“Üstün durumda iken gevşeyip barışa cağırmayın.
Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla azaltmayacaktır.”
[Muhammed: 35]
25
Temmuz 2000
Camp
David Zirvesi:
Arafat ve yandaşları
kampta entrikalar çeviriyor. |
|
Bazı
gözlemciler Camp David zirvesinin başarısızlıkla sonuçlandığını
düşünmüşlerdi. Bu yaklaşım maalesef yanlıştır. Halbuki
gerçekte belirli bazı engeller çıkmış ve bu engellerin aşılması
gerekmiştir. Bu sebeple, zirvenin noktalandığı 25 Temmuz
2000 tarihinden itibaren fikir birliğine varılan unsurları
desteklemek ve tanıtmak için yaygın bir hareketlenme oldu.
Amerikan yönetimi İslam dünyası (Arap liderleri dahil), diğer
ülke liderleri ve özellikle Fransa üzerindeki etkinliğini sağlamak
için aktif temaslarını sürdürdü ve hatta daha da arttırdı.
Fransa o dönemin Avrupa Birliği başkanlığını elinde
bulunduruyordu ve Kutsal mekanlara uluslararası statü
verilmesi için Mısır lideri Mübarek ile bir temas
halindeydi. Bu temasları sayesinde Amerika konu ile ilgili
tarafların takındığı tavırlara aşina oldu ve kendisine
sadakat gösteren kimse ve kuruluşlara oyunda oynamaları için
yeni görevler verdi. Ajanlardan büyük arabulucu Hüsnü Mübarek
harekete geçirildi. Aynı zamanda Arafat ve takımı yeni görevlerini
üstlendiler.
Filistin
otoritesi ile Siyonist devlet arasındaki anlaşmanın ana
hatlarını içeren ve ‘son durum belgesi’ olarak adlandırılan
belge dışarı sızdı. Arafat’ın tekrar tekrar ilan etmeyi
düşünüp ağzında laf kalabalığı ettiği devlet
Filistin’in %10’unu kapsıyor. Bu devletin bir ordusu
olamayacak, milli sınırları üzerinde kendi bağımsız
denetlemesini yapamayacak, giriş-çıkışlarını kontrol
edemeyecek ve bağımsız bir dış politikası olamayacak.
Aksine bu devletin dış politikası İsrail’in düzenlemesi
ile şekillenecek ve havada, suda ve yeraltında ki hakimiyet
kendisine ait olmayacak. Sözde devletin içindeki yerleşim
yerleri dağınık vaziyette kalmaya devam edecek ve hatta
ileride birkaç ayrı kantona bölünecek. Yerleşim yerlerinin
%80’i İsrail, %20’side Sözde Filistin devletinin
hakimiyetinde olacak.
Geri
kalan mülteciler husunda ise İsrail bunlardan sorumlu olmadığını
ve bu insanlık sorununu(!) dünyanın çözmesi gerektiğini söyledi.
Kudüs ise en zor kontrol edilebilen problemlerdendir. Yapılan
açıklamalar çözümün Kudüs’ün kendi yakın çevresi ve
Abu Dees ile İzariyyah civarindaki Arap köylerinin birleştirilerek
Kudüs’ün genişletilmesinden geçebileceğini gösteriyor.
Kudüs’ün büyük bir kısmı ile civarındaki yahudi yerleşim
bölgeleri İsraillilerin başkenti ‘Urşalem’
olacak. Abu Dees, İzariyyah ve diğer Arap bölgeleri de
Filistinlilerin başkenti ‘Kudüs’ olacak. Kutsal
yerlerin denetimi ise Evkaf (dini denetim) işleri tarafından
her bir mekanın ait olduğu dine uygun olacak. Fakat
buralardaki hakimiyet BM’ye ait olacak.
The
Jerusalem Post gazetesinin 29/9/2000 tarihli haberinde Barak
“Urşalem ve Kudüs iki başkent gibi yanyana olacak” dedi.
