YIL 16  SAYI 186  CEMAZİYÜLEVVEL 1426  HAZİRAN 2005


Hilafet.com'da ara Web'de ara

Hilafet'in Sözü: Ilımlı İslam Söylemi
Allah (cc)’nun Gücünün Üzerinde Hiçbir Güç Yoktur
Siyasî Yorum: R. T. Erdoğan’ın İsrail Ziyareti
Haber-Yorum: Özbekistan Olayların Arkasında Kim Vardır?
MÜSLÜMANLARIN DURUMU VE NİÇİN HİZB-UT TAHRİR (2. Bölüm)
Hz. MUHAMMED (SAV)’İN MUCİZESİ KURAN VE İÇERİĞİ (2. Bölüm)
Sünnet’ten Anlamamız Gerekenler ve Bidat Kavramı (1. Bölüm)
Bir Şiir
Tefsir: Bakara Suresi 194-195

 

Hilafet Dergisi

ILIMLI İSLÂM SÖYLEMİ

Amerika, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından istisnâsız dünyadaki bütün devletlere egemen olmak için düşünmeye başladı. Bunun yolunun da Orta Doğu’dan geçtiğini anladı. Çünkü Orta Doğu’ya hâkim olmak sadece bu bölgedeki Müslümanlara hâkim olmak demek değildir. Bilakis Avrupa’ya, Rusya’ya ve bütün dünyaya egemen olmak demektir. Bu bölge, bütün dünya devletleri için geleceğin anahtarıdır. Bu bölgenin anahtarını elinde bulunduran kimse, dünyaya tahakküm eder. Bu bölgeden dirilecek olan (müşterek tehlike olması vasfıyla büyük ve küçük devletleri tehdit eden İslâm’î) tehlikeyi bertaraf etmek bahanesiyle tüm devletlerin Amerikan liderliği altında toplanmalarının kaçınılmaz olduğu söylenmiş, bundan dolayı da bu tehlikeye engel olmak için dünyanın liderliğinin Amerika’nın hakkı olduğu ileri sürülmüştür.

Mart 1990'da, Amerikan Temsilciler Meclisi'nin yayınladığı bir raporda; "İslam’î uyanışın her geçen gün güçlenmesi gerçeği ile bölgeden çıkarılan petrolün Batılı ekonomiler için vazgeçilmez önemi birleştiğinde, Ortadoğu konusundaki çekişme, İslam’î uyanış ile Batı dünyası arasındaki karşılaşmayı ölüm kalım mücadelesi haline getirmektedir" diyor.

İslâm’î akımların artması ve İslâm’î uyanışın büyümesi sebebiyle ilk kez, İslâm’ın tehlikesini hisseden batı gibi, her batılı vatandaşta onun tehlikesini hissetmeye başlamıştır. Bu hissi daha çok pekiştiren husus; Orta Doğu’lu hükümetlerin bu artan İslâm’î akımlara karşı durmaktan veya onları kontrol altında tutmaktan açıkça âciz kalmalarıdır. Halbuki batılı devletler, bu akımlara karşı mücadele etmesi amacıyla yıllarca bu hükümetlere sınırsız yardım ve destek sağlamıştır.

Bununla birlikte Batı’nın görüşüne göre; Orta Doğu ülkelerin halkları ‘terörizm’ ve ‘radikalizm’ olarak adlandırdıkları grupların yuvası haline dönüşmüştür. Ki bunlar, sadece batılı devletlerin istikrarına değil dünya devletlerinin istikrarına da tesir edecek hale gelmişlerdir. Hatta onlara göre terörizm; devletlerarası siyâset ve ilişkilerin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Dolayısıyla onunla mücadele etmek, dünyadaki süper gücün liderliğinde devletlerarası bir gayretin olmasını gerektirmektedir. Amerika ve Batı’ya nispetle terörizmin tehlikesi, sadece yer üstünde görülen orada-burada bazı grupların yaptıkları askerî amellerle sınırlı değildir. Bilakis Batı’nın gelmesini beklediği korkunç güç yer altındaki tehlikedir. İşte, bizzat bu güç, onların geleceklerine bakışlarını bulandırmaktadır. Onlar, toplumlarını, siyâsî ve cihâdî İslâma ve Batı’ya düşmanlığa doğru sürükleyecek hakiki İslâm devletini ikâme etme noktasında, Müslümanların başarılı olmasından korkmaktadırlar. Belki de Amerikan Genel Kurmay Başkanı Richard Myers’ın Amerikan Kongre’sindeki komisyon önünde söylediği; “Bu aşırı İslâm’î hareketlerin hedefi, bölgede Hilâfet sistemini kurmak ve yedinci asra dönmektir” sözü bu korkuyu ifade etmektedir.

