Ana Sayfa YIL 13   SAYI 147   ZİLHİCCE 1422   MART 2002 E-Mail

FİKİR ANCAK SİYASİ ORTAMDA HAYAT BULUR -1-

Abdurrahman DOĞRU

Hayattan kopuk, toplumdan uzak bir hayat tarzı, üzerine fikir beyan bulunulmamış bir nesne, varlık aleminde söz konusu değildir. Yine donuk bir yaşam, başı boş insan toplulukları, sorumsuz bir kitle, ilkesiz alakalar insanın yaşamında yer edinemez. Allah’u Teala ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyamet 36)

Ayetle de açıklandığı gibi başı boş bir insan ve toplumdan söz etmek mümkün değildir. Mücahid, Şafii ve Abdurrahman İbn Zeyd İbn Eslem bunun, kendisine emir ve yasaklar konmayacağını mı sanır? demek olduğunu bildirirler. Yani dünyada başıboş bırakılıp hiçbir emir ve yasak verilmeyeceğini mi sanır? Aksine o, hem emir hem nehiylere muhataptır. Her şeyin hakimi olan Allah (cc) hiçbir şeyi boşuna yaratmadığı gibi insanı da başıboş olarak haşretmemiştir.

Ömer İbn Abdülaziz son okuduğu hutbede Allah’a hamd etti, senada bulundu sonra şöyle dedi: “Muhakkak siz boş yere yaratılmış değilsiniz ve asla başı boş bırakılacak değilsiniz. Sizin için bir dönüş vardır ki, Allah’u Teala orada aranızda hükmetmek ve aranızı ayırmak için inecektir.” (İbn Kesir c11)

İnsanların hayatlarında, birbirleriyle alakalarında mutlak olarak bir tanzim ve kurallar yumağı bulunmaktadır. Buna isterseniz alakalar zinciri deyin veya başka bir tabirle siyaset deyin; her iki şekilde de insanların dahili ve harici tüm işlerini bir fikir etrafında yürütmesidir. Bütün alakalar mutlak olarak bir fikre mebni kılınır ve o fikir insanların hayatlarını yönlendirmede ana döngü olur.

Fikirler mücerret bilgiler değildir. Onlar ya bir şeyin tarifi için veyahut hayatta tatbik edilmeleri için vardır. Onu tatbik edecek olan da elbette ki insandır. Bundan dolayı fikirleri benimsemek; onu hayatta yaşatmak ve canlı kılmak anlamına gelir. Kitle için ise benimsenen fikirler bir araştırma, inceleme konusu değil siyasete yani hayat sahasına inmesi gereken birer esaslar olarak ele alınır. Kitlenin işi İslami fikirlerle donatılmış müçtehitler, başka bir tabirle araştırmacılar, zengin kültür elemanları veya akademik çalışma alanı olmamalıdır. Her ne kadar kitlede müçtehit, kültürlü şahsiyetler olsa da. Fikirler aksiyonel hale gelmesi için uygulanabilirlik sahası oluşturulmalı ki hayatta izlerini görebilsin. Siyasi fikirlerin, siyasi faaliyetlerin hayat bulduğu alan ise siyasi ortamdan başka bir yer değildir.

İnsanın hayatına yönelik veya hitap eden fikirler insanların alakalarını düzenlemek için vazedilmişlerdir. Aksi takdirde hayatta tesirleri görülmez, yalın felsefi, hikayevi bir şekilde kalırlar.

