Ana Sayfa YIL 13   SAYI 147   ZİLHİCCE 1422   MART 2002 E-Mail

DÜNYA HALKLARI KAPİTALİSTLERİN ELLERİNDE KÖLELEŞİYOR

Ahmet SEYFULİSLAM

Bugün dünyada yaşanan bütün pisliklerin ve sorunların tek kaynağı ve sebebi; eli kanlı cani kapitalizmdir.

Dünya genelinde yaşam standartları, gün geçtikçe zorlaşarak insanların omuzlarındaki yükü biraz daha ağırlaştırmaktadır. Yoksulluğun arttığı, gelir dağılımında büyük dengesizliklerin yaşandığı, çok az bir kesimin mutlu bir hayat sürerken çoğunluğun geçim standartlarının altında yaşam kavgası verdiği bir süreç içerisindeyiz.

Dünya Rönesans’ın gerçekleşmesi ile nefes alacağı kanaatını taşıyarak ve aynı anda derebeylerin Hıristiyanlık adına yaptığı zulmünden, sömürüsünden, köleleştirilmesinden kurtulabileceklerini zannederek, hiç düşünmeden bu düzene yani, laikliğe kendilerini adayıverdiler. Toplum bunu kazanılmış bir zafer olarak gördü. Fakat bu sevinçleri pekte uzun sürmedi.

Aslında temelde zuhur eden olay kapitalin paylaşımı noktasında idi. Belirli zümrede gelirlerin toplanmasından rahatsız olanlar paylaşımın yolunu ancak din ve dünya işlerini ayrı ayrı ittihaz ederek sağlayabileceklerini düşündüler. Temelde yanlış olan bu düşünce, gerçekten o toplumları rahatlatmak açısından düşünülmüş olsa idi; kısa bir dönem sonra işçi ayaklanmaları meydana gelmeyecek, çocuklar geçim için, fabrikalarda veya madenlerde ağır şartlar altında çalışmak zorunda kalmayacaklardı.

Derebeylik dönemi aslında insanları sömürünün, onları köle gibi çalıştırmanın ve kapitalin belirli ellerde toplanmasının gerçekleştirildiği, dağınık zeminlere oturmuş bir yapılanma idi. Bundan önce ve bu süreç aşamasında da dünyanın bazı kesimlerinde insanlar, ellerinden ve ayaklarından zincirlere bağlanarak, bir bölgeden başka bir bölgeye taşınarak zengin kesimin işlerinde acımasız bir şekilde çalıştırılıyorlardı. 18., 19. ve 20. yüzyıllar bu insanların dramlarıyla doludur. Amerika kıtasına taşınan binlerce Afrikalı, İngilizlerin kapitallerini artırmak için köleleştirdikleri yüzlerce Hindistanlı sadece bu işte yapılanların en belirgin örneklerinden cüzi bir parçadır. Bu insanlar, halen o günkü kendilerine yüklenilen vasıflardan kurtulmuş değillerdir. Çünkü onların bugünkü yaşantıları gayet açıktır ve bütün dünya Amerika’daki zencilerin hangi koşullarda yaşadıklarını gayet iyi hissetmektedir.

20.yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde “soğuk savaş” denilen ve genelde Rusya-ABD sürtüşmesi olarak lanse edilen (!) iki kutuplu ortam ortadan kalkmıştı. Günümüze kadar gelen süreç içerisinde dünya toplumları, kendilerine bir yer aramaya, süper güç olarak dünyada tek kalan birinci devlet konumundaki Amerika’da kendi pozisyonunu netleştirmenin gayretleri içerisine girmişlerdi. Bazı devletler bu ortamdan yararlanarak bağımsız devlet olma yollarını aramış, bazıları bölgesel güç oluşturma çabası içerisine girmiş, kimileride ulus devleti olmak gibi bir oluşum sergilemeye kalkışmıştır.

Dünya gelir dağılımı önceleri genel olarak iki kutup arasında paylaşılmakta idi. Bağımsızlar diye adlandırılan kesim ise bu paydan çok cüzi bir parça alıyordu ki, bununda pek değeri yoktu. Hatta bu gelir onların elinde kalmayıp Doğu ve Batı bloğu dediğimiz kesime çeşitli vesilelerle geri dönmekte idi. Bu süreç içerisinde her hangi bir devletin kendi başına hareket etme şansı olmadığı gibi böyle bir şeye kalkışması onun acı sonunu getirmekteydi.

