Fakat
neden Hizb-ut Tahrir hilafetin yeniden hayata geçirilmesi ve İslam
şeriatının ikamesi için ısrar etmektedir ? diyecek olursanız;
bu Allah Subhanehu ve Teala hazretlerinin bizlere vacip kıldığı
bir görevdir ve buna ait birçok ayette deliller bulunmaktadır.
Örneğin; Maide suresi 49. ayette:
“Aralarında
Allah’ın indirdiğiyle hükmet” ve yine Nisa suresinde;
“Hayır,
Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni
hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş
olmazlar.” şeklinde yer almaktadır.
Resulullah
(sav) ise;
“Kim
boynunda biat olmaksızın ölürse cahiliye üzerine ölür”
diye buyurmaktadır.
İslam’a
göre biat; şer-i delilde belirtildiği üzere Halifeye biattır.
Hilafetin farziyetinin son derece büyük olması hasebiyle halife
olduğu halde biat etmez veya halife olmadığı anda onun tekrar gündeme
gelmesi için çalışma yapmazsa ve bu hal üzerede ölürse bu kişinin
ölümü cahiliye üzerinedir. Hatta bazı fukahalar, halifeye biat
farziyetini farzların tacı olarak nitelendirmektedirler. Zira
İslam şeriatı onunla tatbik edilir İslam’ın nezafeti onunla
korunur diye belirtmektedirler. Sahabeler Allah onlardan razı olsun
bu yolu takip etmişler, öyle ki; Resul (sav )’in vefatı
üzerine Allah Resulünü toprağa vermeden önce Beni Sakife (ra)
evinde halife seçimi yapmışlar ve Ebu Bekir’in Müslümanların
halifesi olarak tayin edilmesi ve ona biat edilmesine müteakiben
Resulullah (sav)’in defin işini yerine getirmişlerdir. Kur-an, Sünnet
ve İcma-i Sahabe bu büyük farzı tekit ederek Allah Subhanehu ve
Teala’nın indirmiş olduğu hükümlerin tatbiki, onu uygulayacak
ve koruyacak olan İslam Devletinin yeniden kurulmasıyla mümkün
olacağını belirtmişlerdir.
Bundan
dolayıdır ki; Hizb-ut Tahrir Raşidi Hilafet Devletinin tekrar
ikamesiyle İslamî hayatın yeniden başlatılması için bütün
gücüyle çalışmaktadır. Bu sadece iş yapmış olmak için
ortaya konulmuş bir fikirsel varlık değil, aksine Resul (sav)’in;
“Allah’ın
bulunmasını dilediği müddet, içinizde (nübüvvet) peygamberlik
olacaktır. Onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldırır. Sonra nübüvvet
üzerine hilafet olacaktır. Allah (cc)nın dilediği kadar kalacak,
dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı (zalim) yöneticiler
olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak, kaldırmayı
dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra zorba yöneticiler
olacaktır. Allah’ın bulunmasını dilediği kadar kalacak,
kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet
metodu üzere Hilafet olacaktır.” (Ahmed b. Hanbel, müs.
Kufiyyin,17680) sözüne binaen yürütmüş olduğu iştir.
Diğer
taraftan size ait olan; (din ve dünya adına bir kişinin yönetimde
bulunup, hüküm vermesine gerek yok, artık insanlar demokrasi
şura ve topluluğun aldığı karar ve idaresine rıza göstermektedirler)
diye belirtmekte olduğunuz sözü ele alacak olursak, bu ifadenizle
sizde yönetim ve şura hakkında bir karıştırmada bulunduğunuz
açıkça ortaya çıkmaktadır. Yönetici (karar alan lider); gerek
İslam nizamında, gerekse İslami olmayan yönetim şekillerinde
tekdir, karar alma ve yönetim mekanizmasında bulunanların
sayısının artması söz konusu olamaz.
Şuraya
gelince; bu yönetimin dışında bütün gerekli hallerde ve
gerekli olmayan hallerde İslam şeriatı çerçevesinde görüş
beyan etmektir. Şuranın İslam’da oldukça önemli bir yeri
bulunmaktadır. Daha batı şuranın ne olduğunu bilmezken, İslam
bunu ortaya koymuştur. Zira Allah Subhanehu ve Teala Şura suresi
37. ayette:
“Onların
işleri, aralarında şura iledir” ve Ali imran suresi
159.ayette:
“İş
hakkında onlara danış” şeklinde buyurmaktadır. Ayrıca
Resulullah (sav) Efendimiz sahabeyle istişarede bulunmuş sahabe ve
halifelerde bu yolu takip etmişlerdir.
Şurayla
demokrasiyi birlikte ifade etmenize gelince; bu tamamen Habil’le
Kabil'i birbirine karıştırma meselesidir. Demokrasi İslam
toplumlarında asıl manasından saptırılarak sadece kişilerin
kendi yöneticilerini seçmesi anlamına geldiğini ifade
etmişlerdir. Bunun ötesinde daha mühim bir anlama gelmektedir ki
o da; işleri yoluna koymaktan daha çok fesada sebep olan bir
yöneticinin; yönettiği topluluğu Allah’ın kanunları yerine
sonradan beşer tarafından ortaya konulan kanunlarla idare
etmesidir ki, bu kanunlar küfür kanunlarıdır. Zira kanun koyma
yetkisi tamamıyla Allah Subhanehu ve Teala’ya aittir. Yusuf
suresi 40. ayette:
“Hüküm
sadece Allah’a aittir.” buyurulmaktadır.
