Ana Sayfa YIL 13   SAYI 155   RAMAZAN 1423   KASIM 2002 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ / AYET: 114-118

E. MANSUR

Camilerde Allah’ı anmayı engellemek, Allah’ın azametli iradesine inanmak ve iradeli olmakla ilgili ayetlerin tefsiri:

“Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır. Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zâtı) oradadır. Şüphesiz Allah'ın (rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.” (Bakara 114-115)

Ayetin münasebeti; kafir Kureyşlilerin (ve bu işi yapanların genelini kapsayan) Allah’ın mescitlerini, Müslümanların girip ibadet yapmalarını ve Allah’ın dinine davet etmelerini engellemeleri üzerinedir.

Eğer Allah (cc) mescitlerde anılmazsa tahrip edilmiş olur. Mescitlerin tahribi ise; yıkılması veya müzeye çevrilmesiyle gerçekleşebileceği gibi, Allah’ı anmayı engellemekle de gerçekleşir. Eski Sovyetler Birliğinde bir çok cami yıkıldı, bir çok cami bina olarak müzeye çevrildi veya başka alanlarda kullanım amacıyla aslından başka şeylere dönüştürüldü. Eski Yugoslavya’da, Hindistan’da ve Filistin’de Yahudiler aynı şeyleri yaptılar.

Türkiye’de Mustafa Kemal ve İsmet İnönü dönemlerinde de aynı olaylar olmuştur. Ayasofya camii bu tahribata bir delildir ve de müze konumu halen devam etmektedir. Ayasofya camiinde, Fatih döneminden Mustafa Kemal dönemine gelinceye kadar gece-gündüz Kur-an okunuyor, ibadet yapılıyor ve Allah’a davet ediliyordu. Bunları durdurmakla bu şekilde, bu mescidi tahrip edip Allah’ı Allah’ın mescidinde anılmasını engellediler. Atatürk’ün halefi İsmet İnönü ise; mescid konumunu tamamen tahrip edip müzeye çevirdi. Daha önce kapatılmış olan Hıristiyanlara ait haç ve diğer şirk resimlerini ortaya çıkarttı, bozulanlar tekrar nakşettirildi.

Kureyşliler Mescidi Haramı tamir ediyor ve ona pek çok ihtimam gösteriyorlardı. Tevbe süresinde bu hususa şu şekilde değinilmektedir:

“(Ey müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 19)

Kureyşliler, Hz. Muhammed (sav)’in ve arkadaşlarının Mescidi haramda Allah’a davet etmesini engelliyorlardı. Resulullah (sav) orada namaz kılabiliyor, ama Allah’ın dinine davet edemiyordu. Çünkü müşrikler bu işten Resulullahı (sav)’i men ediyorlardı.

Bundan anlaşılıyor ki, camii ve mescitlerde Allah’ı anmak sırf namaz kılmak değildir. Oralarda Allah’ın dinine davet edilmelidir. Bugün her yerde camilerin, yalnız namaza veya ticari yönde kullanımına müsaade edilmekte ve açılmaktadır. Buralarda Allah’ın dinine davet engelleniyor. Herhangi bir kişinin camilerde Müslümanları cihada çağırması engelleniyor, Allah’ın şeriatını tatbik etmeye ve İslam devletini tesis etmeye çağırdığı takdirde hapse atılıyor. Camilerde İslam gerçeklerini ve olaylarla ilgili İslami hükümleri içeren bildirileri dağıtmaya kalkışanları engelliyorlar. Avrupa’da dahi bir çok camilerin bu tavrı takındıklarına şahit oluyoruz.

