Camilerde
Allah’ı anmayı engellemek, Allah’ın azametli iradesine
inanmak ve iradeli olmakla ilgili ayetlerin tefsiri:
|
“Allah'ın
mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların
harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında
bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü
girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette
de büyük azap vardır. Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz
Allah'ın yüzü (zâtı) oradadır. Şüphesiz Allah'ın (rahmeti
ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.”
(Bakara
114-115) |
Ayetin
münasebeti; kafir Kureyşlilerin (ve bu işi yapanların genelini
kapsayan) Allah’ın mescitlerini, Müslümanların girip ibadet
yapmalarını ve Allah’ın dinine davet etmelerini engellemeleri
üzerinedir.
Eğer
Allah (cc) mescitlerde anılmazsa tahrip edilmiş olur. Mescitlerin
tahribi ise; yıkılması veya müzeye çevrilmesiyle gerçekleşebileceği
gibi, Allah’ı anmayı engellemekle de gerçekleşir. Eski
Sovyetler Birliğinde bir çok cami yıkıldı, bir çok cami bina
olarak müzeye çevrildi veya başka alanlarda kullanım amacıyla
aslından başka şeylere dönüştürüldü. Eski Yugoslavya’da,
Hindistan’da ve Filistin’de Yahudiler aynı şeyleri yaptılar.
Türkiye’de
Mustafa Kemal ve İsmet İnönü dönemlerinde de aynı olaylar
olmuştur. Ayasofya camii bu tahribata bir delildir ve de müze
konumu halen devam etmektedir. Ayasofya camiinde, Fatih döneminden
Mustafa Kemal dönemine gelinceye kadar gece-gündüz Kur-an
okunuyor, ibadet yapılıyor ve Allah’a davet ediliyordu. Bunları
durdurmakla bu şekilde, bu mescidi tahrip edip Allah’ı Allah’ın
mescidinde anılmasını engellediler. Atatürk’ün halefi İsmet
İnönü ise; mescid konumunu tamamen tahrip edip müzeye çevirdi.
Daha önce kapatılmış olan Hıristiyanlara ait haç ve diğer
şirk resimlerini ortaya çıkarttı, bozulanlar tekrar nakşettirildi.
Kureyşliler
Mescidi Haramı tamir ediyor ve ona pek çok ihtimam gösteriyorlardı.
Tevbe süresinde bu hususa şu şekilde değinilmektedir:
|
“(Ey
müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı
onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda
cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar Allah
katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete
erdirmez.” (Tevbe 19) |
Kureyşliler,
Hz. Muhammed (sav)’in ve arkadaşlarının Mescidi haramda Allah’a
davet etmesini engelliyorlardı. Resulullah (sav) orada namaz
kılabiliyor, ama Allah’ın dinine davet edemiyordu. Çünkü müşrikler
bu işten Resulullahı (sav)’i men ediyorlardı.
Bundan
anlaşılıyor ki, camii ve mescitlerde Allah’ı anmak sırf namaz
kılmak değildir. Oralarda Allah’ın dinine davet edilmelidir.
Bugün her yerde camilerin, yalnız namaza veya ticari yönde kullanımına
müsaade edilmekte ve açılmaktadır. Buralarda Allah’ın dinine
davet engelleniyor. Herhangi bir kişinin camilerde Müslümanları
cihada çağırması engelleniyor, Allah’ın şeriatını tatbik
etmeye ve İslam devletini tesis etmeye çağırdığı takdirde
hapse atılıyor. Camilerde İslam gerçeklerini ve olaylarla ilgili
İslami hükümleri içeren bildirileri dağıtmaya kalkışanları
engelliyorlar. Avrupa’da dahi bir çok camilerin bu tavrı takındıklarına
şahit oluyoruz.
