Ana Sayfa YIL 13   SAYI 154   ŞABAN 1423   EKİM 2002 E-Mail

BİR GAZETECİNİN SORULARINA CEVAPLAR [2]

Ali Said Ali (Abul-Hasan)

Sudan Al-Watan gazetesi tarafından 07-05-2002 tarihli 527. sayılı baskısının baş sayfasında, cevabını almak üzere Hizb-ut Tahrir’e yönelik 10 soru soruldu. Hizb’in adresini bilmediği ve dolayısıyla soruları gönderememesi gerekçesiyle; soruları gazetesinde yayınlamak suretiyle hizbe ulaşmayı hedeflediğini haklı neden olarak bu girişimde bulunduğunu belirtmiştir.

Hizb-ut Tahrir Sudan resmi sözcüsü, Al-watan gazetesinin bu girişimi üzerine; bu bağlamda, Hizb’e yöneltilen 10 soruyu yine gazetede yayınlanması şartıyla cevaplayacağını belirtmesi üzerine, gazete bunu kabullenerek 540. sayısında (20-05-2002 tarihinde) resmi sözcünün cevaplarını yayınlamıştır.

Al Waie Dergisi resmi sözcünün gazeteye yönelik hitabı ve akabinde de verdiği cevapları yayınlamıştır.

Bizde Hilafet Dergisi olarak bu yazıyı tercüme ederek yayınlamayı uygun gördük.

(İkinci ve sonuncu bölüm)

 

Fakat neden Hizb-ut Tahrir hilafetin yeniden hayata geçirilmesi ve İslam şeriatının ikamesi için ısrar etmektedir ? diyecek olursanız; bu Allah Subhanehu ve Teala hazretlerinin bizlere vacip kıldığı bir görevdir ve buna ait birçok ayette deliller bulunmaktadır. Örneğin; Maide suresi 49. ayette:

“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet” ve yine Nisa suresinde;

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” şeklinde yer almaktadır.

Resulullah (sav) ise;

“Kim boynunda biat olmaksızın ölürse cahiliye üzerine ölür” diye buyurmaktadır.

İslam’a göre biat; şer-i delilde belirtildiği üzere Halifeye biattır. Hilafetin farziyetinin son derece büyük olması hasebiyle halife olduğu halde biat etmez veya halife olmadığı anda onun tekrar gündeme gelmesi için çalışma yapmazsa ve bu hal üzerede ölürse bu kişinin ölümü cahiliye üzerinedir. Hatta bazı fukahalar, halifeye biat farziyetini farzların tacı olarak nitelendirmektedirler. Zira İslam şeriatı onunla tatbik edilir İslam’ın nezafeti onunla korunur diye belirtmektedirler. Sahabeler Allah onlardan razı olsun bu yolu takip etmişler, öyle ki; Resul (sav )’in vefatı üzerine Allah Resulünü toprağa vermeden önce Beni Sakife (ra) evinde halife seçimi yapmışlar ve Ebu Bekir’in Müslümanların halifesi olarak tayin edilmesi ve ona biat edilmesine müteakiben Resulullah (sav)’in defin işini yerine getirmişlerdir. Kur-an, Sünnet ve İcma-i Sahabe bu büyük farzı tekit ederek Allah Subhanehu ve Teala’nın indirmiş olduğu hükümlerin tatbiki, onu uygulayacak ve koruyacak olan İslam Devletinin yeniden kurulmasıyla mümkün olacağını belirtmişlerdir.

Bundan dolayıdır ki; Hizb-ut Tahrir Raşidi Hilafet Devletinin tekrar ikamesiyle İslamî hayatın yeniden başlatılması için bütün gücüyle çalışmaktadır. Bu sadece iş yapmış olmak için ortaya konulmuş bir fikirsel varlık değil, aksine Resul (sav)’in;

“Allah’ın bulunmasını dilediği müddet, içinizde (nübüvvet) peygamberlik olacaktır. Onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldırır. Sonra nübüvvet üzerine hilafet olacaktır. Allah (cc)nın dilediği kadar kalacak, dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı (zalim) yöneticiler olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak, kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra zorba yöneticiler olacaktır. Allah’ın bulunmasını dilediği kadar kalacak, kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” (Ahmed b. Hanbel, müs. Kufiyyin,17680) sözüne binaen yürütmüş olduğu iştir.