Barak ayrıca “Yehuda ve Samaria’daki (yani Batı Şeria’daki)
yerleşim yerlerinin %80’i İsrail hakimiyetinde olacak. Özellikle
doğu sınırlarında güvenlik düzenlemeleri olacak. Böylece
‘Urşalem’ nesiller boyu kenetlenmiş Yahudi çoğunluğuyla,
bizim hakimiyetimiz altında ve uluslararası alanda İsrail’in
başkenti olarak tanınarak Kral Davud’dan itibaren en büyük
haline gelecek” dedi. Sonra şöyle ilave etti “Hiçbir
Yahudi Başbakan El-Kuds’ün hakimiyetini Filistinlilere yada
herhangi bir İslami kuruluşa devredecek bir belge ya da antlaşma
imzalamayacaktır.” Ona kendisinin El-Kuds’ün
hakimiyetini BM gibi herhangi bir uluslararası kuruluşa
devredip etmeyeceği hakkında sorulduğunda müzakerelere açık
olduğunu, fakat meseleyi şu anda konuşmamayı tercih ettiğini
belirtti.
10
Eylül 2000
Filistin
Merkez Konseyi milli devlet ilanını erteledi. Henüz yeni bir
tarih açıklanmadı.
28
Eylül 2000
Ariel
Şaron El-Aksa Camisine kışkırtıcı bir ziyartte bulundu.
Şaron
varlığı ile El-Aksa çevresini kirletti.
|
|
Ziyaretten
sonraki 6 gün Filistin'lilerin gösterilerine ve 58
Filistinlinin öldüğü İsrail’in sert askeri müdahelesine
şahit oldu. Şiddetin tansiyonunun arttığı sıralarda
Filistin polisi ile İsrail silahlı kuvvetleri arasında silahlı
çatışmalar oldu.
17
Ekim 2000
ABD
Başkanı Bill Clinton haftalarca süren Filistin-İsrail şiddetini
durdurmayı amaçlayan planlarını açıkladığı Mısır’ın
Şarm El-Şeyh şehrindeki toplantıya başkanlık etti. Plan
mutabakata varılmasından hemen sonra çözülmeye uğradı.
21
Ekim 2000
Arap
Birliğindeki Arap liderler Filistin ve İsrail arasındaki şiddete
ittifak halinde bir karşılık verebilmek amacıyla (!) son 4
sene içindeki ilk acil zirvelerini yaptılar. Arap dünyasında
yaygınlaşan anti-İsrail gösterilerinin liderlere Filistin
davasında kararlılık göstermeleri için baskı yaptığı sıralarda
Yaser Arafat’ında hazır bulunduğu zirve toplandı.
10
Aralık 2000
Yıkılmanın
eşiğine gelen koalisyon hükümetinin başbakanı Ehud Barak
ülkenin başkanına istifasını verdi. Ehud Barak İsrail
milleti için yeni bir vazife bakmak istediğini söyledi.
6
Şubat 2001
Sağ
kanattan Ariel Şaron başbakanlık seçimlerinde oyları silip
süpürerek gücü ele geçirdi. Ariel Şaron müslümanlara karşı
şiddeti tırmandırmak için zafer konuşmasında milli birliğin
olduğu bir hükümet çağrısında bulundu.
...
Bu
iğrenç komplolardan öyle aydınlık bir şey doğmuştur
ki, o da; bu Ümmetin iyilik üzere olmasıdır. Ümmet,
liderlerinden ayrılmış ve kendisi ile yöneticileri
arasındaki uçurum artık geçilemeyecek hale gelmiştir.
Ümmet
lâyıkı olduğu namus ve saygınlığa, izzet ve şerefe
susamıştır. Cihadı arzu etmektedir. Kutsal değerleri,
namusu ve saygınlığı uğruna ve Siyonist varlığın
tamamını dağıtmak için kanını ve canını feda
etmeye acele etmektedir. |
|
Diğer
taraftan ise yöneticilerin maskesi artık düşmüştür.
