Ana Sayfa YIL 13   SAYI 153   RECEP 1423   EYLÜL 2002 E-Mail

Bir Gazetecinin Sorularına Cevaplar [1]

Ali Said Ali (Abul-Hasan)

Sudan Al-Watan gazetesi 07-05-2002 tarihli 527. sayılı baskısının baş sayfasında, cevabını almak üzere Hizb-ut Tahrir’e yönelik 10 soru soruldu. Hizb’in adresini bilmediği ve dolayısıyla soruları gönderememesi gerekçesiyle; soruları gazetesinde yayınlamak suretiyle hizbe ulaşmayı hedeflediğini haklı neden olarak bu girişimde bulunduğunu belirtmiştir.

Hizb-ut Tahrir Sudan resmi sözcüsü Al-watan gazetesinin bu girişimi üzerine; bu bağlamda, Hizb’e yöneltilen 10 soruyu yine gazetede yayınlanması şartıyla cevaplayacağını belirtmesi üzerine, gazete bunu kabullenerek 540. sayısında 20-05-2002 tarihinde resmi sözcünün cevaplarını yayınlamıştır.

Al Waie Dergisi resmi sözcünün gazeteye yönelik hitabı ve akabinde de verdiği cevapları yayınlamıştır.

Bizde Hilafet Dergisi olarak bu yazıyı tercüme ederek yayınlamayı uygun gördük.

 

RESMİ SÖZCÜNÜN HİTABI

Muhterem, Al-Watan Gazetesi Genel Yayın Müdürüne

ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATUHU

 Gazetenizin 527. sayısının baş sayfasında 25 Safer 1423/7 Mayıs 2002 tarihinde Hizb-ut Tahrir’e yönelik 10 soru manşetiyle işaret buyurduğunuz konuya ilişkin cevapları yine soruların yer aldığı baş sayfada yayınlamanız ve başlığını da belirgin bir biçimde düzenlemeniz şartıyla sizlere bu 10 soruyla ilişkin cevapları vereceğimizi belirtmek isteriz.

Sizlere olan sonsuz teşekkürlerimizle.

Ali Said Ali (Abul-Hasan)

Sudan Hizb-ut Tahrir resmi sözcüsü.

 

CEVAPLAR

Hamd Allah (cc)’ya mahsustur, Allah’ın elçisi Muhammed (sav)’e, aline, ashabına ve Ona tabî olanlara selat-u selam olsun.

(Yukarıda belirtilen sorulara cevap vermeden önce bizler öncelikle iki önemli gözlemimizi belirtmek istiyoruz.)

BİRİNCİ GÖZLEM

Soruyu yönelten kişi:Bu Hizb’in belirli bir adresi ve merkezi olsaydı bu sorularımızı oraya gönderirdik, her neyse önemli değil, sorularımızı kamuoyu yoluyla yöneltiyoruz...” (şeklinde söylediğini aynen metniyle yazıyoruz.) Gerçekten Hizb-ut Tahrir’in Sudan’daki adresini bilmiyor mu?!

Hizb-ut Tahrir’in Sudan’da adı ve adresi belirli, resmi sözcüsü ve resmi sözcünün de resmi ofisiyle, belirli bir merkezi bulunmaktadır. Aynı zamanda resmi sözcü güncel olaylarla alakalı olarak basın açıklamaları yapmakta ve açıklamalarının altına da açık bir şekilde adresini belirtmektedir. Bu beyanatları da basın yayın organlarına göndermektedir.

Acaba bu soruları soran kişiye hiç mi Hizbin beyanlarından ulaşmadı?! Şunu da belirtelim ki; bir kaç ay önce resmi sözcü, basın konferansı düzenleyeceği çağrısında bulunarak zamanını ve mekanını ayarladı ve buna ilişkin bir çok gazetede ilanlar yayınlattı. Fakat bu konferansı gerçekleştirmesine çok az bir zaman kala resmi sözcü tutuklandı ve bu tutuklanma haberini de gerek Sudan gazeteleri, gerekse yabancı gazeteler yayınladı. Acaba bu soruları soran kişinin bu olan bitenden hiç mi haberi yok?!

Her neyse... İster soru sahibi hizbin adresini bilsin veya hizbi tanımasın. Bu durumun bize bir zararı yok.

Hizb-ut Tahrir’e gelince; bu hizib gerek, Sudan’ın içinde gerekse Sudan’ın dışında herkesçe bilinmektedir. Buraya kadar yaptığımız açıklamalar soru sahibinin Hizb-ut Tahrir’in Sudan’daki sorumlusu hakkındaki -Acaba yerin üstünde mi? yoksa yerin altında mı?- diye sorduğu 6. sorunun da cevabını teşkil etmektedir. Umarız bu vesile ile de resmi sözcünün adresinin son derece açık-seçik olduğu ve Hizb-ut Tahrir’in de yerin üzerinde yer aldığı, bilakis soruyu soran kişinin yeraltında bulunduğu ve yerin üzerinde ne olup bittiğinden habersiz olduğu anlaşılır.

