“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih
eder. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. O her şeye kadirdir.” (Teğabün
1)
Dünyanın bir yerinde herhangi bir afet meydana
geldiğinde hemen arkasından farklı şekillerde yaklaşımlar ve yorumları
görüyorsunuz. Fakat son dönemlerde yaşanan büyük afetler nedense belli
bir noktaya kaydırılmak isteniyor. Dünyada zuhur eden, her olan-biten
günümüzün büyük sömürgecisi Amerika’ya mal ediliyor. Bu yaklaşım, siyasi
olaylardan tutunda ta afetlere kadar her alanda kendini göstermeye
başladı. Öyle ki; Amerika asli yapısından kat kat üstün, olağan üstü bir
güce sahip, dünyada her alanda tek hakim koltuğuna oturtturuldu. Amerika
elbette ki bu konumundan ve büyütülmesinden rahatsız değil aksine
memnundur. Firavunun kibir ve gurur müptelası olup ilahlığını ilan
ettiği gibi Amerika’da kendi ilahlığını ilan etmiştir.
Çeşitli deneyler neticesi büyük titreşimler meydana
getirerek depremler oluşturan odur, yağmur bombası ile yağmurları
yağdıran odur, hava boşluğunda çeşitli gazlarla çok kuvvetli hortumları
oluşturan da odur. Medyayı takip ettiğinizde karşımıza çıkan, Amerikanın
bu gibi hadiselerin ardından bu olayların hamisi olarak gösterilmesidir.
Bu yöneliş Amerika’yı kınama yönünde değil onu yüceltme yönünde
gerçekleşmektedir.
Yer kürede işgallerle zulüm estiren, sömürgede doruk
noktaya ulaşan Amerika elindeki güçle medyayı yönlendiği gibi insanlar
üzerinde de dolaylı hakimiyet kurmaktadır. Dünyanın her tarafında
istediği gibi hareket etme, tutuklama, korku salma, zulmetme, dayatma
özgürlüğünü kendine tanıyan Amerikanın korkunç bir dev olduğu böylece
insanların beyinlerine kazınmıştır. Dünyanın büyük bir kesimi onun kulu
olmuş önünde takdis yaparken diğer bir kesim kölesi olmuştur. Kenarda
duranlarsa o devi ürkütüp hışmını üzerine çekmektense sessiz kalmayı
kendilerine reva görmüşlerdir. Karşıt olanlar ise en büyük düşmandır.
Bundan dolayı afetler meydana geldiğinde, afetlerin
ilahi bir alana çekilmesi ile fırtınalar koparılıyor, asıl deprem o
zaman vukuu buluyor. Daha çok İslam beldelerinde afetlerin Allah’tan
geldiğini yazmak suç sayılıyor ve kişiler bu suçtan dolayı mahkumiyete
çarptırılıyorlar. Çünkü İslam beldelerinde var olan küfür sistemleri
Müslümanlara İslam’ı unutturmak için vardırlar. Amaçları kafirlerin
üstünlüğünü her ortamda gündeme taşımaktır. Onlar ne yaparlarsa
yapsınlar Allah’ın gücünün önüne asla geçmeye kudretleri yetmeyecektir.
Kıyamette onları öyle bir afat bekliyor ki; bu dünyanın afattı onun
yanında hiç kalır… Saptırmaya çalıştıkları konularda da başarısız
olacaklardır.
İnsanlık tarihi her döneminde çeşitli afat ve
musibetlerle karşılaşmıştır. Bu dünya var oldukça ve varlık alemi
yaşamını ikame ettiği sürece dönem dönem Allah’ın takdir ettiği
musibetler canlıları bulacaktır.
Afetleri iki noktada incelemek mümkün:
1- Bizzat insanların eli ile gerçekleşenler. Bunu
da iki alanda ele alabiliriz.
a- İnsanların tabiat yapısını fesada uğratmaları,
b- Sapık insanların ihtirasları uğruna, insanlığı
cürümleri ile fitne ve fesada boğmaları.
Her ikisi insanların iradeleri dahilinde gerçekleşir.
Yani insanlar bu alanda hasarı kendi elleri ile gerçekleştirmektedir.
a- Tabiatı fesada uğratmaları: Allah (cc) tabiatı
en güzel bir donatımla insanların hizmetine sunmuştur. Allah (cc) şöyle
buyurdu:
“Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini
deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet
yaptık.” (Kehf 7)
Başka bir ayette şöyle buyurdu:
“Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca
denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni
olmadıkça yer üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok
şefkatli ve çok merhametlidir.” (Hac 65)
Allah insanlara öyle bir dünya bahşetti ki; insanlar
kusursuz bir dünyaya sahip oldular. Onda hava, su, yeşillikler, oksijen
dolu ormanlar, dağlar, yağmur yüklü bulutlar, rengarenk çiçekler,
hizmetlerine amade kılınmış hayvanlar ve daha nicelerini bulabilirsiniz.