Demokraside
kanun koyma yetkisi beşere, İslam’da ise tüm beşerin Rabbi
olan Allah’a aittir. Zira Nisa suresi ayet 65 de:
“Hayır,
Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni
hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”
şeklinde buyurulmaktadır.
Demokrasi
Allah’ın dışında kanun ortaya koyar ve bu manasıyla da küfür
nizamıdır. Fakat batı kültürüyle adeta sırtlanlaşan kimseler
bizlere ait olan beldelerde demokrasinin yöneticiyi seçmek ve onu
hesaba çekmek anlamına geldiğini yutturarak, Allah’ın
haricinde kanun koyma anlamını gizlemeyi başarmışlardır.
İslam’a
bakacak olursak; bu durum son derece açık ve nettir. Ümmet
kendi liderini kendisi seçer ve kendi isteği ve rızasıyla ona
biat eder. Fakat yönetim şekli İslam şeriatına aittir. Anayasa
ve kanunlar Allah’ın kitabı ve Resulullah (sav)’in Sünnetinden
alınır ve kesinlikle beşerin ortaya koyduğu kanunlardan
alınmaz.
4.
SORUNUN CEVABI
Hizb-ut Tahrir
ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. Kesinlikle maddi
eylemler yapmaya yönelik askeri bir kuruluş değildir. Herkes
tarafından malumdur ki; askeri kuruluşlar ve maddi eylemler
aşırı derecede sermaye gerektiren olgulardır. Hizb-ut Tahrir ise
sadece İslam’a davet eden bir siyasi parti olup, fikirsel
tartışma ve siyasi mücadele yürütmektedir. Bundan dolayı,
öylesi büyük bir sermaye böylesi fikri çalışma için gerekli
değildir. Hizbin siyasi faaliyetlerini sürdürmesi için yine
Hizbin gençleri tarafından verilen teberrular Hizbin yegane para
kaynağını teşkil etmektedir. Ayrıca Hizbin gençleri son derece
yüksek nafaka gerektiren bir yaşantı içerisinde de değillerdir.
Eğer Hizbin gençlerinin ve Hizbin faaliyetlerinin geçirdiği süreçleri
izlemiş olsaydınız, sorduğunuz sorunun cevabını kolaylıkla
kendiniz bulurdunuz ve Hizbin maddi kaynağının nereden olduğunu
da anlardınız.
5.
SORUNUN CEVABI
Evet,
cevaplamaya devam ediyoruz: Hizb-ut Tahrir tek bir parti olup,
İslam beldelerinde şubeleri bulunmaktadır. Partinin idari
işlerini yürüttüğü kendine ait idari kanunları, partisel
teşkilatı, karar mekanizması, parti emirini seçme tüzüğü ve
toplumsal teşkilatları bulunmaktadır. Parti ferdi liderlikle ve
toplu şura ile ilgili şer-i hükmü tatbik etmektedir. Partiye ait
idari kanun, karışıklıktan uzak oldukça sadedir.
6.
SORUNUN CEVABI
Hizb-ut Tahrir
ümmetin içerisinde bulunduğu durumdan dolayı kesinlikle
ümmetten kopuk değildir. Hizb-ut Tahrir bütün açıklamalarını;
Siyasi yada dini cemaatlara, üniversitelere ve hocalarına, öğrencilere
ve düşünürlere, kültürlü ve sıradan herkese, kısacası
ulaşabildiği her tabakaya yönelik yapmaktadır. Fakat parti
kesinlikle bütün amellerinde İslam’a bağlı olmayan herhangi
bir cemaatla anlaşmaz ve anlaşmamıştır. Hizb-ut Tahrir ayrıca
Allah’ın indirdiği hükümlerden başkasını tatbik eden tüm
yönetimleri ve partileri de hiçe saymaktaımamaktadır. Hizb-ut Tahrir
düşünce ve siyasette İslam İdeolojisini uygulayan siyasi bir
partidir. Yöneticileri hesaba çeker ve İslam’a davette bulunur.
İslami hareketlerle iyi niyetle hakkın açığa çıkması ve
batılın yok olması için tartışır. İslam’ı korur, ümmeti,
kafirlerin ve işbirlikçilerinin komplolarına karşı uyarır,
bunu yaparken de yine ümmetin kendisiyle hareket eder. Eğer ki
Hizbin çalışmalarına dikkat edilirse bu açıkça idrak edilir.
7.
