Bugün dünyada yaşanan bütün pisliklerin
ve sorunların tek kaynağı ve sebebi; eli kanlı cani kapitalizmdir.
Dünya genelinde yaşam standartları, gün
geçtikçe zorlaşarak insanların omuzlarındaki yükü biraz
daha ağırlaştırmaktadır. Yoksulluğun arttığı, gelir
dağılımında büyük dengesizliklerin yaşandığı, çok az
bir kesimin mutlu bir hayat sürerken çoğunluğun geçim
standartlarının altında yaşam kavgası verdiği bir süreç
içerisindeyiz.
Dünya Rönesans’ın gerçekleşmesi ile
nefes alacağı kanaatını taşıyarak ve aynı anda
derebeylerin Hıristiyanlık adına yaptığı zulmünden,
sömürüsünden, köleleştirilmesinden kurtulabileceklerini
zannederek, hiç düşünmeden bu düzene yani, laikliğe kendilerini
adayıverdiler. Toplum bunu kazanılmış bir zafer olarak gördü.
Fakat bu sevinçleri pekte uzun sürmedi.
Aslında temelde zuhur eden olay kapitalin
paylaşımı noktasında idi. Belirli zümrede gelirlerin
toplanmasından rahatsız olanlar paylaşımın yolunu ancak din
ve dünya işlerini ayrı ayrı ittihaz ederek sağlayabileceklerini
düşündüler. Temelde yanlış olan bu düşünce, gerçekten
o toplumları rahatlatmak açısından düşünülmüş olsa
idi; kısa bir dönem sonra işçi ayaklanmaları meydana
gelmeyecek, çocuklar geçim için, fabrikalarda veya madenlerde
ağır şartlar altında çalışmak zorunda kalmayacaklardı.
Derebeylik dönemi aslında insanları sömürünün,
onları köle gibi çalıştırmanın ve kapitalin belirli
ellerde toplanmasının gerçekleştirildiği, dağınık
zeminlere oturmuş bir yapılanma idi. Bundan önce ve bu
süreç aşamasında da dünyanın bazı kesimlerinde insanlar,
ellerinden ve ayaklarından zincirlere bağlanarak, bir bölgeden
başka bir bölgeye taşınarak zengin kesimin işlerinde acımasız
bir şekilde çalıştırılıyorlardı. 18., 19. ve 20. yüzyıllar
bu insanların dramlarıyla doludur. Amerika kıtasına
taşınan binlerce Afrikalı, İngilizlerin kapitallerini
artırmak için köleleştirdikleri yüzlerce Hindistanlı
sadece bu işte yapılanların en belirgin örneklerinden cüzi
bir parçadır. Bu insanlar, halen o günkü kendilerine
yüklenilen vasıflardan kurtulmuş değillerdir. Çünkü onların
bugünkü yaşantıları gayet açıktır ve bütün dünya
Amerika’daki zencilerin hangi koşullarda yaşadıklarını
gayet iyi hissetmektedir.
20.yüzyılın sonlarına doğru
gelindiğinde “soğuk savaş” denilen ve genelde
Rusya-ABD sürtüşmesi olarak lanse edilen (!) iki kutuplu ortam
ortadan kalkmıştı. Günümüze kadar gelen süreç
içerisinde dünya toplumları, kendilerine bir yer aramaya, süper
güç olarak dünyada tek kalan birinci devlet konumundaki
Amerika’da kendi pozisyonunu netleştirmenin gayretleri içerisine
girmişlerdi. Bazı devletler bu ortamdan yararlanarak bağımsız
devlet olma yollarını aramış, bazıları bölgesel güç oluşturma
çabası içerisine girmiş, kimileride ulus devleti olmak gibi
bir oluşum sergilemeye kalkışmıştır.
Dünya gelir dağılımı önceleri genel
olarak iki kutup arasında paylaşılmakta idi. Bağımsızlar
diye adlandırılan kesim ise bu paydan çok cüzi bir parça alıyordu
ki, bununda pek değeri yoktu. Hatta bu gelir onların elinde
kalmayıp Doğu ve Batı bloğu dediğimiz kesime çeşitli
vesilelerle geri dönmekte idi. Bu süreç içerisinde her hangi
bir devletin kendi başına hareket etme şansı olmadığı
gibi böyle bir şeye kalkışması onun acı sonunu
getirmekteydi.