Fakat, görüyoruz ki; insanoğlu tabiatın o güzelliğini, eşyanın tabii
yapısını bozmakta yarışırcasına bir yol izlemeye başladı. Yakılan
ormanlar, zehirli maddeler, tabii olan tohumlara müdahaleler, hormonlu
ürünler, kimyasal maddeler ve daha niceleri. Günümüzde öyle oldu ki;
nankör, inançtan soyutlanan ve heva ve hevesini ilah edinenler masum
insanlara saldırdıkları gibi dünyada her şeyin aslını bozmak için
topyekun savaş ilan etmişlerdir. Bunların azgınlığını Allah (cc) Kuran’da
şöyle bildiriyor:
“O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi)
yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak
için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 205)
Bir nevi fesada yönelmek, eşyanın aslını tahrip etmek
insan eli ile gerçekleşen afatlardan sayılır. Bunu da Allah (cc) fesat ve
bozgunculuk olarak nitelemektedir. Ortaya çıkan bu durum insanların
kendi kendilerini yönetmeye kalktıkları gibi eşyayı da yönetmeye
kalkmalarından kaynaklanmıştır. Bu ise insanlığa ve tabiata afet
getirmiştir. Laboratuarlarda ürettikleri virüs ve mikropları bir tehdit
unsuru olarak kullanıyorlar. İnsanlığın hastalıklarla boğuşması dünyayı
fesada boğanların ürünüdür. Bunun yüzlerce örneği verilebilir. Hormonlu
yiyecekler neticesi insanlarda artan hastalık ve çeşitleri, bitkilerde
ilaçlamalar neticesi ortaya çıkan verimsizlik, kozmetik sanayinin
yaydığı kimyasal maddeler neticesi ozon tabakasının etkilenmesi ve daha
niceleri…
Tabii özellik ancak dış etkenin müdahalesi
neticesinde bozulur. İnsanoğlunun müdahalesi sonucu bir çok şey asli
yapısını bozmuştur. Bu da insanın tabiat üzerinde de hakimiyet kurma
sarhoşluğunun getirmiş olduğu bir felakettir.
b- Sapık insanların ihtirasları uğruna, insanlığı
cürümleri ile fitne ve fesada boğmaları:
Dünya yaşamak için herkese yetecek kapasitede
yaratılmışken, insanlar bu konuda karar vermeye kalktı ve milyonlarca
insan vahşi ihtiraslar neticesi katledildi. Afrika’da katledilen
milyonlarca insan bu ihtiras felaketinin sadece bir örneğidir.
Bir kesim dünyada bütün insanlığa yetecek kadar
yiyecek ve eşyanın bulunmadığına veya dünya servetlerinden en fazla payı
alma adına nüfuz planlama politikası gütmektedir. Bu siyaset
doğrultusunda her yıl binlerce kadın ya kısırlaştırılır veya kasten
binlerce insan öldürülme terk edilir.
Dünyanın mutlu azınlığı her türlü imkanlara sahip
zevk-sefa içerisinde hayat sürerken diğer yanda bir kesim açlıktan ölüme
mahkum edilmiştir. Habeşistan, Somali önümüzde duran örneklerden sadece
bir kaçıdır.
Kapitalist sömürgenin dünyadaki felaketlerini
sıralamak o kadar çok ki; burada sıralamaya kalksak sayfalar dolusu
kitaplar meydana çıkar. Yakıp-yıkma, yağmalama, hırsızlık, katliam,
işkence kapitalizmin insanlığa sunduğu en büyük musibetlerdir. Başta
Amerika’nın işlediği cürümler insanlara -daha fazla Müslümanlara-
felaket üstüne felaket getirmiştir. Japonya’da kullandığı atom
bombasının düştüğü yerlerde hala insanlar sakat doğuyor, toprak verimini
veremiyor. Amerika (ki kapitalizmin temsilcisi) denilince akıllarına ilk
gelen felaket olmuştur.
Onun yanında İsrail ve batının Müslümanlara
yaptıkları herkesin malumudur. Bunun adına ister sömürü deyin ister
savaş deyin fakat yapılanlar musibet ve beladan başkası değildir. Çünkü
onların tek yapabilecekleri ve taşıyabilecekleri felakettir. Onlar
Hakkın üstünde bir hakimiyet yolu tuttukları için insanlığa adalet
yerine zalimlikten başka bir şey sunamazlar. Allah-u Teala şöyle
buyuruyor:
“… Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı
yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler
topluluğunu doğru yola iletmez.” (En’am 144)
“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın
nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok
nankördür!” (İbrahim 34)
“Allah'a karşı yalan uyduran, kendisine gelen gerçeği
(Kuran'ı) yalan sayandan daha zalim kimdir? Kafirlerin yeri cehennemde
değil mi?” (Zümer 32)
Dönem dönem insanlar felaketlere duçar kalırlar.
