(1. Bölüm)
İnsan kainattaki ve kendisindeki bir takım
özellikleri inceleyerek kainattaki ve kendisindeki mükemmelliği yaratan
bir yaratıcının var olduğunu akıl yoluyla kolayca tespit eder. Bir
yaratıcının varlığını bulduktan sonra insan yaratıcısı ile alakasının
nasıl gerçekleşeceği gerçeği ile karşı karşıya kalır. İşte bu noktada
peygamberlere olan ihtiyaç hasıl olur. Evet yaratıcı ile alakaları
sağlama noktasında insana önder olarak Allah (cc)’ı peygamberler
göndermiştir. Göndermiş olduğu peygamberlere de lafız ve mana olarak
kendisine ait olan emirler verdiği gibi lafız olarak seçmiş olduğu
elçisine mana olarak ta kendisine ait olan hükümler indirmiştir ki bu da
sünnettir.
Sünnet’in sözlük manası: Yol, takip
edilebilen, yürüyerek gidilen yol demektir.
Istılahî manası ise: Peygamber (sav)’in
sözleri, fiilleri ve takriridir. Buna göre, mahiyet bakımından sünneti
üç kısma ayırmış oluyoruz.
1) Kavli (sözlü) Sünnet
2) Fiili Sünnet
3) Takriri Sünnet
Resulullah (sav)’den bize gelen sünnetin çoğunluğu
kavlidir. Örneğin; “Ramazan hilalini görünce orucu tutun, şevval
hilalini görünce orucu yiyin” (Buhari, Müslim) ve
yine “bir kimse uyuyarak veya unutarak namazını geçirirse,
hatırlayınca kılsın” (Ebu Davud, Darimi) gibi hadisler kavli sünnete
örnek teşkil etmektedir.
Fiili sünnet’e örnek olarak Hz. Peygamber’in
namaz kılışını ve hac edişini örnek verebiliriz. Ve Resul (sav) de bu
konuda “ben nasıl namaz kılıyorsam sizde öyle namaz kılın” (Buhari)
ve yine “Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden öğrenin” (İbni
Hanbel) diye buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber (sav)’in savaşlarda
yapmış olduğu işlerde fiili sünnete girer ve Müslümanların da aynı
işleri yapması meşru sayılır.
Takriri sünnet’e gelince bu Hz. Peygamberin görüp
veya işittiği bir işi ikrar ve kabul etmesidir. Huzurunda sahabelerce
yapılan işleri veya söylenilen sözleri reddetmemesi, bunları ikrar
etmesi demektir. Örneğin; su bulamadığı için teyemmümle namaz kılan
kimse, namazdan sonra su bulduğu halde namazı iade etmemiş, peygamber
(sav) de bunu tasvip etmiştir. Yine Hz. Ali’nin bazı hükümlerini ve
yabani eşek eti yiyenleri de tasvip etmiştir. İşte Hz. Peygamberin
huzurunda veya gıyabında sahabeler tarafından yapılan ve onun tasvibini
gören bu tür işler pek çok olup takriri sünnet’i teşkil eder. Peygamber
(sav)’in tasvibi ile bu fiiller meşruluk kazanmışlardır. Sünnet,
hükümleri açıklama bakımından kitabın tamamlayıcısı ve yardımcısı
mahiyetindedir. Bu itibarla örneğin İmamı Şafi onu beyan bakımından
kitaptan ayrı görmemiş, her ikisini de istidlal yönünden bir saymış ve
nas adı altında birleştirmiştir. Ona göre bunlar, hükümleri birlikte ve
yardımlaşarak beyan ederler.
Yine Şatibi de bu konuda şöyle demiştir; hüküm
çıkarırken yalnız kurana bakmak ve onun bir açıklayıcısı olan sünnete
bakmamak doğru olmaz; çünkü kuran külli hükümleri ihtiva eder. Namaz,
zekat, hac, oruç ve benzeri emirleri açıklamak için sünnete bakmak
zaruridir.
Bununla birlikte sünnet, hüküm çıkarırken başvurulan
müstakil bir delil teşkil eder. Sünnet’in delil oluşunu gösteren
Kuran’da geçen deliller ise şöyle özetlenebilir:
A. Kuran nasları peygambere itaati emretmektedir
mesela Kuran’da:
“Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmis
olur…” (Nisa 80)
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de
itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin…” (Nisa
59)
Ve yine diğer bir ayette:
“Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği
zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o
işlerinde başka bir tercih hakki yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne
âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Ahzab 36) diye
buyurmuştur. İşte bu ayetler ve buna benzer diğer naslar gösteriyor ki;
Peygamber (sav)’in buyruklarına uymak gerekmektedir.
