(2. Bölüm)
Kuran büyük küçük ayırt etmeksizin her yaştaki insana
kendini dinletmesini bilmiş, onlara imanı aşılamıştı. Gönüllere hoş
gelen üslubu sayesinde, en büyük düşmanları bile onu dinlemekten
alıkoyamamıştı. El-Velid bin el Muğire, Ahmet bin Kays, ebu cehil bin
Hişam gibi Kureyş’in ileri gelenleri Kuran-ı Kerim’i dinlememek için
birbirlerine söz vermiş olmalarına rağmen geceleri Kuran-ı Kerim’i
dinlemek için Resul (sav)’in evine gizlice gelmeleri, Hz. Peygamber
(sav)’i öldürmek kastı ile yola çıkan Ömer bin Hattab’ın Müslüman oluşu,
ve yine Necm Suresi’nin sonundaki “haydi Allah için secdeye
kapanın ve O’na kuluk edin” ayeti, Resul (sav) tarafından Mümin
ve Müşriklerin bulunduğu bir toplulukta okununca Müslümanlarla birlikte
müşrikler de yere secdeye kapanmışlar, yere secde yapmayı gururuna
yediremeyen Ümeyye bin Halef’in yerden bir avuç toprak alarak alnına
götürmesi. Resul (sav)’i giriştiği teşebbüsten vazgeçirmek için
nasihatte bulunan Utbe bin Rabia’ya cevap mahiyetinde okunan Fussilet
Suresi’nin ilk ayetleri, Utbe’yi hayrette bırakmış ve kendisini
bekleyenlere:
“Ondan öyle şeyler işittim ki ömrümde benzerini
işitmiş değilim. Bu sözler ne şiir, ne sihir, ne de kehanettir.
Bunlardan hiçbirisine benzememektedir. Ey Kureyşliler; bana kulak verin,
beni dinleyin, O’nu kendi halinde bırakmanızı tavsiye ederim. Eğer O
muvaffak olmazsa Arabistan O’nu mahveder eğer muvaffak olursa, O’nun
zaferi sizin de zaferiniz demektir.” (İbni Hişam)
demesi Kur'an-ı Kerim’in cezp edici füsunkar üslubundan değil midir?
Yine ders kabilesinin ileri gelen önderlerinden olan
et-Tufeyl bin Amr, Mekke’ye geldiğinde; ‘Kureyşliler ona ey Tufeyl
memleketimize hoş geldin, Muhammed’i dinleyenler bizden ayrılıyor,
topluluğumuzda dağılıyor, işlerimiz darmadağınık oluyor. O’nun sözleri
sanki bir sihir gibi, kişiyi babasından, kardeşinden ve zevcesinden
ayırıyor. Senden ve kavminden de korkarız. Dikkatli olun sakın ondan bir
şey dinlemeyin’ demişlerdi. Et-Tufeyl bu sözlere öyle inandırılmıştı
ki, Kabe’ye her gidişinde Muhammed (sav)’i orada görürse, ondan bir
şeyler duyup işitmemek ve ondan etkilenmemek için kulaklarına bir şeyler
tıkardı. Bir gün kendi kendine ‘ben ne kadar batıl itikatlı bir
adamım, Muhammed’in söylediklerini işitmekle bana ne fenalık gelebilir.
Eğer söylediklerinin bir kıymeti varsa, bu değeri takdir edecek akla
sahibim’ Kuran-ı Kerim’i dinledi ve hemen kabilesi arasında ilk
Müslüman mürşidi olma şerefini kazandı. (İbni Hişam)
Kuran-ı Kerim’in mucizevi boyutunu ortaya koyan
örnekleri daha çoğaltmak mümkün zira bugüne kadar kendini muhafaza etmiş
olan Kuran-ı Kerim yer yüzünde yaşamakta olan bir çok Müslüman
tarafından da ezberlenmiş ve her insanın zihninde kendisini korumuştur.