Kendilerine gelen uyarıcılar neticesi de bu felaketlerden kurtulmaya
yönelirler. Günümüzde de insanlık kurtuluşa muhtaçtır. felaket ve
musibetlerden kurtuluş ise yine insanların elinde olan bir şeydir. Tek
yapılacak iş Hakk’a yönelmektir.
2- Allah’tan gelen ve insanların iradesi dahilinde
olmayan afet, deprem ve musibetler:
Deprem ve tabii afetler genelde manada ilahi olarak
bilinir. Geçmişten günümüze değin bu husus ilahi bağlamda
değerlendirilmiştir. Hatta Allah’ı inkar edip başka şeylere tapanlar
dahi tabii afetleri taptıkları ilahtan olduğuna inanırlar. Yıldırımların
çakmasını gök tanrısının kızması şeklinde algılayanlar olduğu gibi
depremleri yer tanrısının kızması sonucu olduğuna inanlar olmuştur.
Burada üzerinde durulması gereken nokta; insanların
bu olayları çözmekten aciz oluşlarıdır. Kendi iradeleri dışında gelişen
bu olaylara müdahale etme güçleri yoktur. Kulun, kendisine hükmeden
dairede meydana gelen işlerde bir etkisi, bir rolü yoktur. Bunların
hepsini kulun hiçbir ilgi ve etkisi olmaksızın meydana gelmesini
sağlayan Allah-u Teala’dır. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurdu:
“Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet
etmez. Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah
her şeyi bilendir.” (Teğabün 11)
Bu olayların neden oluşları hakkında da herhangi bir
fikir yürütmek doğru olamaz. Olduğu takdirde kayıptan haber verme olmuş
olur ki; kaybı bilen ancak Allah’tır. Bundan dolayı deprem ve afatlar
hususunda ancak vahiyle gelen habere tabi olmak gerekir. Bu Allah’ın bir
kazasıdır.
Bilim, depremi yer altında var olan gazların, belli
yerlerde yoğunlaşması ve yer kabuğunu kırarak çıkması sonucu meydana
gelen olay diye tarif ederler. Fay hatları çizerler ve o fay hatları
üzerinde meydana gelecek olan depremler hakkında önceden haber vermeye
kalkışırlar. Bu konuda bilimin isabet ettiği elbette söylenemez. Dünyada
o kadar deprem oluyor ki artık her taraf fay hattı oldu.
İşi fay hatlarına havale etmek Allah (cc)’nın tabiata
müdahalesini devre dışı bırakmaktır. Diğer zaaf tarafı da gelecekten
haber vermektir. Her ikisi de yanlıştır. Bu konu insanın ne iradesi nede
bilgisi dahilinde gerçekleşen bir olaydır.
Deprem, dünya üzerinde meydana gelen, ne zaman
olacağı ve ne kadar süreceği önceden kestirilemeyen, Allah’ın insanlara
gösterdiği fizikî hâdiselerden, ilahî âfetlerden bir tanesidir.
Bu gibi olayları; “tabii âfet”, “vahşi doğa”, “fay
kırılmaları” gibi sözlerle asli konumunun dışında düşünmeye sevketmek
Allah’ın gücünü ve tabiat üzerindeki hükümranlığını inkarcılığa
çağrıştıran ifadelerdir. Insanoğlu şunu çok iyi kavraması gerekir; bu
kainatı yoktan var eden Allah (cc)’dır. Kainata ne zaman ve nerede
müdahale edeceği ise insanların bilgisi dahilinde olmayan bir konudur.
Bundan dolayıda bu konuda fikir yürütmek yanlış olur. Nitekim Allah (cc)
şöyle buyuruyor:
“Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları
O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi
dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir
taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”
(En’am 59)
Meydana gelen afatlar insanlar üzerinde büyük
tesirler bırakmıştır. Bundan dolayı da bu gibi olaylar genelde bir uyarı
olarak kabul edilir.
İnsanlar ne kadar fikir yürütürse yürütsünler
gelecekte ne gibi bir olayla karşılaşacaklarını bilemezler. Ancak
Kur’anda ve hadislerde zikredilen bela, musibet ve afatların zuhur
nedenlerini üç şekilde izah etmektedir.
Devamı gelecek sayıda…
|