Ne
yazık ki; Allah’a davetin engellendiği bu camilerin çoğu birer
ticaret merkezi haline dönüştü. Türkiye’de ve diğer İslam
ülkelerinde İslam ahkamına göre yöneticileri muhasebe etmek, bu
yöneticilerin hainliklerini açığa çıkartmak, Allah’ın
nizamını ve şeriatını anlatmak, yönetimi İslam ahkamına göre
uygulamaya çağırmak yasaklanmıştır. Bu işi yapanlar ise
ağır cezalara çarptırılmaktadır. İşte bu şekilde camilerde
Allah’ı anmak engellemiş ve böylece camileri tahrip etmiş
oldular. Bu kötü işleri yapanlardan daha büyük zalim kim
olabilir?!
Bakalım,
Resulullah (sav) İslam devletini kurduktan sonra camiler ne amaçla
inşa edilmiştir: Medine’de ilk inşa edilen camide devletin
bütün işleri yönetiliyordu. Cihada giden gruplar oradan hareket
ediyordu. Orada Kur-an ayetleri öğretiliyor, dünya siyaseti konuşuluyor
ve İslam açısından meselelere çözümler getiriliyordu. Daha
sonra Müslümanlar bir memleketi fethedince; hemen Allah’ın
dinine davet etmenin merkezi konumunda olan camileri tesis
ediyorlardı. İnsanlar orada İslamla yetiştiriliyor, Allah’ın
nizamını izah ediyor, askerler orada konaklıyor, donatılıyor,
mali işler oradan yürütülüyor ve cezalar orada tatbik
ediliyordu.
Ancak,
korkarak camiye girenlere (!) gelince; bunlar ise kafirlerdir. Müşrikler
Mekke fethedilince Mescid-ul Harama artık korkarak girmeye
başladılar. Çünkü oradaki otorite Müslümanların eline geçmişti.
Ondan sonra kafirlerin o mescide girmeleri tamamen yasaklandı. (Tevbe
suresinde bu yasaklık açıklanmıştır.) Allah’u Teala bu
ayette zalimlerin akıbetini ve camilerde olan otoritelerinin
kalkacağını Müslümanlara müjdeliyor. Onlar ancak oraya
korkarak girebilirler. Hem de onlar (kafirler) camilerde Allah’a,
imana ve nizamına çağrıldığını görünce kalplerine daha
fazla korku girer ve de girmektedir. Bundan dolayı kafirler camilerde
gerçek İslami faaliyetlerin yapılmasından çok korkuyorlar. Bir
çok devlet böylesi faaliyetleri yasaklamıştır. Ayrıca ABD’de
de bazı camilerde yapılan İslam öğreniminden, eğitiminden ve kültürleştirmeden
korkmaya başlamıştır. Özellikle Suudi Arabistan’da veya
Pakistan’daki camilerin İslami faaliyetlerini yasaklamaya bu
memleketlerin devletlerine baskı yapmaya başladı. Pakistan buna
boyun eğip, camilerdeki Müslümanlarla savaşmaya ve
faaliyetlerini yasaklamaya başladı.
Bütün
bu zalimler dünyada rezil olacaklar ve ahirette büyük azap
görecekler.
Kafir
Kureyşliler dünyada rezil oldular, Mescid-ul Haram üzerindeki
otoritelerini kaybettiler, savaşta yenilip İslam devletine boyun
eğdiler.
|
“Allah
çocuk edindi" dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir.
Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi
O'na boyun eğmiştir. (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır.
Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen
oluverir.” (Bakara 116-117) |
Ayetin
münasebeti; Allah kıbleyi Kudüs’ten Mekke’ye çevirince
özellikle Yahudilerden itirazlar gelmiştir. Allah’u Teala; burada
önemli olan şu veya bu tarafa yönelmek değil. Çünkü doğu ve
batı Allah’a aittir, önemli olan Allah’a yönelmek olduğunu
beyan etmektedir. Eğer insan doğuya veya batıya yönelirse, fakat
niyeti samimi değilse veya Allah’a şirk koşarsa o yönelme neye
yarar?!
Buna
göre, Yahudiler ve Hıristiyanların ibadeti boştur. Çünkü,
onlar Allah’a şirk koşmakta, ibadetlerini değiştirmekte ve Hz.
Muhammed (sav)’in peygamberliğini inkar etmektedirler. Öyleyse,
samimi olarak Allah nereye emrettiyse oraya mutlak yönelmek
gerekir. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti ve mağfireti geniştir.
