Giriş
Demokratik
parlamento seçimlerinde bir Müslüman’ın mevcut demokratik partileri
desteklemesinin ve seçimde oy kullanmasının anlamı ve şer-i hükmü
nedir? Bu tür seçimlerde Müslüman’ın tavrı ne olmalıdır?
Oy kullanmalı mı, kullanmamalı mı? Oyu veya faaliyeti ile bir
partiyi veya milletvekilini desteklemeli mi, desteklememeli mi? Bu
konudaki şer-i hüküm nedir?
Evet,
bu soru çok önemlidir. Çünkü; Müslüman her hususta olduğu
gibi bu husustaki tavrından da Allah katında sorgulanacaktır.
Onun için böylesi sorulara cevap aramadan ve şer-i hükmü
bilmeden amel etmemelidir. Ancak bu soruyu sadece tartışmak için
sormamalı, bilakis o hususta Allah’ın hükmünün ne olduğunu
yani şer-i hükmün ne olduğunu gerçekten ciddi olarak hakkı
tespit etmek gayreti ile öğrenmek ve öğrendiği şer-i hükmün
gereğince amel etmek için sormalıdır. Çünkü o, Allah’ın hükmüne
teslim olma bilincinde bir Müslüman’dır, başıboş bir mahluk
gibi heva ve hevesi ya da aklı ile amel etmez. Aklını vakıayı
anlayıp Allah’ın hükmünü, Allah’ın hitabını ortaya koyan
şer-i delillerden çıkartmak için kullanır. Öyle olmalıdır.
Çünkü İslâmi şahsiyete sahip olmanın temel öğesi budur.
I-
DEMOKRATİK PARLAMENTO
SEÇİMİNİN
ANLAMI
Demokratik
sistemin yasama kurumu olan parlamentoya üye seçimidir. Yani
insanların toplumsal yaşantılarında, bireylerin birbirleriyle,
devletle, sosyal, ekonomi ve siyasî işlerinde uyacakları
kuralları, hükümleri, ölçüleri, emir ve yasakları, kanunları
belirleyen kurumun üyelerini seçme işidir. İslâmi açıdan
bunun anlamı şirktir. Yani; “Hüküm ancak Allah’a aittir”
hakikatına terstir. insanların yaşantısına hüküm koymakta, ya
Allah’ı hiçe saymak ya da O’na ortak koşmak demektir. İşte
bu seçime katılmak bir takım insanları milletvekili sıfatı ile
bu şirki işlemeye itmek demektir. Bu o kişiye yapılabilecek en büyük
kötülük ve zulümdür. Zira o kişi, parlamentonun komisyonlarına
katılarak veya genel kurul oylamalarına katılarak yasama
faaliyetlerine Allah’ın hükümranlığını hiç kabul edip,
milletin egemenliğini esas kabul eden mevcut anayasa çerçevesinde
katılarak şirk işlemine, cürmüne isteyerek ya da istemeyerek
ortak olur. İsteyerek ve benimseyerek katılınca şüphesiz müşrik
olur. Benimsemeyerek katılırsa en azından fasık yani günahkar
olur. Yasama faaliyetlerine katılmayıp da o faaliyetlerin yapıldığı
esnada orada oturursa, pasif üyelik yaparsa o zaman da günahkar
olur. Çünkü Allah’a açıkça isyanın yapıldığı bir yerde
Müslüman tepkisiz bir şekilde o cürümü işleyenlerle beraber
oturup kalamaz. Zira Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
“Ayetlerimiz
hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde onlar başka
bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terket). Eğer
şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk) o
zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am: 68)
“O,
Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerini inkar
edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman,
onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber
oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar
ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa:
140)
Görüldüğü
gibi ayet-i kerimelerde Allah’u Teâla, Allah’ın ayetlerinin
inkar edildiği ya da alaya alındığı yani şer-i hükümlerinin
hiçe sayıldığı yerlerde tepkisizce oturup kalmayı kesinlikle
nehyediyor. Çağdaş şirk sistemlerinden biri olan demokratik
sistemin yasama organı olan parlamentoda Allah’a karşı en büyük
isyan, cürüm işleniyor. “Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir” ilkesi ile “hüküm
(egemenlik) ancak Allah’a aittir” hakikati inkar edilerek “millet”
ilah yerine konuluyor. Böylelikle Allah (cc) ya inkar ediliyor ya
da O’na küstahça şirk koşuluyor. Küfür ve şirk elbette ki
Allah katında en büyük cürümdür, zulümdür, tağutluktur,
sapıklıktır, cahiliyyedir. İşte bununla ilgili bazı ayeti
kerimeler:
“Hüküm
ancak Allah’ındır. O da, kendisinden başkasına kulluk
yapmamanızı emretmiştir. işte dosdoğru din budur. Fakat insanların
çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
“Aralarında
Allah’ın indirdiği ile hükmet-yönet ve onların arzularına
uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni
saptırmalarına dikkat et. Eğer (Allah’ın hükümlerinden) yüz
çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak günahlarının bir kısmını
onların başına bela etmek ister. insanların bir çoğu da zaten
fasıktırlar (yoldan çıkmışlardır). Yoksa onlar cahiliyye
(İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? iyi anlayan bir topluma
göre hükmü bakımından Allah’tan daha iyi kim vardır?”
