I- Giriş
29 Ekim 1923’de kurulan Laik Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşu her sene büyük harcamalar yapılarak
devletin askeri ve sivil erkanı tarafından bayram olarak
kutlanır. Halkın bu kutlamalara katılımını sağlamak için o
gün tatil ilan edilip okullarda çocukların kutlamalara katılmaları
zorunlu tutulur. Akşamları da cumhuriyet baloları, konserler ve
benzeri şenlikler düzenlenir. Yenilir, içilir, şarkı söylenir,
dans edilir, v.s.!.. Yine o haftanın Cuma günü camilerde “Cumhuriyet
Fazilettir” diye hutbe okutulur.
Bu yazıda bu bayramın anlamsızlığını, saçmalığını,
kutlayıcılarının sefihliğini, ayrıca İslâmî açıdan küfür
oluşunu ve asıl yapılması gerekenin ne olduğu hususlarını
irdeleyeceğiz.
II- Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarının Sefihlik
Oluşu
Bir ülkede devlet ve halk niçin veya ne zaman
bayram yapar? Tabii ki; o ülkede büyük başarılar elde edildiği
zaman bayram yapılır. Bu ülkede Laik Cumhuriyet ile hangi başarı
elde edilmiştir? Başarı mı yoksa başarısızlık mı elde
edildiği aşağıdaki ana başlıklar irdelendiğinde anlaşılır:
1- Coğrafi Yönden.
Bu ülke coğrafi yönden küçüktü de Laik
Cumhuriyetle mi büyüdü?! Elbette ki hayır. Tam üç kıtaya
yayılmış takriben 23 milyon kilometrekare alana ulaşmış bir
konumdan 780 bin kilometrelik bir alana sıkışmıştır. Tabii ki
bu kadar geniş alandan Laik Cumhuriyeti ilan uğruna vazgeçilmiştir.
Bir ülkenin bir an için topraklarının bir kısmı düşmanlar
tarafından işgal edilebilir. Fakat sağlıklı siyasi iradesi olan
devlet, o topraklarından vazgeçmez. Bilakis onları tekrar geri
almak için uğraşır. Ancak Laik Cumhuriyeti kurmak uğruna Laik
Kemalistler bütün bu topraklardan vazgeçmişler ve bu ülkenin
tüm stratejik bölgelerini de bu cumhuriyet uğruna sömürgeci
kafirlere peşkeş çekmişlerdir.
-Çanakkale ve İstanbul boğazları
-Ege adaları
1-Kıbrıs adası, dünyanın en stratejik yerlerindendir.
Ne var ki buralar 1923-Lozan Antlaşması denilen uyduruk, gayri
meşru bir anlaşma ile Laik Cumhuriyeti kurma uğruna sömürgeci
kafirlere terk edilmiştir. Yani bu ülke ve halkına ihanet
edilmiştir.
Bu ihanet bayramı mı kutlanmaktadır?!
2- Ekonomik Yönden.
Daha iyi bir konuma gelindiği hiç söylenemez.
Zira cumhuriyetin kurulduğu yıllara kıyasla Türk Lirasının
değeri ABD Doları karşısında yaklaşık olarak 1 milyon 600 bin
defa değer kaybetmiştir. Dış borç 175 Milyar Dolar iç borç
ise 95 Milyar Doları aşmıştır. Fiili enflasyon %100’lerin
üstüne çıkmıştır. Bütçe açıkları her sene daha da büyümektedir.
Dünyada kredi itibarı kalmadığı için başka bir ülkenin (ABD’nin)
kefilliği/garantörlüğü ile kredi bulma noktasına gelinmiştir.
