sahibi, bu dünyada hem müminlere hem
de kafirlere fakat Ahirette sadece müminlere ihsanda bulunacak olan
Allah (Subhanehu ve Teala)’ya Hamd Olsun.
Es-Selamu
Aleykum
Kocam
Hikmetov Husniddin’in Hizb-ut Tahrir’e ne zaman katıldığını
tam olarak bilmiyorum. Sanırım 1993 veya 1994’te olmalı, daha
geç değil. Ekim 1999’a kadar yakalanmamak için eve uğramıyordu.
Fakat 12 Ocak’ta İçişleri Bakanlığı tarafından tutuklandı.
Bakanlığın bodrumunda beş ay boyunca sorgulandı. Duruşmasında
alınan ifadesinin yakılıp atılması, 15 gün boyunca aç bırakılması
ve vahşiyane bir şekilde maruz kaldığı dayak sonucu böbreklerinin
yaralanması Taşkent belediye hakimi Abducabbarov Marat tarafından
göz ardı edildi. Kocam hem soruşturmasında hem de mahkeme
duruşmasında hakkındaki suçlamaları reddetti ve Hizb-ut Tahrir’in
hem İslam hükümlerine hem de laik kanunlara göre aşırı ve terörist
olmadığını kanıtladı. Beş davalının hepsinin mahkeme
salonuna uzmanların getirilmesine yönelik ısrarlı isteklerine rağmen,
hakim onların isteklerini kabul etmeyerek duruşmanın devam
etmesine karar verdi ki, bu kanunlara aykırıydı. Kocamın suçlu
olduğu kanıtlanamadığı halde, hakim onu 17 yıl hapis cezasına
çarptırdı.
Mahkeme
2001 yılında 4 Haziran’dan 24 Ekim’e kadar devam etti ve Ocak
2002’de onu Karakalpakstan’da Ceslik hapishanesinin 64/71
numaralı koğuşuna gönderdiler. 11-13 Şubat 2002’de onunla iki
günlük bir görüşme yaptık. Onu gördüğümde vücudunun her
tarafında cop darbesinden kalan ezikler gördüm ve sebebini
sordum. Bana dövüldüklerini ve işkence gördüklerini, çünkü
Başkan’dan (Kerimov) af/özür dilemediklerini ve Özbekistan ve
Karakalpakstan’ın marşlarını okumadıklarını söyledi. Keza
onun kayıt defterinde (hapishane) yönetimi, onun iç kuralları
çiğnediğini çünkü marşları okumadığını ve başkandan af
dilemeyi reddettiğin yazmıştı. Üç ay sonra, 16 Mayıs günü
onu Sangarad’a (Taşkent’teki hapishane hastanesine) getirdiler.
Ertesi gün bize bunu bildirdiler. İki gün sonra, 19 Mayıs’ta
Sangarad’a gittim, fakat kısa bir süre için bile olsa onu
görmeme izin vermediler. Nedenini sorduğumda bana şu cevabı
verdiler: “O bulaşıcı bir hastalığa yakalandı. Onu görmek
için başhekimden izin almak lazım. O da ziyaretçileri her Çarşamba
kabul eder.” Hastalığı hakkında konulan teşhisi sorduğum
zaman bana hastalığının hepatit (karaciğer iltihabı) olduğunu
söylediler. 22 Mayıs’ta başhekime gittik. Bize sağlık
durumunun kötü olduğunu ve şu anda kendisini çok daha kötü
hissettiğini söyledi. Öylece bize izin verdi ve kocamı görmeye
gittik. Onu gördüğümüzde bir sedye üzerinde yatıyordu. Durumu
vahimdi. Eğer çok daha kötü durumu buysa, bilmiyorum buraya
getirildiğinde nasıldı? Görüşmemiz sırasında bize şunları
söyledi:
“İbadet
ettiğim ve başkandan af dilemediğim için, 2 Mart’tan 2 Mayıs’a
kadar iki ay boyunca bir ceza hücresine hapsedildim. Kokça’dan
(Taşkent’te bir bölge) Muzaffer adında bir diğer Hizb’in
genci de ordaydı. Ben orda bulunduğum müddetçe, iki istihbarat
elemanı -teğmen Ali ve teğmen Saitbey- geldiler ve benden
merhamet mektubu yazmamı istediler. Reddettim ve bunun caiz
olmadığını söyledim. Sonra beni acımasızca dövmeye başladılar.