Diğer taraftan size ait olan; (din ve dünya adına bir kişinin yönetimde bulunup, hüküm vermesine gerek yok, artık insanlar demokrasi şura ve topluluğun aldığı karar ve idaresine rıza göstermektedirler) diye belirtmekte olduğunuz sözü ele alacak olursak, bu ifadenizle sizde yönetim ve şura hakkında bir karıştırmada bulunduğunuz açıkça ortaya çıkmaktadır. Yönetici (karar alan lider); gerek İslam nizamında, gerekse İslami olmayan yönetim şekillerinde tekdir, karar alma ve yönetim mekanizmasında bulunanların sayısının artması söz konusu olamaz.

Şuraya gelince; bu yönetimin dışında bütün gerekli hallerde ve gerekli olmayan hallerde İslam şeriatı çerçevesinde görüş beyan etmektir. Şuranın İslam’da oldukça önemli bir yeri bulunmaktadır. Daha batı şuranın ne olduğunu bilmezken, İslam bunu ortaya koymuştur. Zira Allah Subhanehu ve Teala Şura suresi 37. ayette:

“Onların işleri, aralarında şura iledir” ve Ali imran suresi 159.ayette:

“İş hakkında onlara danış” şeklinde buyurmaktadır. Ayrıca Resulullah (sav) Efendimiz sahabeyle istişarede bulunmuş sahabe ve halifelerde bu yolu takip etmişlerdir.

Şurayla demokrasiyi birlikte ifade etmenize gelince; bu tamamen Habil’le Kabil'i birbirine karıştırma meselesidir. Demokrasi İslam toplumlarında asıl manasından saptırılarak sadece kişilerin kendi yöneticilerini seçmesi anlamına geldiğini ifade etmişlerdir. Bunun ötesinde daha mühim bir anlama gelmektedir ki o da; işleri yoluna koymaktan daha çok fesada sebep olan bir yöneticinin; yönettiği topluluğu Allah’ın kanunları yerine sonradan beşer tarafından ortaya konulan kanunlarla idare etmesidir ki, bu kanunlar küfür kanunlarıdır. Zira kanun koyma yetkisi tamamıyla Allah Subhanehu ve Teala’ya aittir. Yusuf suresi 40. ayette:

“Hüküm sadece Allah’a aittir.” buyurulmaktadır.

Demokraside kanun koyma yetkisi beşere, İslam’da ise tüm beşerin Rabbi olan Allah’a aittir. Zira Nisa suresi ayet 65 de:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” şeklinde buyurulmaktadır.

Demokrasi Allah’ın dışında kanun ortaya koyar ve bu manasıyla da küfür nizamıdır. Fakat batı kültürüyle adeta sırtlanlaşan kimseler bizlere ait olan beldelerde demokrasinin yöneticiyi seçmek ve onu hesaba çekmek anlamına geldiğini yutturarak, Allah’ın haricinde kanun koyma anlamını gizlemeyi başarmışlardır.

İslam’a bakacak olursak; bu durum son derece açık ve nettir. Ümmet kendi liderini kendisi seçer ve kendi isteği ve rızasıyla ona biat eder. Fakat yönetim şekli İslam şeriatına aittir. Anayasa ve kanunlar Allah’ın kitabı ve Resulullah (sav)’in Sünnetinden alınır ve kesinlikle beşerin ortaya koyduğu kanunlardan alınmaz.