Ülke nüfusunun %80’i fakru zaruret içinde, bu oranın %50’si
açlık sınırında yaşamaktadır. İşsizlik oranı %35’lerin
üzerine çıkmıştır. Resmi makamlar tarafından açıklanan
ekonomik göstergelerde dahi elle tutulur sevindirici bir durumun
söz konusu olmadığı bir ülkenin, ekonomisinin iyi olduğu söylenebilir
mi? Halkının ve hatta devletin dahi kendi para birimi ile değil
de (paralı askerlik olayında olduğu gibi) yabancı para birimleri
ile muamele yaptığı, parası pul olmuş bir ülkenin ekonomik
durumunun iyi olduğunu aklı başında hiç kimse söyleyemez.
Ekonomik yönden gelinen bu çöküntü ve
iflasın mı bayramı kutlanıyor?!..
3- Askeri ve Güvenlik Yönünden.
Üç kıtada şerefle, onurla yöneten, at koşturan,
yıkılırken bile yedi sömürgeci düvelle savaşan bir durumdan
Laik Cumhuriyetin kuruluşu ile ülkenin güvenliğini; 2. Dünya
Savaşı’ndan önce İngilizlere, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra
da NATO’ya havale edip ülke topraklarını NATO ve ABD askeri
üslerine işgal ettirmek güvenlik açısından bir başarı mı
sayılmaktadır yoksa?!.. Askeri silah, mühimmat ve teçhizat açısından
%80 oranında dışa bağımlılık askeri başarı ve
bağımsızlık mı sayılmaktadır?!
Bağımsızlık şiarı ile yola çıkıp da güvenlik
ve askeri açıdan gelinen bu aşağılayıcı bağımlılığın
mı bayramı yapılmaktadır?!..
4- Toplumsal Yönden.
Üç kıtaya yayılmış geniş bir alandan onlarca
çeşit dil, ırk ve hatta din mensubunu 6 asır bir arada uyum ve
huzur içinde yaşatırken, milli/ulusal kimlikli Laik Türkiye
Cumhuriyeti, Anadolu yarımadası gibi küçük bir coğrafya parçasında
bir avuç insanı bir arada huzur içinde yaşatamadı. Anarşi,
tefrika, parçalanma ve düşmanlıkların sebebi oldu. Toplumda huzur
ve asayişi sağlayamadı. Can, mal, namus, nesil güvenliği
ortadan kalktı. Mahkemeler dava dosyaları ile, hapishaneler ise suçlularla
dolup taştı. Ülke yöneticilerini ve işlerini mafya babaları
tayin eder oldu. Değil farklı ırklardan ve dinlerden kişileri
bir arada huzur içinde tutmak, bu laik cumhuriyet ile aynı ırktan
iki nesil arasında dahi iletişim, anlayış ve uyum ortadan
kalktı. Toplum fitne, fesat, yolsuzluklar, ahlaksızlıklar ile tam
bir ateş çukuru kenarına geldi. Gençler çeşitli cinsi sapıklıklara,
uyuşturucu müptelâlığına ve hatta şeytana tapma
sapıklığına duçar oldu.
Toplum, böylesi bir kirliliğe ve ateş
çukurunun kenarına getirilmiş olduğu için mi bayram yapılıyor?!..
5- Siyasi Yönden.
Siyasi irade, ülke içinde o ülke ve insanlarının
sorunlarına çözüm ortaya koyan ve geleceği ile ilgili
kararları veren iradedir. Bir ülke düşünün ki o ülkede
hükümet, memuruna vereceği ücret zammını dahi bir başka ülke
ya da IMF gibi kuruluşların talimatı ile tespit ediyor! Bunun
gibi ülkenin mali ve siyasi bir çok sorununa daima IMF, BM, AB
gibi kurum ve kuruluşların talimatı, telkinleri ile çözüm aranırsa
o ülkede bağımsız siyasi iradenin olduğu söylenebilir mi?!
Bir ülkenin Başbakanı ve hatta Cumhurbaşkanı
bir başka ülkeye gider, orada protokol müdür yardımcısı bir
memur tarafından karşılanır, o ülke başkanı ile görüşmek için
günlerce bekler sonra da, “O ülke başkanı bizim başkanımız
için şu kadar dakika vakit ayırdı” diye sevinenlerin yönetici
olduğu bir ülkede siyasi itibardan bahsedilebilir mi?