İKİNCİ GÖZLEM

Şüphesiz ki sorulan sorulardan bir çoğu oldukça gariptir. Eğer İslam ahlak anlayışımız olmasaydı bu soruların yabancı dilde hazırlanmış olduğunu, soruyu soran kişinin de bunu Arapça’ya tercüme etmiş olduğunu söyleyecektik. Bu sorulardan bazıları, ev ahalisinin halini hatırını değil de daha çok onları rahatsız etmek amacıyla açılan telefona benzemektedir. Örneğin 1. sorusunda; Hizb-ut Tahrir’in içindeki tahrir (kurtuluş) kelimesinin, frenk hareketinde yer alan tahrir (kurtuluş) kelimesiyle bağlantısı nedir? ve Hizb-ut Tahrir hangi kurtuluşu hedeflemektedir? diye sormaktadır. Soru sahibi iyi biliyor ki; burada geçen kurtuluş ifadesinin şununla-bununla hiç bir alakası yoktur. Olmadığı gibi sorulan soru da oldukça yersizdir. Yine örnek olarak, soru sahibi 3. sorusunda: Hizbin Türk Osmanlı Hilafetinin geri gelmesi için çağrıda bulunduğunu iddia ederek, şu andaki Türkiye’nin laik ve Hilafet anlayışından da uzak olduğunu ilave etmektedir. Bu şekilde Hilafet-Türkiye-Laiklik kavramlarını birbirine karıştırmaktadır. Bunu yaparken de hiç şüphesiz ki bunların yanlış olduğunu, Türkiye-Hilafet-Laiklik gibi kavramlar arasında hiçbir bağlantının bulunmadığını da çok iyi bilmektedir. Yine örnek olarak sunacak olursak; 10. sorusunda; Hizbin ticari aktiviteleri var mı? sermayesi dış destekli mi? Ticaretteki hedefi de hizbin aktivitesini finanse etmek mi? Hizbin yabancılara ait olan kısmı nedir? Yabancı destekçileri varsa bu aktivitelerin arkasında kimler yer almaktadır? Soru sahibi burada -EĞER VARSA- ifadesini kullanmasıyla tarafsızlık rolü üstlenmektedir ve bu ifadesiyle sorusunun başındaki kötü niyetini örtbas etmektedir. Aynı bunun benzeri bir durumda 5. sorusunda; (Hizbe dışardan gelen direktifler, talimatlar ve finansmanlar...) gibi ifadesinde hizbe zarar vermek istediği ve Hizb hakkında aydınlanmak istemediği anlaşılmaktadır.

Her neyse... Bizler soru sahibinin sorularına son verdiği anda kullandığı; (Allah maksatların hakikatini en iyi bilendir) ifadesini alarak bu ifadenin de zahirine itibar ederek, soru sahibinin iyi niyetli olduğunu ve belirttiği gibi hakikatleri öğrenmek istediğini farz ederek sorularını cevaplıyoruz:

1. SORUNUN CEVABI:

Hizb-ut Tahrir; ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. Amacı; Raşidi Hilafet Devletini kurarak; yargı, siyaset, ekonomi ve sosyal hayatın her safhasında tam olarak İslamî hükümleri uygulayarak, İslam beldelerini tek bayrağın gölgesinde, tek devlet ve İslam ümmetinin insanlar içerisinde en seçkin ümmet olduğunu kanıtlamak için tek halifenin emri altında birleştirmek; İslam devletini dünyanın en üstün devleti kılarak, davet ve cihad yoluyla İslam davetini dünyaya taşıyarak, dünya zirvelerinden en ücra köşesine kadar her noktada hakkı hakim konuma getirmektir.