Bu dönem içerisindeki devletler; ya tâbi devletlerdi ki bu; dış siyasetinde ve iç siyasetinde başka bir devlete bağımlı olan devletti. Aynen Kenya’nın İngiltere’ye bağımlı olması gibi. Veya (peyk) uydu devletlerdi ki bu; dış siyasetinde başka bir devlete tebaa bağı ile değil de kendi menfaatini gözeterek bağlı bulunan devletlerdi. Örneğin; Japonya’nın Amerika’ya bağımlı olması gibi. Ayrıca bağımsız devletler vardı ki bunlar; kendi çıkarları için, istediği gibi, iç ve dış siyasetinde serbestçe hareket eden devlettir. Fransa, ABD, İngiltere gibi.

Komünizmin çökmesinden sonra kapitalizm yeryüzünde uygulanan tek ideoloji olarak kaldı. Yeni rejim üretkenliği, egemen devlet, bağımsızlık gibi ifadelerin yayıldığı ortamda Kapitalizmin temsilcisi olan Amerika dünya jandarmalığına soyunduğunu açıkça söylemekteydi. Gelecek yüzyılın (21. yüzyıla) kendilerinin olduğunu ifade eden Amerika insanlığın karşısına yeni yeni ifadelerle çıkmaya başladı. Küreselleşme, globalleşme, ulus devletlerine son, her hususta dünya ile bütünleşme gibi kavramlarla aslında kapitalizmin temeli olan kapitalistlerin egemenliğinin gereklerini yapıyordu. Eğer kapitalizm hakimse o halde kapitalistler asıl kimliklerini göstermek zorunda idiler. Aslında kapitalistler derebeylik dönemindeki dağınık sermaye yapılanmasını istemiyorlardı ve bundan dolayı da hakim güç dişlerini göstermek zorundaydı. Yeryüzünde bazı bölgelerde çıkan veya çıkartılan problemler ve etnik çatışmalar, bu gücün işlerini kolaylaştırmak içindir.

Ekonomisi kötüye giden ülkeler de bu gidişatın etkisinde kalarak ekonomide küreselleşme, kültürde globalleşme gibi söylemlere çabucak kanıverdiler.

Baştaki idareciler belki bu noktada kuklalıkları gereği üzerlerine düşenleri yapıyordu diyelim, ya halklar veya kendilerini aydın diye topluma lanse eden çağdaş kafalar bu işe neden alet oluverdiler?!. Bulundukları memleketlerin düştüğü durumu, çalınmakta olan servetlerini ve kapitalizmin insanları nasıl iliklerine kadar sömürdüğünü ne de çabuk unutuluverdi?!..

Daha önce zincirlerle bağlanarak kapitalistlere hizmet etmek için götürülen insanlar, bugün kapitalin yoğun olduğu, sermayenin döndüğü batılı ülkelere gidebilmek için kapılarında dilenmeyi, onların gönüllü kölesi olmayı kabullenirken, bu hale nasıl geldiklerini neden sorgulamıyorlar?!.

Kapitalistler, dünya üzerinde bir çok devleti önce ekonomik daha sonra siyasi olarak egemenlikleri altına alarak, halkları bir parça ekmeğe muhtaç edip köleleştirmektedirler. Globalleşme adı altında dünya ekonomisinin bütün ağlarını avuçlarının içerisine alan kapitalistler holdingler, küresel şirketler vb. isimler altında dünyanın her yanına uzanarak devletler ötesi bir güce oynuyorlar. Bir yerde iki kutuplu düzenin sona ermesinden sonra güçler dengesinin toparlanmasında etkin olma söz konusu idi. Çünkü, kapitalistler için tek önemli olan şey dünyanın bütün servetlerine hakim olmaktır. Bu hususta menfaat ön plana çıktığı için ufak çaplı kapitalistlere de meydan verilmemeliydi.