(Maide: 49-50)
“Sana
indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri
görmedin mi? zira onlar tağutla (Allah’ın indirmediği
sistemlerle) yönetilmek istiyorlar. Halbuki onu (tağutu) inkar
etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları büsbütün saptırmak
istiyor.” (Nisa: 60)
“Hayır,
Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan antlaşmazlık hususunda
seni (şeriatı) hakem kılıp sonra da verdiğin hükme (şeriatın
hükmüne) içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”
(Nisa: 65)
“Kim
Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse işte
onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)
Bu
ayeti kerimelerin ışığında görüldüğü gibi Allah’ın
indirdiği ile yönetmemek, Allah’ın indirdikleri hükümlere rağmen;
kendinden hükümler, yasalar ortaya koyarak insanları yönetmeye
kalkmak gerçekten en büyük isyandır, zulümdür. İşte
demokratik sistemin yasama organında yapılan da budur. O halde
oraya üye olması için birisini oyla da olsa desteklemek, o kişiyi
günah işlemeye, en azından zalim ve fasık olmaya itmek ve o
yolda desteklemek demektir. Halbuki bir Müslüman’ın
takınacağı tavır, oy vermeye davet etmek ve ona koşmak değil
bilakis oy vermekten kaçmak ve sakındırmak olmalıdır. Zira
Allah’u Teâla günahta değil takvada yani Allah’ın hükümlerine
sarılmakta yardımlaşmayı emrediyor:
“İyilik
ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma)
hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın.
Allah’tan korkun (O’nun şeriatına bağlanın). Çünkü Allah’ın
cezası çetindir.” (Maide: 2)
Resulullah
(s.a.v) şöyle buyurdu: “İster zalim olsun, ister mazlum (mümin)
kardeşine yardım et.” Oradan bir adam; “Ya Resulullah,
mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise nasıl yardım
edebilirim? Dedi. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Onu
zulüm yapmaktan alıkoyarsın. işte bu ona yardımdır.”
(Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)
II-
ŞER-Î HÜKÜM VE TAVRIMIZ
Şu
halde biz Müslümanların demokratik seçimlerde tavrımız, ona
katılmak değildir. Ona katılarak bazı Müslümanları şirk, zulüm,
günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir. Bu işten
Allah’a sığınmalıyız. Tavrımız; hayatımızı
kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm ve zulümat ile,
cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti sistemi tüm
kurumları ile ret edip hayatımızdan söküp atmak ve Allah’ın
dinini hakim kılmak için Allah’a dayanıp, Allah’ın hükümlerine
sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve sebatla çalışmak olmalıdır.
Küfür ve ehline taviz vermemeli, hakkı izhar edip batılın
tepesine balyoz gibi indirmeliyiz. Hakkı anlatıp batılı inkar
ederken insanların zulmünden ve şerrinden hiç korkmamalıyız.
Laikliğin, demokrasinin, milliyetçiliğin, pragmatik düşüncenin
kapitalizm ve sosyalizmin küfür olduğunu, batıl olduğunu, hakkın
ancak Allah’ın dini İslâm olduğunu, İslâm’ın tek doğru
ve bütün dinlerin, ideolojilerin, fikirlerin, nizamların
üstünde olduğunu, insanların yaşantısına ancak onun hakim olması
gerektiğini onun dışındaki bütün din ve nizamların red
olunması gerektiğini söylemek ve bunun tahakkuku için çalışmak
olmalıdır.