 

4. SORUNUN CEVABI

Hizb-ut Tahrir ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. Kesinlikle maddi eylemler yapmaya yönelik askeri bir kuruluş değildir. Herkes tarafından malumdur ki; askeri kuruluşlar ve maddi eylemler aşırı derecede sermaye gerektiren olgulardır. Hizb-ut Tahrir ise sadece İslam’a davet eden bir siyasi parti olup, fikirsel tartışma ve siyasi mücadele yürütmektedir. Bundan dolayı, öylesi büyük bir sermaye böylesi fikri çalışma için gerekli değildir. Hizbin siyasi faaliyetlerini sürdürmesi için yine Hizbin gençleri tarafından verilen teberrular Hizbin yegane para kaynağını teşkil etmektedir. Ayrıca Hizbin gençleri son derece yüksek nafaka gerektiren bir yaşantı içerisinde de değillerdir. Eğer Hizbin gençlerinin ve Hizbin faaliyetlerinin geçirdiği süreçleri izlemiş olsaydınız, sorduğunuz sorunun cevabını kolaylıkla kendiniz bulurdunuz ve Hizbin maddi kaynağının nereden olduğunu da anlardınız.

 

5. SORUNUN CEVABI

Evet, cevaplamaya devam ediyoruz: Hizb-ut Tahrir tek bir parti olup, İslam beldelerinde şubeleri bulunmaktadır. Partinin idari işlerini yürüttüğü kendine ait idari kanunları, partisel teşkilatı, karar mekanizması, parti emirini seçme tüzüğü ve toplumsal teşkilatları bulunmaktadır. Parti ferdi liderlikle ve toplu şura ile ilgili şer-i hükmü tatbik etmektedir. Partiye ait idari kanun, karışıklıktan uzak oldukça sadedir.

 

6. SORUNUN CEVABI

Hizb-ut Tahrir ümmetin içerisinde bulunduğu durumdan dolayı kesinlikle ümmetten kopuk değildir. Hizb-ut Tahrir bütün açıklamalarını; Siyasi yada dini cemaatlara, üniversitelere ve hocalarına, öğrencilere ve düşünürlere, kültürlü ve sıradan herkese, kısacası ulaşabildiği her tabakaya yönelik yapmaktadır. Fakat parti kesinlikle bütün amellerinde İslam’a bağlı olmayan herhangi bir cemaatla anlaşmaz ve anlaşmamıştır. Hizb-ut Tahrir ayrıca Allah’ın indirdiği hükümlerden başkasını tatbik eden tüm yönetimleri ve partileri de hiçe saymaktaımamaktadır. Hizb-ut Tahrir düşünce ve siyasette İslam İdeolojisini uygulayan siyasi bir partidir. Yöneticileri hesaba çeker ve İslam’a davette bulunur. İslami hareketlerle iyi niyetle hakkın açığa çıkması ve batılın yok olması için tartışır. İslam’ı korur, ümmeti, kafirlerin ve işbirlikçilerinin komplolarına karşı uyarır, bunu yaparken de yine ümmetin kendisiyle hareket eder. Eğer ki Hizbin çalışmalarına dikkat edilirse bu açıkça idrak edilir.

 

7. SORUNUN CEVABI

Hizbin Sudan’da adı, adresi ve çalışma ofisi, belirli olan resmi bir sözcüsü bulunmaktadır. Sözcü yaptığı bütün basın açıklamasında adını adresini ve çalışma ofisinin yerini belirtmektedir. Eğer ki soruyu soran yeryüzündeyse resmi sözcüyü bulur, eğer ki yerin dibindeyse tabii ki orada resmi sözcüyü bulamayacaktır.

 

8. SORUNUN CEVABI

Hizb-ut Tahrir ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. Partiye göre kadın erkek eşittir. Kadınlar; emri bil-maruf nehyi anil-münker (iyiliği emretme, kötülükten nehyetme) gereği siyasetten mesuldür. Yöneticiyi hesaba çekebilir. Şûra meclisinde aynen erkekte olduğu gibi seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Zaten şer-i hükümler, erkek ve kadının haklarını düzenlemiştir. Sadece şer-i hükümler yaratılışları itibarıyla kadın ve erkeği bazı hükümlerde ayrıcalıklı tutmuştur. Bunların dışında kadın ve erkek şer-i hüküm karşısında eşittir. Eğitim erkeğin hakkı olduğu gibi kadınında hakkıdır. Kadının sahip olduğu parayı bağımsız tasarruf hakkı vardır. Alış verişte, şirketler sermayesinde ve diğer ticari girişimlerde şer-iat karşısında erkeklerle eşittir.

