İslam Hilafet Devleti 3-Mart 1924’te İngiliz
ajanı Yahudi M. Kemal tarafından yıkılınca İslam Ümmeti
gücünü kaybetti. Kafirlerin saldırısından kendisini
koruyamaz oldu. Bunun sonucunda dev vücudu parçalandı. Ümmet
kalkansız ve korumasız kaldı. Resul (sav) şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki, imam (halife) kalkandır.
Onunla savaşılır ve arkasında korunulur.’’ (Müslim)
Ümmetin dev vücudu kafirler tarafından parçalanınca
İslam toprakları üzerinde, sınırlarını Batılı
kafirlerin çizdiği devletçikler kuruldu. Her devletin başına
sahibine itaatte kusur etmeyen köpek misali, hain, zalim, kukla
idareciler getirildi.
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten
men eder ve Allah'a inanırsınız.” (Al-i İmran
110) ayetinde hayırlı ümmet olarak vasfedilen bu ümmete,
zalim idareciler aracılığı ile akidesiyle çelişen, ona
zulmeden batı hadaratından kaynaklanan nizamlar uygulanmaya
başlandı. Ümmet, akidesi ve batı kaynaklı nizam arasında
çelişkili bir hayatı yaşamaya mahkum edildi. İslami
şahsiyetler küfrün iğrenç fikirlerinin tesiri altında
kalarak bozuk bir şahsiyete dönüştürülmekle beraber,
Müslümanlar akıllarını da kullanamaz oldu, zekasını
kaybetti, düşünemez hale geldi. Küfrün hain idarecileri
elinde oyuncağa döndü. Hain
yöneticiler bir de hakkı gizleyen, kendilerine sadık, alim
kılıklı belamlar edinmeyi de ihmal etmediler. Bunların eli
ile de Müslümanları kandırmaya çalıştılar. Bir çok
konuda zihinleri bulandırdılar. Bununla birlikte Müslümanlar
arasına ümmetin parçalanmasını telkin eden, milliyetçilik
duvarları örüldü. Müslümanlar arasındaki bağın akide
bağı değil de beka içgüdüsünden kaynaklanan vatan ve
milliyetçilik bağı olması gerektiği enjekte edildi. Resul
(sav)’in; “Onu (Milliyetçiliği) terk edin, çünkü o
kokuşmuştur.” (Buhari) buyurduğu milliyetçilik bağı
ön plana çıkınca ümmet birbirine düşürüldü. Zalim
yönetimler altında yaşama mahkum olan Müslümanlar
kafirlerin emellerine hizmet ettirilmek üzere yıllarca bir hiç
uğruna birbirleriyle savaştırıldı. (İran-Irak Savaşı,
Afganistan örneğinde olduğu gibi..) Ümmet tek vücut olarak
birleşmesi gerekirken, parçalara ayrıldı. Halbuki Peygamber
(sav) bu ümmeti şöyle vasıflandırmıştı:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte,
birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir
vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa
diğer uzuvlar da rahatsız olurlar. Uykusuzluk ve humma ile (yüksek
ateş ile) onun için birbirlerini yardıma çağırırlar.”
(Buhari, Müslim)
Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:
“Mü’minler ancak kardeştirler”
(Hucurat 10)
Batılı kafirler İslam ümmetini fikri
olarak sömürmekle birlikte, maddi olarak da sömürdüler. İslam
Hilafet Devletini yıkınca meydanı boş buldular. Resul
(sav) şöyle buyurdu:
“Ümmetler, milletler insanların birbirlerini
sofraya davet ettikleri gibi, vahşi hayvanların bir yiyeceğe
saldırmaları gibi birbirlerini sizin üzerinize davet
edecekler ve sizin üzerinize üşüşeceklerdir.” Orada
bulunanlardan birisi; “Ya Resulullah, bizim
azlığımızdan mı?” diye sordu. Allah Resulü: “Hayır,
aksine o gün sizin sayınız çok olacaktır. Fakat sizin
çokluğunuz selin önüne katıp sürüklendiği çer çöp
gibi olacaktır. Allah (cc) düşmanlarınızın kalbinden sizin
korkunuzu söküp çıkaracak ve sizin kalbinize vehn bırakacaktır.”
