YIL 16  SAYI 186  CEMAZİYÜLEVVEL 1426  HAZİRAN 2005


Hilafet.com'da ara Web'de ara

Hilafet'in Sözü: Ilımlı İslam Söylemi
Allah (cc)’nun Gücünün Üzerinde Hiçbir Güç Yoktur
Siyasî Yorum: R. T. Erdoğan’ın İsrail Ziyareti
Haber-Yorum: Özbekistan Olayların Arkasında Kim Vardır?
MÜSLÜMANLARIN DURUMU VE NİÇİN HİZB-UT TAHRİR (2. Bölüm)
Hz. MUHAMMED (SAV)’İN MUCİZESİ KURAN VE İÇERİĞİ (2. Bölüm)
Sünnet’ten Anlamamız Gerekenler ve Bidat Kavramı (1. Bölüm)
Bir Şiir
Tefsir: Bakara Suresi 194-195

 

Esad MANSUR

TEFSİR: BAKARA SURESİ
AYET: 194-195

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.” (Bakara 194)

Kafirler haram aylarında Müslümanlara saldırınca, Allah; Müslümanlara da haram aylarında onlara saldırma hakkını verdi. Haram aylar; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep’tir. Araplar aralarında örf olarak bu aylarda savaşmıyorlardı, kimseye dokunmuyorlardı. Buna rağmen, bu ayların başlangıcı ve sonlarında hile yapıyorlardı. Kendileri saldırınca haram ayı daha girmedi derlerdi. Kendilerine saldırılınca da haram ayı başladı diye iddia ederlerdi.

Araplar, biri haram aylarda saldırı yapınca saldırı yapan kişiyi, devleti veya kabileyi ayıplıyorlardı. Kamuoyunu onun aleyhine çeviriyorlardı, kabileler arası kınanıyordu ve teşhir ediliyordu. Artık, onunla ilişki kesilir veya soğuk olurdu.

Bu asırda, bir devlet devletler arası hukuka muhalefet ederse dünya kamuoyu onun aleyhine çevriliyor. O devlet kınanıyor, ona ambargo konuluyor ve onunla ilişki sarsılıyor. Araplar aralarında haram aylarının haklarını çiğneyen kimseye karşı böyle yapıyorlardı. Ancak, bu asırda BM büyük devletlerin elindedir. Ne yaparsa yapsın kimse onlara bir şey yapamaz. Veto hakkına sahip olan devletlerin dışındakiler cezalandırılır, ancak onların himayesi altında ise kimse ona dokunamaz. Filistin’i gasp eden Yahudi varlığının büyük devletlerin himayesinde olduğu gibidir ki, kimse ona dokunamaz.

Bu nedenle, BM’in düzeni bozuktur ve temeli batıldır; esas olan hiçbir devlete veto hakkı verilmemesi, herhangi bir devlet devletlerin kabul ettikleri örflere aykırı gelince bütün devletler tarafından kınanması, gerekirse onunla ilişkilerin kesilmesi ve buna benzer caydırıcı müeyyideler uygulanmasıdır. Fakat o devlete karşı saldırmak için karar alınmaz.

Resûlullah (sav) devleti kurunca haram aylarda savaş yapılmıyordu, bu aylara hürmet vardı. Çünkü Allah-u Teala o dört ayı haram aylar olarak saydı ve bu aylara hürmet edilmesini istedi. Ama kafirler söylediğimiz gibi hile yapıyorlardı, Müslümanlara saldırıyorlardı veya eziyet ediyorlardı. Bu durumda Allah-u Teala Müslümanlara misilleme yapma hakkını verdi. Kafirler size haram aylarında saldırınca ve eziyet edince sizde aynısını yapın dedi. Aynı anda Takvayı emretti: Allah'tan korkmak, emrine uymak ve nehyinden vazgeçmektir.

Bu siyakta; Ayetlerin seyrinde takvayla emir gelince onun manası; biz misilleme yaparken haddi aşmayacağız ve ancak bu şekilde takvalı oluruz. Takvalı olduğumuz zaman Allah bizimle beraber olur, bize yardım eder, düşmanlarımıza karşı bizi galip getirir veya onları herhangi bir şekilde yenilgiye uğratır. Takvalı olmayınca bizi kendi gücümüze bırakır ve herhangi bir insan gibi oluruz.

Müslümanlar bu gerçeği idrak etmeliler; eğer takvalı olurlarsa Allah onlarla beraber olur, er veya geç olanları galip getirir. Takvalı olmayınca karşı taraf gibi olurlar; güçleri daha fazla olursa galip gelebilirler, değilse mağlup olurlar.

