Hayattan kopuk, toplumdan uzak bir hayat tarzı,
üzerine fikir beyan bulunulmamış bir nesne, varlık aleminde
söz konusu değildir. Yine donuk bir yaşam, başı boş insan
toplulukları, sorumsuz bir kitle, ilkesiz alakalar insanın
yaşamında yer edinemez. Allah’u Teala ayeti kerimesinde şöyle
buyuruyor:
“İnsan, kendisinin başıboş
bırakılacağını mı sanır!” (Kıyamet 36)
Ayetle de açıklandığı gibi başı boş
bir insan ve toplumdan söz etmek mümkün değildir. Mücahid,
Şafii ve Abdurrahman İbn Zeyd İbn Eslem bunun, kendisine emir
ve yasaklar konmayacağını mı sanır? demek olduğunu
bildirirler. Yani dünyada başıboş bırakılıp hiçbir emir
ve yasak verilmeyeceğini mi sanır? Aksine o, hem emir hem
nehiylere muhataptır. Her şeyin hakimi olan Allah (cc) hiçbir
şeyi boşuna yaratmadığı gibi insanı da başıboş olarak
haşretmemiştir.
Ömer İbn Abdülaziz son okuduğu hutbede
Allah’a hamd etti, senada bulundu sonra şöyle dedi: “Muhakkak
siz boş yere yaratılmış değilsiniz ve asla başı boş
bırakılacak değilsiniz. Sizin için bir dönüş vardır ki,
Allah’u Teala orada aranızda hükmetmek ve aranızı ayırmak
için inecektir.” (İbn Kesir c11)
İnsanların hayatlarında, birbirleriyle
alakalarında mutlak olarak bir tanzim ve kurallar yumağı
bulunmaktadır. Buna isterseniz alakalar zinciri deyin veya
başka bir tabirle siyaset deyin; her iki şekilde de
insanların dahili ve harici tüm işlerini bir fikir etrafında
yürütmesidir. Bütün alakalar mutlak olarak bir fikre mebni kılınır
ve o fikir insanların hayatlarını yönlendirmede ana döngü
olur.
Fikirler mücerret bilgiler değildir. Onlar
ya bir şeyin tarifi için veyahut hayatta tatbik edilmeleri
için vardır. Onu tatbik edecek olan da elbette ki insandır.
Bundan dolayı fikirleri benimsemek; onu hayatta yaşatmak ve
canlı kılmak anlamına gelir. Kitle için ise benimsenen
fikirler bir araştırma, inceleme konusu değil siyasete yani
hayat sahasına inmesi gereken birer esaslar olarak ele
alınır. Kitlenin işi İslami fikirlerle donatılmış müçtehitler,
başka bir tabirle araştırmacılar, zengin kültür elemanları
veya akademik çalışma alanı olmamalıdır. Her ne kadar
kitlede müçtehit, kültürlü şahsiyetler olsa da. Fikirler
aksiyonel hale gelmesi için uygulanabilirlik sahası
oluşturulmalı ki hayatta izlerini görebilsin. Siyasi
fikirlerin, siyasi faaliyetlerin hayat bulduğu alan ise siyasi
ortamdan başka bir yer değildir.
İnsanın hayatına yönelik veya hitap eden
fikirler insanların alakalarını düzenlemek için vazedilmişlerdir.
Aksi takdirde hayatta tesirleri görülmez, yalın felsefi,
hikayevi bir şekilde kalırlar.
Bu gün ne yazık ki Müslümanlar, İslamî
fikirleri anlarken veya öğrenirken tatbik edilmesi
gerektiğini ve hayatlarını düzenleyici birer esaslar
şeklinde kavramıyorlar. Adeta beyinlerini ansiklopedik bir
bilgi yığını merkezi haline getirmişler, ne bulunulmuşsa
anlamadan, düşünmeden, ne için olduğunu dahi sorgulamadan
kafa tasının içerisine doldurmuşlardır. Bu zümrenin ne
hayatta varlığını görebilirsiniz ne de etkisini. Toplumda
sadece falanca kişinin çok bilgili olmasından bahsedilir.
