Ana Sayfa YIL 12   SAYI 143   ŞABAN 1422   KASIM 2001 E-Mail

UZLAŞMACI DEVLETLER, BATIL DEVLETLERDİR

Yasin Kaya

Şimdi bütün dünya ölümüne bir mücadeleye sahne olmaktadır. Müslümanların gönüllerinde ve zihinlerindeki mevcut olana karşı bir savaş. Hak ile batıl arasında bir savaş! Batılı medya tarafından sürekli bir yalan ve iftira bombardımanı! Laik kurum ve kişiler tarafından acımasız ve gaddarca yapılan bir saldırı...

Onlar İslam’ı mantıksız, bağnaz ve çağdışı olarak tanımlıyorlar. Bugünün dünyasında İslam’ın yerinin olmadığını, İslam’ı yıkıcı, zararlı ve zulmedici bir din olarak tanımlamaktadırlar. Bütün bu İslam aleyhine yapılan propagandaların tek bir amacı vardır ki o da; Hakka (İslam’a) karşı zafer kazanmak ve ona üstün gelmektir. Bunun için Müslümanların İslam’ı terk etmelerini sağlayarak, onu yeryüzünden tamamen silmeyi arzulamaktadırlar.

“Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” (Bakara 120) ayetinin ifadesinde açıkça görüldüğü gibi, batıl Hakka karşı zafer elde etmeye çalışmaktan asla vazgeçmeyecektir. O kadar ki; daha azına da razı olmayacaklardır. Çünkü o hakkın düşmanıdır. Yeryüzünden İslam hakimiyetinin kaldırılması ile, İslam toprakları işgal edilerek, bütün İslam ümmeti batıla boyun eğdirildi. Bosna, Kosova, Sabra, Şatilla, Keşmir'de ve Körfez Savaşı sırasında görüldüğü gibi, Müslümanları topluca katlettiler. Ümmetin kızlarını kaçırıp onlara tecavüz ettiler. Ortadoğu'nun (yani Müslümanların) petrol kaynaklarını sömürdüler. Suudi Arabistan'da olduğu gibi. Kendi pislikleri, zulümleri ve insanlık dışı hareketleri gün gibi ortada iken, İslam aleyhine yapmış oldukları propagandanın gerçeklerden ne kadar uzak ve kasıtlı olduğu anlaşılır bir şekilde ortadadır.

Bütün bunların nedeni; ümmetin, İslam’ı bilinçli olarak algılaması ve İslami bir uyanıklıkla yetişmesidir. Çünkü günümüzde İslam, dünyada en hızlı gelişen ve rağbet gören dindir. Bütün İslam toprakları üstündeki ümmet, hakimiyetinin altında bulunduğu küfrün sonunu görme arzusundadır. İslam umut dolu bir hayat nizamı olarak geri dönmekte, Hakk, Müslümanların zihinlerinde ve gönüllerinde daha da berraklaşmaktadır. Berrak olduğu gibi, Batılın karşısında da dimdik ayaktadır. Artık Müslümanlar, Hakk (İslam) ile Batıl (küfür) arasındaki savaşı, daha açık bir şekilde görebilmektedir. Bununla onlar, Hakkı Batıl ile karıştırmazlar. Çünkü, içerisine batıl karışmış Hakk olmaz ve Hakk Batılın en hafifi ile dahi uzlaşamaz (sentezlenemez).

“Ve Hakkı Batıl ile karıştırmayın!” (Bakara 42)

Buna binaen Müslümanlar, Hakka karşı batılın savaşını açıkça müşahede edilebilmektedir. Buna göre; Müslümanları boyundurukları altına almalarına, İslam topraklarını istila etmelerine ve kafirlere teslim olmaya karşı, Müslümanlar topyekün Cihad etmelidirler. İslam topraklarının parçalanmış bir şekilde Birleşmiş Milletlerin tasallutunda bulunmasına karşı, tek bir Halifenin önderliğinde birlikteliği sağlamalı, İslam ümmetinin servetlerinin, uluslararası büyük şirketler tarafından çalınmasına karşı, onu İslam Devleti’nin vatandaşları için kullanmalıdırlar. Kanunları aciz insanlar tarafından yapılan ve küfür nizamı olan demokrasi ile yönetilmelerine karşı, yegane doğru nizam olan İslam ile yönetilmelidirler. Kendi aralarında vukuu bulan problemlere çözüm üretmekten aciz olan laikliğe karşı, yegane sahih şeriat olan Hakka yönelip, sorunlarını onunla çözmelidirler.

