Ana Sayfa YIL 13   SAYI 153   RECEP 1423   EYLÜL 2002 E-Mail

1800'LERDEN 2000'LERE ORTADOĞU [3]

Derleyen: Abdurrahman Doğru

“Üstün durumda iken gevşeyip barışa cağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla azaltmayacaktır.”

[Muhammed: 35]

25 Temmuz 2000

Camp David Zirvesi:

Arafat ve yandaşları kampta entrikalar çeviriyor.

Bazı gözlemciler Camp David zirvesinin başarısızlıkla sonuçlandığını düşünmüşlerdi. Bu yaklaşım maalesef yanlıştır. Halbuki gerçekte belirli bazı engeller çıkmış ve bu engellerin aşılması gerekmiştir. Bu sebeple, zirvenin noktalandığı 25 Temmuz 2000 tarihinden itibaren fikir birliğine varılan unsurları desteklemek ve tanıtmak için yaygın bir hareketlenme oldu. Amerikan yönetimi İslam dünyası (Arap liderleri dahil), diğer ülke liderleri ve özellikle Fransa üzerindeki etkinliğini sağlamak için aktif temaslarını sürdürdü ve hatta daha da arttırdı. Fransa o dönemin Avrupa Birliği başkanlığını elinde bulunduruyordu ve Kutsal mekanlara uluslararası statü verilmesi için Mısır lideri Mübarek ile bir temas halindeydi. Bu temasları sayesinde Amerika konu ile ilgili tarafların takındığı tavırlara aşina oldu ve kendisine sadakat gösteren kimse ve kuruluşlara oyunda oynamaları için yeni görevler verdi. Ajanlardan büyük arabulucu Hüsnü Mübarek harekete geçirildi. Aynı zamanda Arafat ve takımı yeni görevlerini üstlendiler.

Filistin otoritesi ile Siyonist devlet arasındaki anlaşmanın ana hatlarını içeren ve ‘son durum belgesi’ olarak adlandırılan belge dışarı sızdı. Arafat’ın tekrar tekrar ilan etmeyi düşünüp ağzında laf kalabalığı ettiği devlet Filistin’in %10’unu kapsıyor. Bu devletin bir ordusu olamayacak, milli sınırları üzerinde kendi bağımsız denetlemesini yapamayacak, giriş-çıkışlarını kontrol edemeyecek ve bağımsız bir dış politikası olamayacak. Aksine bu devletin dış politikası İsrail’in düzenlemesi ile şekillenecek ve havada, suda ve yeraltında ki hakimiyet kendisine ait olmayacak. Sözde devletin içindeki yerleşim yerleri dağınık vaziyette kalmaya devam edecek ve hatta ileride birkaç ayrı kantona bölünecek. Yerleşim yerlerinin %80’i İsrail, %20’side Sözde Filistin devletinin hakimiyetinde olacak.

Geri kalan mülteciler husunda ise İsrail bunlardan sorumlu olmadığını ve bu insanlık sorununu(!) dünyanın çözmesi gerektiğini söyledi. Kudüs ise en zor kontrol edilebilen problemlerdendir. Yapılan açıklamalar çözümün Kudüs’ün kendi yakın çevresi ve Abu Dees ile İzariyyah civarindaki Arap köylerinin birleştirilerek Kudüs’ün genişletilmesinden geçebileceğini gösteriyor. Kudüs’ün büyük bir kısmı ile civarındaki yahudi yerleşim bölgeleri İsraillilerin başkenti ‘Urşalem’ olacak. Abu Dees, İzariyyah ve diğer Arap bölgeleri de Filistinlilerin başkenti ‘Kudüs’ olacak. Kutsal yerlerin denetimi ise Evkaf (dini denetim) işleri tarafından her bir mekanın ait olduğu dine uygun olacak. Fakat buralardaki hakimiyet BM’ye ait olacak.

The Jerusalem Post gazetesinin 29/9/2000 tarihli haberinde Barak “Urşalem ve Kudüs iki başkent gibi yanyana olacak” dedi. Barak ayrıca “Yehuda ve Samaria’daki (yani Batı Şeria’daki) yerleşim yerlerinin %80’i İsrail hakimiyetinde olacak. Özellikle doğu sınırlarında güvenlik düzenlemeleri olacak. Böylece ‘Urşalem’ nesiller boyu kenetlenmiş Yahudi çoğunluğuyla, bizim hakimiyetimiz altında ve uluslararası alanda İsrail’in başkenti olarak tanınarak Kral Davud’dan itibaren en büyük haline gelecek” dedi. Sonra şöyle ilave etti “Hiçbir Yahudi Başbakan El-Kuds’ün hakimiyetini Filistinlilere yada herhangi bir İslami kuruluşa devredecek bir belge ya da antlaşma imzalamayacaktır.” Ona kendisinin El-Kuds’ün hakimiyetini BM gibi herhangi bir uluslararası kuruluşa devredip etmeyeceği hakkında sorulduğunda müzakerelere açık olduğunu, fakat meseleyi şu anda konuşmamayı tercih ettiğini belirtti.

