Cihad
terörizm değildir!
Cihad
mefhumu toplumları yıkıp yerle bir etmek değildir. Ancak ve
ancak Allah’ın kelimesini en yükseklere taşımaktır. Allah
(cc) şöyle buyuruyor:
“Ey iman
edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve
yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide
35)
Cihad, İslam
ideolojisinin İslam akidesinden çıkan davet metodudur. Cihad,
Allah’ın rahmeti ve hidayeti olan İslam’ın pratik olarak
tatbikinin önündeki tüm maddi engelleri kaldırmak için savaşmaktır.
Bu mübarek ve mukaddes davet, kesinlikle insanlara haksızca
zarar vermek ve onların servetlerini çalmak gibi amaçlar taşımaz.
Sadece insanlara fıtratlarına uygun, yegane doğru olan bir
hayat nizamını kurmak amacını taşır.
Cihadın
işleyişini düzenleyen kurallar ancak İslam’dandır. İslam’ın
hükümleri herhangi bir suçu olmayan masum sivillere karşı
saldırılmasına izin vermez. O hükümler çocukların,
yaşlıların ve hatta savaş alanında savaşmayan kadınların
bile öldürülmesini yasaklar. Yine sivilleri taşıyan ve
savaşla ilgisi olmayan uçakların kaçırılmasını haram kıldığı
gibi, evlerin ve sivillerin çalıştığı işyerlerinin harap
edilmesini de haram kılar. Tüm bu hareketler İslam’ın
haram kıldığı saldırı türleridir ve Müslümanlar
böylesi hareketlerden kaçınmalıdırlar. Aynen Hz. Ömer
(r.a)’ın Kadisiye de İranlılara karşı cihad eden
komutanı Hz. Sa’d ibn Vakkas (r.a)’a dediği gibi. O şöyle
demişti: “Ey Sa’d! Sen Allah’ın Resulü’nün
amcası ve O’nun sahabelerindensin. Allah’tan sana gelenden
başkasının olmasına izin verme! Allah şerri şer ile
defetmez. Şerri ancak güzellikle defeder.”
Müslüman mücahitler silahlı bile olsalar kadınlara ve
keşişlere, kendilerine saldırmadıkları sürece onlara
dokunmadılar. Onlar, yemek amacı olmaksızın hayvanları dahi
öldürmediler. Yakarak ısınma düşüncesi olmaksızın ağaçları
bile kesmediler.
Sömürgecilik
terörizmi anlatıyor.
Cihad,
Amerika ve İngiltere gibi dünyanın her tarafında sivillere
saldıran sömürgeci güçlerin yaptıklarından çok çok
uzaktır. Amerika ve İngiltere tarafından tatbik edilen dış
siyaset, Kapitalist siyasetidir ki; onun en önemli yönü laik
ideolojiden kaynaklanan mülk edinme özgürlüğüdür.
Gerçekte bunun anlamı; her yoldan mülk edinme, alabildiğince
tüketme ve sömürme hürriyetidir. Bu nedenle sömürgecilik,
zayıf milletler üzerinde onların servetlerini çalmak için
siyasi, kültürel ve ekonomik bir kontrol mekanizması
kurmaktır ki; işte Amerikan ve İngiliz dış siyasetinin
tatbikinde izlenen metod budur. Kafirler bunu çok iyi
biliyorlar. 1941 yılında Dış İlişkiler Konseyi’nin ABD
Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği özel bir kısa
notta bu gerçek şöyle ifade ediliyor: “Eğer savaş amaçlarının
Anglo-Amerikan sömürgeciliği ile doğrudan bağlantılı göründüğü
belirtilirse, onlar diğer dünya insanlarına bunu anlatacaklardır.
Bu durumda diğer insanların menfaatleri vurgulanmalıdır. Bu
daha iyi bir propaganda etkisi yapacaktır.”