İşte
demokratik parlamento seçimlerinin anlamı, şer-i hükmü ve bunun
karşısında Müslüman’ın takınması gereken tavır budur. Böylesi
seçimlerde tavrımız ne olmalıdır? diyen kimse
eğer bunda samimi ise, bu şer-i hükmü ve tavrı alır ve
gereğince amel eder. Yani “işittik, itaat ettik” der.
“İşittik, isyan ettik” diyenlerden olmaz. Allah’ın hükmü
karşısında akıl, mantık yürütmeye kalkmaz. Bilakis Nisa
suresi 65. ayeti kerimesinde belirtildiği gibi şer-i hükmü
içinde bir sıkıntı duymaksızın alıp tam teslimiyetle uygular.
Bu
hususta şer-i hükmün ve tavrın bu olduğu ortaya konunca, İslâm
adına hareket ettiğini söylerek, Müslümanların büyük bir kısmını
da etkileyen bazı şahıs ve çevreler şöyle itirazda
bulunuyorlar:
III-
BAZI İTİRAZLAR VE
YAKLAŞIMLAR
1-
“Evet demokrasi küfürdür. Parlamentoya girip onun çalışmasına
katılmak da en azından haramdır. Fakat bizim orada adamlarımız
olsa, bu Müslümanların faydasına olmaz mı? Demokratik parti ile
İslâm Devleti kurulmaz, fakat o partinin parlamentoda olması
hatta hükümet olması, Müslümanların İslâmi faaliyetlerine
kolaylık sağlar. Yollarını açar. Onun için Müslümanların bu
seçimlere katılıp İslâm’ın gelmesini isteyen şahıs ve
partileri desteklemeleri gerekir. Aksi halde Müslümanların
menfaatlarına karşı çıkmış, parlamentonun tamamen İslâm düşmanlarının
eline geçmesini sağlamış olurlar” diyorlar.
2-
“Biz hakkı açıkça söylersek batıl ehli, laikler, Kemalistler
ve onların güdümündeki subay ve generaller bizi ezerler, hapse
atarlar, işlerimizden ederler, hiç bir İslâmi faaliyete izin
vermezler. Onun için biz onların şerrinden korunabilmek maksadı
ile onların aralarına girmeli ve onlardan görünmeliyiz. Biz de
demokratız, laikiz, cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz demeliyiz. O
zaman onlar bize tavır almazlar. Biz de böylece daha rahat çalışarak
güçleniriz. Onun için demokratik parti kurmalı ve onu seçimlerde
desteklemeliyiz. Yoksa yok oluruz.” diyorlar.
3-
“Bizim öyle sert, katı, uzlaşmaz bir görünüm ortaya koymamıza
gerek yok. Çünkü hoşgörülü, yumuşak, sevgi ile muamele her
kapıyı açar. Hem biz herkesi sevmeliyiz. Tüm insanlarla ya dinde
kardeşiz ya da hilkatte kardeşiz. Müslüman olsun olmasın her
insana sevgi ile muamele etmeli, hoşgörülü, uzlaşmacı
olmalıyız. O zaman onları da karşımıza almış olmayız.
Onların bize düşmanlık yapmalarından, zararlarından korunmuş
oluruz. İslâm’a hizmet faaliyetlerimizi de bir yandan
sürdürürüz.” diyorlar.
IV-
BU YAKLAŞIMLARA
CEVAPLAR
Şimdi
bu yaklaşımları müminler için hidayet, nur olarak gönderilmiş
olan Kur’an ve Sünnet ışığında inceleyelim. İncelememize geçmeden
önce şunu hemen belirtelim ki; bu yaklaşımların hiç birisi de
İslâmi zihniyet ürünü değildir. Evet, bu yaklaşımları
ortaya koyanlar her ne kadar Müslüman olduğunu söyleyen ve onların
tesirinde kalan Müslüman kimseler olsalar da İslâmi zihniyet
ürünü değildirler. Zira İslâmi zihniyette Allah’a kul olma
bilinci esastır. Bu bilinç kişiye sadece Allah’a teslim olmaya,
sadece O’na dayanmaya ve itimat etmeye ve sadece O’nu razı etme
gayesine iter. Onun amellerinin ölçüsü helal-haram,
sevap-günahtır. Onun fikri ve hükmü sadece Kitap ve Sünnetten
alınandır.