Bu asırda, İslam dünyasındaki devletler takvalı olmadığı için karşı taraf gibi oldular. Karşı taraf onlardan daha güçlü olduğu için mağlup oluyorlar. Ama, takvalı olsalardı; Allah’ın emrine göre hareket etselerdi, güçleri zayıf olsa bile kafirlere galip gelebilirlerdi. Eskiden İslam Devleti döneminde, Müslümanların gücü düşmanların güçlerinden çok defa daha zayıf idi, buna rağmen Müslümanlar galip geliyorlardı. Bu bir gerçektir. Müslümanlar bu gerçeğe sarılmalıdır ki muzaffer olsunlar.

Allah’ın izniyle İslam Devleti tekrar kurulup, Müslümanların bu parçalanmışlığını bitirip onları tek bir halife etrafında topladıktan sonra, var olan BM’in düzenini değiştirecek veya yeni bir devletler arası kuruluş tesis edecek, onu yalnız İslam’a uygun gelen devletler arası örflere dayandıracaktır. Veto hakkını kimseye verdirmeyecek, kuvvete başvurulmayacak, bu örflere muhalefet eden devletler kınanacak, kamuoyunda teşhir edilecek ve buna benzer edebi müeyyideler uygulanacaktır.

“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.” (Bakara 195)

Bu ayetin 'Allah uğrunda harcamak'la ilgili bir konuda nazil olduğuna dair Buhari bir rivayet aktardı. Yine İbn-i Abi Hatim, İbn-i Abbas, Mücahid ve diğerlerinden şu rivayeti aktardı; Constantine’ye (İstanbul'a) düşmanlarının saflarını yarmak için muhacirlerden biri saldırdı, o safları yarabildi. Bazı Müslümanlar şöyle dediler; Bu Müslüman kendi elini tehlikeye soktu. Ebu Eyub El- Ansari (ra) bu ordudaydı, onlara şöyle dedi; bu ayet bizim hakkımızda nazil olmuştu, biz bu ayeti daha iyi biliyoruz. Resûlullah (sav) ile beraber olduk, gittiği gazveler ve savaşlara katıldık, ona yardım ettik. İslam yayılınca biz Ensar’lar olarak dedik ki; Allah onun peygamberi (sav)‘ın arkadaşı olmak için bizi şereflendirdi.

İslam yayılıncaya kadar ona yardım etti, ehli Müslümanlar çoğaldı çok oldular. Onu ailelerimize, çocuklarımıza ve mallarımıza tercih ettik; savaş sona erdi, birbirimize; öyleyse ailelerimize ve çocuklarımıza dönelim ve onların arasında ikamet edelim dedik.  Bundan dolayı bizim hakkımızda bu ayet nazil oldu. Böylece tehlike cihadı terk edip aileler ve çocuklar arasında ikamet etmektir.

Ebu Davud, Tirmizi, Nisai, İbn-i Hamid, İbn-i cerir, İbn-i Mardeveyh, İbn-i Habban ve Al- Hakun bu rivayeti aktardılar.

Abu İshak Es-Sibii şöyle rivayet etti: Bir adam sahabe olan El-Berra bin Azib’e şöyle sordu: Eğer ben yalnız düşmanlara saldırırsam ve onlar beni öldürürlerse, elimi tehlikeye atmış olur muyum? El-Berra Bin Azib (ra) şöyle dedi:

“Allah uğrunda savaş, yalnız kendi zatını mükellef kıl (zorunlu yap)…” (Nisa 84)

-Öteki ayet (burada tefsirini incelediğimiz, Bakara 195) harcamakla ilgilidir.-

“Tehlike ise; İnsan bir günah işleyince kendi elini tehlikeye sokmuş olur, ondan sonra tövbe etmez!” (Tirmizi)

İbn-i Abbbas; bu ayet savaşla ilgili değil, Allah uğrunda harcamakla ilgilidir der. Eğer biri; Allah uğrunda harcamaktan vazgeçerse kendi elini tehlikeye sokmuş olur. Tehlike Allah’ın azabıdır, der.

Sahabelerden, Tabilerden ve diğer alimlerden aktarılan bütün rivayetler şunu gösteriyor ki, bu ayet Allah uğrunda harcamakla ilgilidir. Allah uğrunda harcamayanlar kendilerini tehlikeye atmış veya ellerini tehlikeye sokmuş olurlar. Cihadı terk etmek tehlikeye atılmaktır, tehlike; Allah’ın azabıdır. Bir Müslüman cihadı terk ederse ve Allah’ın uğrunda harcamazsa Allah’ın azabını hak etmiş olur.