İşte, Amerika’nın bölge petrolleri üzerindeki nüfuzunu garantiye almak ve yükselen uyanışı dizginlemek amacıyla ortaya attığı ‘Büyük Orta Doğu Proje’si’ düşüncelerinden biri de; “ılımlı İslâm”dır. Öyleyse bu düşüncenin aslı nedir?

Bu günlerde, İslâm’î hareketler, İslâm’î fikirler ve bilhassa Siyâsî İslâm fikirleri söz konusu olduğunda Amerika ve Avrupa siyâsî çevrelerinde, Türk ordusu, yöneticisi, düşünürü ve medya organlarının dilinde, ılımlı İslam, ılımlılar ve aşırı İslam, aşırılar gibi kelimeler dolaşmaktadır. Bu tür düşüncelerin gündemde olmasının veya bu tür şahsiyetler tarafından dillendirilmesinin iğrenç ve çirkin bir tek nedeni vardır. O da; İslâm’a ve onu ideoloji olarak taşıyan kimselere karşı savaş açmak. Çünkü İslâm’î ümmet artık bulunduğu bu kötü durumdan kurtuluşunun ancak Hilâfet’i ikâme etmekle, İslâm’î hayatı başlatmakla olacağını görmüştür. Müslümanların ekseriyeti, İslâm’la amel etmeye, hükümlerine bağlanmaya yönelmiştir. Bunun için küfür sistemlerinden, Haçlı seferleriyle birlikte hayatımıza giren küfür fikirlerinden, beşerî anayasa ve kanunlardan kurtulmak ve demokrasi, milliyetçilik, vatancılık, sosyalizm, sosyal adalet, şahsî hürriyetler ve modernizm gibi küfür fikirlerini yok ederek, yerine siyâsî İslâm ve sistemini, hükümlerini, fikirlerini koymak için çalışan partiler ve kitleler kurulmuştur.

İşte, bütün bunların gerçekleşmesi ufukta parlarken, bu husus küffâr ve küfür devletlerini Müslümanların yöneticilerini, batı kültürüyle meftûn olanları, onu yüklenenleri dehşete düşürmüş ve dolayısıyla bu akımı durdurmanın yollarını aramaya koyulmuşlardır. İslâm’ın hükümlerini sulandırmak, Müslümanları, İslâm’ın davetçilerinden nefret ettirmek için fikrî yöne ağırlık verme desisesini hazırlamışlardır. Zira hedefleri; Müslümanları, küfür fikirlerini ve sistemini söküp atmak, insanların gönüllerine ve tepelerine kabûs gibi çöreklenen zâlim tağutların kökünü kazımak için çalışmaktan ve tabi ki buna bağlı olarak ta Hilâfet’i ikâme etmeye doğru yürümelerinden sarfı nazar ettirmektir.

Binaleyh İslâm’la ve İslâm için çalışan Müslümanları, ılımlı ve aşırı gibi lafızlarla damgalamakla, bilinçli olarak bu lafızları delâletlerinden ve vaaz edildikleri anlamlardan saptırdılar. Bu bağlamda; zorba yöneticilerin zulmünü, küfür hükümleriyle yönetmelerini reddederek, Hilâfet’i ikâme etmek ve Allah’ın indirdiklerine göre hükmetmek için çalışanları aşırılar olarak nitelediler. Fakat siyâsetlerinden razı olan ve küfür sisteminin bekâsıyla birlikte bazı reformlar yapmak için çalışan kimseleri de ılımlılar olarak addettiler.