Dünyanın zenginliklerinin büyük bir bölümüne hakim olan kapitalistler, tek hakim güç olmanın verdiği avantajla hareket etmeye başladılar. Yani ideolojiler ve devletler ötesi bir gücün varlığı söz konusu idi. İşte bu güç dünya yüzeyindeki dağınıklığı önleme ve servetleri kendi ağlarına aktarmak için dünyayı bir ahtapot gibi sarıverdi. Bunun kollarından bir tanesi olan IMF, ekonomileri bozuk olan veya sömürülmesi gereken ülkeleri “düzlüğe çıkarma” gibi bir düzmece ile kapitalistlerin avuçlarının içerisine koymaktadır. KİT’lerin özelleştirilmesi gibi zehir dolu ekonomik reçetelerle şirketlere ve kurumlara egemen olmaktadırlar. Endonezya’dan Arjantin’e kadar uzanan coğrafyada devlet ötesi kapitalist gücün hakimiyetini görüyoruz. Bütün dünya bu gücün ipoteği altındadır. Belki buna ideolojiler yerine küresel kapitalist güç demek daha doğru olur.

Artık dünya düzeyinde devletlerin gücü, ideolojileri veya bölgesel güçler yerine küresel kapitalist güçten bahsedilmektedir. Yani dünyayı egemenlikleri altına alan kapitalist bir sınıf doğmuştur. Bu sınıfın gücü devletlerin var olan gücünü kat kat aşmış, en güçlü devletler bu sınıfın işlerini güder hale gelmiştir. Bundan dolayı da bunlara; dünya dengesini sarsan güçler, devletlerin arka perdesi, kapitalist hegemonya, sınır ötesi eller gibi tabirler kullanılmaktadır. Amerikan devleti bütün kadrosuyla bu gücün egemenliğinde olduğu gibi dünya devletleri de bu gücün çekim alanındadır. Bundan dolayı günümüzde bu gücün karşısında etkin olan bir devletten bahsetmek çok zordur.

Ağır vergiler, çalınan servetler, işten çıkartılmalar, arka arkasına gelen zamlar, uzayan kuyruklar, alınamayan emekli maaşları, kapatılan iş yerleri ve her alanda kısıtlanan yaşam, bütün bunlar kapitalist sınıfın insanlara tanıdığı hayat tarzıdır. Sermayeleri avuçlarının içerisine yığan bu sınıf karın tokluğuna halkları kapısında süründürerek köleleştiriyorlar. Bugün batıda dahi insanlar işlerini kaybetmemek için düşük ücretler karşılığı kapitalistlerin ağır şartlarına boyun bükmektedir. Dünyada bu sınıfa boyun bükmek istemeyenler ise çok ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır. Kan emici kapitalistlerin Afgan halkına yaptıklarını, insanlık nasıl unutabilir ki?! Kapitalistler dünya halklarına iki seçenek bırakmıştır: Ya köleleşmek ya da ölüm. Bunun dışında bir yola asla müsaade yoktur.

Kapitalist sınıf asıl çehresini bütün dünyaya yayılmış kurumlarıyla gizleyerek, işlerini çok rahat yürütmekte ve sermayelerini her gün devleştirmektedir.

Bugün bütün kurum ve örgütleşmeler uluslararası, küresel veya global çağrışımlarla ABD’nin güdümüne girmiş ve bütün kurumlar orada odaklaşmıştır. Bu şekilde kapitalistler işlerini hiç yorulmadan kolaylıkla yönetme imkanına sahip oldular. Hakim sınıf kapitalist sınıfın işleri bizzat devletlerce korunmakta, istihbarat şefleri, ajanlar, fikren beyinleri yıkanmış kuklalar, askerler, emekli askerler fabrikalarda ve bir çok kurumlarda bu hakim sınıfın işlerini yürütürler. Onlara hizmet eden bu kişiler düşünce mekanizmasını kaybetmiş beyinsel köleleşmenin birer numuneleridir. Küresel kapitalist sınıfın emrinde ve korumasında olan örgütlerinden bazılarını burada sıralamak istiyoruz:

KAİK: Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi,

BİO: Barış İçin Ortaklık Komisyonları,

AGİT: Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı,

USAE: Ulusal Stratejik Araştırmalar Enstitüsü,

ICC Court of Arbitration: Uluslararası Ticaret Odası Tahkim Divanı,

ICSID: Yatırım Araştırmalarının Çözüm Merkezi,

UNCITRAT: Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu,

UKS: Ulus Ötesi Kapitalist Sınıf (Bu sınıf, her devlette örgütleşmiş, gizli faaliyet yürüten birimler halinde çalışmaktadır).