79 yılda üç askeri darbenin yaşandığı ve
57 hükümetin kurulduğu bir ülkede siyasi istikrardan söz
edilebilir mi?
Böylesi siyasi bağımlılık, istikrarsızlık
ve zillet noktasına gelindiği için mi bayram yapılıyor?!
6- Eğitim, Bilim ve Teknoloji Açısından.
Eğitimden maksat; şahsiyetli, zihinsel ve
bedensel beceriler kazanıp gelişmiş nesiller yetiştirmektir. 79
yıllık cumhuriyet eğitimi bu maksatların hiç birisini gerçekleştirememiş,
ne olduğunu bilmeyen, kendisini tanımlayamayacak kadar kimlik,
şahsiyet ve ufuk yoksunu bir nesil. Davranış bozuklukları,
ahlaki çöküntü diz boyu. Futbol maçı galibiyetlerinde sevincinden
adam öldüren, eğlenmesini dahi bilmeyen aklı karışık,
duyguları karışık, yaşantısı karışık ucube bir nesil
yetiştirdi Cumhuriyet! Zihinsel fonksiyonlarını ve bedensel becerilerini
değil geliştirmek var olanı da törpüledi Cumhuriyet! Yalan yanlış,
faydalı faydasız, gerekli gereksiz bilgi yığınlarını
ezberleterek, düşünmeyi de yasaklayarak zihinleri kirletti,
köreltti Cumhuriyet!...
Bilimde, teknikte ve teknolojide bir adım ileri
gidilmedi. “Laik Cumhuriyeti koruma uğruna gerekirse bilimsel
faaliyetlere dahi ara verin” diyecek kadar köhne bir
zihniyete sahip laik cumhuriyetçi rektörlerin sorumlu olduğu
üniversitede bilim ve teknolojide gelişme olur mu?
Bilimsel ve teknolojik gelişme, bilim ve
teknolojinin ürünlerini ithal etmek ve tüketmek değil onu
geliştirerek üretmek demektir.
Gençleri; şahsiyetsiz, zihinsel ve bedensel
potansiyel ve becerileri köreltilmiş, teknoloji üreten değil
tüketen, ata-puta-şeytana tapan bir noktaya
getirdikleri için mi bayram yapıyorlar?!
7- Sağlık Açısından.
Cebinde parası olmadığı için devlet
hastanesinden dahi kovulup, acil de olsa tıbbi müdahale yapılmayan
bir ülkede sağlıktan, güvenceden nasıl bahsedilir? İnsan
sağlığını bile ticari meta olarak görüp devlet hastanelerinde
dahi hastayı tedavi etmekten ziyade maddi olarak sömürmeyi esas
alan bir sektörde sağlık güvencesi olur mu?
Gönül huzuru ve güvenle doktora ve
hastaneye gidilemez bir noktaya gelindiği için mi bayram yapıyorlar?!
8- Adalet Yönünden.
Bütün Adalet Bakanları, Yargıtay Başkanları;
“Türkiye’de adalet sisteminin çivisi çıkmıştır.” “Türkiye’de
yargının bağımsız olduğu söylenemez.” “Yargıçlar,
vicdanları ile cüzdanları arasında sıkışmıştır.” “Bu
ülke, meşruiyet debisi sıfıra inmiş bir anayasa ile yönetiliyor.”
“Mevcut anayasa gayri meşrudur.” v.b. dedikleri, herkesin
hak ve hukukunu yargı kanalı ile değil de kendi yöntemleri ile
ya da mafya kanalı ile almayı düşündüğü bir ülkede
adaletin, can ve mal güvenliğinin olduğu söylenebilir mi?