Yukarıda
belirtilen yaklaşımları ortaya koyanlar, bu yaklaşımlarını
Kitap ve Sünnetten almayıp vakıadan almışlardır. Kitap ve Sünnete
başvursalardı bu yaklaşımları bulamayacaklardı. Bilakis tam
aksi bir yaklaşım bulacaklardı. Şimdi Kitap ve Sünnet
ışığında bu yaklaşımları inceleyelim:
1-
Bu yaklaşım tamamen pragmatik bir yaklaşımdır. Yani ameli
neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme
yaklaşımı. Amellerde fayda ve zararı temel ölçü kabul etme
yaklaşımı. “Faydalı olan şey iyidir, yapılmalı,
zararlı olan şey kötüdür, yapılmamalı” anlayışı.
Yani aklı iyi-kötü, hayr-şer hususunda hakem kılmaktır.
Halbuki
Müslüman için asıl olan; Allah katındaki iyi-kötü, hayr-şer’dir.
Onu da akılla bilemeyeceğimize göre Allah’ın indirdiğine
başvurarak yani şeriatına başvurarak O’nun hayr dediğini
yapmak, şer dediğinden kaçınmak esastır. Hayr ve şerri, iyi ve
kötüyü, güzel ve çirkini belirleyen şeriattır, akıl değil!.
İşte bunun böyle olduğunu gösteren bir kaç ayeti kerime:
“Hoşunuza
gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin
hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olabilir.
Sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz,
Allah bilir.” (Bakara: 216)
Demek
ki, hayr ve şerrin tayini bizim duygu ve aklımızla değil, Allah’ın
ilmine bırakılmıştır. Allah’ın ilmini de Resul’ün getirdiğinden
alabiliriz. Başka bir yerden değil. Bunu da Allah’u Teâla şöyle
emretti:
“Resul
size ne getirdi ise onu alın ve sizi neden nehyetti
ise ondan kaçının.” (Haşr: 7)
Resul
(s.a.v) de şöyle buyurmaktadır: “Bizim dinimizde olmayan her
iş red edilir.” (Buhari, K. Buyu’; Müslim, K. Akdiyye,
3243)
Müslümanlar
için menfaatin değil de sevap ve günahın ölçü olduğunu şu
ayeti kerime açıkça ortaya koymaktadır:
“Sana
şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki; Her ikisi de büyük
günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin
de günahı faydasından daha büyüktür.” (Bakara: 219)
Görüldüğü
gibi Allah’u Teâla bu ayeti kerimesinde menfaati değil, günahı
esas kılmıştır. Demek ki; bir hususta insanlar için bazı
menfaatler ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı?
Elbette ki günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir Müslüman
için asıl menfaat Ahirette günah ile Rabbinin huzuruna çıkmamasıdır.
Şimdi
bunu demokratik parlamento seçimlerine indirirsek; demokratik
parlamentoya girmekte bazı menfaatler olabilir. En azından öyle
zannedilebilir. Fakat orada bulunmakta günah da vardır. Bunu
yukarıda izah ettik. Şimdi ne yapılmalı? O günahı işleyerek o
menfaatleri elde etmeye mi çalışılmalı? Yoksa günah işlemeyip
o menfaatlerden vaz mı geçmeli? İşte bununla imtihan oluyoruz.
Elbette ki günah işleyerek o menfaatleri elde etmeye çalışmamalıyız.
O menfaatler uğruna kendimizi bile bile ateşe atmamalıyız. Aksi
halde hem dünyada hem Ahirette Allah’ın yardımından yoksun
kalırız da perişan ve hüsrana uğrarız. Allah’u Teala şöyle
buyuruyor:
“Allah
size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç
kimse yoktur. Eğer sizi (yardımsız) bırakıverirse, O’ndan
sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip
dayanmalıdırlar.” (Âl-i imran: 160)
2-
Onların şerrinden emin olmamız için onlardan görünmeliyiz,
diye özetlenebilecek olan bu yaklaşımı Allah, kendisine güvensizlik
ve kalpte hastalık olarak vasfetti. Hiç tasvip etmediğini de şöyle
bildirdi:
“Kalplerinde
hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden
korkuyoruz’ diyerek onların arasına
koştuklarını görürsün.” (Maide: 52)
Görüldüğü
gibi Rabbımız Allah’u Teâla, iman edenlerin dikkatini çekerek
kafirleri dost ve yardımcı edinmemeye davet ediyor. Yahudi ve
Hıristiyanları zikretmesi cüzü zikredip, küllü kastetmesidir.