B. Sünnet Peygamber (sav)’in Rabbinden aldığı
risaleti (elçilik görevini) tebliğinden ibarettir. Allah (cc) O’na bu
risaleti tebliğ etmesini bildirerek şöyle buyurmuştur:
“Ey şanlı Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!
Eğer bunu yapmazsan O'nun peygamberlik görevini yapmamış olursun...” (Maide 67)
Sünnet’te uymak şeriata uymaktır.
C. Kuran nassları Peygamber (sav)’in Allah (cc)’dan
vahiy alarak konuştuğunu bildirmektedir. Bu hususla ilgili olarak şu
ayetler örnek gösterilebilir:
“O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz” (Necm
3)
“O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası
değildir” (Necm 4)
Yine bir diğer ayette:
“Allah'ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı,
onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca
kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana
Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın
lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.” (Nisa 113)
D. Kuran ayetleri Peygamber (sav)’e iman
edilmesini açıkça belirtir. Allah (cc) kendisine iman ile peygamber
(sav)’e imanı yan yana zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“…Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş
bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.” (Araf 158)
Bu ayeti kerime peygamber (sav)’e imanı ve bunun bir
neticesi olarak ta ona uymayı emretmektedir. Bir başka ayette de şöyle
buyrulmuştur:
“Müminler ancak, Allah'a ve Resulüne gönülden inanmış
kimselerdir. Onlar o Peygamber ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken
ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler.” (Nur 62)
Bu nasta peygamber (sav)’e imanı ona uymanın ve ondan
müsaade almanın vacib olduğunu göstermektedir. İşte sünnetin delil oluşu
böylece Kuran ayetleri ile sabit olmuştur. Buna göre sünnet bir bakıma
kurandan doğmuş ve peygamberde sünnetle kuranın hükmünü açıklamıştır.
Öyle olunca Resulde insan olma hasebiyle korunmuş
yapacağı fiili kavli olsun takriri olsun Allah (cc) tarafından
bildirilip emredilmiştir. Ümmetin ise bunları uygulayıp kabul etmesi
kendilerine farz kılınmıştır. Evet sünnet Resulün şahsına ait, farzlar
ise Allah (cc)’nın şahsına ait gibi bir düşünce batıldır. Farzda
sünnette Allah (cc) tarafından bildirilmiştir.
Müslüman teslim olan demektir. Neye teslim olandır
sorusuna vereceğimiz cevap ise Allah ve Resulünün getirmiş olduğuna
teslim olandır olacaktır. Bu nedenle, bizler Müslümanlar olarak Allah’ın
rızasını elde etmek istiyorsak kuran ve sünnetle hayatımızı kayıtlı
kılmalıyız. Bu bağlamda günümüz Müslümanlarını incelediğimizde bir takım
Müslümanların kuran ve sünnet çizgisi ile örtüşmeyen davranışları
olduğunu görmekteyiz ki buna da Müslümanlar bir kalıp uydurmuş bidat
olarak isimlendirmişler ve bunu da kendi arasında ikiye bölerek güzel
olan bidatler ve kötü olan bidatler diye ikiye ayırmışlardır.
Bidat: Şerî ıstılahta; İslâm’da olmayan bir şeyi
sonradan bu da İslâm’dandır iddiasında bulunmaktır. Bunu da Resul (sav)
şöyle ret etmiştir:
“Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan
ortaya koyarsa (dindendir iddiasında bulunursa) o ret olunur.” (Buhari, Müslim)
“Her sonradan (din adına) ortaya konulan bidattir.
Her bidat sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.” (Buhari,
Müslim)
“Bir toplum dinlerinde bir bidat ihdas ettiği zaman,
o bidatin misli sünnetten kaldırılır. Şu halde sünnete sarılmak bidat
ihdas etmekten hayırlıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Mişkatül Mesâbih,
c.1, sf.66)
Bidat’ın kapsamı konusunda farklı bakış açılarının
olmasından dolayı İslam alimleri tarafından farklı tarifler yapılmıştır.