“Vehn nedir?” diye sorulduğunda; “dünyayı sevmek
ve ölümü hoş karşılamamak.” (Ebu Davud, Melahim-5; Müsned-
5/278)
Hadis-i şerifte belirtildiği gibi sömürgeci
kafirler oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi
ümmetin servetlerine el koydular. Mallarını yağmaladılar.
Ümmete rezil, perişan ve fakir bir yaşamı layık gördüler.
Onları Batı kaynaklı düzenlerinin kokuşmuş nizamlarına
uymaya mecbur ettiler. Sürekli çıkan yeni vergiler, zam, işsizlik,
suni kriz ve hayat pahalılığı ile ümmeti çöplükten ekmek
toplamaya muhtaç ettiler.
“Allah müminler
üzerine kafirler için herhangi bir yol (otorite) kabul etmez.”
(Nisa-141)
“Müşrikler ancak bir pisliktir.”
(Tevbe 8)
“Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar
murdardırlar.” (Tevbe 95)
Ayetlerde Allah’u Teala kafirlerin Müslümanlar
üzerine otoritesini reddettiği ve onları necis, pis olarak
nitelendirdiği halde bugün, hâlâ İslam ümmeti çağdaş
Firavunların egemenliğinde, içerisinde her türlü haramların
işlendiği, Allah (cc) ve Resulüne (sav) isyanın doruk noktaya
ulaştığı, küfür fikirleriyle kirletildiği, fikri ve maddi
olarak sömürüldüğü bir hayatı yaşamaktadır. Ümmet bu
hayattan kurtuluşun yollarını aramaktadır. Bunun yolu ancak
Allah (cc) ve Resulüne (sav) tabi olmakla gerçekleşir.
Resul (sav) Mekke’den Medine’ye kadar İslam Devletini
kurmak için bir metod uygulamış ve her konuda olduğu gibi bu
konuda da bize örnek teşkil etmiştir.
Allah Subhanehu ve
Teala şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve
Allah’ı çokça zikredenler için Resulde güzel bir örnek
vardır.” (Mümtehine 6)
“Resul size ne getirdiyse onu alın. Size
neyi yasakladıysa ondan sakının” (Haşr 7)
“Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa
düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız,
onu Allah’a ve Resulü’ne (Allah ve Resulü’nün
hükmüne) götürün.” (Nisa 59)
İslamiyet gelmeden
önce Mekke’de insanlık alemi üzerine küfür, dalâlet ve
ahlâksızlık kâbusu olanca kesafetiyle çökmüş ve onu var
gücüyle boğmaya çalışmıştır. İnançsızlığın veya
yanlış inancın ruh ve vicdan azabı içinde kıvranan zamanın
insanları adeta çılgına dönmüş, ne yaptıklarını
bilmeyen azgınlar durumuna gelmişlerdi. Kainatta cereyan eden
hadiselere ve Yüce Allah’ın (cc) eseri olan eşyaya
tapılmaktaydı. Yıldızlara, ateşe, kupkuru, ruhsuz, cansız
taş ve tahtalara zavallı insanlık “ilah” diye secde
ediyordu.
İslami hayattan mahrum
insanlık, zengin-fakir, kuvvetli-zayıf, avam-havas, efendi-köle
diye birçok sınıflara ayrılmıştı. Zengin ile fakir, halk
ile devlet arasında korkunç bir kopukluk ve uçurum vardı. Gönülleri
iman ateşinden yoksun bu devrin insanlarında, insana hürmet,
değer ve saygı kalmamış, insanlar pazarlarda köle olarak
basit bir mal gibi alınıp-satılırdı. Efendi, kölesine her
türlü hakareti, zulmü yapma ve her türlü işte çalıştırma
yetkisine eksiksiz sahipti.
Allah’a (cc) imanın
verdiği hayâ ve korkudan mahrum, faziletten nasipsiz insanlık,
her türlü ahlâk dışı davranışlarda, haysiyet ve namusları
ayaklar altına alıcı adi hareketlerde serbestçe
bulunuyorlardı. Kumar, içki, zevk ve sefa alemleri günlük işler
arasında yer alıyordu. Ardı arkası kesilmeyen öldürme,
zina, gasp ve baskın olayları insanlığı adeta yeryüzünden
silip süpürmüştü.