Yani bu konu bütün kafirleri kapsar. Onları veli (dost ve
yardımcı) edinmek onların istediği çizgide olmak demektir,
onlara tabi olmak demektir. Çünkü Allah, onları veli edinenleri
onlardan saydı. Yani onlar gibi oldu, onlar gibi davranıyor,
onların çizgisinde bulunuyor saydı. Ki bu, elbette zulümdür. Bu
zulüm üzerinde inatla ısrar edenleri de kendi hallerine terk
etmekle tehdit etti.
Bu
ayetin mefhumunu günümüze indirirsek; iman ettiğini söyleyen
bir kimse, ben demokratım, milliyetçiyim, laikim,
cumhuriyetçiyim, Atatürk de bizden olurdu gibi laflar ve yaklaşımlarla
demokrat, laik, cumhuriyetçi, milliyetçi, Kemalist kafirlerin
çizgisinde olduğu görüntüsü vermeye çalışmamalıdır. Aksi
halde Allah onu da onlardan sayar da o kişi zalimlerden olur. Bir Müslüman
onların çizgisinde olamaz. Onların çizgisinde olmadıkça onları
razı edemez. Onları razı edecek olursa Allah’ı razı edemez.
Bunun böyle olduğunu bir başka bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Dinlerine
uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı
olmayacaklardır.” (Bakara-120)
Maide
suresinin 52. ayetinde Allah onlardan görünme gayreti ile onların
arasına koşuşmayı “hastalıklı kalp” olarak vasfedip, kesin
ve de çok sert bir şekilde zemmetti. “Demokrasi, laiklik, vatancılık,
milliyetçilik, cumhuriyetçilik, Kemalizm” gibi çağdaş putlara
yapılan övgülere katılmak, onların korosu içerisine girmek ve
o koroya katılmaya koşuşturmak, çağdaş put hanelerden
anıtkabire ve parlamentoya koşuşturmak, işte bu zemmin
kapsamındadır. Allah’u Teâla onların bu işi yaparken gösterdikleri
mazereti de yani “başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz”
bahanesini de kesinlikle reddediyor. “Bizi hapse atarlar,
işimizden ederler, asarlar, keserler, onun için onlardan
görünüyoruz. Onun için demokrat, laik, milliyetçi, vatancı,
cumhuriyetçi, Kemalist gözüküyoruz” bahanesini de reddediyor.
Ve bu tutum içinde olanları tehdit ediyor. Allah’ın fethi ya da
azabı ile tehdit ediyor. Allah’ın fethi geldiğinde müminler
onları bu tutumlarından dolayı cezalandırırlar. Onun için pişman
olurlar, ya da Allah’ın azabı gelir onun için de pişman
olurlar. Böylesi batıl, geçersiz mazeretler ile çağdaş
demokratik sistemin yasama organına koşuşturmakla bu uğurda
mallarını, vakitlerini harcayan kimseler sevap ummalarına rağmen
şer-i hükme bağlanmamaktan dolayı amellerinin boşa çıkmasından
ve böylelikle hüsrana uğramaktan korksunlar. Çünkü Maide
suresinin 53. ayetinde bu tehdit vardır. Biz bu yaklaşımın yanlışlığını
da bu ayeti kerimelerin ışığında göstermek istedik.
3-
Kafirlere, zalimlere hümanist duygularla yumuşak, hoşgörülü,
uzlaşmacı ve sevgiyle muamele yaklaşımına gelince bunu da Allah’u
Teâla kesinlikle reddediyor:
“Onlar
isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak
davransınlar.” (Kalem: 8-9)
Görüldüğü
gibi ayeti kerimede Allah’u Teâla Resulü’nün şahsında onun
ümmetine kafirlere karşı tavizkâr tavır almayı yasaklıyor.
Allah’u
Teâla kafirlerin içyüzünü bize apaçık bildirerek onlara
karşı takınmamız gereken tavrı şöyle açıklıyor:
“Ey
iman edenler! Kendi dışınızdakileri (kafirleri) sırdaş
edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar.
Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Gerçekten, kin
ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen
sözlerden) belli olmuştur. içlerinde sakladıkları (düşmanlıkları)
ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, herhalde
ayetlerimizi size açıklamış oluruz.” (Âl-i İmran:
118)
İşte
bu ayet-i kerimelerle Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü bize
böylece apaçık bir şekilde beyan ediyor. Bu hakikatleri
bildikten sonra biz Müslümanların onlara karşı tavrı elbette
hoşgörü sevgi değil de nefret ve düşman tavrı olmalıdır.