Fakat küfür güçleri yeni planlarını harekete geçirerek, yeni oyunlar oynadılar: Yeni oyunun adı ’uzlaşma’. Bu öyle bir plan ki; İslam gerçeğini Müslümanların gönülleri ve zihinlerinde tutarak harekete geçtiler. Küfrün çirkin yüzünü İslami sloganlar arkasında gizlediler. İslam ümmetine küfrün acı haplarını İslami bir lezzette yutturdular. Şu kadar ki; Clinton Beyaz Saray çimenleri üzerinde Kur'an ayetlerini zikretmek suretiyle, İslam topraklarını istila etmiş ve her gün Müslümanların canlarını alan İsrail'in iğrenç yüzünü saklamaya çalışmıştı. Barış sürecine meşruluk kazandırmak için, İslam beldelerindeki pek çok sayıdaki şeyhlerden, ısmarlama fetvalar üretmektedirler. Küfür ile İslam’ı karıştırmaya çalışıyorlar. Yeni bir Batıl çeşidi, Batılı Hakk ile karıştırarak yeni bir Batıl oluşturulmak suretiyle pazarlanmaya başlandı ve buna uzlaşma (Hakk ile Batılı sentezleme) adını verdiler.

Şüphesiz ki, hayata geçirdikleri bu yeni planlarını; karton uzlaşmacı devletlerle, ümmetin gözlerinden gizlemeye çalışmaktadırlar. Hatalı yorumlanan birkaç şer-i hükmü, işledikleri ahlaksız ve batıl amellerine kılıf geçirdiler. Bu devletler öyle devletlerdir ki; İslam-küfür sentezi üzerine kurulmuşlardır. Mesela; Suudi Arabistan kralı, şeriatın birkaç ukubat (ceza) hükümlerini uyguluyor diye (ki burada Suudi ailesini yine muaf tutarak) Suudi Arabistan bir tevhid devleti sayılmakta. Sudan, anayasa kaynaklarından biri olarak Kuran’ı gösterdi diye İslam devleti olarak vasıflandırılıyor. İran ve Pakistan, küfür nizamı olan cumhuriyetlerine birer İslam kelimesini ekleyerek İslam Cumhuriyeti oluyorlar. Suudi Arabistan kendi bayrağı üzerine Lailaheillallah, Saddam Hüseyin de Allah-u Ekber ibaresini koyarak, meşruluk kazanmak istiyor! İslam toprakları üzerinde bulunan diğer kirli sistemlerden farklı olmayan bu sistemler ile ümmet memnun edilmeye çalışılıyor. Şunlara bakın ! Suudi Arabistan İslami, Suriye değilmiş; Sudan İslami fakat, Tunus İslami değilmiş. Bunların tümü aldatmaca! İslam’a karşı samimiyetsizliklerine rağmen, orada burada bir kaç şer-i hükmü uygulayan bu sözde İslami devletler, küfür devletlerinin ta kendileridir. Çünkü onlar Hakk ile Batılı uzlaştırarak, batıl temel üzerine kurulmuşlardır.

Gerçekten batıl (küfür) onların sentezlerinde (uzlaşmalarında) temel harçtır. Sentezlerinin çok az bir kısmı İslami hükümleri içermektedir. Bu sözde İslami rejimler, kendileri kanun yapmayı vaad ettiler. Diğer bir ifadeyle; bunların devletlerinin temelini küfür hüküm ve fikirleri oluşturdu. Allah-u Teala kendisi dışında hüküm koyucu kabul etmediği halde!...

“Hüküm yalnızca Allah’ındır.” (Yusuf 40)

Mesela; Türkiye’de Erbakan şu küfür dolu sözleri söylediğinde ümmete ve dünyaya gerçek yüzünü gösterdi. “Ülkenin laik anayasası, demokratik ve laik Atatürk ilkeleri gibi saygındır.” Sudan, kendi anayasasının kaynaklarından biri olarak Sudanlı insanların örf ve gelenekleri olduğunu beyan ederek, anayasasını gururla överek Allah'a ortak koşmaktadır. Böylece bütün bunların batıl oldukları, diğerleri gibi bozuk bir akide üzerine kuruldukları ortadadır. Onların nizamlarını, milliyetçilik ve ırkçılık kuşatmıştır.

Resulullahın; “Milliyetçiliği bırakın, o kokuşmuştur.” demesine rağmen; İslami devletler (!) olarak kendilerini vasıflayan bu devletler, şüphesiz milliyetçilik üzerine kurulmuşlardır. Hatta bu devletlerin, devlet başkanlarının kendi milletlerinden olması mecburiyeti vardır. Örneğin; İran anayasasında, İran'a lider olacak olanın Fars kökenli olması şart koşulmuştur.