Taliban’la ilgili soruna gelecek olursak; Taliban’ın kendine öz bir yapılanması ve çalışma prensibi bulunmaktadır. Hizb-ut Tahrir'in ise kendine özgü bir teşkilatı ve çalışma metodu bulunmaktadır ki; bunu Resulullah (sav)’in İslam davetini taşımada ve İslam Devletini kurmada maddi eylem kullanmamayı öngören metodundan kendisine ilke edinmiştir.

Taliban farklı şeydir, Hizb-ut Tahrir farklı şeydir.

 

9. SORUNUN CEVABI

Hizb-ut Tahrir Müslümanların İslamı yaşamaları için güç kullanılmasının gereği olmadığı kanaatindedir. Fakat Müslümanların Resulullah (sav)’in Medine’de kurduğu İslam Devletinin kuruluş metoduyla kurulacak bir İslam Devletinin kurulmasına ve bu devlet vasıtasıyla şer-i hükümlerin kendisine uygulanmasına muhtaç olduğu kanaatindedir. İslam Devletinin kurulması da Ümmet vasıtasıyla ve ümmetten ehli kuvvet olanların yardımıyla olacaktır. Hizb-ut Tahrir kesinlikle ümmete galip gelme yada ümmete karşı savaşma gibi bir düşünceye sahip değildir. Hizb sadece kendisine yardım edilmesini talep etmektedir.

Toplum kelimesine gelince; bunun delillendirilmiş ıstilahi manası; uygulanan nizam, fikirler ve hakim olan duygularla alakalıdır. Eğer topluma uygulanan nizamlar kapitalizm nizamı ise; toplumdaki fikirler ve hakim olan duygularda kapitalizm ve o toplumda kapitalist toplum olur. Eğer ki topluma uygulanan nizamlar İslami olursa, toplumdaki fikirler ve hakim olan duygularda İslami olursa o toplum İslami toplum olur. İşte bu şekildeki ıstilahi manaya binaen İslam beldelerindeki halihazır toplumların belirli bir karakteri bulunmamaktadır. İnsanlar Müslüman olmasına karşın üzerlerine uygulanan nizamlar ise İslami değildir. Karakteri karışık bir toplum haline gelmiştir. Fakat böylesi bir topluma da kafir denemez, zira halk Müslüman’dır.

Bizler ve bizlerin yanı sıra bütün Müslümanların İslam beldelerindeki toplulukların saf, temiz kalması ve onların üzerine İslami hükümlerin uygulanması, onların fevkinde İslami fikir ve düşüncelerin hakim olması için var gücümüzle çalışmamız gerekmektedir. Bu sayede ancak onlar İslami bir toplum olma özelliği kazanırlar, hidayet kaynağı olurlar, takvanın adresi haline gelirler, mazlumların haklarına kavuştuğu barınak ve gasp ettikleri hakları zalimlerden alan savaşçılar konumuna bürünürler.

 

10. SORUNUN CEVABI

Yine iyi niyetimizi belirterek bu soruya da cevap vermek istiyoruz. Hizbin ne iç nede dış bağlantılı hiç bir ticari etkinliği bulunmamaktadır. Resulullah (sav)’in Medine’de İslam Devletini kurarken izlediği metod üzere Raşidi Hilafet Devletini kurup, yeniden İslami hayatın başlaması için İslam davetini taşımak Hizb-ut Tahririn yegane işidir. Daveti taşırken de Resulullah (sav)'in metodunda olduğu gibi maddi eylem kullanmaz (onun tek maddi eylemi siyasi ameldir). Sadece fikri tartışma ve siyasi mücadele sergileyerek (Allahın izniyle) gayesinin gerçekleşmesi için İslami esaslara göre yardım talep eder.

Ali Said Ali (Abul-Hasan)

Sudan Hizb-ut Tahrir resmi sözcüsü

YIL 13  SAYI 154  ŞABAN 1423  EKİM 2002

Yukarı