Adalet mülkün/yönetimin temeli denildiği
halde zulmü, gayri meşruluğu, zorbalığı
mülkün/yönetimin temeli yaptıkları için mi bayram yapıyorlar?!
9- Devlet Kurumlarının İşleyişi Yönünden.
Cumhurbaşkanından en küçük memura ve en sade
vatandaşa kadar hiç kimse bu ülkede devlet kurumları ile
işlerin tıkırında gittiğini söyleyemez. Bilakis herkes
devletin kurumlarının hantallaştığını, çöktüğünü
söylemektedir. Yine bu yılda Yargıtay Başkanı, yargı
yılının başladığı gün bunu açıkça söyledi. Devletin baştan
sona reforma edilmesi gerektiğini belirtti. Yine dost düşman
dahilde ve hariçte herkes 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde olduğu
gibi devletin ekonomi, siyasi, Irak’ta gelişen yeni sınırlar ve
ABD planları karşısında enkaz altında kaldığını gördü.
Askerler ve siyasiler olayı “menfaatimiz gereği”
diyerek kabullendiklerini itiraf ediyorlar. Menfaatler adı
altında, sürekli tavizlerle her şeyi kötüye götürüp
çökerten Laik Demokratik Cumhuriyetin bizzat kendisidir.
Böylesi çürük bir temel üzerine
kartondan bir devlet kurdukları için mi bayram yapıyorlar?!
Bütün bu olumsuz manzaraya rağmen bayram yapılırsa, buna ne
denir?! İşte sefihlik budur.
Çağdaş kafir-müşrik laikler, Kemalistler,
Sabetaycılar (dönme yahudiler) bayram yaparlar, çünkü onlar
farkında olmasalar da sefihtirler. Bunu Allahu Teâla şöyle
belirtmiştir:
“Biliniz ki sefih olanlar ancak onlardır (kafirler-müşriklerdir).
Fakat bunu bilmezler.” (Bakara: 13)
Onlar sefih oldukları için böyle yapıyorlar,
fakat Müslümanlara ne oluyor?!.. Onlar, neyin bayramını
kutluyorlar?.. Yoksa onlar da mı akıllarını yitirdiler?!
III- Cumhuriyetin Küfür Oluşu:
Cumhuriyet; yönetimde ve yönetimin tüm
katmanlarında çoğunluk esasına dayalı yönetim sistemidir. Doğruyu,
yanlışı, iyiyi, kötüyü belirleyen cumhurdur, yani çoğunluktur
ya da halktır. Avrupa dillerinde “republic”, “halkçılık”
olarak ifade edilir.
Cumhuriyet, Batı dünya görüşünden
türeyen beşer mahsulü bir yönetim sistemidir. Allah’ın
indirdiği bir sistem değildir. Yani hak değildir, dalalettir/sapıklıktır.
Bunu da Rabbımız şöyle bildirmiştir:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak
olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka
bir şeye de tabi olmaz, yalandan başka (söz) de
söylemezler.” (En’am: 116)
“Hak Rabbinden gelendir. Sakın kuşkulananlardan
olma.” (Bakara: 147)
“Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne
kalır? O halde nasıl döndürülüyorsunuz?” (Yunus: 32)
Müslümanlar için; doğru ve yanlış, iyi ve kötü
gibi kavramların içeriği Rabbımızın vahiyle bildirdiği
nasslar yani Allah’ın şeriatı tarafından belirlenmiştir.
Cumhuriyet ise İslâm şeriatını ilga edip; “Biz gökten
inene (vahye) değil akla tabi olacağız” “Din gericiliktir”
naraları ve sloganları üzerine kurulmuştur. Allah’ın emri
olduğu için değil, çağdaşlaşmanın gereği olarak Batıda var
olan bir sistem olduğu için, batılılaşma adına alınmış bir
sistemdir. Küfrü zahirdir, açıktır. Buna rağmen cumhuriyeti
İslâm’danmış gibi göstermek gayretlerine girenler de olmaktadır.