Tahrir (kurtuluş) kelimesinin delalet ettiği noktaya gelince: Hizip, “tahrir” kelimesini kendisine isim olarak benimsemiştir. Bu kelimenin anlamı ise; İslam beldelerini ve Müslümanları fikren ve fiilen sömürgeci kafir ve onların işbirlikçi yöneticilerden kurtarmak ve Müslümanlara ait İslam topraklarında bulunan kafirlerle ilişkili siyasi, askeri ve kültürel kökleri tamamen kurutmaktır. Zira bir devlet -velev ki- şer-î hükümleri uygulasa dahi İslamın ve Müslümanların emniyeti yine Müslümanların elinde olmadıkça şer’an orasına İslam devleti denemez. Yani aktif yönetim ve emniyet birimleri İslam’a ait olmak zorundadır ve böylesi bir devlette ne olursa olsun kafirlerin etkisi asla söz konusu olamaz. Dolayısıyla Hizip; “TAHRİR” (kurtuluş) kelimesini kendisinden ayrılmayan bir sıfat olarak kabul etmiştir. Bu sebeple Hizb-ut Tahrir kafir devletlerin ve Müslümanların başında bulunan, kafirlerle işbirliği içerisinde olan, yönettikleri halklara karşı hıyanetlik ağları ören yöneticilerin plan ve hilelerini ortaya çıkarmayı, İslam ümmetini İslamî kültürle donatmayı ve şer-î hükümler çerçevesinde ümmetin çıkarlarını korumayı, idarî yönetmeliğinde belirttiği üzere kendisine ilke olarak benimsemiştir.

Karnak hareketinde belirtilen TAHRİR (kurtuluş) kelimesine gelince: bu kavramla Sudan’ın kafirlerin lehine kurtuluşu hedeflenmektedir. Yani Müslüman bir belde ve otoritesi İslam olan bir diyarı kafirlerin yönetimi altına sokmayı, onların planlarını gerçekleştirmek için işbirlikçiliğinde bulunmayı, onların çıkarlarını ön planda tutmayı amaç edinmektedir.

Açıkça bu iki kavram arasında hiç bir alaka bulunmadığı ortadadır. Karnak tarafından biriyle karşılaşmış olsaydık bu soruya kendimiz muhatap olmaz, Karnak tarafının bu soruya cevap vermesi şartıyla cevap vermememiz imkan dahilindeydi. Daha öncede belirttiğimiz gibi iyi niyetimizden dolayı cevap vermiş bulunuyoruz.

2. SORUNUN CEVABI:

Hizb-ut Tahrir H. 1372 M. 1953 yılında, yüce şahsiyet Takiyyüddin en-Nebhani (r.a) tarafından Kudüs’te kuruldu. Vefatından sonra, Hizbin emirliğine Abdulkadim Zellum geçmiştir ve halende O bulunmaktadır.

Şu andaki mevcut yönetim şekillerinin kaldırılıp yerine Hilafetin getirilmesi için çalışma yapmasından dolayı; Hizbin, ne Ürdün, ne Filistin, ne de herhangi bir halkı Müslüman ülkede çalışma yapmasına müsaade edilmemektedir. Hilafet sistemine, gerek kafir devletler, gerekse halkı Müslüman ülkelerin başında bulunan kafirlerin işbirlikçi yöneticileri karşı çıkmaktadırlar. Zira bu Hilafet sistemi, kafirlerin ve onların işbirlikçilerinin rahatına son verecek; Müslümanların ise izzet, güç ve aşılmaz bir engel haline gelmesini sağlayacaktır. Bundan dolayı da onların öfkelerini artırmakta ve hizbin çalışmasına izin vermemektedirler.

Filistin toprakları hakkındaki görüşlerimize gelince; burası yahudi kafirinin işgal ederek kendi varlığını inşa ettiği İslam beldesidir. Böylesi bir hal içinde olan Filistin toprakları hakkında şer-î hüküm ise; yahudi varlığını tamamıyla ortadan kaldırıncaya kadar fiili harp ilan etmek ve Filistin topraklarını İslam diyarına dönüştürmektir. Bu durumda İslam ordularına düşen görev, Filistin topraklarının zafere kavuşması amacıyla oradaki yahudi varlığına son vermek için harekete geçmektir. Ordularını harekete geçirmeyen sözde Müslüman yöneticiler büyük günah içerisindedirler. Bunun yanı sıra yahudilere karşı harp ilan etmeyen, onların (yahudilerin) varlığını doğrulayan (tanıyan) ve onlarla her türlü barış, ticaret antlaşması yapan ve her ne şekliyle olursa olsun onlarla normal ilişki içinde bulunan yöneticiler Allah’a (cc), ve Resulüne (sav) karşı ihanet içerisindedirler.

Hizb-ut Tahrir olarak (biz de içinde ve en ön saflarda yer almak üzere) İslam ümmetine düşen görev; Filistin’de yahudi (İsrail) varlığı son buluncaya kadar harp halini devam ettirmek ve nehrinden denizine kadar Filistin topraklarını tekrar İslam diyarı haline getirmektir.

3. SORUNUN CEVABI:

Şüphesiz ki Hizb, İslam ahkamıyla hükmedecek Raşidi Hilafeti tekrar tesis etmek ve bunu davet ve cihad yoluyla aleme taşıyarak, adaleti ikame etmek ve hayrı dünya zirvelerine taşımak için çalışma yapmaktadır.