Bu dönem içerisindeki devletler; ya tâbi
devletlerdi ki bu; dış siyasetinde ve iç siyasetinde başka
bir devlete bağımlı olan devletti. Aynen Kenya’nın
İngiltere’ye bağımlı olması gibi. Veya (peyk) uydu devletlerdi
ki bu; dış siyasetinde başka bir devlete tebaa bağı ile
değil de kendi menfaatini gözeterek bağlı bulunan devletlerdi.
Örneğin; Japonya’nın Amerika’ya bağımlı olması gibi.
Ayrıca bağımsız devletler vardı ki bunlar; kendi çıkarları
için, istediği gibi, iç ve dış siyasetinde serbestçe
hareket eden devlettir. Fransa, ABD, İngiltere gibi.
Komünizmin çökmesinden sonra kapitalizm
yeryüzünde uygulanan tek ideoloji olarak kaldı. Yeni rejim
üretkenliği, egemen devlet, bağımsızlık gibi ifadelerin
yayıldığı ortamda Kapitalizmin temsilcisi olan Amerika
dünya jandarmalığına soyunduğunu açıkça söylemekteydi.
Gelecek yüzyılın (21. yüzyıla) kendilerinin olduğunu ifade
eden Amerika insanlığın karşısına yeni yeni ifadelerle çıkmaya
başladı. Küreselleşme, globalleşme, ulus devletlerine son,
her hususta dünya ile bütünleşme gibi kavramlarla aslında
kapitalizmin temeli olan kapitalistlerin egemenliğinin
gereklerini yapıyordu. Eğer kapitalizm hakimse o halde
kapitalistler asıl kimliklerini göstermek zorunda idiler. Aslında
kapitalistler derebeylik dönemindeki dağınık sermaye yapılanmasını
istemiyorlardı ve bundan dolayı da hakim güç dişlerini göstermek
zorundaydı. Yeryüzünde bazı bölgelerde çıkan veya çıkartılan
problemler ve etnik çatışmalar, bu gücün işlerini
kolaylaştırmak içindir.
Ekonomisi kötüye giden ülkeler de bu gidişatın
etkisinde kalarak ekonomide küreselleşme, kültürde globalleşme
gibi söylemlere çabucak kanıverdiler.
Baştaki idareciler belki bu noktada kuklalıkları
gereği üzerlerine düşenleri yapıyordu diyelim, ya halklar
veya kendilerini aydın diye topluma lanse eden çağdaş kafalar
bu işe neden alet oluverdiler?!. Bulundukları memleketlerin düştüğü
durumu, çalınmakta olan servetlerini ve kapitalizmin insanları
nasıl iliklerine kadar sömürdüğünü ne de çabuk
unutuluverdi?!..
Daha önce zincirlerle bağlanarak kapitalistlere
hizmet etmek için götürülen insanlar, bugün kapitalin yoğun
olduğu, sermayenin döndüğü batılı ülkelere gidebilmek
için kapılarında dilenmeyi, onların gönüllü kölesi olmayı
kabullenirken, bu hale nasıl geldiklerini neden sorgulamıyorlar?!.
Kapitalistler, dünya üzerinde bir çok
devleti önce ekonomik daha sonra siyasi olarak egemenlikleri
altına alarak, halkları bir parça ekmeğe muhtaç edip
köleleştirmektedirler. Globalleşme adı altında dünya
ekonomisinin bütün ağlarını avuçlarının içerisine alan
kapitalistler holdingler, küresel şirketler vb. isimler
altında dünyanın her yanına uzanarak devletler ötesi
bir güce oynuyorlar. Bir yerde iki kutuplu düzenin sona
ermesinden sonra güçler dengesinin toparlanmasında etkin olma
söz konusu idi. Çünkü, kapitalistler için tek önemli olan
şey dünyanın bütün servetlerine hakim olmaktır. Bu hususta
menfaat ön plana çıktığı için ufak çaplı kapitalistlere
de meydan verilmemeliydi.
Dünyanın zenginliklerinin büyük bir
bölümüne hakim olan kapitalistler, tek hakim güç olmanın
verdiği avantajla hareket etmeye başladılar. Yani ideolojiler
ve devletler ötesi bir gücün varlığı söz konusu idi.