İslam bir bilgi yığını olarak algılansın diye
vazedilmemiştir. Bunlar bir nevi fikirleri hapseden
konumundadır. İslamın bütün içeriklerini bilgi olarak
depolayan insanların bundan dolayı hayatta pek etkileri görülmez
ve bu tip bir anlayışı İslam reddeder. Allah (cc) bu
kişileri Kur’anı Kerimde lanetlemektedir:
“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta
insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere
hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara 159)
Bugün yeryüzünde İslam ve İslam
ümmetinden bahsedilse de İslamın tatbik edildiği hiçbir
siyasi ortam ve yer yoktur. İslam nizamının gerekli kıldığı
bir hayat tarzına, alakaları o nizamla tanzim etmeye ilk adım
Allah’a iman etmekle atılmış olunur. İnsanlara ve özelde
Müslümanlara İslamın fikri temelleri üzerine mebni kılınmamış
bir yaşantı tarzı sergilemeleri haram kılınmıştır. Müslümanlar
İslami hayatı asırlar boyu yaşamışlar, hayatlarında
tatbik etmişler ve taşımışlardır. Ta ki; 1924’te Hilafet
kaldırılana kadar Müslümanların hayatlarında tek hakim
olan nizam İslam nizamı idi. Bu nizamın hayattan kaldırılmasından
sonra bir boşluk doğmuş, bu boşluğu da anında başka
nizamlar doldurmuş. Akabinde Müslümanların hayatlarında
diğer nizamların hakimiyetinin izleri görünmeye başlamıştır.
Daha sonra bu ortamdan kurtulup yeniden İslâmî hayatı hakim
kılma çalışmaları başlamıştır ki; bunların çalışma
alanları ve hedefleri çok farklı olmuştur. Bu farklılıklar
Müslümanları farklı alanlara taşıyarak asıl yapılması
gereken mücadelenin yani fikri çatışmanın çok çok uzağına
götürmüş ve hayatta tesiri olmayan işlerle meşgul etmiştir.
Hatta bir çok kıymetli şahsiyetler yetişmiş olsa da
bunların etkisi daima sınırlı kalmıştır. İslamın
yeniden hayat sahasına inmesi ise, ancak siyasi ortamın
değiştirilmesine bağımlıdır. Bundan dolayı da düşünceler
dava elemanları yolu ile fikirlerin hayat bulduğu siyasi ortama
taşınmak zorundadır.
Fikirlerin hayat bulduğu, tatbik keyfiyetlerinin
tartışıldığı, dünya devletleri ile olan siyasi alakaların
belirginleştirildiği, gelişen olayların ele alınıp analiz
edilerek hakkında fikirler yürütüldüğü, insanların ve
toplulukların bir nevi beyni olarak telakki edildiği siyasi
ortam, siyasilerin yoğun olduğu merkezi yerlerdir.
Toplumun yaşam tarzını şekillendirme köklü
fikirlerle gerçekleştirilir. Bunu gerçekleştirecekler
siyasilerdir, alanları ise siyasi ortamlardır. Siyasi tabaka dünyadaki
bütün gelişmeleri yakından takip eden, toplumlara veya dünyanın
gidişatına yön veren beyin tabakasıdır. Bunlar ister yönetimde
olsunlar, ister olmasınlar, büyük veya küçüklüğüne
bakmadan siyasetle uğraşan kişilerden teşekkül eder. Siyasi
ortam her dönem mevcut olmuştur ve her devletin mutlaka siyasi
bir ortamının mevcudiyeti söz konusudur. Otoritenin merkezleştiği
yerler siyasi ortamın alanı olan yerlerdir. İslam gelmeden
önce müşrik düzenin siyasi merkezi olan Mekke gibi. Ankara
küfür hükümleri ile hükmeden siyasi ortamın hakim olduğu
yerdir. Fakat Siirt’te ki konum Ankara’dakine benzemez ve de
orada siyasi ortam bulunmaz. Bu gün kapitalist vahşetin siyasi
ortamı Amerika’dır.