Herkesin ne yaptığını, kime ibadet ettiğini ve niyetini tam
olarak bilmektedir.
Öte
yandan, insan kıblenin hangi taraf olduğunu tam olarak bilemezse,
zannına göre herhangi bir tarafa yöneldiği takdirde onun bu yönelişi
kabul edilir.
Yine
dua etmek istiyorsa, Müslüman istediği tarafa yönelip dua
edebilir. Zira, İbni Ömer (ra) bu ayetin duayla ilgili olduğunu
belirtmiştir. Kur-an müfessirlerinden Mucahid, duayla ilgili ayet
nazil olunca Müslümanlar; “nereye döneceğiz?”
dediler. O esnada, yönelmekle ilgili bu ayet nazil oldu. Nitekim
Müslüman herhangi bir tarafa yönelerek dua edebilir. Sadece,
namaz hususunda kıbleye yönelmek gerekir .
Ayrıca,
Allah’u Teala Kudüs tarafına yönelme yerine Mekke tarafına yönelmemizi
talep etmekle inananları; Allah’ın dinini değiştirip şirke
koşan ve ibadeti de bozan Yahudi ve Hıristiyanlardan ayırmak
istemiştir. Aynı tarafa yönenildiği takdirde, onlarla bir müşterek
tarafımızın olduğu zannı doğabilir. Kıblenin değişmesiyle
onlarla hiç ortak tarafımız kalmadı. Biz Allah’a inanıyoruz,
onlar Allah’a şirk koşuyorlar. Peygamberler hakkında değişik
iftiralar uydurdular, Allah’ın indirdiği kitapları tahrif edip
sahte Tevrat ve İnciller yazdılar. İbadetleri taharetsiz, sandalyede
oturarak ve müzikle beraber yapıyorlar. Oysa namazda rüku ve
sücut olmalıdır. Kur-anda ve hadislerde Musa ve İsa (as)’ın
namazlarında rüku ve sücudun var olduğu gösterilmiştir. Onlar
tek Allah’a, Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve Kur-ana
inanıncaya kadar onlarla düşmanlığımız devam edecektir.
|
“Bilmeyenler
dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize)
gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte
tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları)
nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere
âyetleri apaçık gösterdik.” (Bakara 118) |
Önceki
ayetin tefsirinde değindiğimiz gibi kıblenin değişmesine itiraz
eden Ehl-i kitabın Allah’a ne kadar büyük iftira ettikleri bu
ayette gösteriliyor; “Allah çocuk edindi!” Haşa!
Subhanehu, O böyle şeyden münezzehtir, uzaktır ve üstündür.
Önemli olan doğuya ve batıya yönelmek değil, şirksiz Allah’a
yönelmek ve ona ihlas göstermektir. Allah niye bir çocuk edinsin
ki? Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi onun mülküdür.
İnsanlar onun mülküdür.
İsa,
Musa, Üzeyr vesair nebiler ve resuller Allah’ın birer köleleri
ve kullarıdır. Allah’ın mülkünün birer parçalarıdır,
onları yarattı ve hayatlarına son verdi (öldürdü). Göklerde
ve yeryüzünde herkes ve her şey Allah’a boyun eğmektedir.
İster istemez Allah’a kulluk ederler. Kaza ve kaderin dışına
çıkamazlar. Ayette; “” sözcüğü geçti. Bunun manası;
boyun eğenler veya kulluk edenlerdir. Kafirler bile Allah’ın
kaza ve kaderine boyun eğmeye mecburdurlar. Başlarına birtakım
musibetler gelir. Ölüm musibeti onlara isabet eder ve böylece
Allah’a boyun eğmiş olup teslim olurlar. Müslümanlar ise;
isteyerek ve rıza göstererek Allah’ın emrine boyun eğerler,
teslim olurlar ve kulluk ederler.
Allah’u
Teala; kendini tenzih ettikten, gökleri ve yeryüzünün mülkü
olduğunu gösterdikten sonra üstün yaratıcılığını hatırlatıyor.