Kimi alimlere göre bidat, Hz. Peygamber (sav)’den
sonra meydana gelen her şeydir. Bu tarifi yapan alimler bidata sözlük
anlamından daha geniş bir anlam yüklemişlerdir. Bu sebeple de sonradan
çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde
kalmışlardır. Sonradan ortaya çıkıp Kuran ve sünnet’e muhalif olmayan
yada emirlerinin bir gereği olan şeylere bidat-ı hasene (güzel bidat),
muhalif olanlara ise, bidat’ı seyyie (kötü bidat) ismini vermişlerdir.
Ayrıca bidat’ı haseneyi kendi arasında, bidat’ı seyyieyi de kendi
arasında ayrı kısımlara tabi tutmuşlardır. Böylece bidat, vacip, mendup,
mubah, mekruh ve haram olmak üzere beş kısma ayrılmaktadır. Mesela;
Kurân ve Sünnet’in anlaşılması için zorunlu olan Arap gramerini bilmek,
fıkıh, fıkıh usulü gibi ilimlerle uğraşmak vacip, Ehl-i Sünnet itikadına
muhalif sapık fırkaların ileri sürdükleri görüşler ise, bu alimlere
göre, haram bidat kapsamında mütalaa edilmektedir. (Tahanevi, Kessefu
İstilahatı’l-Funun, İstanbul 1984 I, 133)
Bidat’ı bu şekilde ayıranlar kendilerine dayanak
olarak da Hz. Ömer’in “bu ne güzel bir bidat’tır.” sözünü delil
olarak kullanmışlardır.
Diğer alimlerin bidat tarifleri ise şöyledir: Hz.
Peygamber (sav)’den sonra ortaya çıkan, din ile alakalı olup bir ilave
veya eksiltme mahiyetinde olan her şeydir.
Bu alimlere göre önceki gruptakilerin ‘bidat-ı hasene’
kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bidat değildir. Onlara bidat
ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kurân ve Sünnet’te
dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazarıyla bakılamaz.
Resûlullah (sav), şu hadislerinde bidat’ın tariflerini yapmışlardır:
“Sonradan ortaya çıkan her şey bidattir, her bidat sapıklıktır ve her
sapıklık insanı ateşe sürükler.”
Evet, Bidat’ın sapıklık olduğu naslarda açıkça beyan
edildiği halde insanlar ve toplumun çoğunluğu neden akletmiyor?
denebilir. Toplum o kadar ifsat edilmiş ki. Kuran ve sünnetten o kadar
uzak kalarak ne ile amel edeceklerini bilemez hale getirilmişler. Allah
(cc)’nın haram kılmış olduğu birçok fiil meşrulaşmış. Bunlar bugün gün
yüzüne çıkmış olsa da bu bugünün meselesi değildir. Bu gibi olaylar
peygamber (sav) efendimiz döneminde Allah’a daha çok ibadet maksadıyla
kasıt olmadan Allah (cc)’ya daha çok saygılı, daha bol kulluk, daha çok
Allah (cc)’nın rızasını kazanmak için Resul’ün getirdiğinden farklı
ibadetler yapma girişimleri olmuş ama günümüzdeki gibi değiştirme
olmamıştır. Bir taraftan Allah (cc)’ı razı etmek isterken bir taraftan
ifa etmeleri gereken diğer amellerden geri duruyorlardı. Örneğin
evlerini ihmal ediyorlardı, onun için onları yine O Resul ikaz etti.
Allah (cc)’nın ayeti ile uyardı dinde aşırılığa gitmeyin yine Resul
(sav)’in bir çok hadisinin olduğunu biliyoruz. İrbâz İbn-u Sâriye (ra)
dedi ki:
“Bir gün Resûlullah (sav) bize namaz kıldırdı.
Sonra yüzünü cemaate çevirerek çok beliğ çok manidar bir vaazda bulundu.
Öyle ki dinleyenlerin gözleri yaşla, kalpleri de heyecanla doldu.
Cemaatten biri: “Ey Allah’ın Resulü, sanki bu, bir veda konuşmasıdır,
bize ne tavsiye ediyorsunuz?” dedi.
“Size, buyurdu,
Allah’a karşı
takvada bulunmanızı, başınızda Habeşli bir köle bile olsa emirlerini
dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Zira, sizden hayatta kalanlar
benden sonra nice ihtilaflar görecek. Öyle ise size sünnetimi ve hidayet
üzere olan Hulefa-i Raşidin’in sünnetini hatırlatırım, bunlara uyun ve
dört elle sarılın. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece
dikkatli ve uyanık olun. Zira (sünnette bulunana zıt olarak)
her yeni
çıkarılan şey bir bidattır, her bidat da dalalettir, sapıklıktır.” (Tirmizi, Ebu Davud)
...Bize Âlim ibn Süleyman el-Ahvel tahdîs edip şöyle
dedi: "Ben Enes ibn Mâlik (ra)’a: Resûlullah (sav)
Medîne’yi harem kıldı mı? Diye sordum.