İşte bu güç dünya yüzeyindeki dağınıklığı önleme ve
servetleri kendi ağlarına aktarmak için dünyayı bir ahtapot
gibi sarıverdi. Bunun kollarından bir tanesi olan IMF, ekonomileri
bozuk olan veya sömürülmesi gereken ülkeleri “düzlüğe
çıkarma” gibi bir düzmece ile kapitalistlerin avuçlarının
içerisine koymaktadır. KİT’lerin özelleştirilmesi gibi
zehir dolu ekonomik reçetelerle şirketlere ve kurumlara egemen
olmaktadırlar. Endonezya’dan Arjantin’e kadar uzanan coğrafyada
devlet ötesi kapitalist gücün hakimiyetini görüyoruz.
Bütün dünya bu gücün ipoteği altındadır. Belki buna
ideolojiler yerine küresel kapitalist güç demek daha
doğru olur.
Artık dünya düzeyinde devletlerin gücü,
ideolojileri veya bölgesel güçler yerine küresel kapitalist
güçten bahsedilmektedir. Yani dünyayı egemenlikleri altına
alan kapitalist bir sınıf doğmuştur. Bu sınıfın gücü
devletlerin var olan gücünü kat kat aşmış, en güçlü
devletler bu sınıfın işlerini güder hale gelmiştir. Bundan
dolayı da bunlara; dünya dengesini sarsan güçler,
devletlerin arka perdesi, kapitalist hegemonya, sınır ötesi
eller gibi tabirler kullanılmaktadır. Amerikan devleti bütün
kadrosuyla bu gücün egemenliğinde olduğu gibi dünya
devletleri de bu gücün çekim alanındadır. Bundan dolayı günümüzde
bu gücün karşısında etkin olan bir devletten bahsetmek çok
zordur.
Ağır vergiler, çalınan servetler, işten
çıkartılmalar, arka arkasına gelen zamlar, uzayan kuyruklar,
alınamayan emekli maaşları, kapatılan iş yerleri ve her
alanda kısıtlanan yaşam, bütün bunlar kapitalist sınıfın
insanlara tanıdığı hayat tarzıdır. Sermayeleri avuçlarının
içerisine yığan bu sınıf karın tokluğuna halkları
kapısında süründürerek köleleştiriyorlar. Bugün batıda
dahi insanlar işlerini kaybetmemek için düşük ücretler karşılığı
kapitalistlerin ağır şartlarına boyun bükmektedir. Dünyada
bu sınıfa boyun bükmek istemeyenler ise çok ağır bir
şekilde cezalandırılmaktadır. Kan emici kapitalistlerin
Afgan halkına yaptıklarını, insanlık nasıl unutabilir ki?!
Kapitalistler dünya halklarına iki seçenek bırakmıştır:
Ya köleleşmek ya da ölüm. Bunun dışında bir yola asla müsaade
yoktur.
Kapitalist sınıf asıl çehresini bütün
dünyaya yayılmış kurumlarıyla gizleyerek, işlerini çok
rahat yürütmekte ve sermayelerini her gün devleştirmektedir.
Bugün bütün kurum ve örgütleşmeler uluslararası,
küresel veya global çağrışımlarla ABD’nin güdümüne
girmiş ve bütün kurumlar orada odaklaşmıştır. Bu şekilde
kapitalistler işlerini hiç yorulmadan kolaylıkla yönetme
imkanına sahip oldular. Hakim sınıf kapitalist sınıfın
işleri bizzat devletlerce korunmakta, istihbarat şefleri,
ajanlar, fikren beyinleri yıkanmış kuklalar, askerler, emekli
askerler fabrikalarda ve bir çok kurumlarda bu hakim sınıfın
işlerini yürütürler. Onlara hizmet eden bu kişiler düşünce
mekanizmasını kaybetmiş beyinsel köleleşmenin birer
numuneleridir. Küresel kapitalist sınıfın emrinde ve
korumasında olan örgütlerinden bazılarını burada sıralamak
istiyoruz:
KAİK: Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi,
BİO: Barış İçin Ortaklık Komisyonları,
AGİT: Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı,
USAE: Ulusal Stratejik Araştırmalar Enstitüsü,
ICC Court of Arbitration: Uluslararası
Ticaret Odası Tahkim Divanı,
ICSID: Yatırım Araştırmalarının
Çözüm Merkezi,
UNCITRAT: Birleşmiş Milletler Uluslararası
Ticaret Hukuku Komisyonu,
UKS: Ulus Ötesi Kapitalist Sınıf (Bu
sınıf, her devlette örgütleşmiş, gizli faaliyet yürüten
birimler halinde çalışmaktadır).