İnanç yönünden toplum, kelimenin tam
anlamıyla kargaşa içinde kıvranıyordu. İnsanlar taştan,
tahtadan, hatta zaman zaman sefere çıkarken helvadan yaptıkları
putlara tapıyor, onlardan yardım umacak kadar zavallı bir
duruma düşüyorlardı. İnsanlık bununla da kalmamış
kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar gaddarlaşmıştı.
Hatta Hz.Ömer (ra) Müslüman olduktan sonra; cahilliye
döneminde bir şeye ağlayıp (diri diri kız çocuğunu
toprağa gömmesi), bir şeye güldüğünü (helvadan yaptıkları
putlara önce tapıp, acıkınca da yemelerini) dile
getirmişti.
İşte, İslamiyet gelmeden önce Mekke
toplumunun manzarası buydu. Bu dehşet ve vahşet saçan
manzarayı değiştirmek ve insanları putlara ve kullara
kulluktan Allah’a (cc) kul olmaya, hayatı insanların
uydurduğu nizamlar yerine Allah’ın (cc) şeriatına göre
yönlendirmek üzere Hz. Muhammed’e (sav) Allah (cc)
peygamberlik vazifesini yükledi. Peygamber Efendimiz (sav)
Resul olarak gönderilir gönderilmez insanları İslam’a
davet etti. Allah’ın:
“Ey bürünüp sarınan
(Resûlüm)! kalk ve uyar”
(Müddessir
1-2) ayeti gereğince insanları açıktan açığa davet etmeye
başladı. Daveti kabul edenleri dinin esaslarına bağlı
kalarak kitleleştirip gizlice örgütlüyordu. Daveti kabul
edenleri örgütlediği gibi aynı zamanda onlara İslam’ı öğretiyor,
onları İslam’ın kültürü ile yoğuruyor, cahilliye fikir
ve akidelerinden temizleyip İslam akidesini yerleştiriyordu.
Resul (sav) çalışmasını kendisi ile beraber olanlarla
birlikte merkezleştirdiği Erkam b. Ebil Erkam’ın evinde
yapıyordu. Düzenli bir şekilde onlara Dar-ül Erkam’da İslam
kültürünü veriyordu. Öyle ki; daveti kabul edenler yani
yetiştirmiş olduğu kitlesi tüm toplumu karşılarına
alabilecek güce ulaştılar. Allah (cc):
“Sana emrolunanı açıkça
söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!”
(Hicr 94) emri ile gizli
olan kitlesini açığa çıkardı. Mekke müşrikleri şimdiye
kadar İslam’ı duymuş ve ancak yeni bir şey ile var olan, düzeni
kabul etmeyen, sadece Allah’ın hükmünü isteyen bir kitle
ile karşılaşmıştı. Davet artık fert fert insanlara
ulaşma yerine topluma hitap etmeye başladı. İbni Mesud
(r.a.) Kabe’de Rahman suresini açıktan topluluğa okuyor ve
onları İslam’a davet ediyordu. Ebu Bekr (ra) toplu halde
olan müşriklerle tartışıyor, yediği dayaktan
bayılıyordu. Hakka tabi olan ve hakkın hakim olmasını
isteyen bir kitle ile kafirler arasında bir çatışma vardı.
Öyle bir çatışma ki, kafirler Müslümanlara eziyet ediyor,
Müslümanlar ise; bu eziyetler karşısında daha güçlü bir
şekilde İslam’ın mesajını haykırıyordu. Her kabile
içlerinde Müslüman olanlara işkence çektiriyor ve onları
dinlerinden döndürmeye çalışıyorlardı. Habbab b. Eret
sırtında ateş közü söndürülerek işkenceye maruz
kalıyor, Allah’ın Resulüne gelip şikayette bulunuyor,
bunun üzerine Resul (sav);
“Vallahi siz acele
ediyorsunuz. Sizden öncekiler etleri kemiklerinden demir
taraklarla tarandı da, testere ile biçildiler de onlar
dinlerinden vazgeçmediler.”
buyuruyordu. Yine O Resul; Yasir ailesine yapılan işkence ve
eziyetleri görüyor ve “Sabredin ey Yasir ailesi cennet
sizindir” diyordu.
Abdurrahman b. Avf; “Ey
Allah’ın Resulü biz müşrik iken kuvvetli idik. Müslüman
olduk güçsüz düştük”
deyip şiddete şiddet ile karşılık vermeyi talep edince
Resul (sav); “Ben affetmekle
emrolundum, kavmimi öldürmekle değil”
(Nesei Cihad 3036) diye buyuruyordu. Bunun gibi başka
sahabelerde silaha başvurmayı teklif ediyor, ama Resul (sav)
onlara sabredin diyordu.