SORUNUN CEVABI
Hizbin
Sudan’da adı, adresi ve çalışma ofisi, belirli olan resmi bir
sözcüsü bulunmaktadır. Sözcü yaptığı bütün basın açıklamasında
adını adresini ve çalışma ofisinin yerini belirtmektedir. Eğer
ki soruyu soran yeryüzündeyse resmi sözcüyü bulur, eğer ki
yerin dibindeyse tabii ki orada resmi sözcüyü bulamayacaktır.
8.
SORUNUN CEVABI
Hizb-ut Tahrir
ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. Partiye göre kadın
erkek eşittir. Kadınlar; emri bil-maruf nehyi anil-münker (iyiliği
emretme, kötülükten nehyetme) gereği siyasetten mesuldür.
Yöneticiyi hesaba çekebilir. Şûra meclisinde aynen erkekte olduğu
gibi seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Zaten şer-i hükümler,
erkek ve kadının haklarını düzenlemiştir. Sadece şer-i hükümler
yaratılışları itibarıyla kadın ve erkeği bazı hükümlerde
ayrıcalıklı tutmuştur. Bunların dışında kadın ve erkek
şer-i hüküm karşısında eşittir. Eğitim erkeğin hakkı
olduğu gibi kadınında hakkıdır. Kadının sahip olduğu parayı
bağımsız tasarruf hakkı vardır. Alış verişte, şirketler
sermayesinde ve diğer ticari girişimlerde şer-iat karşısında
erkeklerle eşittir.
Taliban’la
ilgili soruna gelecek olursak; Taliban’ın kendine öz bir yapılanması
ve çalışma prensibi bulunmaktadır. Hizb-ut Tahrir'in ise kendine
özgü bir teşkilatı ve çalışma metodu bulunmaktadır ki; bunu
Resulullah (sav)’in İslam davetini taşımada ve İslam Devletini
kurmada maddi eylem kullanmamayı öngören metodundan kendisine
ilke edinmiştir.
Taliban
farklı şeydir, Hizb-ut Tahrir farklı şeydir.
9.
SORUNUN CEVABI
Hizb-ut
Tahrir Müslümanların İslamı yaşamaları için güç kullanılmasının
gereği olmadığı kanaatindedir. Fakat Müslümanların Resulullah
(sav)’in Medine’de kurduğu İslam Devletinin kuruluş metoduyla
kurulacak bir İslam Devletinin kurulmasına ve bu devlet vasıtasıyla
şer-i hükümlerin kendisine uygulanmasına muhtaç olduğu
kanaatindedir. İslam Devletinin kurulması da Ümmet vasıtasıyla
ve ümmetten ehli kuvvet olanların yardımıyla olacaktır. Hizb-ut Tahrir
kesinlikle ümmete galip gelme yada ümmete karşı savaşma gibi
bir düşünceye sahip değildir. Hizb sadece kendisine yardım
edilmesini talep etmektedir.
Toplum
kelimesine gelince; bunun delillendirilmiş ıstilahi manası;
uygulanan nizam, fikirler ve hakim olan duygularla alakalıdır.
Eğer topluma uygulanan nizamlar kapitalizm nizamı ise; toplumdaki
fikirler ve hakim olan duygularda kapitalizm ve o toplumda kapitalist
toplum olur. Eğer ki topluma uygulanan nizamlar İslami olursa,
toplumdaki fikirler ve hakim olan duygularda İslami olursa o toplum
İslami toplum olur. İşte bu şekildeki ıstilahi manaya binaen
İslam beldelerindeki halihazır toplumların belirli bir karakteri
bulunmamaktadır. İnsanlar Müslüman olmasına karşın
üzerlerine uygulanan nizamlar ise İslami değildir. Karakteri
karışık bir toplum haline gelmiştir. Fakat böylesi bir topluma
da kafir denemez, zira halk Müslüman’dır.
Bizler
ve bizlerin yanı sıra bütün Müslümanların İslam
beldelerindeki toplulukların saf, temiz kalması ve onların
üzerine İslami hükümlerin uygulanması, onların fevkinde
İslami fikir ve düşüncelerin hakim olması için var
gücümüzle çalışmamız gerekmektedir. Bu sayede ancak onlar
İslami bir toplum olma özelliği kazanırlar, hidayet kaynağı
olurlar, takvanın adresi haline gelirler, mazlumların haklarına
kavuştuğu barınak ve gasp ettikleri hakları zalimlerden alan
savaşçılar konumuna bürünürler.
10.
SORUNUN CEVABI
Yine
iyi niyetimizi belirterek bu soruya da cevap vermek istiyoruz.
Hizbin ne iç nede dış bağlantılı hiç bir ticari etkinliği
bulunmamaktadır. Resulullah (sav)’in Medine’de İslam Devletini
kurarken izlediği metod üzere Raşidi Hilafet Devletini kurup,
yeniden İslami hayatın başlaması için İslam davetini taşımak
Hizb-ut Tahririn yegane işidir. Daveti taşırken de Resulullah
(sav)'in metodunda olduğu gibi maddi eylem kullanmaz (onun tek
maddi eylemi siyasi ameldir). Sadece fikri tartışma ve siyasi
mücadele sergileyerek (Allahın izniyle) gayesinin gerçekleşmesi
için İslami esaslara göre yardım talep eder.