Ana Sayfa YIL 13   SAYI 153   RECEP 1423   EYLÜL 2002 E-Mail

İMANIN KORUNMASI

Hilafet Dergisi

“Ey iman edenler! Allah'tan, Ona yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran 102)

İslam ümmeti yıllardır kan kaybetmenin ızdırabı içerisinde yaşamaktadır. Bunun nedeni ise iman ağacının kurumaya terk edilmiş olmasından kaynaklandığı aşikardır. 9. asırda fikri seviyenin düşmesi ile kurumaya terk edilen iman ağacı 19. asırda şiddetli fırtına ve saldırılara maruz kalmış, dallar misyonerlerinde yoğun çabaları sonucu budanmıştır. İslam ümmeti dalsız-budaksız kalan, kesilen yerlerden akan su damlacıklarını da görmezlikten gelerek kökün çürümesine göz yummuşlardır. Kuruyan kök üzerinde leş kargaları sürekli uçuşmaktadır. Kafirler nihai darbeyi vurabilmek için artık köklerdeki filizlere yönelmişlerdir. Çünkü toprağın derinliklerine serpilmiş filizler sökülüp atılmadan görevlerinin bittiğine kanaat getirmeyeceklerdir.

Bütün İslam beldelerinde bugün içerisinde bulunulan durumun, İslam ümmetinin bulunduğu yapının gerçek olmadığına inanmak isterdik. Ne yazık ki; görünen görüntüler, küfür diyarlarında nadiren yaşanan çılgınlıklar, İslam esaslarına sığmayan yaşantı bugün ümmetin sergilediği hayat tarzıdır. Onlar kendilerinden olmayan bir yaşam tarzı seçmişlerdir. Bu yol şeytanın yoludur ve imansızlığa açılan bir kapıdır.

İmanlarından soyutlananlar hayatlarının neyle düzenlendiğinin farkında olamayacak kadar sarhoşluk içerisine gömülmüş durumdadır. Allah (cc) bu hususta iman edenleri şu şekilde uyarmaktadır:

“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevk ederler.” (Al-i İmran 100)

İman kapısını aralamakta zorlanan insanlar bulunduğu gibi, kapıyı kapatan insanlar tıklatılan sese dahi kulak vermez olmuşlardır. Oysa ki Allah (cc) müminlerin kalbine imanı yerleştirdi ve onlara İslam’ı sevdirdi. Onları hidayet nuru ile aydınlattı ve bu yapı içerisinde onları yeryüzünün efendisi kıldı. Oysa bugün ümmet önceki hale dönmekten korkar vaziyettedir. Sindirilmek dış etkendir, ümmet buna karşı direnme kudreti gösterebilir. Fakat sinmek iç etkendir ki; bu bir şeye kör olmak demektir. Buda tek bir önemli hususu bizlere gösteriyor ki oda; imanın ateşi ümmette sönmüş olmasıdır. Bu ateşi alevlendirmek davayı yüklenenler için büyük bir vecibedir.

İnsanlar inandık demekle bırakılsalardı onların imanlarının hiçbir etkinliği olmayacaktı. Gerçek manada iman içi doldurulmuş, Allah ve Resulüne tam anlamıyla bağlılığı içerisinde barındırır. Sarsıntıya, şüpheye, tereddüde zemin vermeyen güven verici akli bir tasdike dayalı iman kararlılık doludur. Hayatta tesiri olan imanın etkinliği ancak bu şekilde ortaya çıkar. Bu iman Allah yolunda davetin taşınması gibi yüce görevleri üslenmeye tereddütsüz atılımı sağlar. İnsan imanından aldığı güçle hadiseler ve olaylar hakkında inancıyla bir bağlantı kurmaya çalışır. Ortaya dökülecek olan pratik gerçekler bugün içerisinde bulunulan zelil duruma razı olmaya isyan bayrağı kaldırmaya yöneltir. İman ve imanından doğan hususlardan uzaklaşmayı veya buna yönelik saldırılara karşı saldırılardan rahatsızlık ve huzursuzluk duyar. İman dürtüsü amellerde etkileyici ve yaşamda tavizden uzaklaştırıcı bir faktördür. Bu doğrultuda sahip olunan düşünce, etrafımızda olan olaylara bakışımızdaki donukluğu yıkıp ateşleyici noktaya itmesi gerekir. Bugün başta Filistin’de, Afganistan’da, Keşmir’de ve bütün İslam beldelerinde yaşanan küfrün baskı ve oyunlarına bakışımız imanımızdan uzak bir parça değildir. İmanın köklerinden doğan düşünceler küfrün bugün İslam beldelerindeki hakimiyeti ve baskısını asla kabul etmez. Kabul etmek pratik hayatımızda İslam dışı farklı yaşantıları, sapıklıkları, zilleti onaylamak anlamına gelir ki, bu düşüncemizle imanımızla pratik hayat arasına istenmeyen çizgi çekmektir. Bu imanın zayıflığından veya yeterli derecede imanla bağların kurulamamasından doğan bir olaydır. Burada imana sadakatin olmadığı açığa çıkar.