Yapılan bütün baskı
ve zulümlere rağmen Müslümanlar davalarından vazgeçmiyor,
tam tersi daha sıkı bir şekilde İslam’a davet ediyorlardı.
Küfür fikirlerinin bozukluğunu, akledemeyerek atalar dinine
tabi olanları kınayan, ölçü ve tartıda hile, kız çocuğunu
toprağa diri diri gömme, vb. sosyal münasebetlerdeki bozukluğu
açıklayan ve kafirlerin düzenlerine saldırı niteliğindeki
bu ayetler topluluğa okunuyordu. Mekke’nin ileri gelenleri
hakkında hakaret edici ve aşağılayıcı nitelikte ayetler
iniyor, bu ayetler onlara çekinilmeden okunuyordu.
Mekke müşrikleri, bu
daveti kökünden kazıma ümitlerini kesince, bu güçlü
kitlenin kendi iktidarlarını sarsacağının korkusu ile Resul
(sav)’ın davetten vazgeçmesi, akidelerine ve bozuk nizamlarına
saldırmaması şartı ile “kralımız olmak istiyorsan gel
seni kralımız yapalım” diye teklif ediyor, hatta daha
ileri giderek; “bir sene sen yönet, bir sene biz
yönetelim” teklifini sunuyordu. Yani onlar bu teklifleri
ile bir sene Allah’ın hükümleri ile, bir sene de cahilliye
hükümleri ile yönetilsin diyorlardı. Yeryüzündeki bütün
cahilliyeyi yok etmeye gelen İslam ve onu getiren Resul (sav)
onları sadece Allah’ın ilahlığını kabule davet ediyordu.
Yani her zaman Allah’ın hükümlerinin uygulanmasına ve böylece
onların bu davete güç vermelerini istiyordu. Mekke
yöneticileri böylesi bir davete icabet etmeyince Resul (sav)
diğer Arap kabilelerine İslam’ı sunuyor ve onlardan güç
talep ediyordu. Taif’e gidip ileri gelenlerinden güç talep
ediyor ve eziyetle karşılaşıyordu. Ama buna rağmen güç
talep etmeye devam ediyordu. Hac mevsiminde hacca gelen Arap
kabilelerine İslam’ı sunuyor ve onlardan güç talep
ediyordu. Bu kabilelerden olan Amr Sasa kabilesinin lideri
Beyhare b. Firas şöyle diyordu: “Vallahi şu Kureyş
gencine sahip olsam, bütün Araplara hakim olurum” ardından
da Resul (sav)’e; “Sana işin için yardım
etsek Allah da seni muhaliflerine üstün kılsa senden sonra yönetim
elimize geçer mi?! Ne dersin?”
sorusuna Resul (sav): “Yönetim Allah’a aittir, onu
dilediğine verir.” diye cevap vererek şartsız bir güç
talep ediyordu.
İbni Sad’ın
tabakatında geçtiğine göre Efendimiz (sav) her yıl Mecenne
Ukaz, Mina panayırlarında bu şekilde Muhar ibn Hasfe, Fezera,
Cussan, Mürre, Huneyfe, Süleym, Abes, Beni Nadra, Beni Bukey,
Kinde, Kelb, El-haris, b. Kub, Uzre, El-Hudareme kabilelerine
İslam’ı arz ediyor ve onlardan güç talep ediyordu. Ama bir
türlü daveti kabul eden ve güç veren olmuyordu. Ta ki Allah’ın
yardımı ile Medine’den olan dört genç iman ediyor ve
Medine’ye geri dönüp kavimlerine İslam’ı
anlatıyorlardı. Ertesi yıl Medine’deki Evs ve Hazrec
kabilesinden 12 kişilik bir heyet gelip Mekke’de Efendimiz
(sav)’e biat ediyordu. Resul (sav) ashabı ile birlikte hicret
edebilecek durumda iken Medine’ye hemen hicret etmiyor, gelen
heyetle beraber Mus’ab Bin Umeyr’i onlarla beraber
gönderiyordu. Mus’ab Bin Umeyr bir sene içerisinde Medine’de
İslam’ı anlatıyor ve halk arasında İslam’ı kabul eden
diğer Medinelilerle kamuoyu oluşturuyordu. Bir sene sonra Mus’ab
Bin Umeyr ile beraber Medine’den 73 kişi gelip Efendimize
Akabe’de şartsız bir şekilde Allah’a ve Resulüne itaat
edeceklerine dair söz veriyordu.