Suudi Arabistan'da mahkemelere başvurulduğunda, onların Suudi ailesinden olup olmaması göz önünde tutularak değerlendirilir ve Suudi olmayan kimse Suudi bir kadınla evlenemez.

Onların iki yüzlü uzlaşmaları devlet içindeki meselelere özgü değildir. Bütün bu milletlerin İslami sloganları, ırkçı ve laik Birleşmiş Milletler kaynaklıdır. Buna çok açık bir örnek vermek gerekirse, Türkiye'de Erbakan'ın kendi ağzıyla söylediği: ‘Türkiye'nin imzaladığı bütün uluslararası anlaşmalara sadık kalması gerekir.’ sözüdür. Yine Pakistan İslam (!) Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler Operasyon Düzenleme Umudu’nun (United Nations Operation Restore Hope) bir parçası olarak, askerlerini Somali’deki Müslüman çocukları öldürmek için göndermişti.

Ekonomide de uzlaşmanın izleri görülüyor. Erbakan: ‘Hükümetimizin amacı serbest ticaret uygulamasına yardımcı olacak, bütün imkanları sağlamaktır.’ demişti. Serbest Ticaretin anlamı; yabancı sermaye güçlerinin gelip, ümmetin kaynaklarını alıp götürmelerine, çalmalarına imkan vermektir. O Tevhid devleti! Faht’ın kraliyeti değil mi? Körfez savaşı sırasında Müslümanları katleden kafirlere yardım eden, bu zelil herif değil miydi? Bu ticaret öylesine serbestti ki; Suudi devleti tarihinde ilk defa, borç bataklığına düştü. O kadar borçlandı ve fakirleşti ki; Çöl Fırtınası Operasyonu için artık petrol pompalayamaz oldu. İslam kamuya ait doğal kaynakları, böyle fertlerin ve devletin mülk edinmesini ve bunlardan menfaat elde edilmesini yasaklandığı halde!... Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: “İnsanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş”

Bu devletlerin, ilgili serbest ticaret anlayışları İslam’da kesinlikle yasaklanmıştır. Onlar ve işbirlikçileri, uzlaşmalar için hesaplar yaparken, küstahça İslam’ın buna izin verdiğini söylediler. Onların günahkar fiillerine şiddetle karşı çıkmak yerine, onlar küfür ile İslam’ı karıştırarak İslam’ın bunu yapmalarına imkan verdiğini ısrarla söylediler. Bu ısrarları onları, domuz eti yemek helaldir demeye götürdü. O kadar alçaldılar ki; Müslümanlar onları bu günahlarından dolayı ıslah etme talebinde bulunduklarında, onlar (Haşa) Peygamberimizin de uzlaşma yaptığını ve uzlaşmacı olduğunu iddia ettiler. Müslümanlar onların gayri meşru kanunlarına yönelmeye başladığında, onlar ve yardımcıları Müslümanların böyle uysal (sabırlı) olmalarından memnun oldular. Bu ısrarlı uzlaşmalarının geçici olduğunu ve utanmadan zamanla İslam’a daha çok yer vereceklerini söylüyorlar. İslam’ın tedriciliği kabul ettiğini iddia ediyorlar. Yani onlar, İslam ile küfrün yan yana uygulanabileceğini, fakat bunun geçici bir durum ve bir geçiş evresi olduğunu öne sürüyorlar. Hilafeti tedricen tesis edeceklerini geveliyor, hatta sonunda haklı çıkacaklarını düşünüyorlar. Diğer taraftan, yanlış dahi olsa bir şeyler yapmanın, hiçbir şey yapmamaktan daha iyi olduğu safsatasını sayıklıyorlar. Bu; zekat vermek için gerekirse çalmak, Ramazanda orucu domuz eti ile bozmak, evlenmek için zina yapmak gibi bir şeydir. Bu ve buna benzer hareketler onlara asla caiz olmayacaktır ve onlar uzlaşmanın günahını işleyerek, İslam Devletini de kurmayacaklardır. Onlar bunu söyleyerek, tahtlarının ömrünü uzatmaya, Müslümanların sempati ve desteğini kazanmaya ve bunu kalıcı hale getirmeye çalışıyorlar. Bu da açıkça gösteriyor ki; uzlaşma merduddur, dayanaksız koskoca bir yalandır. Böyle bir görüş ancak reddedilir. Resulullah (sav) İslam’ın bir hükmünde dahi uzlaşmayı reddetmiştir. Hiçbir şekilde İslami hükümlerden taviz vermemiştir. Kureyş Resulullah’a yönetimi kontrol etmesi için tam bir yıl iktidarı teklif etmişlerdi. Resulullah (sav) onların önerilerini reddetmişti. Çünkü onlar ertesi sene kendi kanunlarıyla yönetmek istiyorlardı. Bu şekilde, insanlar her iki yönetim şeklini görüp, bir tercih yapmaları söz konusu olacaktı. Resulullah, iktidarı ele geçirdiği yılı, iyi kullanıp Kureyş’in müşrik ileri gelenlerini saf dışı bırakarak daima iktidarda kalabilirim düşüncesiyle hareket edebilirdi. Fakat Allah Subhanehu ve Teala bu uzlaşma önerilerini Kafirun Suresi ile reddetti. Diğer bir kabile, Beni Amr bin Sa'sa da, Resulullah'a şartlı olarak iktidar önerdi. Buna göre; Resulullah'tan sonra iktidarı onlar almak istiyorlardı. Resulullah (sav); “Emir Allah’ındır. Onu dilediğine verir” diyerek onların bu uzlaşmacı, taviz içeren isteklerini reddetti.