ÇUŞ: Çok Uluslu Şirketler (Bunlar
ufak holding veya şirketleri bir arada toplamakla
yükümlüdür.)
MAI: Yatırım Üzerine Coğrafi Anlaşmalar
Merkezleri (Burada sömürünün kuralları, sermayenin
yönlendirilmesi, Uluslararası ticari yasalar gibi işler
planlanır ve görüşülür. “Küresel Refah” bunların
sahte söylemlerinden en bariz olanıdır.)
G 8’ler: Dünyada Kalkınmış 8 Ülke.
Bunlar kapitalistlerin birer piyonudurlar. Aslında bu oluşum
kapitalist sınıfın devletler nezdinde ne denli korunduğunun
belgesidir.
IMF, Dünya Kalkınma Bankası, Dünya
Ticaret Örgütü gibi daha bir çok kurumlar kapitalist sınıfın
oluşturduğu oluşumlardır. Bunların kuruluş amaçları bu
sınıfın işlerini gütmek, kapitalistlerin haklarını
korumaktır.
Oburlaşan küresel güç, dünyanın kaynaklarının
üzerine oturarak sadece bu işten kendileri faydalanıp, diğer
insanları da kendilerine âmâde kılmak için ellerinden gelen
her türlü şiddeti uygulamaktadırlar. Sermayenin piyasada
dönemediği, gelirlerin kapitalistlerin ellerinde yığıldığı
için bugün dünyanın her tarafında halklar ve kapitalistleri
koruyan yöneticiler arasında uçurumlar doğmuştur. Ayrıca
ülkelerin kaynaklarını sömüren taşeron kapitalistler toplumda
parmakla gösterilecek kadar az elde ettikleri zenginliklerle
tatlı bir hayat sürmektedirler. Dünyada açlık sınırında
yaşayan insanların sayısı milyonlarla ifade edilirken bu sayı
gün geçtikçe daha da fazlalaşmaktadır. Karın tokluğuna
çalışmaya razı olan insan yığınları belediyelerin, devlet
kurumlarının, fabrikaların önlerinde uzun kuyruklar oluşturarak
günlerce iş bulmak veya bir parça ekmek alabilmek için soğuk-sıcak
demeden beklemektedirler. Artık basın bunların yaşam
kavgası ve ölüm haberleriyle dolmuştur. Devlet ötesi
küresel sınıfın Orta Asya kaynaklarına uzanmak için
binlerce insanı Afgan dağlarında hapsederek öldürmesini ne
ile ifade edebiliriz ki?! Somali’de ve Afrika’nın bir çok
ülkesinde ekranlara yansıyan görüntüler bu oburların
dışında başka kimler tarafından yapılmış olabilir ki?!
Dünya jandarmalığına soyunmuş, hiçbir
kural tanımayan ABD’nin, küreselleşme, globalleşme adı
altında kapitalist sınıfa şemsiye tuttuğu, hatta tamamen güdümlerinde
olduğu artık saklanamayacak kadar açık ve nettir. Devletler
ötesi kapitalist sınıf sömürü ideolojisini (olabilir mi!)
oluşturmuş ve sömürü adına her şey meşru kılınmıştır.
Bundan dolayı da dünyanın her tarafında bu sınıfın çıkarları,
şirketlerinin çalışma alanlarını genişletmek ve korumak için
zincirler yerine artık bombaları kullanarak insanları köleleştiriyorlar.
Tüm bu yaşananlar kapitalizmin ne kadar
çirkin ve acımasız olduğunun kanıtlarıdır. Bu sistem ve
avaneleri dünya halklarını rahatlatmak için değil ezmek, köleleştirmek
için vardır. Kapitalistler her asırda bu zulümlerini
gerçekleştirmişlerdir. Her ne kadar bu kapitalist zümre
devletleşmiş bir yapı ile veya herhangi bir devlet tarifinin
içeriklerini taşımıyor olsalar da insanlığın karşısında
devletler ötesi bir güç olarak dikilmişlerdir.
İşte yaşadığımız asır onların
asrıdır! İnsanlar köleleştirilmekten başka insanlık
adına ne görüyorlar ki?! Dünyadaki huzursuzluk, açlıktan
kendini öldüren insanlar, karnını doyurabilmek için
vücudunu neşredip satanlar, mikrop yuvası çöplüklerden bir
parça ekmek bulabilmek için kavga edenler ve bütün bunlar
kimin, hangi düzenin ürünü olabilir ki?! Kapitalizm anıldığında
insanların aklına hakim olan kapitalist bir zümre gelmiyor
mu?! Evet dünya bugün ne çekiyorsa bu hakim sınıfın
elinden çekiyor.