Ne yazık ki; Allah’a davetin engellendiği bu camilerin çoğu birer ticaret merkezi haline dönüştü. Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde İslam ahkamına göre yöneticileri muhasebe etmek, bu yöneticilerin hainliklerini açığa çıkartmak, Allah’ın nizamını ve şeriatını anlatmak, yönetimi İslam ahkamına göre uygulamaya çağırmak yasaklanmıştır. Bu işi yapanlar ise ağır cezalara çarptırılmaktadır. İşte bu şekilde camilerde Allah’ı anmak engellemiş ve böylece camileri tahrip etmiş oldular. Bu kötü işleri yapanlardan daha büyük zalim kim olabilir?!

Bakalım, Resulullah (sav) İslam devletini kurduktan sonra camiler ne amaçla inşa edilmiştir: Medine’de ilk inşa edilen camide devletin bütün işleri yönetiliyordu. Cihada giden gruplar oradan hareket ediyordu. Orada Kur-an ayetleri öğretiliyor, dünya siyaseti konuşuluyor ve İslam açısından meselelere çözümler getiriliyordu. Daha sonra Müslümanlar bir memleketi fethedince; hemen Allah’ın dinine davet etmenin merkezi konumunda olan camileri tesis ediyorlardı. İnsanlar orada İslamla yetiştiriliyor, Allah’ın nizamını izah ediyor, askerler orada konaklıyor, donatılıyor, mali işler oradan yürütülüyor ve cezalar orada tatbik ediliyordu.

Ancak, korkarak camiye girenlere (!) gelince; bunlar ise kafirlerdir. Müşrikler Mekke fethedilince Mescid-ul Harama artık korkarak girmeye başladılar. Çünkü oradaki otorite Müslümanların eline geçmişti. Ondan sonra kafirlerin o mescide girmeleri tamamen yasaklandı. (Tevbe suresinde bu yasaklık açıklanmıştır.) Allah’u Teala bu ayette zalimlerin akıbetini ve camilerde olan otoritelerinin kalkacağını Müslümanlara müjdeliyor. Onlar ancak oraya korkarak girebilirler. Hem de onlar (kafirler) camilerde Allah’a, imana ve nizamına çağrıldığını görünce kalplerine daha fazla korku girer ve de girmektedir. Bundan dolayı kafirler camilerde gerçek İslami faaliyetlerin yapılmasından çok korkuyorlar. Bir çok devlet böylesi faaliyetleri yasaklamıştır. Ayrıca ABD’de de bazı camilerde yapılan İslam öğreniminden, eğitiminden ve kültürleştirmeden korkmaya başlamıştır. Özellikle Suudi Arabistan’da veya Pakistan’daki camilerin İslami faaliyetlerini yasaklamaya bu memleketlerin devletlerine baskı yapmaya başladı. Pakistan buna boyun eğip, camilerdeki Müslümanlarla savaşmaya ve faaliyetlerini yasaklamaya başladı.

Bütün bu zalimler dünyada rezil olacaklar ve ahirette büyük azap görecekler.

Kafir Kureyşliler dünyada rezil oldular, Mescid-ul Haram üzerindeki otoritelerini kaybettiler, savaşta yenilip İslam devletine boyun eğdiler.

“Allah çocuk edindi" dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir. (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir.” (Bakara 116-117)

Ayetin münasebeti; Allah kıbleyi Kudüs’ten Mekke’ye çevirince özellikle Yahudilerden itirazlar gelmiştir. Allah’u Teala; burada önemli olan şu veya bu tarafa yönelmek değil. Çünkü doğu ve batı Allah’a aittir, önemli olan Allah’a yönelmek olduğunu beyan etmektedir. Eğer insan doğuya veya batıya yönelirse, fakat niyeti samimi değilse veya Allah’a şirk koşarsa o yönelme neye yarar?!

Buna göre, Yahudiler ve Hıristiyanların ibadeti boştur. Çünkü, onlar Allah’a şirk koşmakta, ibadetlerini değiştirmekte ve Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğini inkar etmektedirler. Öyleyse, samimi olarak Allah nereye emrettiyse oraya mutlak yönelmek gerekir. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti ve mağfireti geniştir. Herkesin ne yaptığını, kime ibadet ettiğini ve niyetini tam olarak bilmektedir.