Bunun sonucunda vücut sıcaklığım yükseldi ve ishal oldum. Ardından
beni hastaneye attılar fakat hiç kimse bana bakmadı. Durumum kötüleşince
yönetim beni Sangarad’a göndermeye karar verdi. Fakat Nukus’ta
iki hafta boyunca beni tecrit koğuşunda bıraktılar. Koğuş çok
karanlık ve rutubetliydi. Sadece üç defa ilaçla tedavi ettiler.
İki hafta sonra Taşkent’e gittik. Beraberimde beş veya altı
tane başka Müslümanlar vardı. Allah (Subhanehu ve Teala)
onlardan razı olsun, uzun yolculuk boyunca benimle en güzel
şekilde ilgilendiler.”
Görüşmemiz
sırasında durumu çok kötüydü, vücudu aşırı şekilde
kuruydu ve çok bitkindi. Öyle ki, konuşmaktan bile çekindim.
Cuma günü nasıl olduğunu öğrenmek ve doktorların istediği
ilaçları getirmek için yanına gittiğimizde, durumunun daha da kötüleştiğini
gördük. Kayınvalidem İçişleri bakanlığının belediye bölümüne
gidip, onun sivil bir hastaneye sevk edilmesi için izin istemeye
karar verdi. Orada durumunu araştırmak için özel bir komisyon
kurulabileceğini ve eğer mahkumiyeti genel af kapsamına
giriyorsa, isteğimizin değerlendirileceğini söylediler. Kayınvalidem
onlara telefonumuzu bıraktı. 24 Mayıs’ta sabah saat dokuz civarında
komisyondan biri bizi aradı ve onun af kapsamına girdiğini ve 5
No’lu bulaşıcı hastalıklar hastanesine yerleştirildiğini söyledi.
Hastaneye vardığımızda İçişleri bakanlığı elemanları
zaten oradaydı. Kısa bir süre sonra İçişleri bakanlığı
Sabir Rahimov bölgesi başkanı ve bir yerel polis memuru geldiler.
Odaya girip kocama selam verdiler. Ertesi gün, 15 Mayıs’ta iki
polis memuru daha onu “selamlamak” için kocamı ziyaret
ettiler. Fakat başhekime göre, onlara içeri girmelerine izin
verilmemişti. Sonraki gün tekrar onu ziyarete gittik, baygındı
ve durumu daha da feci olmuştu. Bundan dolayı onu eve götürmeye
karar verdik ve saat 9 civarında onu eve getirdik. Bu haber kendisine
ulaşınca Sangarad’ın başhekimi bir hemşire ile birlikte
evimize geldi ve şöyle dedi: “Umudunuzu koruyun. Ben kendim
bu durumdaki iki kişiyi kurtardım.” Onlar henüz yanımızdaydı
ki, (saat 3 civarında) kocam öldü. Öldüğünde hiç kimse,
onların nasıl ortadan kaybolduklarının farkında olmadı.
Onun
öldüğü haberi yayılır yayılmaz, polis memurları evimizi büyük
bir çemberle kuşattılar. Evimize gelen bütün otomobillerin
plakalarını kaydettiler. Ben insan hakları organizasyonlardan
birinden bir temsilciyi aradım. Bir kadın geldi. Fakat kentin belediye
başkanının bürosundan temsilciler kapının eşiğinden,
herhangi bir sorun istemiyorsak, bu şahsı geri göndermemiz
gerektiği konusunda bizi uyardı. Erkeklerimiz kadının içeri
girmesine izin vermediler. Daha sonra bize, polis memurlarının
defin törenimiz hakkında soranlara tamamen ters yönler
gösterdikleri söylendi.
Bir
şey daha, kocamla iki günlük görüşmemiz sırasında; ulusal
marşları okumayı ve başkandan af dilemeyi reddettikleri için
bir yokuşa sürme uygulamasına maruz kaldıklarını, soğukta
ıslak bir yerde tümüyle elbisesiz bırakıldıklarını söylemişti.
5
No’lu bulaşıcı hastalıklar hastanesinin doktorları onun böbreklerini,
akciğerinin, safra kesesinin ve bağırsaklarının tümüyle zarar
gördüğünü ve işlevini kaybettiğini söylediler. Bunun sebebi
açıkça acımasız dayaklardı. Böyle travmaların oluşması için
zalimane bir muameleye maruz kalması gerektiği aşikardır. Nukus’un
tecrit koğuşunun kabul edilmez şartları, kesinlikle onun
durumunu daha da kötüleştirmiştir.
Yayın
Tarihi: 10 Ağustos 2002
|