Size ait olan; “Hizb Türk Hilafetini istemektedir” sözü oldukça yanlış bir söylemdir. Belki de bu sözü sarf eden kişi geçen asrın başlarındaki İslam Devletini hatırlayarak (Osmanlı Hilafetini ki bu hilafetin başkenti İstanbul’du) bunu Türk Hilafeti diye karıştırmıştır. Fakat ikisi arasındaki fark son derece büyüktür. Türk ifadesi milliyetçiliğe delalet etmektedir. İslam’da ise, bilinen manasıyla milliyetçilik yoktur. Zira Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır (takva sahibi olanınızdır).” (Hucurat 13)

Resul (sav) de; “Arabın aceme üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır.” diye buyurmaktadır. Fakat çeşitli asırlarda İslam Devletinin Emeviler, Abbasiler, Osmanlılar gibi adlandırılmasına gelirsek; o zaman dilimi içerisinde kimlerin halife olduğunun bilinmesi içindir. Bütün bu halifelerin idaresi süresince, yönetim; İslam esaslarına göreydi. Arap, Fars, Acem ve Türklerin idaresindeki İslam Devletinde asla milli duygular yer almamıştır.

Laik Türkiye’nin, Hilafet konusuna karıştırılmasına gelirsek; bu tamamıyla yanlış bir olgudur. Zira bütünüyle Türkiye milliyetçiliğe dayalı, dinle devlet işlerini birbirinden ayıran laik bir cumhuriyettir. Hilafet ise; yönettiği halka İslam’ı uygulama temeli üzerine dayanır ve asla belirli bir kavme ait değildir. Ayni zamanda Hilafet; hayatın her safhasına dini hakim kılar, insanın Rabbi ile, insanın kendisiyle ve insanın diğer insanlarla ilişkilerini İslam hükümleriyle düzene koyar.

Fakat sizin; “Hilafet asra uygun olmayan farklı bir sistemdir” diye ifade ettiğiniz söyleminize gelirsek; bu, yapılan en büyük yanlışlık ve inkarcılıktır. Size cevap olarak; “Şüphesiz ki, Hilafet sistemi alemlere rahmet olarak Allah (cc)`nun inzal ettiği İslam hükümlerine dayanmaktadır” dememiz yeterlidir.

Yaratıcı yaratıklarına uygun olanı en iyi bilen ve onların problemlerini en uygun şekilde çözendir. İslam’a göre hükmetmek Allah`ın (cc) yükümlü kıldığı bir farziyettir. İslam’a göre hüküm verilmesine delil teşkil eden ayetler oldukça fazladır. Bu konuda Resul (sav)’in hadisleri, sîret-i ve Hulefa-i Raşidinin sîret-i ve onlardan sonrakilerin uygulamaları herhangi bir Müslüman’a; “Sonradan ortaya konulan bir sistem İslam’dan daha iyidir” diye bir ifade kullanmasına meydan bırakmamaktadır.

İslam Devleti Resul (sav)’in Medine’de kurduğu tarihten, geçen yüzyılın başlarında yok edilmesine kadar geçen süre içerisinde her zaman dünyanın bir numaralı devleti, Rabb’iyle güçlü, diniyle azametli, hükmüyle adil, gittiği her yere hayrı ulaştıran bir yapıya sahipti. Bazen aksaklıklar olmuştur. Fakat bu koskoca bir ümmetin tarihinde hiçbir şeydir. Bu aksaklıkları da tatar akınlarında, haçlı seferlerinde görmekteyiz. Osmanlının son zamanlarında milliyetçilik duygusunun ortaya çıkması, içtihadın zayıflaması, İslam Devletinin yok edilmesini kolaylaştırmıştır. Bunların haricinde Müslümanlar, İslam Devleti çatısı altında hayatlarından memnun, dostları kendilerine saygılı ve düşmanları onlardan korkmaktaydı. Ülkeleri geçilmez bir engel idi. İslam ordusu her noktaya hakimdi, Allah yolunda cihad ederek fetihler yapıyor, gittiği her yere adaleti ikame ediyordu. İslamın hakim olduğu asırlar, ilim fikir, fıkıh ve verimlilik yönünden son derece parlaktı. Bu durumu sadece Müslümanlar değil, aynı zamanda düşmanları da müşahede etmişler ve bu şekliyle de tarih kitaplarında (itibar gören) yer almaktadır. Fakat haber alma kaynakları; bin bir gece masalları, Ebu Nuvasín divanı ve Ebulferec Elisfahaninin Aganisi olan kimseler bu hususlarda cehaletle davranmaktadırlar.

Ali Said Ali (Abul-Hasan)

Sudan Hizb-ut Tahrir resmi sözcüsü

YIL 13  SAYI 153  RECEP 1423  EYLÜL 2002

Yukarı