Ancak ezberde olan o lafızların manaları hayat sahnesinden kaldırılmış
ve sadece hafızalarda tekrarlanan insanları mest eden güzel sözler
olarak, Müslümanların belleklilerine yerleştirilmiş. Acaba gerçekten de
Kuran-ı Kerim bu amaçla mı geldi? Kuran’ın Müslüman’ın hayatındaki yeri
neresidir? O’nun lafızları altındaki manası acaba insanlara bir şeyler
anlatmayı hedeflemedi mi? Bu sorunun cevabı elbette ki müspet olacaktır.
Kuran insanların iki dünyada da mutlu olmasını sağlayacak bir nizamla
gelmiştir. Ancak bugün Kuran’ın hayata ilişkin olan kuralları hayat
arenasından kaldırılmış bunun yerine insanlar kendi nizamlarını
kendileri koymaya başlamışlardır. Ve bugün genelde tüm insanların özelde
ise Müslümanların mutlu olmadıklarını görmekteyiz. Zira Allah’ın
hükümlerinin tatbik edilmediği bir zamanda Müslümanların mutlu
olmasından söz edilemez. Bu nedenle Müslümanların Allah’ın indirmiş
olduğu nizamı hayata hakim kılmak için çalışmalılar. Zira bu Allah’ın
farzlarından bir farzdır. Tıpkı namaz gibi oruç gibi bir farz, bugün
Müslümanlar nasıl ki; namaz kılıyor oruç tutuyorsa aynı şekilde Allah (cc)’nın
insanların hayatlarına uygulamaları için indirmiş olduğu bu dini
hayatlarına uygulamak için tüm Müslümanların kendilerine Resul (sav)’i
örnek alarak çalışmaları gerekir. Zira diğer türlü Kuran’ın mucize
boyutunun bir önemi kalmayacak, çünkü Kuran hayatta tatbik edildiği
dönem içerisinde Müslümanlar asırlarca dünyaya hükmettiler ve Kuran’ın
hükmü 1924 yılında kaldırıldıktan sonra Müslümanlar zillete duçar
oldular. Tekrar izzeti elde etmenin yolu da tekrar 1924’te yıkılan
Hilafet’i ikame etmekten geçmekte ki; böylece Kuran-ı Kerim’in ruhani
boyutu hayatımıza yön verdiği gibi siyasi boyutu da hayatımıza hakim
olabilsin. İslam akidesi diğer tüm akidelerden farklı olarak bütün
akidelerde bulunan özellikleri kendi bünyesinde barındırmıştır. Yani hem
ruhani bir akide hem de siyasi bir akidedir. Dünyada sadece İslâm
akidesi böyledir. Çünkü, İslâm'daki hayat nizamı Allah-u Teala
tarafından indirilir. Bu akide her konuda Allah-u Teala ile bağ
kurmaktadır. Bundan dolayı ruhanî siyasî bir akide olmuştur. Maddeyi ruh
ile meczeder. Çünkü İslâm'da işler Allah-u Teala'nın emirlerine göre
yürütülür. Nitekim siyaset; insanların dahili ve harici işlerini
bir fikirle yürütmektir. İslâm siyaseti, kapitalist siyasetten ve
komünist siyasetten farklıdır. İslâm siyaseti, insanların işlerini
Allah-u Teala'nın emirlerine göre yürütür. Diğer siyasetler ise,
insanların işlerini akıl ve hevâyı esas alarak yürütürler. İslâm dini
diğer akidelerden farklıdır ve bu farkı onun akidesinden hayat nizamının
çıkmasındandır. Diğer akideler Allah mefhumunu hayattan ve nizamlarından
çıkarırlar.
"La İlahe İllallah" kelime-i tevhidi, İslâm'da
temel fikirdir ve bu fikir siyasîdir. Çünkü bunun manası "Allah'tan
başka İlah yoktur" demek, yani Allah’tan başka yöneten yönlendiren
nizam koyan hüküm veren yoktur demektir.