Siyasi ortamın nüfuz ettiği,
odaklaştığı, siyasetin konuşulduğu, siyasilerin
yoğunlaştığı, otoriteye etki eden kişilerin veya
kitlelerin yer aldığı yer siyasi ortamın, otoritenin, yönetimin
bulunduğu alandır. Siyasiler, siyasete soyunanlar, fikirlerini
hayata hakim kılmak isteyenler bu alanda yer edinebilmek için
çok yoğun gayret sarf ederler. Çünkü burada yönetim ve
yönetimle ilgili işler tezahür eder ve buradan topluma bu
hususlarla ilgili düşünce akışı gerçekleşir. Örneğin;
Fransa’nın siyasi çevresi Paris’te odaklaşmıştır.
Eğer bir kişi siyasetle uğraşacak veya siyasi çevrede
etkili olacaksa Paris’te siyasilerin odaklaştığı
merkezlere inmek zorundadır.
Siyasi ortamın ana malzemesi insandır. İnsan
amelleri fikirlerle donatılmıştır. Belli bir fikir
çerçevesinde yaşayan, siyasi ortamı oluşturan insanlar da
değişmeye mahkumdur. İnsanların hayatlarına ölçü aldıkları
fikirlerin değişmesiyle siyasi ortam değişir. Bunu gerçekleştirense
elbette siyasi çevredir. Siyasi çevreye etki eden ise, hayatta
etkin kılınması istenilen fikirlerin sahibi olan kitlelerin
bu çevrede düşüncelerini dile getirmeleridir. Siyasi ortam
ve siyasi çevrede mutlak şekilde yerleşik fikirler bulunur.
Buna nazaran dıştan gelen siyasi fikirlerin etkisinden de uzak
kalmaları mümkün değildir. Bu noktada hangi otorite olursa
olsun o otoritenin oturduğu zemine dışarından fikri ve
siyasi baskı mutlaka hücum edecektir. Bundan dolayı da hiçbir
siyasi çevre dışarıdan gelen fikirleri yok sayamaz, basite
alamaz, ona karşı tepkisiz olamaz ve seyirci konumunu
üstlenemez. Çünkü toplumların bu fikirlere ulaşmasını
engellemek oldukça zordur, bundan dolayı da yönetimlerin
hayatiyetleri ön plana çıkar. Bu hususta varlıklarını
korumak için yönetimler ve siyasi ortamın önde gelen kişileri
dıştan gelen fikirlere karşı alternatif, daha kuvvetli
fikirler üretmek zorundadırlar.
Bugün devletler başka devletlere nüfuz
etmek istediklerinde bu siyasi çevrede etkin olmanın
yollarını araştırarak o alana kendi zihniyetine sahip olan
insanları yerleştirip, o toplum üzerinde etkin olmanın
yollarını araştırır. Bu girişim değişimin, eğer
başarılamazsa işgalin ilk adımlarıdır.
Siyasi ortamda bulunan ve fikir üreten kişiler
üniversitedeki siyasi bilimciler gibi değillerdir. Onlar hayatın
işlevliğine daha yakın ve olayları yakından takip etme
imkanlarına sahip olduklarından bu çevre daima etkindirler.
Toplumlar o çevrenin (beyin tabakasının) elinde yoğrulurlar.
Dışa karşı kendi otorite ve siyasi ortamlarını korumak için
de yoğun gayret sarf ederler. Bunların dayanma güçlerini
maddi güçle ölçmek yanlıştır. Eğer siyasi çevre köklü
bir fikir etrafında odaklaşmamışsa dayanma gücüde sınırlıdır.
Siyasi çevre genelde ilk etapta maddi gücün dışında
etkenler arar. Maddi güç ancak son aşamadır ve de otoriteyi
elinde bulunduran kişilerin baş vuracakları tek çaredir. Her
ne kadar siyasi ortamda siyasi çözümlerden bahsedilse de tek
güvence güç göstergesidir. Bu da fikrin zayıflığından
kaynaklanan, güven ölçüsünün yanlış temeller üzerine
oturmasından doğar. Siyasi çevre fikri, üretken bir yapıya
sahip olduğu için doğru veya yanlışta olsa dengeli hareket
etmeye yeltenir.
