Ana Sayfa YIL 13   SAYI 154   ŞABAN 1423   EKİM 2002 E-Mail

ÖZBEKİSTAN'DAN BİR MEKTUP

 

 

Özbekistan’daki Kerimov Cellatları Tarafından Sinsice Katledilen Hikmetov Husniddin Şerefoviç’in Hanımının Mektubu

Alemleri Rabbi, Kıyamet Günü’nün Sahibi, bu dünyada hem müminlere hem de kafirlere fakat Ahirette sadece müminlere ihsanda bulunacak olan Allah (Subhanehu ve Teala)’ya Hamd Olsun.

Es-Selamu Aleykum

Kocam Hikmetov Husniddin’in Hizb-ut Tahrir’e ne zaman katıldığını tam olarak bilmiyorum. Sanırım 1993 veya 1994’te olmalı, daha geç değil. Ekim 1999’a kadar yakalanmamak için eve uğramıyordu. Fakat 12 Ocak’ta İçişleri Bakanlığı tarafından tutuklandı. Bakanlığın bodrumunda beş ay boyunca sorgulandı. Duruşmasında alınan ifadesinin yakılıp atılması, 15 gün boyunca aç bırakılması ve vahşiyane bir şekilde maruz kaldığı dayak sonucu böbreklerinin yaralanması Taşkent belediye hakimi Abducabbarov Marat tarafından göz ardı edildi. Kocam hem soruşturmasında hem de mahkeme duruşmasında hakkındaki suçlamaları reddetti ve Hizb-ut Tahrir’in hem İslam hükümlerine hem de laik kanunlara göre aşırı ve terörist olmadığını kanıtladı. Beş davalının hepsinin mahkeme salonuna uzmanların getirilmesine yönelik ısrarlı isteklerine rağmen, hakim onların isteklerini kabul etmeyerek duruşmanın devam etmesine karar verdi ki, bu kanunlara aykırıydı. Kocamın suçlu olduğu kanıtlanamadığı halde, hakim onu 17 yıl hapis cezasına çarptırdı.

Mahkeme 2001 yılında 4 Haziran’dan 24 Ekim’e kadar devam etti ve Ocak 2002’de onu Karakalpakstan’da Ceslik hapishanesinin 64/71 numaralı koğuşuna gönderdiler. 11-13 Şubat 2002’de onunla iki günlük bir görüşme yaptık. Onu gördüğümde vücudunun her tarafında cop darbesinden kalan ezikler gördüm ve sebebini sordum. Bana dövüldüklerini ve işkence gördüklerini, çünkü Başkan’dan (Kerimov) af/özür dilemediklerini ve Özbekistan ve Karakalpakstan’ın marşlarını okumadıklarını söyledi. Keza onun kayıt defterinde (hapishane) yönetimi, onun iç kuralları çiğnediğini çünkü marşları okumadığını ve başkandan af dilemeyi reddettiğin yazmıştı. Üç ay sonra, 16 Mayıs günü onu Sangarad’a (Taşkent’teki hapishane hastanesine) getirdiler. Ertesi gün bize bunu bildirdiler. İki gün sonra, 19 Mayıs’ta Sangarad’a gittim, fakat kısa bir süre için bile olsa onu görmeme izin vermediler. Nedenini sorduğumda bana şu cevabı verdiler: “O bulaşıcı bir hastalığa yakalandı. Onu görmek için başhekimden izin almak lazım. O da ziyaretçileri her Çarşamba kabul eder.” Hastalığı hakkında konulan teşhisi sorduğum zaman bana hastalığının hepatit (karaciğer iltihabı) olduğunu söylediler. 22 Mayıs’ta başhekime gittik. Bize sağlık durumunun kötü olduğunu ve şu anda kendisini çok daha kötü hissettiğini söyledi. Öylece bize izin verdi ve kocamı görmeye gittik. Onu gördüğümüzde bir sedye üzerinde yatıyordu. Durumu vahimdi. Eğer çok daha kötü durumu buysa, bilmiyorum buraya getirildiğinde nasıldı? Görüşmemiz sırasında bize şunları söyledi:

