-
06/10/02’de CCB (Amerikan televizyon kanalında) Protestan
Mamadani kilisesini temsil eden papaz Jery Valory İslam’a karşı
olan kinini şu sözleriyle kustu: “Muhammed bir terörist idi,
şiddet ve savaş adamı idi.” Devamla; “Bize mensup
olanların sayısı 70 milyondur. Bu hükümete (Amerikan
yönetimine) Hıristiyan halkının kızgınlığını alevlendiren
şey İsrail’den vazgeçmek veya canlı bir meselede İsrail’e
muhalefet etmektir”?!
Bu
ve buna benzer papazlar İsrail’in düşmanlarına galip gelmesi
halinde Rablarının iradesinin gerçekleşeceğine ve Yahudilerin
eski vatanlarına dönmelerinin Mesih’in ikinci dönüşü için
şart olduğuna inanıyorlar.
Bu
papaz bazı Müslümanların protesto etmelerine rağmen sözlerinden
vazgeçmedi. Sadece; “Müslümanlar arasında iyi insanlar
vardır” demekle yetindi.
-
Misyoner Bath Robertsohn şöyle dedi; “İslam diğerlerine
egemen olmak ve tahakküm etmek için çalışan bir dindir”.
Bütün
bu kusmalara, hakaretlere karşı İslam dünyasında var olan, sömürgecilerin
kurdukları devletler olayı sadece seyrediyorlar.
Cılız,
etkisiz, hatta ümmetin tepkisini önleyici demeçler vererek
kafirleri daha da cesaretlendiriyorlar. İran Dışişleri Bakanı
Kemal Harazi’nin açıklaması bu yönde idi. Açıklamasında; “Müslümanlar
dinler arası ve hadaratlar arasında bir çatışmanın meydana
gelmesine müsaade etmesinler. Çünkü, saldırgan Siyonistler
bunun için çalışıyorlar”.
Bunların
susmaları konuşmalarından daha hayırlıdır. Çünkü, söylediği
şeyler daha ağır ve kötüdür.
Yüz
senedir Vatikan kilisesinin yürüttüğü dinlerarası diyalog
siyasetine hizmet ettikleri gibi İslam’a zıt şeyler sarf
ediyorlar. Kur-anı Kerim bir çok ayeti kerimesinde diğer dinlere
saldırıyor, çatıyor ve hepsinin küfür olduklarını gösteriyor:
“Ehl-i
kitap ve müşriklerden olan inkarcılar, içinde ebedi olarak
kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri
onlardır.” (Beyyine 6)
Allah
(cc) yalnız İslam dininin hak olduğunu söylüyor:
“Kim,
İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir
din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”
(Al-i İmran 85) Diğer dinlerin sahiplerini İslam’a çağırıyor:
“Andolsun
ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan,
(kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine
Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah,
müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce
onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Al-i
İmran 164)
“Kendilerine
Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve
Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine
din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye
kadar savaşın.” (Tevbe 29)
İran,
İslam devleti olsaydı; İslam davetini davet ve cihad ile
taşırdı. Ama, böyle olmadığını hem onun dışişleri
bakanının demeçlerinden hem de anayasasından anlıyoruz. Anayasasında;
dışişleri İslam’a dayalı olup, İslamiyet’i diğerlerine
götürecektir diyen bir maddesi yoktur. Tersine, anayasanın
152’nci maddede geçtiği gibi diğerlerine tasallut etmekten uzak
kalmak, vatan ve toprak birliğini korumak ve kendisiyle savaşmayan
devletlerle barışçı ilişkiler kurmaktadır. 154. madde de
diğer halkların içişlerine müdahale etmemeye dair ifade
içeriyor. Onun ordusunun görevi İslam davetini taşımak için
cihadın olmadığını gösteren madde 143. maddedir: “İslam
İran cumhuriyetinin ordusunun mesuliyeti, bağımsızlığı,
ülkenin topraklarının birliğini ve İslam cumhuriyeti sistemini
savunmaktır.”
Buna
göre İran sınırlarını korumaya çalışırken, diğer Müslüman
memleketlerini birleştirmeye çalışmıyorlar ve diğer dünya
memleketlerini fetih etmeye yönelik hiç çalışma veya siyaset gütmüyorlar.
İslam
dünyasındaki diğer devletler de buna benziyor. Hiç farkı
yoktur, anayasaları buna benzer maddeler içermektedir. Oysa, İslam
devletinin asıl görevi daveti yüklenmektir. Dış siyaseti buna
dayalı olup, bütün İslam memleketlerinin birleştirdikten sonra
sair dünya devletlerini fethetmektir.
Dinlerarası
diyalog veya hadaratlar arası diyalog yoktur. Kafirler güzel
üslupla İslam’a çağrılır:
“(Resûlüm!)
Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla
en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları
en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl
125)
Bu
papazların ve misyonerlerin kustukları kine dönelim; Allah’u
Teala onlar hakkında şöyle dedi:
“Ey
iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş
edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri
durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve
düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli
olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha
büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size
açıklamış bulunuyoruz.” (Al-i İmran 118)
İslam’ın
ve Peygamberin koruyucusu olmayınca küstahça ve kin dolu saldırılar
gelecek ve daha fazla olacaktır. Kafirler İslam ümmetine saldırdılar,
onun İslam devletini yıktılar, tek ülkesini elliden fazla
devletçiklere böldüler, ümmetin vahdetini ve tekliğini parçaladılar,
ümmetteki İslam kardeşliğini ve birliğini yok ettiler, yerine
milliyetçi ve vatancı bağlılığı getirdiler. Milliyetçi veya
vatancı olanlar; Allah’a, Peygambere, kitaba ve dine küfredilirse
dahi hiçbir tepki göstermeksizin ses çıkartmazlar. Fakat, küfür
rejimine ve bu rejimin isteklerini uygulayan tüketicilerine
dokunursa veya küfredilirse hemen galeyana gelir, ona karşı çıkanlar
cellatlara (polise) teslim edilir. Atatürk’e dil uzatılırsa
veya küfredilirse hapis cezası n az altı yıldan başlar.
Yine
ayrıca İslam düşmanı Amerika’da İslam’a karşı kin
kusulursa, alemlerin Efendisi ve Allah’ın sevgilisi olan Hz.
Peygamber Muhammed (sav)’e dil uzatılırsa normal karşılanır.
Allah’ın
hakimiyeti yeryüzünden ve İslam topraklarından kaldırıldıktan
sonra İslami hayata davet edenlere ağır cezalar verilerek
cezalandırılıyorlar. Bunlardan başka ne beklene bilir ki?
Böylece İslam dünyasında mevcut olan karton devletçikler İslam’la
ve Peygamberle savaşıyor. Hz. Muhammed (sav)’in Allah’tan
getirdiği Kur’an ve Sünneti devlette, siyasette, toplumda,
ekonomide, öğrenimde, yargıda, aile hukukunda, ceza kanunlarında
ve diğer hususlarda uygulamayı yasaklıyorlar ve bununla
savaşıyorlar. Bunun için kindar batıdan anayasa ve kanunlar
ithal ettiler. İslam’a ve Peygambere en büyük küfür ve sövme
ve hakaret budur.
İslam
devleti Peygamberin getirdiğini uyguladığı gibi Peygambere küfredenlerin
dillerini kesiyordu. Aslında hiçbir kimse böyle cesareti
gösteremiyordu.
Resulullah
(sav) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz
ki imam (halife) kalkandır. Onunla korunur ve arkasında
savaşılır”
İmamın
ve halifenin manası İslam’ı uygulayan, dünyaya daveti taşıyan
organdır. Bu organın başı halifedir. Bunu yapabilmek için
ümmet ona yetki veriyor. Böylece, otorite sahibi oluyor. O anda
ümmetin gücüyle İslam’ı ve Peygamberi himaye eder. Şu anda
ümmetin gücü dağınık olduğu gibi ümmetten alınan askerler
küfür rejimlerini ve yöneticilerini korumak için kullanmaktadır.
Bundan
dolayı, Müslümanlar dinlerini ve Peygamberlerini korumak
istiyorlarsa; güçlerini birleştirerek büyük kuvvet meydana
getirip İslam Hilafet devletini İslam dünyasında tesis etmeye
çalışmalıdırlar. Hem de bu kesin bir farzdır. Daha doğrusu bütün
farzları uygulayan ve himaye eden bir farzdır. Bunun için çalışmayan
ve mücadele etmeyenler büyük günah işliyorlar. Nitekim
Resulullah (sav) bu günahın büyüklüğünü cahilliye ifadesiyle
açıklamıştır:
“Kim
boynunda bey’at olmadan ölürse, cahilliye ölümü ile ölmüş
olur.”
Bunun
manası, bey’at edilen bir halife başkanlığında İslam
devletini tesis etmeye çalışmayan sanki küfür üzerinde ölmüş
gibidir. Burada kinaye kullanılmıştır. Bey’atsız ölen kişi
kafir değil ama büyük bir günahla ölmüş olur. Günahın büyüklüğünü
göstermek için cahiliyye ifadesi Resulullah (sav) tarafından
kullanılmıştır. Kur-an ve hadislerde büyük günahları gösteren
benzer bir çok ifadeler vardır. Buna göre, Müslümanlar Allah’ın
azabından korksunlar ve Resulünün diliyle ifade edilen emri
yerine getirsinler ki, hem dünyayı hem ahreti kazansınlar.
|