“Ey iman edenler! Allah'tan, Ona yaraşır
şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i
İmran 102)
İslam ümmeti yıllardır kan kaybetmenin
ızdırabı içerisinde yaşamaktadır. Bunun nedeni ise iman
ağacının kurumaya terk edilmiş olmasından kaynaklandığı
aşikardır. 9. asırda fikri seviyenin düşmesi ile kurumaya terk
edilen iman ağacı 19. asırda şiddetli fırtına ve saldırılara
maruz kalmış, dallar misyonerlerinde yoğun çabaları sonucu
budanmıştır. İslam ümmeti dalsız-budaksız kalan, kesilen
yerlerden akan su damlacıklarını da görmezlikten gelerek kökün
çürümesine göz yummuşlardır. Kuruyan kök üzerinde leş
kargaları sürekli uçuşmaktadır. Kafirler nihai darbeyi
vurabilmek için artık köklerdeki filizlere yönelmişlerdir.
Çünkü toprağın derinliklerine serpilmiş filizler sökülüp atılmadan
görevlerinin bittiğine kanaat getirmeyeceklerdir.
Bütün İslam beldelerinde bugün içerisinde
bulunulan durumun, İslam ümmetinin bulunduğu yapının gerçek
olmadığına inanmak isterdik. Ne yazık ki; görünen
görüntüler, küfür diyarlarında nadiren yaşanan çılgınlıklar,
İslam esaslarına sığmayan yaşantı bugün ümmetin sergilediği
hayat tarzıdır. Onlar kendilerinden olmayan bir yaşam tarzı seçmişlerdir.
Bu yol şeytanın yoludur ve imansızlığa açılan bir kapıdır.
İmanlarından soyutlananlar hayatlarının neyle
düzenlendiğinin farkında olamayacak kadar sarhoşluk içerisine
gömülmüş durumdadır. Allah (cc) bu hususta iman edenleri şu
şekilde uyarmaktadır:
“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden
bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa
sevk ederler.” (Al-i İmran 100)
İman kapısını aralamakta zorlanan insanlar
bulunduğu gibi, kapıyı kapatan insanlar tıklatılan sese dahi
kulak vermez olmuşlardır. Oysa ki Allah (cc) müminlerin kalbine
imanı yerleştirdi ve onlara İslam’ı sevdirdi. Onları hidayet
nuru ile aydınlattı ve bu yapı içerisinde onları yeryüzünün
efendisi kıldı. Oysa bugün ümmet önceki hale dönmekten korkar
vaziyettedir. Sindirilmek dış etkendir, ümmet buna karşı
direnme kudreti gösterebilir. Fakat sinmek iç etkendir ki; bu bir
şeye kör olmak demektir. Buda tek bir önemli hususu bizlere
gösteriyor ki oda; imanın ateşi ümmette sönmüş olmasıdır.
Bu ateşi alevlendirmek davayı yüklenenler için büyük bir
vecibedir.
İnsanlar inandık demekle bırakılsalardı
onların imanlarının hiçbir etkinliği olmayacaktı. Gerçek
manada iman içi doldurulmuş, Allah ve Resulüne tam anlamıyla
bağlılığı içerisinde barındırır. Sarsıntıya, şüpheye,
tereddüde zemin vermeyen güven verici akli bir tasdike dayalı
iman kararlılık doludur. Hayatta tesiri olan imanın etkinliği
ancak bu şekilde ortaya çıkar. Bu iman Allah yolunda davetin
taşınması gibi yüce görevleri üslenmeye tereddütsüz atılımı
sağlar. İnsan imanından aldığı güçle hadiseler ve olaylar
hakkında inancıyla bir bağlantı kurmaya çalışır. Ortaya dökülecek
olan pratik gerçekler bugün içerisinde bulunulan zelil duruma razı
olmaya isyan bayrağı kaldırmaya yöneltir. İman ve imanından
doğan hususlardan uzaklaşmayı veya buna yönelik saldırılara
karşı saldırılardan rahatsızlık ve huzursuzluk duyar. İman dürtüsü
amellerde etkileyici ve yaşamda tavizden uzaklaştırıcı bir faktördür.
Bu doğrultuda sahip olunan düşünce, etrafımızda olan olaylara
bakışımızdaki donukluğu yıkıp ateşleyici noktaya itmesi
gerekir. Bugün başta Filistin’de, Afganistan’da, Keşmir’de
ve bütün İslam beldelerinde yaşanan küfrün baskı ve
oyunlarına bakışımız imanımızdan uzak bir parça değildir.