Mekke’de siyasi otoritede yer alan bir çok
kişiler, dışarıdan siyasi ortama hükmetmek isteyen İslam düşüncesinin
ortaya çıkmasıyla şaşkına dönmüşlerdi. Mekke’de
başlayan İslamın hayata nüfuz etme çalışması İslamın
fikri hakimiyetini ortaya koyarak Müşrik düzenin köşeye
sıkışmasını sağladı. Fikir hem siyasi ortamda hem de
siyasi çevrede etkisini gösteriyordu. Siyasi çevreye girmeyi
başaran İslami düşünceler neticesi, siyasi çevrede sayılı
kişilerden olan şahsiyetler etkilenerek İslam’ı seçmişlerdir.
Hz. Ebu Bekir, Hz Ömer bunlardan bir kaçıdır. Medine’de de
aynı konum söz konusudur. Bununla beraber müşrik düzenin
siyasi çevresi de boş durmamış, üzerlerinde etkin olan bu
düşünceyi siyasi ortamdan uzaklaştırmak için her türlü
yöntemi denenmiştir. Resulullah (sav)’in fikri çıkışları
karşısında acze düşenler üretebildikleri yalan ve
iftiralarla bu düşüncenin önünü kesmek istemişlerdi.
Ayrıca Hz Ebu Bekir’in siyasi çevreden uzak kalması için
Kabe’de namaz kılmasını dahi yasaklamışlardı. Ayrıca o
siyasi çevre ve siyasi ortamda bu düşünceye karşı koyacak
hiçbir kuvvetli fikir mevcut değildi. Siyasi çevre fikri
alanda en son gayretlerini deneyerek İslam düşüncesini dışlamak
için mücadele vermedi de değil. Siyasi çevre kendi
zihniyetlerinden olan kişileri hac dolayısı ile veya
değişik durumlarda bir araya getirerek gelen vahiyler
karşısında fikir üretmeye çalışıyorlardı. Ünlü
şairlerinin ayetlere karşı ona benzer bir şeyler ortaya
atmaları gibi. Allah (cc) bu siyasi çevrenin vahiyden üstün
hiçbir şey getirmeye güçlerinin yetmeyeceğini, bu konuda
aciz olduklarını Kur’anı Kerimde şöyle beyan buyuruyor:
“Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar?
De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün
yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre
getirin.” (Yunus 38)
Mekke’de Siyasi çevre fikren zayıf düştüklerini
anlayınca maddi güç üzerinde fikir üretmeye başlamışlardır.
Şunu daha açıklıkla söyleyebiliriz ki; bu çaresizlikleri
neticesi siyasi çevrede fikri alanda çok büyük bir dehliz
açılmıştır ve var olanlarda zaten insanların problemlerini
çözmekten acizdi. Mekke’deki siyasi çevre İslamı
tanıdıkça İslamın etkinliğini kabul etmiyor da
değillerdi. Örneğin; Resulullah (sav) Mekke’ye gelen
kabilelerin bir anlamda siyasilerin bulundukları yerlere,
panayırlara, çadırlara giderek İslamı onların siyasi gündemlerine
almaları ve ona güç vermeleri için çalışmalar yaptığında
müşrik düzenin siyasi elemanlarından olan Velid bin Mugire’nin
etrafında toplanan siyasi çevre fikri üretkenlik yerine
zorbalık ve dışlama gibi uygunsuz işler yapıyordu. Artık
ne yaparlarsa yapsınlar toplum bu fikirlerden haberdar olmuş,
siyasi çevre etkilenmiş ve değişime adım atılmıştı.
Siyasi çevre olayları en yakından izleyen kesimdir. Bu
çevre hiçbir zaman aktifliğini kaybetmeden güncel konularda
aktif faaliyet içerisindedir. Toplum genel olarak bu kesimin
tavırlarına bakar ve ona göre yönlenir. Hatta bu çevrede
dönen fikirler sahih, insan fıtratına uygun olmayan, yüzeysel
bakıştan kaynaklanan düşünceler çerçevesinde olsa dahi.
Toplumun beyni olan bu tabaka üretken olduğu müddetçe
toplumu o denli canlı ve aktif kılar.
|