Onlara sevgi gösterileri hem boşunadır hem de Allah’u Teâla’nın
tasvip etmediği bir tavır olur.
Onlar
bizim hakkımızda hiç hayır ve iyilik istemediklerine göre “gelin
demokratik arenaya girin, demokratik mücadele ile istediklerinizi
elde edin” diyorlarsa bilelim ki bu bizim hayrımıza
değildir. Eğer aklediyorsak onların bu davetlerine icabet etmeyiz.
Eğer icabet ediyorsak çok aptalca, akılsızca bir iş yapıyoruz.
Allah’ın sözüne kulak asmıyoruz demektir.
Onların
bize karşı kurdukları hile, tuzak ve düşmanlıklarından
kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve onlardan
görünme gayreti içine düşmek onların arasında koşuşturmak
değil sadece ve sadece Allah’ın şeriatına bağlanmaktır. Bunu
Allah (cc) şöyle bildirdi:
“Eğer
sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi
size hiç bir zarar vermez. şüphesiz Allah onların
yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i
imran: 120)
Demek
ki; “şer-i hükümlere göre davranırsak kafirler bizi yok
ederler” düşüncesi bu ayeti kerimenin mefhumuna tamamen
ters düşer. İlmiyle her şeyi çepeçevre kuşatan Allah’tan
daha iyi kim bilebilir ki. O, siz şeriata bağlanıp sabırlı
olun, onların hile ve tuzakları size bir zarar veremez, diyorsa Müslüman’a
düşen, Rabbisinin bu sözüne güvenip teslim olmaktır. Bunun
dışındaki bütün tavır ve yaklaşımlar kesinlikle gayri İslâm’idir.
SONUÇ
Bu
izahatlara demokratik seçimlerde Müslüman’ın tavrı ne olmalı
sorusuna cevap vermeye çalıştık.
Bazı
kimseler bu izahatları da, nasihatleri da işittiği halde şöyle
bir itirazla yine de o yanlış, batıl tutumlarında ısrar
ediyorlar. “Efendim, bu kadar alimlerimiz var, onlar bunu
bilmiyorlar mı? O kadar alim bizim bu demokratik parlamento seçimlerine
katılmamıza bir şey demiyor, hatta davet ediyorlar. Onun için
biz de onlara tabi oluyoruz” diyorlar.
Bu
yaklaşımda onlara kardeşlik duyguları içinde sesleniyoruz.
Ey
kardeşlerimiz! Aklınızı başınıza alın!
Biz
Müslümanlar alimlerimizi sever, sayarız, fakat Rabler ittihaz
etmeyiz. O halde alimleri Rabler ittihaz eden Yahudi ve Hıristiyanlar
gibi olmayınız!.. Yukarıdaki ayetler ve hadisler ışığında bu
meseleyle ilgili Allah’ın hükmü gayet açıkken hiç bir alimin
ters bir fetva verme yetkisi yoktur. Fetva vermeye kalkarlarsa, o
ancak heva ve hevesinden bir fetva olur ki bu red olunur. Ona rağmen
biz o alimlerimize tabi oluruz diyenler ve onlara tâbi olanlar,
Ahirette Allah’ın huzurunda hüsrana uğrayacaklarını Allah’u
Teâla ayeti kerimelerinde bildirmiştir.
Evet
şer-i hüküm ortada iken biz hocalarımızın, üstatlarımızın,
efendilerimizin yolunda gideceğiz diyenler bu ayetlerle muhatap
olurlar.
Sözün
özü, biz Müslümanlara düşen; çağdaş şirk, tağuti,
cahiliyye sistemi olan demokratik sistemin seçim arenalarında
ömür tüketmek değil de o pis sistemi, şer-i hükümlere bağlanarak
ve Allah’a dayanarak söküp atmak için çalışmak ve onun
yerine dünya ve ahirette aziz ve de mesud kılacak olan, İslâmî
hayatı tekrar hakim kılıp İslâm’ı aleme nur ve hidayet
olarak tatbik ve cihad ile taşıyacak olan Raşidî Hilâfet
Devleti’ni kurmak için ihlasla çalışmaktır. O zaman Allah yar
ve yardımcımızdır.
|