İslam’da bir hükümden dahi taviz verilemez. Çünkü bir hükümden taviz vermek ile birçok hükümden taviz vermek arasında fark yoktur. Çünkü taviz tavizi doğurur. Fakat bu sözde İslami rejimler tamamen uzlaşma üzerine bina edilmişlerdir. Oysa İslam kesinlikle bir bütündür ve tam kapsamlı olarak uygulanmalıdır.

Onların tedricilik yalanlarına gelince; İslam’ın tedricen gelmesinin, onların uzlaşmalarına imkan verdiğini düşünüyorlar. İslam’daki birkaç olaya bakıp bunun tedricilik olduğuna inanıyorlar. Yani onlar, Kur'an'ın Peygamber (sav) Efendimize hep birden inmediğini söylerken, doğru söylüyorlar. Daha başlarda, alkolün içilmesi ve müşriklerle evlenme gibi, şeylerin yasaklanmadığını söylerken de doğru söylüyorlar. Fakat İslam’ın tastamam kamil olduğu, şu zamanda da tedricilik yapabileceklerini düşünüyor ve bu düşünceleri ile uzlaşmanın doğru olduğunu söylüyorlar. Böylesi bir fikir, kesinlikle yanlıştır. Çünkü, Kur'an ayetleri tedricen inmesine rağmen, inen hükümler hiç ertelenmeden bir bütün halinde uygulanıyordu. Öyle ki; müşriklerle evlenmeyi yasaklayan ayet indiğinden bu yana müşriklerle evlenmek yasaklandı ve hala da hiçbir Müslüman onlarla evlenemez ve bu hüküm, diğer hükümler gibi, kıyamet gününe dek de sürecektir. Aksi takdirde Asr-ı Saadette İslam beldelerine katılan topraklar üzerinde yaşayanlara, İslam hep birden uygulanmazdı. Allahu Teala şöyle buyuruyor:

“Bugün üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide 3)

İslam, vahiyde tamamlanmıştır. İslam bu tamamlanmış haliyle bir bütün olarak uygulanmalıdır. Mevcut yönetimlerin İslam’ın çok az bir kısmını, küfür ile birlikte uygulamalarında hiçbir mazeretleri yoktur. Başka bir ifadeyle; içki içmenin ve domuz eti yemenin veya İslam’dan gayri sistem aramanın kapısı asla açılamaz.

Sonuç olarak; aslında bazılarının iddia ettikleri gibi zor koşullar altında, domuz eti yemenin helal olduğu doğrudur. Fakat bu koşullar İslam'ın beyan ettiği ruhsatlardır ki; İslam, açlıktan ölüm sınırına gelen bir insanın aşırıya kaçmadan, sadece hayatta kalmasına yetecek miktarda domuz etini veya diğer bulabildiği haram yiyeceklerden birini yiyebileceğini söylemektedir. Elbette yapılabilecek başka bir çare kalmadığında İslam’ın böyle bir kolaylığı vardır. Bu bir ruhsattır. Onlar ayrıca şunu da doğru söylüyorlar: Müslüman bir kişinin inancından dolayı baskı görmesi ve bu baskıyla hayati bir tehlike ile karşılaştığında inancı hakkında yalan söyleyebilir ki; bu da yalnızca bir ruhsattır. Fakat onlar herhangi bir zorlama ile karşılaşmadıkları halde ve üstelik bu ruhsatları da İslam’ın tamamı için genişleterek, büyük bir yanılgıya ve sapıklığa düşüyorlar. Bu iki yönde hatalıdır:

Birincisi; hiçbir kimse onlara küfür hükümleriyle yönetilen bir yönetim içerisinde bulunmaya zorlamamıştır. Bilakis onlar kafirlerden güç alarak yönetici tayin edilmiş, büyük bir hırsla ümmetin başına bela olmuş ve ümmete baskı yapan despotlar haline gelmişlerdir.