İşte, böyle düşündüler ve böyle uyguladılar. Bunu yaparken de kendilerini, yüce ideallerini görüşlerin ve fikirlerin çıktığı kaynak kıldılar. Halbuki Allah’ü Te’âla, görüşlerin İslâm’a ve hükümlerine göre verilmesini, sadece Allah’ın Kitâbı ve Rasûl’ünün sünnetine bağlanılmasını Müslümanlar üzerine farz kılmıştır. Dolayısıyla, eğer yöneticiler ve ordu komutanı gelirde Rablerinin yerine kendilerini, dinlerinin yerine devletlerini bu makama koyarlarsa bu apaçık dalâlettir ve Allah dışında Rablik iddiasında bulunmaktır.

Onlar, siyâsî İslâm’î parti ve hareketleri aşırılıkla, siyâsî olmayan İslâm’î hareketleri veya siyâsî olup ta İslâm’î olmayan parti ve hareketleri de ılımlılıkla nitelediler. Çünkü bunlar, devletlerine karşı bir tehlike teşkil etmemektedir. Tehlikeli olan ise birincilerdir.

İşte, bu kimseler bu iki kelimenin -ılımlılık ve aşırılık- delâletlerini saptırdılar. Dinle ve ümmetin geleceğiyle oynadıkları gibi bu iki kelimenin anlamıyla da oynadılar.

Mutedil -ılımlı- kelimesi sözlükte; nitelik ve nicelik açısından iki şeyin arasını ortalamaktır. Her uygun olan, ölçülü olan şey mutedildir.

Aşırılık kelimesi ise, itidal sınırını aşmaktır. Şer’an itidal kelimesi, şer’î hükümlere bağlanmak, onlar üzerinde dosdoğru yürümek ve Allah’ü Te’âla’nın emrettiği şekilde onları yapmaktır. Aşırılık kelimesinin ise, şer’î anlamı yoktur. Çünkü, böyle bir lafız naslarda geçmemiş, İslâm fakihleri de onu kullanmamışlardır. Bunun için onun, sözlük anlamı dışında bir anlamı yoktur. Eğer biz onu Şeriatta kullanmak istersek, aşırılığın; Şeriatın koyduğu sınırları aşmak, yani İslâm’ın hükümlerine muhalefet etmek olduğunu söyleriz.

İşte, aşırılık ve ılımlılık budur. Kim farz namazların rekat sayısını artırırsa, umre tavafını on'a çıkarırsa, bize karşı savaşa katılan kafir kadınları ve çocukları öldürmeyi haram kılarsa, şarabın üzümden yapılmasından dolayı üzüm yemeyi haram addederse veya siyâsî İslâm’ı haram kabul edip, İslâm’ı akideyle, ibadetle, ahlakla sınırlandırırsa bu gibi kimseler aşırılardan sayılırlar. Fakat bir şahıs veya kitle, hayat işlerinden herhangi bir işte ve İslâm’î daveti taşıma keyfiyetinde sahih içtihatla alınmış bir hükme, bir görüşe ve bir fikre bağlanırsa aşırılardan sayılmazlar. Çünkü Müslümanlar, İslâm’ın hükümlerine bağlanmakla ve hükümleri ne bir eksik ne de fazlalaştırmaksızın Allah’ın kullarına emrettiği şekle uygun olarak yerine getirmekle mükelleftirler.

Orgeneral Özkök’ün, Harp Akademileri Komutanlığı’nda yaptığı yıllık değerlendirme konuşmasında; “Bir kısım çevreler, Türkiye’yi bu projede ‘ılımlı İslâm modeli bir ülke’ olarak tanımlamak istediklerini” ileri sürmesine gelince; bu, Amerika’nın istediği değişim karşında durma refleksi değildir. Bilakis sözlerinden de anlaşıldığı gibi Türkiye’nin bu projede rol almasına, yani Türkiye’yi “ılımlı İslâm” olarak lanse etmeye karşı çıkmaktadır. Çünkü ılımlı İslâm olarak lanse etmek, Atatürk’ün kurduğu Laik Türkiye Cumhuriyetiyle çelişir. Onun tepkisi bundan öteye geçmez. Onun için bazı yazarların yaptığı gibi öyle üzerinde düşünülecek bir açıklama değildir. Zira bu tür açıklamalar ilk kez yapılmış açıklamalar da değildir.

 

ilk sayfa | Yukarı

 YIL 16  SAYI 186  CEMAZİYÜLEVVEL 1426 HAZİRAN 2005