Yine o Medine’nin
ileri gelenleri kendi mallarını, kadın ve çocuklarını
korudukları gibi Resul (sav) ve davasını koruyacaklarına söz
veriyorlardı. Hatta Efendimizin amcası Abbas’a: “Mallarımız
talan olsa, büyüklerimiz
öldürülse de biz Ona (sav)’e biat ettik.” diyorlardı.
Şüphesiz Resul (sav)’ın
kabilelerden güç talep etmesi birinci ve ikinci Akabe Biatları
bu dine yardım edecek güçlü bir oluşum meydana getirmek içindi.
Güç elde edilmiş ve Medine halkı arasında gerekli olan bir
kamuoyu oluşturulmuş gerekli bütün şartlar
tamamlanmıştı. Efendimiz ve Ashab artık Medine’ye hicret
ediyordu.
Bugün İslam Hilafet
Devletine ulaşmada takip edilecek metod Resul (sav)’ın
metodunun ta kendisidir. Resul (sav)’ın metodunu takip etmek
şer-i bir vacibedir.
Allah Subhanehu ve
Teala buyuruyor:
“De ki: işte benim
yolum. Ben ve bana tabi olanlar basiret üzere (sizi) Allah’a
davet ediyoruz.” (Yusuf
108)
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve
Allah’ı çokça zikredenler için Resulde güzel bir örnek
vardır.” (Mümtehine 6)
“Resul size ne getirdiyse onu alın. Size
neyi yasakladıysa ondan sakının”
(Haşr 7)
Resul (sav)’ın takip
ettiği ve bugün Müslümanlara en güzel örnek olan Resulün
fiillerine bağlanarak takip edilmesi gereken metodda şunları
buluyoruz:
1-İslam akidesi
üzerine kurulmuş bir kitle; Resul (sav)’ın Mekke’de
daveti omuzlarına yükleyecek kendisinden sonra ümmete
komutanlık yapacak olan muhacirleri yetiştirdiği gibi, İslam
devletini kuracak olan gençliği hazırlamak, tamamı ile
İslam dışı fikirlerden temizleyip sadece İslam akidesinden
çıkan fikirlerle yoğurmak ve örgütlemek...
2-Resul (sav) ve
beraberindeki kitlesinin yüklendiği gibi İslam davetini yüklenmek,
bütün İslam beldelerinde ümmete siyasi düşünce ve uyanıklık
kazandırmaya çalışmak, aynı zamanda küfür fikir ve
nizamlarının bozukluğunu ortaya koymak ve bu fikirlerle mücadele
etmek, halen yöneticilerin Müslümanlara yaptıkları
ihanetleri ortaya çıkarıp onların maskelerini düşürmek.
Halk arasında kamuoyu oluşturmaya çalışmak. (Medine’de
kamuoyu hazırlandığı gibi.) Bu işleri yapan kitle işkence,
hapis ve eziyetlere maruz kalacaktır. Sebat edip yoluna devam
ettikçe ümmeti yanına alacak ve istenilen kamuoyunu
oluşturmuş olacaktır. Gençleri örgütleyip, İslami kültür
ile kültürleştirip halk ile (ümmet ile) kaynaşmaya çalışırken
diğer taraftan kuvvet ehlinden güç talep etmek. Aynı Resul
(sav)’ın kabilelere İslam’ı sunuşu ve güç talep edişi
gibi...
Ey Müslümanlar!