İbadet ettiğim ve başkandan af dilemediğim için, 2 Mart’tan 2 Mayıs’a kadar iki ay boyunca bir ceza hücresine hapsedildim. Kokça’dan (Taşkent’te bir bölge) Muzaffer adında bir diğer Hizb’in genci de ordaydı. Ben orda bulunduğum müddetçe, iki istihbarat elemanı -teğmen Ali ve teğmen Saitbey- geldiler ve benden merhamet mektubu yazmamı istediler. Reddettim ve bunun caiz olmadığını söyledim. Sonra beni acımasızca dövmeye başladılar. Bunun sonucunda vücut sıcaklığım yükseldi ve ishal oldum. Ardından beni hastaneye attılar fakat hiç kimse bana bakmadı. Durumum kötüleşince yönetim beni Sangarad’a göndermeye karar verdi. Fakat Nukus’ta iki hafta boyunca beni tecrit koğuşunda bıraktılar. Koğuş çok karanlık ve rutubetliydi. Sadece üç defa ilaçla tedavi ettiler. İki hafta sonra Taşkent’e gittik. Beraberimde beş veya altı tane başka Müslümanlar vardı. Allah (Subhanehu ve Teala) onlardan razı olsun, uzun yolculuk boyunca benimle en güzel şekilde ilgilendiler.

Görüşmemiz sırasında durumu çok kötüydü, vücudu aşırı şekilde kuruydu ve çok bitkindi. Öyle ki, konuşmaktan bile çekindim. Cuma günü nasıl olduğunu öğrenmek ve doktorların istediği ilaçları getirmek için yanına gittiğimizde, durumunun daha da kötüleştiğini gördük. Kayınvalidem İçişleri bakanlığının belediye bölümüne gidip, onun sivil bir hastaneye sevk edilmesi için izin istemeye karar verdi. Orada durumunu araştırmak için özel bir komisyon kurulabileceğini ve eğer mahkumiyeti genel af kapsamına giriyorsa, isteğimizin değerlendirileceğini söylediler. Kayınvalidem onlara telefonumuzu bıraktı. 24 Mayıs’ta sabah saat dokuz civarında komisyondan biri bizi aradı ve onun af kapsamına girdiğini ve 5 No’lu bulaşıcı hastalıklar hastanesine yerleştirildiğini söyledi. Hastaneye vardığımızda İçişleri bakanlığı elemanları zaten oradaydı. Kısa bir süre sonra İçişleri bakanlığı Sabir Rahimov bölgesi başkanı ve bir yerel polis memuru geldiler. Odaya girip kocama selam verdiler. Ertesi gün, 15 Mayıs’ta iki polis memuru daha onu “selamlamak” için kocamı ziyaret ettiler. Fakat başhekime göre, onlara içeri girmelerine izin verilmemişti. Sonraki gün tekrar onu ziyarete gittik, baygındı ve durumu daha da feci olmuştu. Bundan dolayı onu eve götürmeye karar verdik ve saat 9 civarında onu eve getirdik. Bu haber kendisine ulaşınca Sangarad’ın başhekimi bir hemşire ile birlikte evimize geldi ve şöyle dedi: “Umudunuzu koruyun. Ben kendim bu durumdaki iki kişiyi kurtardım.” Onlar henüz yanımızdaydı ki, (saat 3 civarında) kocam öldü. Öldüğünde hiç kimse, onların nasıl ortadan kaybolduklarının farkında olmadı.

Onun öldüğü haberi yayılır yayılmaz, polis memurları evimizi büyük bir çemberle kuşattılar. Evimize gelen bütün otomobillerin plakalarını kaydettiler. Ben insan hakları organizasyonlardan birinden bir temsilciyi aradım. Bir kadın geldi. Fakat kentin belediye başkanının bürosundan temsilciler kapının eşiğinden, herhangi bir sorun istemiyorsak, bu şahsı geri göndermemiz gerektiği konusunda bizi uyardı. Erkeklerimiz kadının içeri girmesine izin vermediler. Daha sonra bize, polis memurlarının defin törenimiz hakkında soranlara tamamen ters yönler gösterdikleri söylendi.

Bir şey daha, kocamla iki günlük görüşmemiz sırasında; ulusal marşları okumayı ve başkandan af dilemeyi reddettikleri için bir yokuşa sürme uygulamasına maruz kaldıklarını, soğukta ıslak bir yerde tümüyle elbisesiz bırakıldıklarını söylemişti.

5 No’lu bulaşıcı hastalıklar hastanesinin doktorları onun böbreklerini, akciğerinin, safra kesesinin ve bağırsaklarının tümüyle zarar gördüğünü ve işlevini kaybettiğini söylediler. Bunun sebebi açıkça acımasız dayaklardı. Böyle travmaların oluşması için zalimane bir muameleye maruz kalması gerektiği aşikardır. Nukus’un tecrit koğuşunun kabul edilmez şartları, kesinlikle onun durumunu daha da kötüleştirmiştir.

Yayın Tarihi: 10 Ağustos 2002

YIL 13  SAYI 154  ŞABAN 1423  EKİM 2002

Yukarı