Bunu yaparken de İslâm’da var olan şûra hükmü ve
kavramı istismar edilmektedir.
Şûra; danışma demektir, başka değil!..
Böyle olduğu halde şûraya; “ortak karar alma” manası
yüklenerek şûra ayetleri ve Resul (sav)’in şûra ile ilgili
uygulamaları demokrasi ve cumhuriyete İslâmî referans olarak
gösterilmek istenmektedir.
Bu gayretler ve tavırlar;
“Kelimelerin manalarını tahrif ederler/saptırırlar,
değiştirirler” (Maide: 13) ayetinde belirtilen yahudi
tiniyeti türünden bir saptırıcılıktır, Allah’a ve Resulü’ne
iftiradır ve zulümdür.
Çünkü, ayet-i kerimede ve Resulullah’ın
uygulamasında “şûra”nın manası onların iddia
ettikleri gibi “ortak karar alma” değil sadece “danışma”dır.
Nitekim şûra ayeti kararın kime ait olduğunu gayet açıkça
ortaya koymaktadır:
“(Umuma ait) İşlerde onlara
danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a dayanıp güven.”
(Al-i İmran: 159)
Görüldüğü gibi karar, danışılanlara ait
değil danışana aittir.
Resul (sav)’in uygulamalarından da şûranın
demokrasiye ve cumhuriyete bir referans olmadığını gayet açıkça
görmek mümkündür. Zira Resul (sav) teşride/yasamada ancak vahye
tabi oluyor, Allah’ın indirdiğini uyguluyordu. Burada şûra
söz konusu değildir. Çünkü Allah’u Teâla ona sadece Allah’ın
indirdiğine uymayı, insanların arzularına, görüşlerine, hükümlerine
uymamayı emretmiştir. Şöyle demişti:
“Artık Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet
ve sana gelen hakkı bırakıp da onların arzularına uyma!” (Maide:
48)
“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet
ve onların arzularına uyma, Allah’ın sana indirdiği hükümlerin
bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et.”
(Maide: 49)
Bedir savaşında ordunun konuşlandırılması
hususunda ise ancak o stratejik yerler hakkında uzman olan kimsenin
doğru fikrine tabi oldu, halka sormadı. Hendek savaşında da
aynı şekilde hareket etti. Ancak mubah çerçevesinde olup da ne
teşri/yasama ne de uzmanlık alanına girmeyen hususlarda halkın
maslahatını belirleme konularında halka danışmıştır. Uhud
savaşı öncesinde Medine’den çıkıp çıkmama meselesinde
olduğu gibi…Bu kısa izahattan da anlaşılacağı gibi şûra
ne demokrasiye ne de cumhuriyete delalet eder. Şura’nın
cumhuriyet ya da demokrasiye referans olduğunu iddia ancak delilden
yoksun boş bir iddiadır, kuruntudur. Kendi kuruntularını Allah’tandır,
İslâm’dandır diyerek ayetlerin manaları ile oynayarak
insanlara sunmak ise ancak ihanet, alçaklık, sapıklık
ve saptırıcılık değil midir?!..