Olanlar karşısında cahil kalanlar için gerçekler
ortaya çıkmıştır. Hepsinin kafir sahiplerinin, özellikle
Amerika’nın ajanı oldukları görülmüştür.
|
|
Hiçbirisi
halkını temsil etmemekte, aksine onları aldatmakta ve komplo
kurmaktadırlar. Hatta bunlara emredildiğinde halklarını
kurban etmeye de hazırdırlar.
Doğrusu
El-Aksa, El-Kuds, Filistin ve Ümmetin kalbine bir hançer
misali dikilen ve kanserli doku niteliğindeki Siyonist devlet
meselesi, ileri sürülen kısmî ve yama hükmündeki çözümlerle
halledilemez. Çözüm; Yahudi varlığını Filistin
topraklarından karış karış ve derinlemesine kökünden sökmektir.
Yoksa bir karış şuradan ve bir karış buradan uzaklaştırmak
değildir. Yahudi devleti ile varolan sorun bir sınır sorunu
değil, bir mevcudiyet (Yahudilerin orada var olması)
sorunudur. Bu akla yatkın ve gerçekçi bir çözümdür ve yöneticilerin,
ajanların ve yenilmişlik kompleksine sahip olanların; aşağılanmalarına
rağmen hayatı sevenlerin, kendilerini normalleşmenin ve gaspçı
Yahudi devletiyle yapılan barış değerlerinin avukatı gösterenlerin
zihinlerinde canlandırdıkları gibi hayalî birşey değildir.
Onlarca
sene beklemenin bir anlamı yoktur. Çözüm bugün için
mevcuttur. Gaspçı İsrail varlığını ortadan kaldırmak için
Müslüman orduları harekete geçirilmelidir. Bugün Müslümanların
bastırılmış enerjilerinin artık her yerde patlak verdiğine
şahit oluyoruz. Bu yukarıdakine iyi bir delildir. Bu bastırılmış
enerji sadece El-Kuds, Mescid El-Aksa ve kutsal topraklar tarafından
tahrik olmuyor. Aksine İslam Ümmeti kendisini harekete geçiren
ve motive eden daha büyük ve daha güçlü başka unsurlara da
sahiptir. Eğer Mescid El-Aksa’nın kutsallığı varsa ve Müslümanların
kalplerindeki duyguları kabartıyorsa, daha fazla kutsallığı
olan Kur’an’ın da Müslümanların kalplerinde eşsiz bir
yeri yok mudur? O halde Kur’an adına müslümanların
duyguları neden kabarmamaktadır? Kur’an devletini (Hilafet
devletini) yerlebir edip, İslam topraklarını bölen ve Ümmeti
50’den fazla Arapları ise 20’den fazla devlete ayıran
Kafir Batı devletleri değil miydi? Siyonist devletini (gerçekte
biraraya gelmeleri engellenen) Arapların biraraya gelmiş
halinden daha güçlü duruma getiren Batı devletleri değil
miydi? Bazı Müslüman topraklarını işgal eden, bir yerden
diğerine hegemonyasını yerleştiren, buralarının
zenginliklerini çalan ve yöneticilerini köleleştiren Kafir
devletleri özellikle de Amerika değil miydi? İslamın
devletten ayrılması için laikliği empoze etmediler mi? Onlar
Batının hukukunu ve yanlış yasalarını bizlere empoze
ettikten sonra Kur’an ve Sünnetin hükümleri yasaklamadılar
mı? Müslümanlar niçin terkedilen Kur’an, yasaklanmış Şeriat
adına harekete geçmiyorlar. Bunların Mescid El-Aksa’dan
daha çok kutsallığı yok mudur? Cevap tabii ki evettir. Müslümanların
onlarca sene sonra değil şimdi harekete geçmeleri zarurîdir.
