(2. Bölüm)
Müslümanlar; kendilerini şeriata göre yöneten,
Allah’ın ve Resûl’ünün hükümlerini içlerinde tatbik eden Halife’nin yok
oluşuyla neler kaybettiler?
1- Hayatlarında İslâm’a göre yaşamayı kaybettiler.
Zekât, zenginlerinden alınır fakirlerine verilir. Acaba bugün biz,
bir senelik malın ve petrol gelirlerinin zekâtının İslâmî âlemde hiç bir
fakir bırakmayacağını biliyor muyduk? Yaklaşık olarak bir varili otuz
dolardan, günlük 9 milyon varil üreten Suudi Arabistan gibi bir devletin
2001 senesindeki bütçesinin 271 milyar dolar açık vermesi şaşılacak bir
şey değil midir? Oranın petrol ve gelirlerini Amerika’nın yağmaladığını
acaba biliyor muyduk? Petrol ve gelirlerinin ümmete iâde edilmesi
gerekirken, hain yöneticiler sayesinde Müslümanların kanlarını emen
Amerikan kapitalistlerine ve silah fabrikatörlerinin cebine gitmektedir.
Ömer İbn-u Abdülaziz günlerinde, Hilafet uygulanmasının üzerinden daha
yetmiş sene gibi kısa bir süre geçmesine rağmen İslâmî âlemden
fakirliğin kökünü kazımıştır. Öyleyse; Hilafet’in yıkılmasından daha
feci ne olabilir?..
2- Müslümanlar Hilafet’in kaybolmasıyla icat edici
akıllarını kaybettiler. Çünkü onları ne bir güden var, ne onlara
araştırma merkezi kuran var, ne de ağır sanayini mukadderatımıza
tahakküm ve hayratımızı tarumar etmekten düşmanlarımızı engelleyecek
keyfiyet üzerine oturtacak şahsiyetler var!..
Ümmet, insanlık için ilmi, hadareti, gelişmeyi,
medeniyeti üreten ve dünyanın her tarafından ilim talebelerinin
gönüllerini cezbeden üniversiteleri, Endülüs’te kurarken ve alimler
sayısız alimler yetiştirir iken, bu gün kartondan devletçiklerin
düşünme, üretme ve refah yaşamına engel olmasından dolayı bir lokma
uğruna Batıya taşınan beyin göçünü insanlarımız hala neden görmüyor?
3- Müslümanlar, Hilâfet’in kaybolmasıyla
düşmanlarının kalplerinde olan heybetlerini kaybettiler.
Heybetlerini kaybetmeleri, düşmanlarının kendilerine saldırma cüretine
sebep oldu. Dolayısıyla Müslümanların erkeklerini öldürdüler,
kadınlarının ırzlarına geçtiler, çocuklarını diri diri gömdüler,
ülkelerini, gelişmiş uranyum gibi uluslararası yasak olan silahlarının
deneme sahası yaptılar. Eğer İslam beldelerindeki yöneticiler ve
Müslümanlar, Allah’ın düşmanlarının yaptıklarına karşı susmasaydı
kafirler cihad ve şahâdet ümmeti olan bu Müslümanlara saldırma cüretini
gösteremezlerdi. Zira yöneticiler, Müslümanları düşmanlarına karşı
savaştan ve ırzlarını savunmaktan alıkoydular. Oysa ki Müslümanlar,
Allah’ın adıyla bölgeleri fethediyorlar, adaleti, fazileti yaymak ve
insanlığa en hayırlı kanunları tatbik etmek için atlarıyla denizlere
dalıyorlardı. Allah’ın Resûl’ü ne kadarda doğru söylemiştir:
“İmam bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla
korunulur.” Yani Müslümanları himâye
eden koruyucu, zırhtır. Zırh düştüğü zaman bu ümmet düşmanlarının
oklarına hedef olur.
4- Müslümanlar, Hilâfet’in yıkılmasıyla ordularını
kaybettiler. Müslümanların orduları topraklar fethederken, sınırları
korurken ve Allah düşmanlarına korku salarken, günümüzde Müslümanlar
üzerine bir yük olmuştur. Ne zaman batı ekonomik problemle karşı karşıya
kalsa, ümmetin başındaki hain yöneticiler; (kullanılması izne bağlı)
silahları en fahiş fiyatla satın almak için âdete yarışmaktalar. Hatta
almaya kalktıkları silahlar paslanmış, depoya kaldırılmış silahlardır.
Müslümanların kızları;
“Yetiş ya Mu’tasım, yetiş ya Halife ve Ey Allah’ın
orduları! neredesiniz” diye
haykırırken, onları duyan yok! Ordular, mücahitlerin ateşinden İsrail’i
korumakta, Şaron’un güvenliği için gece gündüz uykusuz kalmaktadır.
Görevleri; sadece ajanların kuş tüyünden yataklarını ümmetin muhlis
evlatlarından korumaktır.
5- Müslümanlar, Hilâfet’in yıkılmasıyla birliklerini
kaybettiler.
Onlar bir ümmet iken ve Halife Rab’lerinin kitabıyla
onları yönetirken, onlar için uykusuz kalırken, onları hiç bir şeye
değişmezken, hak ortaya çıkıncaya kadar onun katında kuvvetli zayıf ve
zayıfta kuvvetli iken, onlar arasını düşmanlarının çizdikleri sanal
sınırlar ayırmazken, Hilâfet’in yıkılmasıyla Suriyeliler, Türkiyeliler
haccetmek için pasaport ibraz etmeye ve Iraklılar gibi diğer
Müslümanlarda Mısır’a girmek için vize almaya mecbur bırakılmışlardır.
6- Müslümanlar, Hilâfet’in yıkılmasıyla Kur’an’ın
hakemliğini kaybettiler. Ki; bu en büyük kayıptır. Şeriat hayattan
kaldırıldıktan sonra, kinci haçlı seferlerine karşı Allah’ın hükümlerini
gözeten, hadleri ikâme eden, İslâmî akideyi koruyan bir sulta yoktur.
Durum böyle olunca; Mekkeyi Mükerreme civarında faiz bankalarının
gökdelenleri yükselecektir.
Yine durum böyle kabullenildikçe; İslâm risaletini
taşımak için cihadın yapılmadığını göreceğiz. Ve
yine Suriye halkının, Filistin halkına yardım etmesine, Hicaz ve
Bahreyn halkının da Irak halkına yardım etmesine engel olunmuş ve
Pakistan Müslümanlarıyla Afganistan’daki kardeşleri arasına barikatlar
konulmasına seyirci kalınacaktır.
Evet, günümüzde Müslümanların durumu Hilâfet’in
olmamasıyla içler acısıdır. Bu, (ümmete nispetle) “Tarihin sonu” mudur?
Elbette hayır!.. Zira Allah’ın -ki O’nun vaadi haktır- ve Resûlullah
(r)’in (ki; asla o hevasından konuşmaz) vaadi vardır. Allah azze ve
celle şöyle buyurdu:
“ Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel
işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi
onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini
(İslam’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını
güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve
hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Kim de bundan sonra inkâr ederse işte
onlar fâsıkların ta kendileridir”.
Bu, korkudan sonra Allah-u Teala tarafından
yeryüzünde Halîfe ve hâkim kılacağına ve kırılmalardan, musibetlerden,
büyük belâlardan sonra yardım edeceğine dair vaattir.
Yine Allah-u Teâla, Allah’ın nurunu söndürmek isteyen
küfür ve kafirlerin teşebbüslerini niteleyerek şöyle buyurdu:
“ Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek
istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu
tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün
kılmak için Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O'dur”
Devamı gelecek sayıda…
|