Bununla
beraber, dünya insanlarının bu propagandanın içyüzünü
anlamaları uzun sürmeyecektir. Daha sonra sömürgecilerin iğrenç
yüzü kendilerini maskeleyen “medeniyet” perdesi arkasından
görünecektir. Bunun için batılı politikalara yön veren
kurallar, sömürgeci savaşın kurallarıdır. Bu kural da
Makyavelist bir ilke olan “Gaye vasıtayı meşru kılar” sözüdür.
Merhametsizlik diğer insanların kontrol altına alınmaları
ile meşru olmaktadır. Aynen eski ABD Dışişleri Bakanlığı,
Siyasi Planlar Hazırlama Bölümü başkanı George Keenan’ın
dediği gibi: “Dünya servetlerinin yaklaşık %60’ına
sahibiz. Fakat dünya nüfusunun sadece %6.3’üne sahibiz. Bu
durumda kıskanmaları ve içerlemeleri engellemekte başarılı
olamayız. Önümüzdeki dönemde bizim gerçek görevimiz, bu eşitsizlik
pozisyonunu sürdürmemize izin veren ilişkiler tasarlamaktır.
Kendimizi kandırmaya gerek yok. Çünkü bugün dünyaya yardım
etme lüksüne sahip olduğumuz herkes tarafından
bilinmektedir. Artık demokratikleşme, hayat standartlarını yükseltme
ve insan hakları gibi gerçek dışı ve bulanık amaçlar hakkındaki
konuşmaları durdurmalıyız. Sağlam kuvvet unsurlarının
ticaretini yapacağımız vakit çok uzak değildir. En azından
sonrası için idealist sloganlara engel olmak bile daha iyidir.”
[Kaynak: PPS23 no’lu belge, 24 Şubat 1948]
İngiltere
bu geleneğin en başta gelenlerindendir. Mesela; İkinci Dünya
Savaşı sırasında İngiltere başbakanı olan Winston
Churchill, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Havacılık ve Silahlar
Dairesi sekreteri olarak görevlendirildiğinde, sadece vergi
borçlarını ödemeyi reddettikleri için Kuzey Irak’taki
Kürt Müslümanların üzerine kimyasal bombalar yağdırdı.
Amerika da bu tip bir himayecilikten faydalandı. Bu eski
İngiliz sömürgesi, İngiltere’nin de içinde bulunduğu rakipler
arası bir terör kampanyasına sürüklendi. Bunun üzerine başkan
Lyndon Jhonson dönemindeki eski ABD Başsavcısı Ramsey Clark
şöyle dedi: “İkinci Dünya Savaşı’ndaki en büyük
cürüm, ABD’nin dış politikasıydı.”
Amerika Sivilleri
Katlediyor.
“Bu gerçekten
bir blöf değil. Bundan korkunç zevk alıyorum.” [Şimdiki
ABD Dışişleri Bakanı General Colin Powell’ın, 1991’deki
“Çöl Fırtınası Operasyonu” isimli terörist saldırıda,
birçok Iraklı sivilin Amerikalılar tarafından katledilmesi
hakkında kendisine sorulan bir soruya verdiği cevap. O zaman yüz
binlerce Müslüman şehid edilmişti.]
“Eğer onlar
radarlara yakalanırlarsa, üzerlerinde kahrolası (yerden
havaya atılan) SAM füzelerini patlatacağım. Onlar biliyor
ki, biz onların ülkelerinin ve hava sahalarının sahibiyiz.
Onlara bizimle yaşamanın ve konuşmanın adabını göstereceğiz
ve onlar Amerika’nın ne kadar büyük olduğunu anlayacaklar.