İmanın köklerinden doğan düşünceler küfrün bugün İslam
beldelerindeki hakimiyeti ve baskısını asla kabul etmez. Kabul
etmek pratik hayatımızda İslam dışı farklı yaşantıları,
sapıklıkları, zilleti onaylamak anlamına gelir ki, bu düşüncemizle
imanımızla pratik hayat arasına istenmeyen çizgi çekmektir. Bu
imanın zayıflığından veya yeterli derecede imanla bağların
kurulamamasından doğan bir olaydır. Burada imana sadakatin
olmadığı açığa çıkar.
İmanda sadakat küfrün her türlüsüne
(demokrasiye, laikliğe, cumhuriyete, milliyetçiliğe, menfaatçiliğe,
kapitalizme, emperyalizme, şahısların putlaştırılmasına,
masonculuğa vb.) cephe açmak anlamını taşır. Bu çatışma kaçınılmazdır.
Yani imanla küfrün çatışması hayatımız devam ettiği müddetçe
sürecektir. Küfür ilkelerine boyun eğmeden imanın atmosferi içerisinde
mücadeleyi sürdürmek imanı korumanın temel esaslarındandır.
Bu kişilerin inandık dedikleri imanlarında sadık oldukları
ortaya çıkar. İmanın getirdiği ölçülere bağlılık, günlük
hayattan bir parça olması akideye olan samimiyetin bir
göstergesidir. Bunun için imanla ilgili gelen ayetlerde şüpheyi
kaldıran ve pratik yaşamla bağlantı kuran işaretlere
rastlıyoruz. Şu ayeti kerimede olduğu gibi:
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara
gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah
zalimleri sevmez.” (Al-i İmran 57)
Gözüken odur ki imanın korunması; imanın
esasları doğrultusunda, akideden neşet eden şer-i hükümleri yaşama
ve yüklenme çerçevesinde daveti omuzlamayı gerekli kılmaktan geçer.
Daveti yüklenmek sürekli imanla ilişki içerisinde onu hatırlayarak
gereklerini yerine getirmenin yolunu açar. Bu açılım ister
kişisel alanda olsun veya diğer insanları düşünme ve ortak
çalışmada olsun etkileyici fonksiyonu gösterir. İman etmiş ve
gereklerini yerine getirmek isteyen bir şahsiyet; hayatta
kaldığı müddetçe üzerine gelen baskılara, karşısına çıkan
engellere karşı çıkarak sarsılmayan imanı, daha da artan güveni,
Allah katında kazanacağı dereceyi düşünen samimi mümin bir kişilik
kazanmasını sağlar. Bu dünyada imtihan edilmek için bulunduğunu
sürekli hatırlar. Allah (ccc) şöyle buyurdu:
“Yoksa, insanlar; inandık demeleriyle
bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan
öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah,
doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”
(Ankebut 2-3)
Dünyada en büyük nimet imandır. İmanın
getirdiği yüksek ideal ise; Allah’ın rızasına nail olmaktır.
İşte bu aşamada insanlar çeşitli imtihanlara tabi tutulmuşlardır.
Mümin olan bu yolda önüne çıkan engellere karşı gücü
nispetinde dayanabilirse Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.
İslam’a davet olmadan İslamî hayat olmayacağı
gibi davet yüklenilmeden iman da gereği gibi korunulamaz. Davet
imanın varlığının göstergesidir. Peygamberimizin (sav) ashabı
Mekke’de ancak kendini bu şekilde koruyabilmiştir. İslam
Devletinin olmadığı o günkü ortamda kendilerini emin kılan tek
şey sadakatle yapışmış oldukları imanları idi. Onun
çerçevesinde verdikleri mücadelelerle üzerlerine çöken 13
senelik kabustan dipdiri olarak ayakta kalmasını başarabildiler.
Ve Allah onlara bunun karşılığı olarak dünyada İslam
Devletini bahşetti, ahirette cennetle müjdeledi.
Bugün insanlık böylesi bir imanın semeresini
görmeye ne kadar da muhtaçtır. Artık insanlık iman edenlerin
hırslarını açığa vurmalarını, o davetin güzel kokusunun her
yana yayılmasını arzu etmekten öte görmek istiyor. İmanının
semeresini akıtanlar elbette kurutulmak istenen iman ağacının kökünün
filizlerine yeniden can verecektir. Kafirlerin kurudu diye baktıkları
o kök inşallah bütün haşmetiyle yeniden yeşerecektir. Kafir yönetimlerin
cellatlarının ellerinde acımasız işkencelere maruz kalarak
imanlarından zerre miktarı taviz vermeyen yüce şahsiyetlerin vücutlarından
koparılan parçalar toprağın derinliklerindeki filizlere
ulaşacak, Allah’ın yardımıyla nusret Müslümanların
olacaktır.
|