ÇUŞ: Çok Uluslu Şirketler (Bunlar ufak holding veya şirketleri bir arada toplamakla yükümlüdür.)

MAI: Yatırım Üzerine Coğrafi Anlaşmalar Merkezleri (Burada sömürünün kuralları, sermayenin yönlendirilmesi, Uluslararası ticari yasalar gibi işler planlanır ve görüşülür. “Küresel Refah” bunların sahte söylemlerinden en bariz olanıdır.)

G 8’ler: Dünyada Kalkınmış 8 Ülke. Bunlar kapitalistlerin birer piyonudurlar. Aslında bu oluşum kapitalist sınıfın devletler nezdinde ne denli korunduğunun belgesidir.

IMF, Dünya Kalkınma Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi daha bir çok kurumlar kapitalist sınıfın oluşturduğu oluşumlardır. Bunların kuruluş amaçları bu sınıfın işlerini gütmek, kapitalistlerin haklarını korumaktır.

Oburlaşan küresel güç, dünyanın kaynaklarının üzerine oturarak sadece bu işten kendileri faydalanıp, diğer insanları da kendilerine âmâde kılmak için ellerinden gelen her türlü şiddeti uygulamaktadırlar. Sermayenin piyasada dönemediği, gelirlerin kapitalistlerin ellerinde yığıldığı için bugün dünyanın her tarafında halklar ve kapitalistleri koruyan yöneticiler arasında uçurumlar doğmuştur. Ayrıca ülkelerin kaynaklarını sömüren taşeron kapitalistler toplumda parmakla gösterilecek kadar az elde ettikleri zenginliklerle tatlı bir hayat sürmektedirler. Dünyada açlık sınırında yaşayan insanların sayısı milyonlarla ifade edilirken bu sayı gün geçtikçe daha da fazlalaşmaktadır. Karın tokluğuna çalışmaya razı olan insan yığınları belediyelerin, devlet kurumlarının, fabrikaların önlerinde uzun kuyruklar oluşturarak günlerce iş bulmak veya bir parça ekmek alabilmek için soğuk-sıcak demeden beklemektedirler. Artık basın bunların yaşam kavgası ve ölüm haberleriyle dolmuştur. Devlet ötesi küresel sınıfın Orta Asya kaynaklarına uzanmak için binlerce insanı Afgan dağlarında hapsederek öldürmesini ne ile ifade edebiliriz ki?! Somali’de ve Afrika’nın bir çok ülkesinde ekranlara yansıyan görüntüler bu oburların dışında başka kimler tarafından yapılmış olabilir ki?!

Dünya jandarmalığına soyunmuş, hiçbir kural tanımayan ABD’nin, küreselleşme, globalleşme adı altında kapitalist sınıfa şemsiye tuttuğu, hatta tamamen güdümlerinde olduğu artık saklanamayacak kadar açık ve nettir. Devletler ötesi kapitalist sınıf sömürü ideolojisini (olabilir mi!) oluşturmuş ve sömürü adına her şey meşru kılınmıştır. Bundan dolayı da dünyanın her tarafında bu sınıfın çıkarları, şirketlerinin çalışma alanlarını genişletmek ve korumak için zincirler yerine artık bombaları kullanarak insanları köleleştiriyorlar.

Tüm bu yaşananlar kapitalizmin ne kadar çirkin ve acımasız olduğunun kanıtlarıdır. Bu sistem ve avaneleri dünya halklarını rahatlatmak için değil ezmek, köleleştirmek için vardır. Kapitalistler her asırda bu zulümlerini gerçekleştirmişlerdir. Her ne kadar bu kapitalist zümre devletleşmiş bir yapı ile veya herhangi bir devlet tarifinin içeriklerini taşımıyor olsalar da insanlığın karşısında devletler ötesi bir güç olarak dikilmişlerdir.

İşte yaşadığımız asır onların asrıdır! İnsanlar köleleştirilmekten başka insanlık adına ne görüyorlar ki?! Dünyadaki huzursuzluk, açlıktan kendini öldüren insanlar, karnını doyurabilmek için vücudunu neşredip satanlar, mikrop yuvası çöplüklerden bir parça ekmek bulabilmek için kavga edenler ve bütün bunlar kimin, hangi düzenin ürünü olabilir ki?! Kapitalizm anıldığında insanların aklına hakim olan kapitalist bir zümre gelmiyor mu?! Evet dünya bugün ne çekiyorsa bu hakim sınıfın elinden çekiyor.

