Ana Sayfa YIL 13   SAYI 147   ZİLHİCCE 1422   MART 2002 E-Mail

HİLAFETİN SÖZÜ

Hilafet Dergisi

Günümüzde, uluslararası ve bölgesel durumlardan yola çıkarak, İslamî hayatın yeniden başlatılmasının ve Hilafet Devletinin tekrar ikame edilmesinin zorlaştığını ve hatta ulaşılamayacak bir hedef haline geldiğini öne sürenler, savunanlar mevcuttur. Bu görüşlerini daha da genişletip Amerika’nın ve işbirlikçilerinin Müslümanların yaşadıkları bölgelere yerleştirdikleri ve hâla yerleştirmeye de devam ettikleri ordulara karşı İslam ümmetinin karşı koyma olanakları olmayıp, bulundukları bozuk halin düzeltilmesinin olağan dışı bir iş olduğundan, şu anki durumlarının en iyi halleri olduğunu, daha iyisinin olamayacağını iddia ediyorlar. Bu iddialarını kanıtlamak için şu örnekleri öne sürmekteler:

1. Yahudi varlığının Filistin’de yaptığı katliamlara karşı hiç bir yöneticinin (sözde Müslüman yöneticinin!) yardım amacıyla ordusunu harekete geçirmediği gibi, Filistin yönetimi de tıpkı Yahudiler gibi hareket ederek öldürüyor, tutukluyor ve Yahudi varlığına karşı gelenleri de kanunsuz harekette bulundukları gerekçesiyle suçluyor. Örneklerine devam ederek diyorlar ki;

2. Amerika kızgınlıkla! Afganistan’da önüne geldiği yeri bombalayıp, Müslümanları ve hatta esirleri bile öldürdü. Müslümanların hali ortada iken, gerek Afganistan’a komşu olan Müslüman ülkeler, gerekse komşu olmayan diğer Müslüman ülkeler Afganistan halkına yardım için en ufak bir girişimde bulunmadığı gibi Amerika’ya kara, hava ve deniz sahalarını açarak daha çok olanaklar tanıdılar. Bununda ötesinde Afganistanlı yöneticiler Amerika’ya pis ve vahşi hareketlerinden dolayı destek verdiler. Diğer taraftan;

3. Hindistan’ın Keşmir konusunda kendisine karşı koyacak ya da, Keşmir bölgesini işgal edeceklere karşı Amerika’dan aldığı desteğe dikkat buyuruyorlar. Hatta Keşmir meselesini kendi davası olarak benimsedigini açıklayan, Hindistana karşı Keşmir konusunda direnen Müslümanları Pakistan yöneticileri tutuklamakta ve öldürmektedir.

İşte bu gibi örneklerden yola çıkarak, İslam ümmetinin çaresiz ve güçsüz olduğundan dolayı Amerika’ya ve işbirlikçilerine karşı koyamayacağını savunanlar bulunmaktadır. Çünkü Amerika’ya karşı koyanları Amerika terörist olarak nitelendiriyor ve bu sıfatı da Müslümanların boynunda asılı bir kılıç haline getirip, olmadık çirkefliklerini gerçekleştirmek için, kendinin olduğu gibi Hindistan ve bunlara benzeyenlerin de (yani yönetiminde bulunan ülkelerin) bu yolu kullandıklarını belirtmektedirler.

Bu örnekleri verenler; Filistin, Afganistan, Keşmir olaylarında görüldüğü üzere Müslüman geçinen yöneticilerin kafirlerle işbirliği halinde olduklarından, İslamî hayatın yeniden başlatılmasının olanaksız olduğunu söylemektedirler.

Acaba, gerçekten bütün bu olan bitenler Müslümanların umutsuzluğa kapılmasına ve aciz konumuna düşmelerine sebep olabilir mi? Yoksa bütün bu yaşananlar İslam ümmetinin ciddi çalışması için ve akıllıca hareket etmeleri için bir itici güç mü olmalıdır? Bu yaşananlar İslam ümmetinin dinine daha sıkı sarılmaları, hayra doğru koşarak kendi İslamî devletlerini kurup şanlarına layık izzete kavuşarak, insanların içinden çıkartılan en hayırlı ümmet olmalarına bir çıkış noktası mı olmalıdır?

Evet, bütün bu gelişen olayları ele aldığımızda Müslümanların aciz, bir şey yapamaz halde olduklarını doğrulamaktayız. Fakat olayları derin bir düşünce ve araştırma metoduyla yani gerektiği şekilde irdelediğimizde ve olaylar arasındaki bağlantıları, olayları bütünüyle ele aldığımızda Müslümanlara yakıştırılan “acizlik” damgasının doğru olmadığının, sahte olduğunun kanısına varmaktayız. Aşağıdaki gerçeklerde bu görüşü doğrular niteliktedir:

1. Müslümanların sahip oldukları akide canlı ve harekete geçirici bir özelliğe sahiptir. Bu akideye sahip çıkan, benimseyen ve onunla özdeşleşen kavimler yöneticilerden, güç sahiplerinden asla korkmazlar. Bu söylenenler hayal değil, Müslümanların asırlar boyu yaşayarak gözler önüne serdikleri gerçeklerin ta kendileridir.