Bu çok güzel bir şey. Özellikle burada ihtiyacımız olan
petrolün bol olduğunu bilmek daha da güzel...” [ABD Deniz
generali William Looney’in, 30 Ağustos 1999’da Washington
Post gazetesine verdiği demeci] 1999 yılının ilk sekiz
ayında Amerikan/İngiliz kuvvetleri tarafından yapılan 10.000
sorti sırasında katledilen binlerce Iraklı sivil erkek, kadın
ve çocuklar üzerine üşüşülen vahşi saldırıdan
bahsediyor. “Geçen akşam RAMBO’ların görülmesinden
sonra, önümüzdeki süreçte yaşayacağımız mutlulukları
biliyorum.” [Eski ABD başkanı Ronald Reagan’ın Daily Express
gazetesinde, 2 Temmuz 1985 tarihinde yayınlanan sözleri]
Amerika, sivilleri büyük bir zevkle bombalamak suretiyle
katletmeye 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı
iki atom bombası ile başladı. Bu saldırı Japonların onlara
teslim olduklarını bildirdikten sonra oldu. Bunun yanında
Amerika, İkinci Dünya Savaşından bu yana 23 ülkeyi bombaladı.
Bunlar: Çin 1945-46, Kore 1950-53, Çin 1950-53, Guatemala
1954, Endonezya 1958, Küba 1959-60, Guatemala 1960, Kongo 1964,
Peru 1965, Laos 1964-73, Vietnam 1961-73, Kamboçya 1969-70,
Guatemala 1967-69, Grenada 1983, Lübnan 1984, Libya 1986, El
Salvador 1980’ler, Nikaragua 1980’ler, Panama 1989 (2.000
sivil katledildi.), Irak 1991-99, Sudan 1998, Afganistan 1998.
Günümüzde
değişen nedir ki? Amerika veya tüm kafirler uslu birer çocuk
mu oldular? Tabi ki hayır...
Manzarada
değişen sadece bölge ve kavimler olmuştur. Yoksa kafirler
zulüm ve sömürgeciliği terk etmiş değillerdir. Afganistan’ı
diğerlerinden ayıran en önemli unsur; onların yükselen İslam’î
nidalarıdır. Bu etkenden dolayı da savaşın adı haclı
seferleri olarak telakki edilmiştir. Bundan dolayı da kafir
orduları ve onların kapı kölesi hain idareciler
Müslümanlara karşı toptan savaş ilan etmişlerdir.
Resulullah (sav) bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor: “Bir
gün gelecek (kafir) milletler sizin başınıza oburların
yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler.” (Ebu
Davut)
Bugün bir
çok İslam beldesi, kafirlerin alenen askeri istilasına maruz
kalıyorsa, İslam’a kültürel ve siyasi alanda kapsamlı bir
şekilde saldırı başlatılmışsa, İslam’a davet eden
kitleler temizlenmek isteniyorsa ve bunların elemanları
tutuklanıp ağır işkencelere çarptırılıyorlarsa biliniz
ki; küfür can çekişiyor demektir. Ve yine bu gösteriyor ki;
Müslümanlar yıllardır küfrün her türlü istilasını
yaşamalarına rağmen halen ölmediklerini ve küfrün yıkılışının
ancak kendi elleriyle olacağına inanmalarıdır. Put’inin
bizzat “Hilafetin gelişini önlemeliyiz” çığlıkları
boşuna değildir. Kafirlerin İslam toplumlarında yükselen
İslamın etki ve gücü karşısında kudurmuş olduklarını görüyoruz.
Yıllardır
imamsız geçen günlerini yeni yeni idrak eden Müslümanlar
bir iç ve dış hesaplaşmanın eşiğindedir. Bu tefekkür
onları inşallah kurtuluşa götürecektir. Yıllar önce
kaybettikleri gücü yeniden bulacaklar ve yeryüzü onların
elleriyle tekrar huzura kavuşacaktır. Buda Resulullah (sav)in
buyurduğu gibi ancak Hilafetin tekrar ilan edilmesiyle mümkündür.
“Muhakkak ki, imam
(halife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla
korunulur.”
www.khilafah.com.pk
|