Bu meseleler birbirlerinden ayrı meseleler değildir. Hepsi
akide’den birer parçadırlar. Müslümanların yaşantıları
bunların üzerine tesis edilmiştir. Bunlar İslam Ümmetinin hayatî
meselelerindendir. Bu konu Allah’ın bu Ümmet için istediği
“İnsanlık arasından seçilmiş en iyi ümmet” mertebesine
ulaşmasında odaklanmaktadır. Kendisi Hilafeti yeniden
kuracak, dini yeniden tesis edecek, ümmeti birleştirecek, İslam
risaletini yayacak ve İslam devletini yeryüzünde lider devlet
konumuna yükseltecek olan ümmettir.
Bütün
bu meselelerin çözümü için yapılan çalışmalar bir fiil
ile beraber yapılmalıdır ki, o fiil de Müslümanların her türlü
İslam dışı düzeni, hukuku ve yasaları reddetmeleridir.
Cihadı terkeden ve yasaklayan, beşerî kanunları Allah
(CC)’ın kanunlarına tercih eden her yöneticiyi
redetmelidirler. Allah (CC) buyuruyor ki:
“Yoksa
onlar (İslam öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi
anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel
kim vardır?” [Maide: 50]
Müslümanlar,
Allah’ın indirdiğinin dışındakilerle idare eden yöneticilerin
rejimlerini alaşağı etmeli ve ‘Lailahe illallah
Muhammadur Rasulullah’ sancağının altında bütün
İslam topraklarını ve İslam ümmetini birleştirmek için
çalışacak, Allah’ın Kitab’ı ve Resul’ünün Sünneti
ile yönetecek tek Halifeye biat etmelidirler. Allah’ın
izni ile Hilafet devleti kısa bir sürede dünyanın en
önde gelen devleti olacaktır. Müslüman topraklarında
Amerika’nın ve diğer Küfür devletlerinin sömürgesi
ve nüfuzu kalmayacak, Siyonist devlete de var olma hakkı
verilmeyecektir.
|
|
El-Aksa
başkaldırısı ispatlamıştır ki, Ümmetten Arap olanların
yada Arap olmayanların olumlu tepkileri İslam Ümmetine canlılığın
tekrardan geri döndüğünü göstermiştir. Bu canlılık Çeçenistan,
Bosna, Kosova ve dünyanın neresinde olursa olsun zulûm çeken
müslüman olduğunda ortaya çıkmıştır. İslam Ümmeti baskı
altındadır ve bir çıkış yolu bulduğunda saklı kalmış
enerjisi Kur’an’a, Şeriata ve İslama dönmek için ansızın
patlayacaktır. Mesele sadece bir şeye gerek duymaktadır. O
tek unsurda güç sahiplerinden bir lider başkaldırarak
rejimlerden birini alaşağı etmesi ve güç sahibi diğer
liderlerle başka rejimleri yıkmak için hazırlıklar yapması
ve nihayetinde bunların kalıntıları üzerine İslam düzenini
kurmasıdır. Halklar Hilafet devletini alkışlayacaklardır,
sonra onu benimseyecek, etrafında toplanacak ve
destekleyeceklerdir.
Bugün
böylesi bir girişim bir ‘hiç’ten başlamamaktadır,
aksine bu yolda dev mesafeler katedilmiştir. Bizler güç
sahibi insanların bizi desteklemesi ve bizimde onları
desteklememiz için bize davet ediyoruz ki, bu meseleyi anlayıp
Raşid Hilafet devletini Allah’ın yardımı ile bir an önce
yeniden kurabilelim.
“Ey
inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman,
Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi
arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.”
[Enfal: 24]
“Allah
kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak
surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür,
Galiptir.” [Hac: 40]
“İşte
bu (Kur’an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın
ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri
iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş)
bir bildiridir.” [İbrahim: 52]
|