Müslümanlar yaşadıkları asırların meşalesini, medeniyet köşesini temsil etmişlerdir. Müslümanlar erişilmez bir güce, kudrete sahiptiler. Öyle ki; kafirler Müslümanlara karşı savaşa hazırlanırlarken; “Acaba Müslümanlardan en az zararı ne şekilde görürüz” diye binlerce defa hesap yaparlardı. Şu günlerde Müslümanların içinde bulunduğu zafiyet, Müslümanların yaşadığı yeni bir durum değil. Bu zafiyet durumunu Bush’un haçlı seferinden önce, haçlı savaşlarında ve Tatar akımlarında da yaşamışlardır. Sonra kafirler İslamın nurunun, meşalesinin söndüğü vehmine kapıldıkları bir anda yeni bir meşale alevlenerek davet ve cihad parolasıyla Avrupa kapılarına kadar dayanarak yanmaya devam etmiştir. Demek ki; Hilafet Devleti kurulacak, dünyanın en üstün devleti konumuna gelecektir. İslam kılıcının zirvesi olan cihad yeniden canlanacak ve Hilafet Devleti bütün müminlere kendi sancağı altında komuta edecek. Neticede yine İslam ordusuna yenilmeyen bir ordu gözüyle bakılacaktır.

Bu ütopya değil gerçektir. Nasıl ki; İslam ümmeti ilk uykusundan kalkmayı başardıysa, 2. uykusundan da kalkacaktır. Müslümanların kalplerinde bu hisler mevcut ve taşıdıkları bu hislerle kötülüğü alt edip, iyiliği (İslamiyeti) âleme taşıyacak gücü tekrar hareketlendireceklerdir. Çünkü; “cihad-ruhu” farz olan bir realitedir. Bu realite insanları zinde tutan, milletleri harekete geçiren bir olguya sahiptir. Tarihte süper güç olan devletlere de bakacak olursak bu gerçeği çok iyi algılarız.

2. İslam Ümmeti, krizlerin asla kendisini ümitsizliğe düşürmesine izin vermeyecek, üstelik bu gibi durumların kendisine güç verdiği karaktere sahip yeryüzündeki tek ümmettir. Bu ümmet, her zaman mensup olduğu İslam dininin son derece mükemmel bir din olduğu bilinciyle hareket eden, gündüzün ve gecenin birbirini takip ettiği her yere, sahip oldukları bu bilinci taşımayı kendisine gaye edinerek hareket eden bir ümmettir.

3. İlmî ve teknikî, vesilelere sahip olmak İslam ümmetine vaciptir. İslam ümmeti bu gibi vesileleri elde etmedikleri takdirde günahkar olurlar. İslam ümmeti bu imkanları dünya nimetine düşkünlüklerinden dolayı değil, Allah ve Resulüne olan itaatlerini en mükemmel düzeyde gerçekleştirmek ve sahip olduğu akideyi yeryüzüne hakim kılmak için elde eder. Bu, Müslümanların Resul (sav) zamanında Medine’de kurulan İslam Devletinde yaşadığı bir vakıaydı. Öyle ki; bir kaç sene içerisinde Medine de İslam Devleti zamanında ağır silah olarak nitelendirilen mancınığa sahip idi. Daha sonra halife bu mancınığı Frenk Kralı Sarlman’a hediye etmiş, fakat kral bu silahın içinde cinlerin, şeytanların bulunduğu korkusuna kapılarak kaçtığı belirtilmektedir. Yine, Müslümanların halifesi Fatih Sultan Mehmed’in icat ettiği ve İstanbul surlarını dövdüğü toplarda bu bapta zikredilmesi gereken harika bir örnektir. O zaman bu toplardan daha Bizans’ın ve diğer kafirlerin haberi yoktu.

İşte, bütün bu örneklerde açıkça ortaya koymaktadır ki; Allah’ın vermiş olduğu vaatle, Resul (sav)’in müjdesi ve sahip olduğu akidesiyle İslam ümmeti son derece güçlü bir ümmettir. Şer-i delillerden hareket ederek farz olan Allah’ın kelimesi ve İslam Devletinin yeryüzüne hakimiyeti için son güçleriyle çalışırlar.

Kafir devletlere gelince; onlar İslam ümmetinin içerisine korku salıyor, zayıflık duygusunu yerleştiriyorlar. Bu kafir devletlerin taşımış oldukları “Kapitalizm” ideoloji; sömürgeciliğe ve başkalarına ait olan malları yağmalamaya dayalıdır. Küfür devletlerinin başında bulunan Amerika’da büyüklenmesi, taşkınlığıyla kendi gibi diğer kafirlerin dikkatlerini ve öfkelerini üzerine çekerek sonunu hazırlamaktadır. İnşallah bu lanet olası bu askeri gücün heder olduğunu hep birlikte göreceğiz. Allah’u Teâla Kur’an-ı Kerimde bunu destekler mahiyette şöyle buyuruyor:

“Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” (Haşr 14)

Allah’ın izniyle galibiyet bizleredir!..

Şunu da belirtmekte yarar vardır ki; Batılılar ve akabinde haçlılar, Ortadoğu’da yahut ta Uzakdoğu’da güçlü bir İslam Devleti kurulduğu takdirde, İslam’ın yayılacağı ve devletin önünde duran engelleri kaldıracağı anlamına geldiğini tecrübeleriyle idrak ettiler. Batılılar bunu, bizzat Endülüs’ün, Sicilya’nın ve son olarakta İstanbul’un fethedilmesiyle bire bir yaşadılar. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethedip, Balkanlardan bir kısım toprakları sınırları içerisine katmasıyla Avrupa’nın tamamına ciddi bir korku salmayı başarmış ve İslam Devletinin manasını kafirlerin zihinlerine nakşetmiştir.

YIL 13   SAYI 147   ZİLHİCCE 1422   MART 2002

Yukarı