Bu gün ne yazık ki Müslümanlar, İslamî fikirleri anlarken veya öğrenirken tatbik edilmesi gerektiğini ve hayatlarını düzenleyici birer esaslar şeklinde kavramıyorlar. Adeta beyinlerini ansiklopedik bir bilgi yığını merkezi haline getirmişler, ne bulunulmuşsa anlamadan, düşünmeden, ne için olduğunu dahi sorgulamadan kafa tasının içerisine doldurmuşlardır. Bu zümrenin ne hayatta varlığını görebilirsiniz ne de etkisini. Toplumda sadece falanca kişinin çok bilgili olmasından bahsedilir. İslam bir bilgi yığını olarak algılansın diye vazedilmemiştir. Bunlar bir nevi fikirleri hapseden konumundadır. İslamın bütün içeriklerini bilgi olarak depolayan insanların bundan dolayı hayatta pek etkileri görülmez ve bu tip bir anlayışı İslam reddeder. Allah (cc) bu kişileri Kur’anı Kerimde lanetlemektedir:

“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara 159)

Bugün yeryüzünde İslam ve İslam ümmetinden bahsedilse de İslamın tatbik edildiği hiçbir siyasi ortam ve yer yoktur. İslam nizamının gerekli kıldığı bir hayat tarzına, alakaları o nizamla tanzim etmeye ilk adım Allah’a iman etmekle atılmış olunur. İnsanlara ve özelde Müslümanlara İslamın fikri temelleri üzerine mebni kılınmamış bir yaşantı tarzı sergilemeleri haram kılınmıştır. Müslümanlar İslami hayatı asırlar boyu yaşamışlar, hayatlarında tatbik etmişler ve taşımışlardır. Ta ki; 1924’te Hilafet kaldırılana kadar Müslümanların hayatlarında tek hakim olan nizam İslam nizamı idi. Bu nizamın hayattan kaldırılmasından sonra bir boşluk doğmuş, bu boşluğu da anında başka nizamlar doldurmuş. Akabinde Müslümanların hayatlarında diğer nizamların hakimiyetinin izleri görünmeye başlamıştır. Daha sonra bu ortamdan kurtulup yeniden İslâmî hayatı hakim kılma çalışmaları başlamıştır ki; bunların çalışma alanları ve hedefleri çok farklı olmuştur. Bu farklılıklar Müslümanları farklı alanlara taşıyarak asıl yapılması gereken mücadelenin yani fikri çatışmanın çok çok uzağına götürmüş ve hayatta tesiri olmayan işlerle meşgul etmiştir. Hatta bir çok kıymetli şahsiyetler yetişmiş olsa da bunların etkisi daima sınırlı kalmıştır. İslamın yeniden hayat sahasına inmesi ise, ancak siyasi ortamın değiştirilmesine bağımlıdır. Bundan dolayı da düşünceler dava elemanları yolu ile fikirlerin hayat bulduğu siyasi ortama taşınmak zorundadır.

Fikirlerin hayat bulduğu, tatbik keyfiyetlerinin tartışıldığı, dünya devletleri ile olan siyasi alakaların belirginleştirildiği, gelişen olayların ele alınıp analiz edilerek hakkında fikirler yürütüldüğü, insanların ve toplulukların bir nevi beyni olarak telakki edildiği siyasi ortam, siyasilerin yoğun olduğu merkezi yerlerdir.

Toplumun yaşam tarzını şekillendirme köklü fikirlerle gerçekleştirilir. Bunu gerçekleştirecekler siyasilerdir, alanları ise siyasi ortamlardır. Siyasi tabaka dünyadaki bütün gelişmeleri yakından takip eden, toplumlara veya dünyanın gidişatına yön veren beyin tabakasıdır. Bunlar ister yönetimde olsunlar, ister olmasınlar, büyük veya küçüklüğüne bakmadan siyasetle uğraşan kişilerden teşekkül eder. Siyasi ortam her dönem mevcut olmuştur ve her devletin mutlaka siyasi bir ortamının mevcudiyeti söz konusudur. Otoritenin merkezleştiği yerler siyasi ortamın alanı olan yerlerdir. İslam gelmeden önce müşrik düzenin siyasi merkezi olan Mekke gibi. Ankara küfür hükümleri ile hükmeden siyasi ortamın hakim olduğu yerdir. Fakat Siirt’te ki konum Ankara’dakine benzemez ve de orada siyasi ortam bulunmaz. Bu gün kapitalist vahşetin siyasi ortamı Amerika’dır.