10 Eylül 2000

Filistin Merkez Konseyi milli devlet ilanını erteledi. Henüz yeni bir tarih açıklanmadı.

28 Eylül 2000

Ariel Şaron El-Aksa Camisine kışkırtıcı bir ziyartte bulundu.

Şaron varlığı ile El-Aksa çevresini kirletti.

Ziyaretten sonraki 6 gün Filistin'lilerin gösterilerine ve 58 Filistinlinin öldüğü İsrail’in sert askeri müdahelesine şahit oldu. Şiddetin tansiyonunun arttığı sıralarda Filistin polisi ile İsrail silahlı kuvvetleri arasında silahlı çatışmalar oldu.

17 Ekim 2000

ABD Başkanı Bill Clinton haftalarca süren Filistin-İsrail şiddetini durdurmayı amaçlayan planlarını açıkladığı Mısır’ın Şarm El-Şeyh şehrindeki toplantıya başkanlık etti. Plan mutabakata varılmasından hemen sonra çözülmeye uğradı.

21 Ekim 2000

Arap Birliğindeki Arap liderler Filistin ve İsrail arasındaki şiddete ittifak halinde bir karşılık verebilmek amacıyla (!) son 4 sene içindeki ilk acil zirvelerini yaptılar. Arap dünyasında yaygınlaşan anti-İsrail gösterilerinin liderlere Filistin davasında kararlılık göstermeleri için baskı yaptığı sıralarda Yaser Arafat’ında hazır bulunduğu zirve toplandı.

10 Aralık 2000

Yıkılmanın eşiğine gelen koalisyon hükümetinin başbakanı Ehud Barak ülkenin başkanına istifasını verdi. Ehud Barak İsrail milleti için yeni bir vazife bakmak istediğini söyledi.

6 Şubat 2001

Sağ kanattan Ariel Şaron başbakanlık seçimlerinde oyları silip süpürerek gücü ele geçirdi. Ariel Şaron müslümanlara karşı şiddeti tırmandırmak için zafer konuşmasında milli birliğin olduğu bir hükümet çağrısında bulundu.

...

Bu iğrenç komplolardan öyle aydınlık bir şey doğmuştur ki, o da; bu Ümmetin iyilik üzere olmasıdır. Ümmet, liderlerinden ayrılmış ve kendisi ile yöneticileri arasındaki uçurum artık geçilemeyecek hale gelmiştir.

Ümmet lâyıkı olduğu namus ve saygınlığa, izzet ve şerefe susamıştır. Cihadı arzu etmektedir. Kutsal değerleri, namusu ve saygınlığı uğruna ve Siyonist varlığın tamamını dağıtmak için kanını ve canını feda etmeye acele etmektedir.

Diğer taraftan ise yöneticilerin maskesi artık düşmüştür. Olanlar karşısında cahil kalanlar için gerçekler ortaya çıkmıştır. Hepsinin kafir sahiplerinin, özellikle Amerika’nın ajanı oldukları görülmüştür. 

Hiçbirisi halkını temsil etmemekte, aksine onları aldatmakta ve komplo kurmaktadırlar. Hatta bunlara emredildiğinde halklarını kurban etmeye de hazırdırlar.

Doğrusu El-Aksa, El-Kuds, Filistin ve Ümmetin kalbine bir hançer misali dikilen ve kanserli doku niteliğindeki Siyonist devlet meselesi, ileri sürülen kısmî ve yama hükmündeki çözümlerle halledilemez. Çözüm; Yahudi varlığını Filistin topraklarından karış karış ve derinlemesine kökünden sökmektir. Yoksa bir karış şuradan ve bir karış buradan uzaklaştırmak değildir. Yahudi devleti ile varolan sorun bir sınır sorunu değil, bir mevcudiyet (Yahudilerin orada var olması) sorunudur. Bu akla yatkın ve gerçekçi bir çözümdür ve yöneticilerin, ajanların ve yenilmişlik kompleksine sahip olanların; aşağılanmalarına rağmen hayatı sevenlerin, kendilerini normalleşmenin ve gaspçı Yahudi devletiyle yapılan barış değerlerinin avukatı gösterenlerin zihinlerinde canlandırdıkları gibi hayalî birşey değildir.