İkincisi; sadece baskı ve kısıtlı şartlarda (hayati tehlike bulunan durumlarda) yeme veya içmeye ruhsat veriliyor. Bu zina, katl vb. fiillerin işlenmesine kesinlikle ruhsat vermiyor.

Müslümanlar, uzlaşma rejimleri ve onların kendilerini haklı çıkartmak için ileri sürdükleri mazeretlerini nefretle reddederler. Aksi takdirde onların bu tavırları, tıpkı Resulullah (sav)’den sonra ortaya çıkan, pis yalancı En-nadir ibn el-Haris'in; ‘onun getirdikleri ile benim getirdiklerimin arasında ne fark var?’ demesi gibi iğrenç ve sinsicedir. İnsanlarda şüphe oluşturarak, onları haktan saptırıp baş aşağı batılın içine düşürmektir.

Müslümanlara küfrün çirkin yüzünü, sıcak İslami düşünceler ile maskeleyerek vermek, gerçekten ustaca bir taktiktir. Zaten bu nedenle, birçok Müslüman küfür nizamları ve kültürüyle mücadele etmek yerine, onlara yönelmeyi, onlar için çalışmayı tercih ediyor ve bunların İslam’dan olduklarına, İslam ile bir araya gelebileceklerine inanıyorlar. Küfür ile yöneten yöneticilerini muhasebe etme yerine, onlara sabrediyorlar. Gündemdeki rejimlere ve onların münkerlerine saldırmak yerine, onlar için çalışıyor ve onlara yöneliyorlar.

Artık onların zayıf basiretleri birer birer açılmalıdır. Öyle ki; ümmet artık bu sistemlerin İslam toprakları üzerindeki diğer bozuk ve kirli sistemlerden farklı olmadığını görebilsin ki; onlar da diğerleri gibi ortadan kaldırılabilsin. Onların İslam’a karşı olmaları ve onu reddetmeleri, İslam’ın bütün meselelere çözümü olan tek sahih ideoloji olmasını kavramalarını engelliyor. Onlar İslam’ın, İslam toprakları üzerinde yaşayan ümmet için sağlıklı ve şerefli bir hayat nizamı olma fonksiyonunu kabullenemiyorlar. Onlar egemen güçlerin çürük menfaatleri için Allah'ın gazabına maruz kalacaklardır. Umulur ki, ümmetin içine düştüğü bu zillet hali geçici olur ve laikliğin öldürücü zehrinin etkisi taşlaşmadan önce, kendi güvenliklerini oluşturmaya yönelmiş olsunlar.

Artık Müslümanlar hakkın bilincine vardılar. İçinde bulundukları derin uykudan uyanmaya başladılar. Çünkü Hakk çok berraktır ve onun ışıltısı gözleri kamaştırmaktadır. Şüphesiz hakkı söylediklerini iddia eden yalancılar, çürüklükleriyle belli oluyor ve feraset sahipleri onun karanlık yüzünü görebiliyor.

Uzlaşmaya razı olunmaz. O yasaklanmıştır ve haramdır. İslam ile küfrün karıştırılmasına müsaade edilmez. Bu nedenle batılın karşısında hiç çekinmeden, izzetli ve şerefli bir şekilde olun!..

Hilafet ile varolmak; demokrasi, diktatörlük ve monarşi bataklığından kurtuluştur. Zengin kültürümüz öylesine sıcak ki; İslam topraklarını kirleten bu küfür rejimlerini ortadan kaldırmak için heyecanımızı alevlendirmektedir. Bu zengin kültür ile inşallah yeni nesil Hilafet Nesli olacaktır. Yeni nesil Hilafeti kurmanın hesabını yapacak ve onun için her şeyini feda ederek, kararlılık ve cesaretinden hiçbir şey kaybetmeyecektir. Hatta gelecek nesil bir daha küfür devletlerinin zulümlerini görmeyecektir...

“Onlar öyle kimselerdir ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazı kılar, zekâtı verirler. İyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.” (Hac 41)

YIL 12  SAYI 143  ŞABAN 1422  KASIM 2001

Yukarı