Siyasi ortamın nüfuz ettiği, odaklaştığı, siyasetin konuşulduğu, siyasilerin yoğunlaştığı, otoriteye etki eden kişilerin veya kitlelerin yer aldığı yer siyasi ortamın, otoritenin, yönetimin bulunduğu alandır. Siyasiler, siyasete soyunanlar, fikirlerini hayata hakim kılmak isteyenler bu alanda yer edinebilmek için çok yoğun gayret sarf ederler. Çünkü burada yönetim ve yönetimle ilgili işler tezahür eder ve buradan topluma bu hususlarla ilgili düşünce akışı gerçekleşir. Örneğin; Fransa’nın siyasi çevresi Paris’te odaklaşmıştır. Eğer bir kişi siyasetle uğraşacak veya siyasi çevrede etkili olacaksa Paris’te siyasilerin odaklaştığı merkezlere inmek zorundadır.

Siyasi ortamın ana malzemesi insandır. İnsan amelleri fikirlerle donatılmıştır. Belli bir fikir çerçevesinde yaşayan, siyasi ortamı oluşturan insanlar da değişmeye mahkumdur. İnsanların hayatlarına ölçü aldıkları fikirlerin değişmesiyle siyasi ortam değişir. Bunu gerçekleştirense elbette siyasi çevredir. Siyasi çevreye etki eden ise, hayatta etkin kılınması istenilen fikirlerin sahibi olan kitlelerin bu çevrede düşüncelerini dile getirmeleridir. Siyasi ortam ve siyasi çevrede mutlak şekilde yerleşik fikirler bulunur. Buna nazaran dıştan gelen siyasi fikirlerin etkisinden de uzak kalmaları mümkün değildir. Bu noktada hangi otorite olursa olsun o otoritenin oturduğu zemine dışarından fikri ve siyasi baskı mutlaka hücum edecektir. Bundan dolayı da hiçbir siyasi çevre dışarıdan gelen fikirleri yok sayamaz, basite alamaz, ona karşı tepkisiz olamaz ve seyirci konumunu üstlenemez. Çünkü toplumların bu fikirlere ulaşmasını engellemek oldukça zordur, bundan dolayı da yönetimlerin hayatiyetleri ön plana çıkar. Bu hususta varlıklarını korumak için yönetimler ve siyasi ortamın önde gelen kişileri dıştan gelen fikirlere karşı alternatif, daha kuvvetli fikirler üretmek zorundadırlar.

Bugün devletler başka devletlere nüfuz etmek istediklerinde bu siyasi çevrede etkin olmanın yollarını araştırarak o alana kendi zihniyetine sahip olan insanları yerleştirip, o toplum üzerinde etkin olmanın yollarını araştırır. Bu girişim değişimin, eğer başarılamazsa işgalin ilk adımlarıdır.

Siyasi ortamda bulunan ve fikir üreten kişiler üniversitedeki siyasi bilimciler gibi değillerdir. Onlar hayatın işlevliğine daha yakın ve olayları yakından takip etme imkanlarına sahip olduklarından bu çevre daima etkindirler. Toplumlar o çevrenin (beyin tabakasının) elinde yoğrulurlar. Dışa karşı kendi otorite ve siyasi ortamlarını korumak için de yoğun gayret sarf ederler. Bunların dayanma güçlerini maddi güçle ölçmek yanlıştır. Eğer siyasi çevre köklü bir fikir etrafında odaklaşmamışsa dayanma gücüde sınırlıdır. Siyasi çevre genelde ilk etapta maddi gücün dışında etkenler arar. Maddi güç ancak son aşamadır ve de otoriteyi elinde bulunduran kişilerin baş vuracakları tek çaredir. Her ne kadar siyasi ortamda siyasi çözümlerden bahsedilse de tek güvence güç göstergesidir. Bu da fikrin zayıflığından kaynaklanan, güven ölçüsünün yanlış temeller üzerine oturmasından doğar. Siyasi çevre fikri, üretken bir yapıya sahip olduğu için doğru veya yanlışta olsa dengeli hareket etmeye yeltenir.