Öte yandan, insan kıblenin hangi taraf olduğunu tam olarak bilemezse, zannına göre herhangi bir tarafa yöneldiği takdirde onun bu yönelişi kabul edilir.

Yine dua etmek istiyorsa, Müslüman istediği tarafa yönelip dua edebilir. Zira, İbni Ömer (ra) bu ayetin duayla ilgili olduğunu belirtmiştir. Kur-an müfessirlerinden Mucahid, duayla ilgili ayet nazil olunca Müslümanlar; “nereye döneceğiz?” dediler. O esnada, yönelmekle ilgili bu ayet nazil oldu. Nitekim Müslüman herhangi bir tarafa yönelerek dua edebilir. Sadece, namaz hususunda kıbleye yönelmek gerekir .

Ayrıca, Allah’u Teala Kudüs tarafına yönelme yerine Mekke tarafına yönelmemizi talep etmekle inananları; Allah’ın dinini değiştirip şirke koşan ve ibadeti de bozan Yahudi ve Hıristiyanlardan ayırmak istemiştir. Aynı tarafa yönenildiği takdirde, onlarla bir müşterek tarafımızın olduğu zannı doğabilir. Kıblenin değişmesiyle onlarla hiç ortak tarafımız kalmadı. Biz Allah’a inanıyoruz, onlar Allah’a şirk koşuyorlar. Peygamberler hakkında değişik iftiralar uydurdular, Allah’ın indirdiği kitapları tahrif edip sahte Tevrat ve İnciller yazdılar. İbadetleri taharetsiz, sandalyede oturarak ve müzikle beraber yapıyorlar. Oysa namazda rüku ve sücut olmalıdır. Kur-anda ve hadislerde Musa ve İsa (as)’ın namazlarında rüku ve sücudun var olduğu gösterilmiştir. Onlar tek Allah’a, Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve Kur-ana inanıncaya kadar onlarla düşmanlığımız devam edecektir.

“Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.” (Bakara 118)

Önceki ayetin tefsirinde değindiğimiz gibi kıblenin değişmesine itiraz eden Ehl-i kitabın Allah’a ne kadar büyük iftira ettikleri bu ayette gösteriliyor; “Allah çocuk edindi!” Haşa! Subhanehu, O böyle şeyden münezzehtir, uzaktır ve üstündür. Önemli olan doğuya ve batıya yönelmek değil, şirksiz Allah’a yönelmek ve ona ihlas göstermektir. Allah niye bir çocuk edinsin ki? Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi onun mülküdür. İnsanlar onun mülküdür.

İsa, Musa, Üzeyr vesair nebiler ve resuller Allah’ın birer köleleri ve kullarıdır. Allah’ın mülkünün birer parçalarıdır, onları yarattı ve hayatlarına son verdi (öldürdü). Göklerde ve yeryüzünde herkes ve her şey Allah’a boyun eğmektedir. İster istemez Allah’a kulluk ederler. Kaza ve kaderin dışına çıkamazlar. Ayette; “” sözcüğü geçti. Bunun manası; boyun eğenler veya kulluk edenlerdir. Kafirler bile Allah’ın kaza ve kaderine boyun eğmeye mecburdurlar. Başlarına birtakım musibetler gelir. Ölüm musibeti onlara isabet eder ve böylece Allah’a boyun eğmiş olup teslim olurlar. Müslümanlar ise; isteyerek ve rıza göstererek Allah’ın emrine boyun eğerler, teslim olurlar ve kulluk ederler.