"Muhammeden Resulullah" demek; Muhammed (sav)'i
Allah'ın elçisi kabul etmektir. Elçi; kendisini görevlendiren
tarafından mesaj getirir. Öyleyse, Muhammed (sav)'i Resul olarak kabul
etmekle getirdiği mesajı da kabul etmiş sayılırız. İşte, İslâm'ın temel
siyasî kitabı, ruhanî boyuttaki Allah inancını siyasî boyuta çekerek,
İslâm dininin ruhanî siyasî akide oluşunu ortaya koyar. Ruhanî boyuttan
gelen emir ve yasaklar bizim dünyevi işlerimizi sınırlandırır ve bir
nizama koyar. Bu hususla ilgili bazı ayetlerde şöyle geçmektedir:
"…Hüküm ancak Allah'ın dır…" (Yusuf 40)
"Allah'ın indirdikleriyle hükmet..." (Maide 49)
"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler
kafirlerdir." (Maide 44) gibi
ayetler yönetimle ilgili siyasî fikirlerdir.
"…Allah
alışverişi helal ribayı (faizi haram) kıldı…" (Bakara 275)
"Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile
tartın." (İsra 35) gibi ayetler
iktisatla ilgili siyasî fikirlerdir.
"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost
ve yardımcı edinmeyin..."
(Maide 51)
"…Size en yakın
kafirlerle savaşın..."
(Tevbe 123)
"Bir kavimle anlaşma yapıp da, onlardan buna ihanet
yapacaklarını hissettiğiniz zaman hemen onlara açıklayın ve anlaşmayı
bozun…"
(Enfal 58)
gibi ayetler dış siyasetli ilgili birer siyasî
fikirlerdir.
"Onları (boşadığınız karılarınızı) gücünüz ölçüsünde
oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun…" (Talak 6)
"…Karılarınızla
iyi geçinin..." (Nisa 19)
"…Başörtülerini
göğüslerine kadar indirsinler…" (Nur
31)
"Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin
kadınlarına cilbablarını (örtülerini) üstlerine almalarını söyle…" (Ahzab 59) gibi ayetler ictimaî hayatla
(kadın erkek ilişkileriyle) ilgili birer siyasî fikirlerdir.
"Hırsız, erkek olsun, kadın olsun onun elini kesin…" (Maide 38)
"Zina eden, kadın
olsun, erkek olsun ona yüz değnek vurun..." (Nur 2)
"Allah ve Resulüyle savaşanların ve yeryüzünde
bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası ya öldürülmeleri ya asılmaları,
ya ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden
sürülmeleridir..." (Maide 33) gibi ayetler ceza
kanunlarıyla ilgili siyasî fikirlerdir.
Bütün bu deliller; düşünen, hayatı ciddi anlamda
gözden geçirmiş, aydın fikirle tespitlerde bulunmuş kimseleri bu
akidenin fikrî kaide oluşuna ve siyasî ruhanî akide oluşuna ikna eder.
Ve Müslümanlar 14 asır boyunca bunu uyguladılar. Müslümanların başında
bulunan Halife Müslümanlara namazlarını kıldırıyor, hacda haccın emiri
oluyordu aynı zamanda da İslam’ı cihat yoluyla aleme taşıyor hadleri
uyguluyordu kısacası İslam’ın hem siyasi hem de ruhani boyutunu tatbik
ediyordu. Ve Müslümanlar başları dik göğüsleri önde yürüdüler ve bugün
Müslümanların elinden kalkanları alınmış, ve başları önüne düşmüş, evet
tekrar başlarımız dik olarak yaşamak istiyorsak, İslamî tüm emir ve
yasaklarıyla hayatımıza kılmamız onu uygulayacak halifeyi nasbetmemiz
İslam’ı cihat yoluyla aleme taşıyacak olan Raşid-i Hilafet’i kurmak için
son gücümüzle bütün azmimizle çalışmalıyız.
Allah’ım üzerimize sabır dök.
Ey Allah'ım! Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız
senden medet umarız. Bize doğru yolu göster/ilet. Kendilerine lütuf ve ikramda
bulunduğun kimselerin yoluna. Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna
değil. Amin.
S O N
|