İslamın hayatta olduğu dönemlere şöyle
bir bakın! Bunların yaptıkları gibi bir şeyi görmek acaba
mümkün mü?! İslam Devletinin mevcut olduğu dönemlerde ne
bir kapitalist sınıf doğmuştur ne de onların hakimiyeti.
İslam Devletinin fethettiği yerleri sömürmek, halklarını köleleştirmek,
kaynaklarını elde etmek, topluca imha etmek için gitmediği,
aksine onların arasına adaleti taşımak, adaletsizliği
ortadan kaldırmak, ezilen toplumları korumak, halklara Allah’ın
nizamını taşımak için gitmişlerdir. İslamın hayatta
olduğu dönemler Müslümanlar dışında tebaadan olan gayrimüslimlerin
aç bırakılıp köleleştirildiklerini göstermek mümkün değildir.
Neden batılılar dahil bütün tarihçiler İslam’la sömürüyü
bir arada zikredemiyorlar?! Çünkü onlarda çok iyi biliyor
ki; İslam’da egemen sınıf diye bir şey yoktur. İslam’da
insanlara ancak insan olarak bakma vardır, menfaat kaynağı
olarak değil. Bundan dolayı İslam insanlar arasında çok
çabuk kabul edilen, toplumları gösterdiği adaletle bünyesine
katan bir ideolojidir. İslam, bırakın insanları aç bırakmayı
halifeler tebaanın yiyeceğini dahi sırtlarında taşımışlardır.
Bunu hangi kapitalist yapabilir?! Onlar böylesi şeyleri kendilerine
alçaklık olarak görüyorlar, oysa ki; topluma hizmet ancak
efendilik ve haysiyetin numunesidir. Yöneticiler halkların
işlerini yürütmek için o makamda oturmaktadırlar, yoksa
sefalarına sefa katmak için değil.
İşte tarihin şanlı sayfalarından süzülüp
gelen o güzel örneklerden bir kaçı:
Hz: Ömer (ra) bir gün çarşıda gezerken
bir kişinin dilencilik yaptığını görür. Yanına
yaklaşır ve sorar: “Neden bu işi yapıyorsun?”der. O kişi
kendisinin başka bir bölgeden geldiğini, aç olduğunu, çalışamadığı
için bunu yapmak zorunda kaldığını söyler. Aynı anda bu
kişinin yahudi olduğu da ortaya çıkar. Hz: Ömer o şahsı
beytülmale (hazineye) götürür ve ona maaş bağlatır.
Abdülaziz döneminde zekat verecek bir insan
dahi bulunamaz.
Kervansaraylarda yolculara ücretsiz yiyecek
verildiği gibi yatma ve parası olmayanlara para tedariki
gerçekleştiriliyordu.
İslam devletinin tarihi bunlar gibi
örneklerle doludur. Çünkü İslamın temelinde kapitalizme,
sermayeyi yığmaya yer yoktur. Allah (CC) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan
ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız
yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda
harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!”
(Tevbe 34)
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle
buyurdu: “İçlerinde aç olan kimseler bulunduğu halde
sabahlayan bir bölge halkı Allah’ın zimmetinden uzaktır.”
Bugün dünyada böylesi sorunların yaşanmasının,
bütün pisliklerin tek kaynağı ve sebebi; kapitalizmdir. Bu
gidişata dur deyecek ve âlemi yeniden huzurla dolduracak olan
Raşidi Hilafet Devletinin kurulmasının ehemmiyeti bu noktada
ne kadar da önem taşıdığı ortadadır. O devlet ki; bütün
insanlığın huzuru için vardır. O devlette kapitalistler
asla yer bulamaz, adaletsiz bir dağıtım söz konusu dahi
olamaz ve dünya ancak Raşidi Hilafet Devletinin varlığıyla
eski bereketine kavuşabilir.
Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
“Ahiret zamanında bir halife
olacak, malı saymadan taksim edecektir.” (Müslim)
Diğer bir hadiste: “... yeryüzünü, işkence ve
zulümle dolduğu gibi adaletle ve doğrulukla dolduracaktır.”
(Ebu Davud)
|