Allah’u Teala; kendini tenzih ettikten, gökleri ve yeryüzünün mülkü olduğunu gösterdikten sonra üstün yaratıcılığını hatırlatıyor. Bir çocuk edinmeye muhtaç değildir. Zira, gökler ve yeryüzünün yaratıcısı kendisidir. Hem de en üstün ve benzeri olmayan şekilde yaratmıştır. Her şeyi yoktan var ettiği gibi harikulade şekilde yaratmıştır. sözcüğü kullanılmıştır. Bunun manası; daha önce hiç benzeri olmamış olan bir şeyi yaratmaktır veya ortaya çıkartmaktır. İsa (as)’ı babasız yaratan Allah’tır. Çünkü, bir şey için emir verirse o şey hemen oluverir.

Bu Allah’ın azametini, büyüklüğünü ve kudretini gösterir. Bu nedenle, çocuğa hiç ihtiyacı yoktur. Herkesi ve her şeyi yarattığı gibi her şeyi de yok edebilir.

İnsan Allah’ın azametli kudretine şüphesiz ve kesin olarak inanmalıdır. Buna inanırsa Allah’a boyun eğer, kulluk eder, teslim olur. Bir gayeyi gerçekleştirmek için son çabasını sarf eder, fakat neticeyi elde edemezse veya tayin ettiği zamanda gayeyi gerçekleştiremezse ümitsizliğe kapılmaz. Ve şöyle düşünür; “Allah’ın kudreti benim kudretimden daha üstündür. O, her şeyi benden daha iyi bilir. Öyleyse ümitsizliğe kapılmadan daha fazla gayret sarf etmem gerekir.”

Böylece, insan güçlü ve dayanıklı olur. Allah düşmanların güçlerini yok etmeye kadirdir. Fakat kişilerin gösterdiği çabalar sonucu düşmanların gücü bir anda yok olmaya bilir. Bunun sebebini bilemeyiz. Bu noktada acze düşme yerine Allah’a daha fazla boyun eğmeli, O’na daha fazla muhtaç olunduğu noktası hissedilmelidir. Hiçbir zaman doğru hedefinden sapmadan, tekrar ve tekrar gayesi uğrunda insan son çabasını sarf etmekten kaçınmamalı. Çünkü, her şeyin zamanı vardır, Allah onun gerçekleşmesini isteyince ona; “ol der,” o hemen oluverir. Bu şekilde insan azimkar, sahih iradeli, kararlı olur. Bu şekilde davranmayanlar konuyu kavramamış veya tam inanmamış olanlardır. Bunlara bu konuyu kavratmak ve şüphesiz olarak buna inandırmak gerekir.

Misal olarak; Hilafet devletini kurmak yoluyla İslam hayatını yeniden başlatmak, İslam memleketlerini birleştirmek, bunları kalkındırmak ve dünyaya İslam davetini taşımak için çalışanlar, kendilerine karşı büyük ve küçük devletler, hatta cahil Müslümanların karşı durduklarını görürler. Bunlar çok çaba sarf ederler, bu çabalarının sonuçsuz kaldığı kanaatına kapılarak acze düşerler. Ümitsizlik ve acizliğe kapılanlar çaresiz kalmış insanlar gibi mücadeleyi bırakır.

Eğer bu kişiler Allah’ın iradesini ve kudretini hatırlarlarsa ve de tekrar kavrarlarsa bu duruma düşmezler. Allah o zaferin ne zaman olacağını ancak Kendisi bilir, onun hakkındaki mutlak kararı ancak O Resulullah (sav) buna benzer durum hasıl olunca onun dilinde geçen sözlerle şu ayet nazil oldu:

“...Bana ve size ne yapılacağını da bilmem...” (Ahkaf 9)

Öyleyse Müslümanlar olarak düşmanlarınıza karşı ölümüne mücadele edin ve dayanın. Allah ne zaman nusretini göndereceğini bilemeyiz. Fakat önemli olan husus; O’nun emrine boyun eğmek ve O’nun istediği şekilde O’na göre kulluk etmek gerekir ki; bizden razı olsun ve bizleri cennetiyle ödüllendirsin...

YIL 13  SAYI 155  RAMAZAN 1423  KASIM 2002

Yukarı