İşte, Peygamber (sav) ve onun seçkin
sahabeleri (ra) İslamiyet’in yeryüzüne hakimiyeti için müşriklerle
Allah’ın (cc) gösterdiği şekilde mücadele ettiler. Ya
sizler! Ne ile meşgulsünüz?... 80 yıldır sizi saran
üzerinizdeki çürümüş küfür zincirlerini koparmanın
zamanı gelmedi mi? Zalimin zulmüne “dur” demek için daha
neyi bekliyorsunuz? İçerisinde bulunduğunuz, haramlarla
kirletilen bu hayattan memnun musunuz? Allah’ın (cc) pis
olarak vasfettiği, başınızdaki sömürgeci Batının alçak,
hain, kukla yöneticilerinin otoritesine, inancınıza
saldırısına, zulmüne, sömürüsüne, mallarınızı
yağmalamalarına, çöplüklerden ekmek toplayacak kadar
fakirleştirilmenize emekli maaşı almak için çektiğiniz işkencelere
vs. ne zaman dur diyeceksiniz? Haydi vakit geçmeden harekete
geçin. Yoksa son pişmanlık fayda vermez. Zira Resul (sav) şöyle
buyurmuştur:
"İnsanlar, zalimi görürler de, onların
zulmetmesine mani olmazlarsa, Allah’u Tealanın bütün
insanları azaba uğratması pek yakındır." (Ebu
Davut, Tirmizi, Nesei)
Allah’u Teala Müslümanlara;
“Allah ve Resûlü
bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve
kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah
ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş
olur.” (Ahzab 36)
“Aralarında Allah’ın
indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan vazgeçip onların
arzularına uyma!” (Maide
48)
“Her kim Allah’ın
indirdikleri ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta
kendileridir.” (Maide
44) ayetleriyle İslam şeriatının tatbikini emretmektedir.
İslam şeriatının tatbiki ise, ancak Raşidi Hilafet
Devleti’nin kurulmasıyla mümkündür. Raşidi Hilafet
Devleti Müslümanları parçalanmışlıktan, geri
kalmışlıktan kurtarıp kalkındıracak, onları Kelime-i
Tevhid sancağı altında birleştirecek, Müslümanları,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet konumuna
tekrar yükselmesini sağlayacaktır. Raşidi Hilafet Devleti,
İslam Ümmeti’ni devletlerarası alanda evrensel bir güç
konumuna ulaştıracaktır. Bütün küfür fikir ve
sistemlerinden, kafirlerin tasallut ve istilalarından Müslümanları
ve insanlığı kurtaracak olan Raşidi Hilafet Devleti,
düşünce ve metod olarak İslam’ı benimseyen partisel bir
kitleleşme ile siyasi faaliyette bulunularak tesis edilebilir.
Hilafetin
yıkılışının 78. yılını hüzünle karşıladığımız
şu günlerde yaşadığımız vakıa, bizlere akli olarak bir
kez daha, Müslümanların Raşidi Hilafet Devleti
olmadan hayat haklarının olmadığını, sahipsiz, kalkansız
ve korumasız olduğunu, zalimin zulmünden, kafirin
sömürüsünden, küfür sistemlerinin bunalım ve kargaşalarından
kurtuluşun mümkün olmadığını göstermiştir. Zira dün
3-mart 1924’e kadar İslam Devleti vardı. Ve o devlet İslam
şeriatını tatbik ediyordu. Bir Müslüman zulme uğrasa hemen
onun yardımına koşuyordu.
O devletin halifesi,
sırtında un çuvalı kapı kapı dolaşıp aç insanların
yardımına koşuyordu.
O devletin halifesi,
halkının sorunlarıyla ilgilenmeyen valileri derhal
görevinden alıyordu.
O devletin halifesi,
nehrin kenarında bir hayvanın ayağı taşa takılsa bunun
hesabını Allah (cc) sorar inancıyla hareket ediyordu.
O devletin ordusu, bir
yahudinin Müslüman bir kadına yaptığı zulümden dolayı
yahudilere savaş ilan etmişti.
O devletin komutanı
Fatih, Bizans kralına şöyle demişti: “Bizlere
laf etmeye devam edersen ülkeni atlarımın ahırı haline
getiririm.”
O devletin tebaası dünyanın
efendisi idi.
Ya şimdi.. Müslümanların
başındaki hain yöneticiler ne yapıyor? Müslümanlara
efendilerinin dikte ettiği kokuşmuş nizamları zorla uyguluyorlar.
Düzenin değişmesi için çalışan Müslümanlara işkence
ediyorlar, ağır vergi, hayat pahalılığı, işsizlik ile
hayatı yaşanmaz bir hale getiriyorlar.
Bir tarafta aç çakal, kurt mukabilinde hain
kafirler, onların zorba ve despot düzenleri, efendilerine
mutlak itaat eden hain yöneticileri. Diğer tarafta sömürülen,
katledilen, zulme uğrayan, savunmasız, sahipsiz, zavallı Müslümanlar...
|