“Cumhuriyet fazilettir”, “Cumhuri idarenin
temelini bizzat sevgili Peygamberimizin emirlerinde ve uygulamalarında
görürüz”, “Günümüzdeki demokrasi tıpkı Hz. Ebu Bekir’in
halkına devlet yönetiminde tavsiye ettiği usule benziyor” “Peygamberimiz
ve dört halife devrindeki uygulamalar tetkik edildiğinde görülecektir
ki, demokratik cumhuriyet, İslâm’a en uygun idare biçimidir”
v.b. camilerde hutbelerde okunması için Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından yazılan hutbelerde geçen sözler; hep Allah’ın
ayetlerini saptırma, tahrif, hükümsüz kılma,
hakla batılı karıştırma çabalarının
örneklerindendir. Allah’u Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için
yarışırcasına uğraşanlar için de iğrenç acıklı bir azap
vardır.” (Sebe: 5)
“İnsanlardan öyleleri var ki herhangi bir
ilmi delile dayanmadan, Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla
alay etmek için boş/geçersiz sözleri satın alırlar. İşte
onlara rüsvay edici bir azap vardır.” (Lokman:
6)
“Onlar kendilerine zikredilen ahkamın en
önemli bir bölümünü unutarak kelimelerin yerlerini/vakıalarına/
manalarını tahrif ederler/değiştirirler. İçlerinden pek azı
hariç onlardan daima bir hainlik görürsün.” (Maide: 13)
Cumhuriyetin İslâm’dan olduğunu söylemek diğer
yandan bidattır. Her bidat ise sapıklıktır, alınmaz red
olunur. Bunu Resulullah (sav) şöyle bildirmiştir:
“Her sonradan (dindendir iddiası ile) ortaya
atılan bidattır. Her bidat dalalettir/sapıklıktır. Her dalalet
ise cehennemdedir.” (Nesei, K. Salat’ül Iğdiyn, 1560)
“Bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan
ortaya koyan (ve konulan) reddolunur.” (Müslim, 3242, İbni Mace,
14, Ahmed b. Hanbel, 24840)
IV- Yapılması Gereken
Küfür, sapıklık, bidat olan cumhuriyet,
demokrasi, laiklik ve milliyetçiliği
terk ve red edip Allah’ın emrini Hilâfet’i
benimsemektir. Müslümanlara yakışan ve zorunlu olan da budur.
Hilâfet; Allah'ın emri olan Allah'ın indirdiği
ile yönetimin uygulanış biçimi, şeklidir. Yani Allah'ın Resulü
ile gönderdiği yönetim sistemi ve şeklidir. Bunu inkar, Allah’ın
emrini inkar olur. Zira Allah’u Teâla şöyle dedi:
"Resul size neyi getirdi ise onu alın, sizi
neden nehyetti ise onu terk edin. Allah’tan korkun, Allah’ın
azabı çetindir.” (Haşr: 7)
“Onun emrine (getirdiği risalete) muhalefet
edenler, kendilerine bir musibetin veya elim bir azabın gelip
çatmasından sakınsınlar.” (Nur: 63)
Zira Allah, Resulüne Allah'ın indirdiği ile yönetmesini
emretti:
“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet/yönet
ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin
bir kısmından seni saptırmalarından sakın." (Maide:
49)
Allahu Teâla, Resulü’ne Allah'ın indirdiği
ile hükmetmeyi/yönetmeyi emretmekle birlikte ona bunun keyfiyetini
yani yönetim şeklini de gösterdi, şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki biz insanlar arasında Allah'ın
sana gösterdiği biçimde hükmedesin diye sana Kitabı hak ile
indirdik.” (Nisa: 105)
Ayrıca Allah, dinini fikir ve metod bütünlüğü
içinde göndermiştir. Yani emirlerini keyfiyetiyle ilgili hükümlerle
birlikte göndermiştir, şöyle demiştir:
“(Ey ümmetler) Her birinize bir
şeriat ve metod verdik.” (Maide: 48)
Resulullah (sav), her hususta olduğu gibi
elbette ki Allah'ın indirdikleri ile yönetirken de Allah'ın
kendisine gönderdiğine yani vahye tabi oluyordu. Zira Allahu Teâla
şöyle dedi:
“De ki; Ben ancak Rabbımdan bana vahy olunana
tabi olurum.” (A’raf: 203)
Şu halde, Resulullah (sav), Allah'ın indirdiği
ile yönettiği bir devlet kurduğuna göre; bu devletin ( yani
İslam Devletinin) kuruluşu, yönetim şekli, kamu
hukuku ile ilgili tüm düzenlemeler ve mekanizmalar elbette
ki Rabbımızın ona göstermesine yani vahyine göre olmuştur.