Onlarca sene beklemenin bir anlamı yoktur. Çözüm bugün için mevcuttur. Gaspçı İsrail varlığını ortadan kaldırmak için Müslüman orduları harekete geçirilmelidir. Bugün Müslümanların bastırılmış enerjilerinin artık her yerde patlak verdiğine şahit oluyoruz. Bu yukarıdakine iyi bir delildir. Bu bastırılmış enerji sadece El-Kuds, Mescid El-Aksa ve kutsal topraklar tarafından tahrik olmuyor. Aksine İslam Ümmeti kendisini harekete geçiren ve motive eden daha büyük ve daha güçlü başka unsurlara da sahiptir. Eğer Mescid El-Aksa’nın kutsallığı varsa ve Müslümanların kalplerindeki duyguları kabartıyorsa, daha fazla kutsallığı olan Kur’an’ın da Müslümanların kalplerinde eşsiz bir yeri yok mudur? O halde Kur’an adına müslümanların duyguları neden kabarmamaktadır? Kur’an devletini (Hilafet devletini) yerlebir edip, İslam topraklarını bölen ve Ümmeti 50’den fazla Arapları ise 20’den fazla devlete ayıran Kafir Batı devletleri değil miydi? Siyonist devletini (gerçekte biraraya gelmeleri engellenen) Arapların biraraya gelmiş halinden daha güçlü duruma getiren Batı devletleri değil miydi? Bazı Müslüman topraklarını işgal eden, bir yerden diğerine hegemonyasını yerleştiren, buralarının zenginliklerini çalan ve yöneticilerini köleleştiren Kafir devletleri özellikle de Amerika değil miydi? İslamın devletten ayrılması için laikliği empoze etmediler mi? Onlar Batının hukukunu ve yanlış yasalarını bizlere empoze ettikten sonra Kur’an ve Sünnetin hükümleri yasaklamadılar mı? Müslümanlar niçin terkedilen Kur’an, yasaklanmış Şeriat adına harekete geçmiyorlar. Bunların Mescid El-Aksa’dan daha çok kutsallığı yok mudur? Cevap tabii ki evettir. Müslümanların onlarca sene sonra değil şimdi harekete geçmeleri zarurîdir. Bu meseleler birbirlerinden ayrı meseleler değildir. Hepsi akide’den birer parçadırlar. Müslümanların yaşantıları bunların üzerine tesis edilmiştir. Bunlar İslam Ümmetinin hayatî meselelerindendir. Bu konu Allah’ın bu Ümmet için istediği “İnsanlık arasından seçilmiş en iyi ümmet” mertebesine ulaşmasında odaklanmaktadır. Kendisi Hilafeti yeniden kuracak, dini yeniden tesis edecek, ümmeti birleştirecek, İslam risaletini yayacak ve İslam devletini yeryüzünde lider devlet konumuna yükseltecek olan ümmettir.

Bütün bu meselelerin çözümü için yapılan çalışmalar bir fiil ile beraber yapılmalıdır ki, o fiil de Müslümanların her türlü İslam dışı düzeni, hukuku ve yasaları reddetmeleridir. Cihadı terkeden ve yasaklayan, beşerî kanunları Allah (CC)’ın kanunlarına tercih eden her yöneticiyi redetmelidirler. Allah (CC) buyuruyor ki:

“Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” [Maide: 50]

Müslümanlar, Allah’ın indirdiğinin dışındakilerle idare eden yöneticilerin rejimlerini alaşağı etmeli ve ‘Lailahe illallah Muhammadur Rasulullah’ sancağının altında bütün İslam topraklarını ve İslam ümmetini birleştirmek için çalışacak, Allah’ın Kitab’ı ve Resul’ünün Sünneti ile yönetecek tek Halifeye biat etmelidirler. Allah’ın izni ile Hilafet devleti kısa bir sürede dünyanın en önde gelen devleti olacaktır. Müslüman topraklarında Amerika’nın ve diğer Küfür devletlerinin sömürgesi ve nüfuzu kalmayacak, Siyonist devlete de var olma hakkı verilmeyecektir.

El-Aksa başkaldırısı ispatlamıştır ki, Ümmetten Arap olanların yada Arap olmayanların olumlu tepkileri İslam Ümmetine canlılığın tekrardan geri döndüğünü göstermiştir. Bu canlılık Çeçenistan, Bosna, Kosova ve dünyanın neresinde olursa olsun zulûm çeken müslüman olduğunda ortaya çıkmıştır. İslam Ümmeti baskı altındadır ve bir çıkış yolu bulduğunda saklı kalmış enerjisi Kur’an’a, Şeriata ve İslama dönmek için ansızın patlayacaktır. Mesele sadece bir şeye gerek duymaktadır. O tek unsurda güç sahiplerinden bir lider başkaldırarak rejimlerden birini alaşağı etmesi ve güç sahibi diğer liderlerle başka rejimleri yıkmak için hazırlıklar yapması ve nihayetinde bunların kalıntıları üzerine İslam düzenini kurmasıdır. Halklar Hilafet devletini alkışlayacaklardır, sonra onu benimseyecek, etrafında toplanacak ve destekleyeceklerdir.

Bugün böylesi bir girişim bir ‘hiç’ten başlamamaktadır, aksine bu yolda dev mesafeler katedilmiştir. Bizler güç sahibi insanların bizi desteklemesi ve bizimde onları desteklememiz için bize davet ediyoruz ki, bu meseleyi anlayıp Raşid Hilafet devletini Allah’ın yardımı ile bir an önce yeniden kurabilelim.

“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal: 24]

“Allah kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, Galiptir.” [Hac: 40]

“İşte bu (Kur’an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.” [İbrahim: 52] 

YIL 13  SAYI 153  RECEP 1423  EYLÜL 2002

Yukarı