İmanda sadakat küfrün her türlüsüne (demokrasiye, laikliğe, cumhuriyete, milliyetçiliğe, menfaatçiliğe, kapitalizme, emperyalizme, şahısların putlaştırılmasına, masonculuğa vb.) cephe açmak anlamını taşır. Bu çatışma kaçınılmazdır. Yani imanla küfrün çatışması hayatımız devam ettiği müddetçe sürecektir. Küfür ilkelerine boyun eğmeden imanın atmosferi içerisinde mücadeleyi sürdürmek imanı korumanın temel esaslarındandır. Bu kişilerin inandık dedikleri imanlarında sadık oldukları ortaya çıkar. İmanın getirdiği ölçülere bağlılık, günlük hayattan bir parça olması akideye olan samimiyetin bir göstergesidir. Bunun için imanla ilgili gelen ayetlerde şüpheyi kaldıran ve pratik yaşamla bağlantı kuran işaretlere rastlıyoruz. Şu ayeti kerimede olduğu gibi:

“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran 57)

Gözüken odur ki imanın korunması; imanın esasları doğrultusunda, akideden neşet eden şer-i hükümleri yaşama ve yüklenme çerçevesinde daveti omuzlamayı gerekli kılmaktan geçer. Daveti yüklenmek sürekli imanla ilişki içerisinde onu hatırlayarak gereklerini yerine getirmenin yolunu açar. Bu açılım ister kişisel alanda olsun veya diğer insanları düşünme ve ortak çalışmada olsun etkileyici fonksiyonu gösterir. İman etmiş ve gereklerini yerine getirmek isteyen bir şahsiyet; hayatta kaldığı müddetçe üzerine gelen baskılara, karşısına çıkan engellere karşı çıkarak sarsılmayan imanı, daha da artan güveni, Allah katında kazanacağı dereceyi düşünen samimi mümin bir kişilik kazanmasını sağlar. Bu dünyada imtihan edilmek için bulunduğunu sürekli hatırlar. Allah (ccc) şöyle buyurdu:

“Yoksa, insanlar; inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut 2-3)

Dünyada en büyük nimet imandır. İmanın getirdiği yüksek ideal ise; Allah’ın rızasına nail olmaktır. İşte bu aşamada insanlar çeşitli imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Mümin olan bu yolda önüne çıkan engellere karşı gücü nispetinde dayanabilirse Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.

İslam’a davet olmadan İslamî hayat olmayacağı gibi davet yüklenilmeden iman da gereği gibi korunulamaz. Davet imanın varlığının göstergesidir. Peygamberimizin (sav) ashabı Mekke’de ancak kendini bu şekilde koruyabilmiştir. İslam Devletinin olmadığı o günkü ortamda kendilerini emin kılan tek şey sadakatle yapışmış oldukları imanları idi. Onun çerçevesinde verdikleri mücadelelerle üzerlerine çöken 13 senelik kabustan dipdiri olarak ayakta kalmasını başarabildiler. Ve Allah onlara bunun karşılığı olarak dünyada İslam Devletini bahşetti, ahirette cennetle müjdeledi.

Bugün insanlık böylesi bir imanın semeresini görmeye ne kadar da muhtaçtır. Artık insanlık iman edenlerin hırslarını açığa vurmalarını, o davetin güzel kokusunun her yana yayılmasını arzu etmekten öte görmek istiyor. İmanının semeresini akıtanlar elbette kurutulmak istenen iman ağacının kökünün filizlerine yeniden can verecektir. Kafirlerin kurudu diye baktıkları o kök inşallah bütün haşmetiyle yeniden yeşerecektir. Kafir yönetimlerin cellatlarının ellerinde acımasız işkencelere maruz kalarak imanlarından zerre miktarı taviz vermeyen yüce şahsiyetlerin vücutlarından koparılan parçalar toprağın derinliklerindeki filizlere ulaşacak, Allah’ın yardımıyla nusret Müslümanların olacaktır.

YIL 13  SAYI 153  RECEP 1423  EYLÜL 2002

Yukarı