Bir çocuk edinmeye muhtaç değildir. Zira, gökler ve
yeryüzünün yaratıcısı kendisidir. Hem de en üstün ve benzeri
olmayan şekilde yaratmıştır. Her şeyi yoktan var ettiği gibi
harikulade şekilde yaratmıştır. “” sözcüğü
kullanılmıştır. Bunun manası; daha önce hiç benzeri olmamış
olan bir şeyi yaratmaktır veya ortaya çıkartmaktır. İsa (as)’ı
babasız yaratan Allah’tır. Çünkü, bir şey için emir verirse
o şey hemen oluverir.
Bu
Allah’ın azametini, büyüklüğünü ve kudretini gösterir. Bu
nedenle, çocuğa hiç ihtiyacı yoktur. Herkesi ve her şeyi
yarattığı gibi her şeyi de yok edebilir.
İnsan
Allah’ın azametli kudretine şüphesiz ve kesin olarak inanmalıdır.
Buna inanırsa Allah’a boyun eğer, kulluk eder, teslim olur. Bir
gayeyi gerçekleştirmek için son çabasını sarf eder, fakat
neticeyi elde edemezse veya tayin ettiği zamanda gayeyi gerçekleştiremezse
ümitsizliğe kapılmaz. Ve şöyle düşünür; “Allah’ın
kudreti benim kudretimden daha üstündür. O, her şeyi
benden daha iyi bilir. Öyleyse ümitsizliğe kapılmadan daha fazla
gayret sarf etmem gerekir.”
Böylece,
insan güçlü ve dayanıklı olur. Allah düşmanların güçlerini
yok etmeye kadirdir. Fakat kişilerin gösterdiği çabalar sonucu
düşmanların gücü bir anda yok olmaya bilir. Bunun sebebini
bilemeyiz. Bu noktada acze düşme yerine Allah’a daha fazla boyun
eğmeli, O’na daha fazla muhtaç olunduğu noktası
hissedilmelidir. Hiçbir zaman doğru hedefinden sapmadan, tekrar ve
tekrar gayesi uğrunda insan son çabasını sarf etmekten kaçınmamalı.
Çünkü, her şeyin zamanı vardır, Allah onun gerçekleşmesini
isteyince ona; “ol der,” o hemen oluverir. Bu şekilde
insan azimkar, sahih iradeli, kararlı olur. Bu şekilde
davranmayanlar konuyu kavramamış veya tam inanmamış olanlardır.
Bunlara bu konuyu kavratmak ve şüphesiz olarak buna inandırmak
gerekir.
Misal
olarak; Hilafet devletini kurmak yoluyla İslam hayatını yeniden
başlatmak, İslam memleketlerini birleştirmek, bunları kalkındırmak
ve dünyaya İslam davetini taşımak için çalışanlar,
kendilerine karşı büyük ve küçük devletler, hatta cahil
Müslümanların karşı durduklarını görürler. Bunlar çok
çaba sarf ederler, bu çabalarının sonuçsuz kaldığı
kanaatına kapılarak acze düşerler. Ümitsizlik ve acizliğe
kapılanlar çaresiz kalmış insanlar gibi mücadeleyi bırakır.
Eğer
bu kişiler Allah’ın iradesini ve kudretini hatırlarlarsa ve de
tekrar kavrarlarsa bu duruma düşmezler. Allah o zaferin ne zaman
olacağını ancak Kendisi bilir, onun hakkındaki mutlak kararı
ancak O Resulullah (sav) buna benzer durum hasıl olunca onun
dilinde geçen sözlerle şu ayet nazil oldu:
|
“...Bana
ve size ne yapılacağını da bilmem...” (Ahkaf 9)
|
Öyleyse
Müslümanlar olarak düşmanlarınıza karşı ölümüne mücadele
edin ve dayanın. Allah ne zaman nusretini göndereceğini
bilemeyiz. Fakat önemli olan husus; O’nun emrine boyun eğmek ve
O’nun istediği şekilde O’na göre kulluk etmek gerekir ki;
bizden razı olsun ve bizleri cennetiyle ödüllendirsin...
|