İslamın hayatta olduğu dönemlere şöyle bir bakın! Bunların yaptıkları gibi bir şeyi görmek acaba mümkün mü?! İslam Devletinin mevcut olduğu dönemlerde ne bir kapitalist sınıf doğmuştur ne de onların hakimiyeti. İslam Devletinin fethettiği yerleri sömürmek, halklarını köleleştirmek, kaynaklarını elde etmek, topluca imha etmek için gitmediği, aksine onların arasına adaleti taşımak, adaletsizliği ortadan kaldırmak, ezilen toplumları korumak, halklara Allah’ın nizamını taşımak için gitmişlerdir. İslamın hayatta olduğu dönemler Müslümanlar dışında tebaadan olan gayrimüslimlerin aç bırakılıp köleleştirildiklerini göstermek mümkün değildir. Neden batılılar dahil bütün tarihçiler İslam’la sömürüyü bir arada zikredemiyorlar?! Çünkü onlarda çok iyi biliyor ki; İslam’da egemen sınıf diye bir şey yoktur. İslam’da insanlara ancak insan olarak bakma vardır, menfaat kaynağı olarak değil. Bundan dolayı İslam insanlar arasında çok çabuk kabul edilen, toplumları gösterdiği adaletle bünyesine katan bir ideolojidir. İslam, bırakın insanları aç bırakmayı halifeler tebaanın yiyeceğini dahi sırtlarında taşımışlardır. Bunu hangi kapitalist yapabilir?! Onlar böylesi şeyleri kendilerine alçaklık olarak görüyorlar, oysa ki; topluma hizmet ancak efendilik ve haysiyetin numunesidir. Yöneticiler halkların işlerini yürütmek için o makamda oturmaktadırlar, yoksa sefalarına sefa katmak için değil.

İşte tarihin şanlı sayfalarından süzülüp gelen o güzel örneklerden bir kaçı:

Hz: Ömer (ra) bir gün çarşıda gezerken bir kişinin dilencilik yaptığını görür. Yanına yaklaşır ve sorar: “Neden bu işi yapıyorsun?”der. O kişi kendisinin başka bir bölgeden geldiğini, aç olduğunu, çalışamadığı için bunu yapmak zorunda kaldığını söyler. Aynı anda bu kişinin yahudi olduğu da ortaya çıkar. Hz: Ömer o şahsı beytülmale (hazineye) götürür ve ona maaş bağlatır.

Abdülaziz döneminde zekat verecek bir insan dahi bulunamaz.

Kervansaraylarda yolculara ücretsiz yiyecek verildiği gibi yatma ve parası olmayanlara para tedariki gerçekleştiriliyordu.

İslam devletinin tarihi bunlar gibi örneklerle doludur. Çünkü İslamın temelinde kapitalizme, sermayeyi yığmaya yer yoktur. Allah (CC) şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!” (Tevbe 34)

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurdu: “İçlerinde aç olan kimseler bulunduğu halde sabahlayan bir bölge halkı Allah’ın zimmetinden uzaktır.”

Bugün dünyada böylesi sorunların yaşanmasının, bütün pisliklerin tek kaynağı ve sebebi; kapitalizmdir. Bu gidişata dur deyecek ve âlemi yeniden huzurla dolduracak olan Raşidi Hilafet Devletinin kurulmasının ehemmiyeti bu noktada ne kadar da önem taşıdığı ortadadır. O devlet ki; bütün insanlığın huzuru için vardır. O devlette kapitalistler asla yer bulamaz, adaletsiz bir dağıtım söz konusu dahi olamaz ve dünya ancak Raşidi Hilafet Devletinin varlığıyla eski bereketine kavuşabilir.

Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

“Ahiret zamanında bir halife olacak, malı saymadan taksim edecektir.” (Müslim)

Diğer bir hadiste: “... yeryüzünü, işkence ve zulümle dolduğu gibi adaletle ve doğrulukla dolduracaktır.” (Ebu Davud)

YIL 13   SAYI 147   ZİLHİCCE 1422   MART 2002

Yukarı