Yani Resulullahın (sav) şahsi görüşüne veya sahabelerin,
Müslümanların görüşlerine ya da zaman ve mekan şartlarına göre
değil!... Nitekim Resulullah (sav)'ın kurduğu devletin yönetim
şekli ve kamu hukuku, zamanındaki hiç bir devletin yönetim
şekline benzemiyordu. Ne Kureyş'in yönetimine, ne Yahudilerin
yönetimine, ne Yemen'in ve Habeş'in yönetimine ne Kisra'nın ne
de Kayserin yönetim şekline. Hiç birisine benzemiyordu, Kendisine
özgü bir yönetimdir. Bu yönetimin “Hilâfet” olarak
isimlendirilmesi de Kur'an ve Sünnette ilgili nasslarda geçmesine
binaendir. Mesela şu ayetler ve hadisler gibi:
“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde bir Halife
yaptık, o halde insanlar arasında hak ile hükmet/yönet. Heva ve
hevese uyma." (Sa’d: 26)
"İsrail oğullarını nebiler yönetirlerdi.
Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ederdi. Benden
sonra nebi yoktur, fakat bir çok Halifeler olacaktır.
Oradakiler dediler ki: “Bu halde bize ne yapmamızı
emredersiniz?” Dedi ki: “İlk biat edilene vefakar
olun ve onlara haklarını veriniz. Çünkü Allah onlara da
yönettikleri insanlara da haklarını soracaktır.” (Buhari,
3196)
“Sonra da nübüvvet metodu üzerine tekrar
hilafet olacaktır.” (Ahmed b. Hanbel, 17680)
Hilâfet’in gerçeği bu iken, yani
Resulullah'ın getirdiği İslâm risaletinden, şer’i ahkamdan
iken, onu bir Müslüman nasıl kabullenmez? Nasıl onu terk edip de
başka sistemleri kabul edebilir?! Hem de Müslüman olduğu
halde!?..
Şu halde yapılması gereken, Müslüman
halkı; alemin ekonomik, teknolojik gidişinden geri bırakan,
rezil, zelil, perişan, onursuz kılan, ülkelerin imkanlarını sömürgeci
kafirlere peşkeş çeken, tağuti zulümat ve zulümlerle hayatı
kirleten, karartan, sıkıntılı kılan çağdaş tağuti
sistemlerden olan cumhuriyet, demokrasi, laiklik,
federasyon sistemlerini red ederek ortadan kaldırıp Allah’ın
emrettiği, Resulü’nün uyguladığı, Allah’ın indirdiği ile
yönetip cihad yoluyla risaleti yeryüzüne yayarak insanlığı
tağuti zulümattan Allah’ın nuruna, izzetli, onurlu, güvenli
İslâm’ı hayata tekrar kavuşturacak olan ve Resulullah (sav)’in
müjdelediği Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için ihlasla
çalışanlara destek vermektir. Dünya ve Ahirette Allah’ın
vaat ettiği nusretine ve saadetine kavuşmanın tek yolu budur.
Resul (sa) şöyle müjdeledi:
"Sonra da nübüvvet metodu üzerine tekrar
hilafet olacaktır.” (Ahmed b. Hanbel, 17680)
“Allah, sizlerden iman edip salih amel
işleyenlere kendilerinden öncekileri halife (iktidar) kıldığı
gibi kendilerini de yeryüzünde iktidar kılacağını, onlar için
beğenip seçtiği/razı olduğu dini (İslâm’ı) onlar için
iyice yerleştirip hakim kılacağını ve korku döneminden sonra
bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaadetti. Onlar Bana
kulluk ederler, hiç bir şeyi Bana şirk koşmazlar. Artık bundan
sonra kim inkar ederse işte bunlar asıl fasık/büyük
günahkarlardır.” (Nur: 55)
|