İşte eli tehlikeye sokmak veya kendini tehlikeye atmak; cihad etmek, kafirlere karşı gelmek, zalimlere karşı çıkıp hak sözü söylemek, Hilafet’i kurmak için faaliyette bulunmak ve bütün insanlara meydan okumak değildir. Bütün bunları terk etmek kendi eli ile kendini tehlikeye atmaktır. Müslüman bu amelleri terk ederse Allah’ın azabına maruz kalır.

Bu asırda, düşmanları öldürmek için kendilerini dinamitle saranlar ve patlatanlar intihar etmiş sayılmazlar, cihad etmiş sayılırlar ve şehit olurlar. Hiç cihad etmeyenler veya cihadı teşvik etmeyenler veya onları desteklemeyenler kendi ellerini tehlikeye sokmuş olurlar.

Allah’ın sözünü yükseltip Hilafet’i kurmak için çalışanlar, idam edilebileceklerini veya hapse atılacaklarını kesin olarak bilseler ve buna rağmen çalışmalarında ısrarlı kalsalar; kendi ellerini tehlikeye sokmuş olmazlar, tersine bu çalışmayı terk ederlerse ve onun uğrunda harcamaktan vazgeçerlerse kendi ellerini tehlikeye sokmuş olurlar. Bu şekilde, Allah’ın azabını hak etmiş olurlar.

Bundan sonra Allah-u Teala ihsan edin dedi. İhsan etmek; iyilik yapmaktır ki bu farzlardan ve bilinen sünnetlerden daha fazlasıdır. Müslüman gönüllü olarak farzlardan ve gösterilmiş sünnetlerden fazla yaparsa ihsan yapmış olur, sünnet veya mendup yapmış olur ve o sevap alır. Fakat kendiliğinden gönüllü şekilde ve fazlalıkla yaparsa ihsan, iyilik yapmış olur. Allah-u Teala, ihsan edin deyince; yalnız harcamayı terk edeni kınamakla ve terk edenleri azapla tehdit etmekle yetinmedi, gönüllü olarak ve seve seve kendi uğrunda harcamaya ve fedakarlık göstermeye çağırdı. Kendisinin ihsan edenleri sevdiğini ilan etti. Oysa Müslüman’ın en üstün hedefi Allah’ın sevgisini kazanmaktır.

Farzları yerine getirmemek için mazeret arayanlar düşünsünler! Allah’ın sevgisini kazanmak isteyen Müslüman mazeret uydurmaya çalışmaz, gerçek mazeret varsa bile mazeretim yok der, farzlardan ziyade bilinen sünnetleri yapar ve bundan daha ziyade kendiliğinden kendine daha fazla sevap kazandıracak ve Allah’ın sevgisine nail edecek daha fazla harcamada bulunur ve daha fazla iyilikler yapar. Misal olarak; fitre belli bir miktardır, eğer gönüllü olarak bunun iki, üç veya dört katını verirse iyilik yapmış olur. Davada kendisinden istenen işlerden birkaç katını yaparsa ihsan etmiş olur. Bu nedenle, Hz. Osman (ra) Tebük savaşına gidecek orduyu donatmak için çok harcadığı için Resûlullah’ı çok sevindirdi ve Resûlullah (sav) ona şöyle dedi: "Git, ne günah işlersen günahın silinecektir". Bunun manası, yaptığı ihsan terazi kefesini o kadar ağır yaptı ki, ne günah işlerse o günahlar fazla gelmezdi. Çünkü, sevaplar katlanır, günahlar katlanmaz, hem de sevaplar günahları siler.

Allah’ın sevgisini kazanmak isteyenler yarışa girsinler, yüce Allah’ın şu emrine uysunlar: İhsan edin; Allah sizi sevsin.

Normal şekilde düşmanla çarpışmak farzı yerine getirmektir, güzel bir şeydir. Fakat, icap ederse kendini düşman üzerine atmak ihsandır, bu daha güzel ve daha üstündür. Zalim yöneticiye zulmünü kınayarak mektup veya bildiri göndermek bir farzı yerine getirmek güzel bir şeydir; fakat direk zalimin yüzüne bunu kınamak ve vurmak ihsandır, pek güzeldir. Bu nedenle Resûlullah (sav), zalim karşısında çıkıp hak sözü söyleyip zalim tarafından öldürülürse onu yalnız şehit saymadı, şehitlerin efendisi olarak saydı.

 

ilk sayfa | Yukarı

 YIL 16  SAYI 186  CEMAZİYÜLEVVEL 1426 HAZİRAN 2005