Mekke’de siyasi otoritede yer alan bir çok kişiler, dışarıdan siyasi ortama hükmetmek isteyen İslam düşüncesinin ortaya çıkmasıyla şaşkına dönmüşlerdi. Mekke’de başlayan İslamın hayata nüfuz etme çalışması İslamın fikri hakimiyetini ortaya koyarak Müşrik düzenin köşeye sıkışmasını sağladı. Fikir hem siyasi ortamda hem de siyasi çevrede etkisini gösteriyordu. Siyasi çevreye girmeyi başaran İslami düşünceler neticesi, siyasi çevrede sayılı kişilerden olan şahsiyetler etkilenerek İslam’ı seçmişlerdir. Hz. Ebu Bekir, Hz Ömer bunlardan bir kaçıdır. Medine’de de aynı konum söz konusudur. Bununla beraber müşrik düzenin siyasi çevresi de boş durmamış, üzerlerinde etkin olan bu düşünceyi siyasi ortamdan uzaklaştırmak için her türlü yöntemi denenmiştir. Resulullah (sav)’in fikri çıkışları karşısında acze düşenler üretebildikleri yalan ve iftiralarla bu düşüncenin önünü kesmek istemişlerdi. Ayrıca Hz Ebu Bekir’in siyasi çevreden uzak kalması için Kabe’de namaz kılmasını dahi yasaklamışlardı. Ayrıca o siyasi çevre ve siyasi ortamda bu düşünceye karşı koyacak hiçbir kuvvetli fikir mevcut değildi. Siyasi çevre fikri alanda en son gayretlerini deneyerek İslam düşüncesini dışlamak için mücadele vermedi de değil. Siyasi çevre kendi zihniyetlerinden olan kişileri hac dolayısı ile veya değişik durumlarda bir araya getirerek gelen vahiyler karşısında fikir üretmeye çalışıyorlardı. Ünlü şairlerinin ayetlere karşı ona benzer bir şeyler ortaya atmaları gibi. Allah (cc) bu siyasi çevrenin vahiyden üstün hiçbir şey getirmeye güçlerinin yetmeyeceğini, bu konuda aciz olduklarını Kur’anı Kerimde şöyle beyan buyuruyor:

“Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.” (Yunus 38)

Mekke’de Siyasi çevre fikren zayıf düştüklerini anlayınca maddi güç üzerinde fikir üretmeye başlamışlardır. Şunu daha açıklıkla söyleyebiliriz ki; bu çaresizlikleri neticesi siyasi çevrede fikri alanda çok büyük bir dehliz açılmıştır ve var olanlarda zaten insanların problemlerini çözmekten acizdi. Mekke’deki siyasi çevre İslamı tanıdıkça İslamın etkinliğini kabul etmiyor da değillerdi. Örneğin; Resulullah (sav) Mekke’ye gelen kabilelerin bir anlamda siyasilerin bulundukları yerlere, panayırlara, çadırlara giderek İslamı onların siyasi gündemlerine almaları ve ona güç vermeleri için çalışmalar yaptığında müşrik düzenin siyasi elemanlarından olan Velid bin Mugire’nin etrafında toplanan siyasi çevre fikri üretkenlik yerine zorbalık ve dışlama gibi uygunsuz işler yapıyordu. Artık ne yaparlarsa yapsınlar toplum bu fikirlerden haberdar olmuş, siyasi çevre etkilenmiş ve değişime adım atılmıştı.

Siyasi çevre olayları en yakından izleyen kesimdir. Bu çevre hiçbir zaman aktifliğini kaybetmeden güncel konularda aktif faaliyet içerisindedir. Toplum genel olarak bu kesimin tavırlarına bakar ve ona göre yönlenir. Hatta bu çevrede dönen fikirler sahih, insan fıtratına uygun olmayan, yüzeysel bakıştan kaynaklanan düşünceler çerçevesinde olsa dahi. Toplumun beyni olan bu tabaka üretken olduğu müddetçe toplumu o denli canlı ve aktif kılar.

YIL 13   SAYI 147   ZİLHİCCE 1422   MART 2002

Yukarı