Enes: Evet, Medîne’nin şuradan şuraya kadar olan
sâhası haremdir. Bu hudutlar arası sâhanın ağacı kesilmez. Bu sâhada
bidat çıkarılmaz. Kim burada bir bidat (dîne aykırı bir iş) meydana
çıkarırsa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine
olsun! Dedi.
Âsım şöyle dedi: Bana Mûsâ ibn-u Enes haber verdi ki:
O “Yahut bir bidatçıyı barındırırsa” demiştir.” (Buhari cilt 15/37)
…Bize Vekî’ ibnu’l-Cerrâh, el-A’mes’ten, o da İbrâhim
et-Teymî’den haber verdi ki, babası Yezîd ibn Sureyk şöyle demiştir:
“Alî ibn Ebî Tâlib (ra) hutbe verdi ve şunları söyledi:
Bizim
yanımızda Allah’ın Kitâbı’ndan başka (okumakta olduğumuz) bir kitap
yoktur. Bir de şu sahîfenin içinde bulunan hükümler vardır. Bunun içinde
şunlar yazılıdır, dedi: “Yaralamaların hükümleri, diyet develerinin
yaşları, bir de Medine’nin Aîr Dağı’yla şuraya kadar arası harem’dir,
kim Medine’nin bu haremi içinde Kitap ve sünnete aykırı bir bidat
çıkarır yahut burada bir bidatçıyı barındırırsa Allah’ın, meleklerin ve
bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Ondan ne bir nafile ibadet,
ne de bir farz ibadet kabul olunur. Her kim de velilerinden başkasını
veli edinirse, onun üzerine de bidatçının üzerine olan lanetin benzeri
olsun! Müslümanların emanı birdir. Her kim bir Müslüman’ın verdiği ahdi
bozarsa, ona da bunun benzeri olsun (yâni Allah’ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti onun üzerine olsun ve ondan ne bir nâfile, ne de bir
farz ibâdet kabûl olunsun!)” (Buhari, cilt6/14)
“...Âise (r.anha) şöyle demiştir: Resulullah
(sav): “Her kim bizim şu din işimizin içinde ondan olmayan bir bid’at
îcâd ederse, o reddedilmiştir, bâtıldır” buyurdu.”
Bu hadisi Abdullah ibn Ca’fer el-Mahramî ile
Abdulvahid ibnu Ebî Avn da, Saîd ibn Ibrâhim’den rivâyet etmişlerdir.
(Buhari cilt5/7)
Câbir b. Abdillah (ra)’dan rivayet edildiğine göre
kendisi şöyle demiştir:
“Resûlullah (sav) hutbe okuduğu zaman gözleri
kızarır, sesi yükselir ve öfkesi şiddetlenirdi. Sanki, kendisi, düşman
ordusunu gözetleyen “Muhakkak düşman, size sabahleyin baskın yapacak,
akşam hücum edecektir” diyen bir gözcü idi. (Tehlikeye karşı halkı
uyarır), ve “Kıyamet günü ile ben bunlar gibi gönderildim” derdi. Böyle
söylerken şahadet parmağı ile onun yanındaki orta parmağını
birleştirirdi. Sonra derdi ki: “Konuşulan sözlerin en hayırlısı Allah Teala’nın kitabıdır. Yolların en güzeli, Muhammed (sav)’in
yoludur. İşlerin en kötülerinden birisi de (peygamber (sav)’den) sonra
ihdas edilen (dine sokulmak istenen) asılsız şeylerdir. Bidatler
dalalettir.” (İbn-i Mace cilt1/45)
Hz. Peygamber (sav)’den varit olan:
“Bu dinde olmayan bir şeyi ihdas eden kimse bilsin ki
o, merduddur.”
“Kim dinimize muvafık düşmeyen bir amelde bulunursa
bilsin ki, o merduddur.”
“Sonradan çıkan şeylerden kaçının, zira, en fena şey
sonradan çıkan şeydir, her sonradan çıkan şey, bidattır, her bidat ise
delalettir”
Devamı gelecek sayıda…
|