Acaba ilk kıblemiz olan Filistin, yöneticilerin
hainliği ile ümmetin vurdumduymazlığı arasında kayıp mı
olacak !?
İnsanlar, belki de bir
'sorun'un teşhisi hakkında
anlaşmazlığa düşmeyebilirler. Her ne kadar bu insanların
dinleri, akideleri veya hayata bakış açıları farklı da olsa.
Ancak akide ve ideolojilerin farklı olması, söz konusu olan
'sorun'un çözümü hakkındaki bakış açısını şekillendirir.
İşte bu bağlamda burada İslam ümmetinin, ölümcül
meselelerinden biri olan “Filistin Sorunu”nu mutlaka İslam
akidesi ve şer-i hükümler çerçevesinde değerlendirmenin gerektiğine
şiddetle işaret etmek istiyoruz. Bu bakış açısı; küçük-büyük
ve hayatın hangi alanı ile ilgili olursa olsun, her Müslümanda
olması gerekir. Allah’u Teala buyurur ki:
“Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm
verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme
hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık
bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)
Müslüman bir kimsenin nerede olursa olsun,
İslam’ın sadık ve güvenilir bir bekçisi olması gerektiği
gibi o kimsenin bağlılığı/mensubiyeti sadece ve sadece Allah’a,
Resulüne ve mü’minlere olması gerekir. Bu da, sonuç itibariyle
İslam ümmetinin sorunlarıyla sürekli olarak dertlenmesini,
çözümü için de çaba sarf etmesini gerektirir. Çünkü İslam
ümmeti tek vücuttur. Allah Resulü (s.a.v) buyurur ki;
“Mü’minlerin birbirlerine sevip
merhamet etmeleri ve kanat germelerinin en güzel örneği; vücudun
azalarıdır. Bu azalardan biri ızdırap duyduğu zaman diğerleri
de bu ızdıraptan etkilenir ve bütün vücut korumaya geçer.”
(Ahmed:17654)
İslam ümmetinin siyasi, ekonomik, fikri, sanayi
v.s tüm sorunlarına aydın bir bakışla bakıldığı zaman, bu
durumun; ölüm-kalım meselesi olan İslam’ın hayat ortamından
uzaklaştırılmasından kaynaklandığı görülür. Burada, klasik
ve geleneksek İslam’ı değil; fert, devlet ve toplum hakkında
çözüm mekanizması olan Allah (cc) tarafından gönderilen İslam’ı
kast ediyoruz. Zira insanlar, İslam’ın yaşayışın her
alanında uygulanmasından dolayı hayat bulacaklarını bir
bilseler, şuanda içerisinde bulundukları hayat bataklığında
kalmayı tercih ederler miydi? Ayrıca İslam’ın hâlâ hayat
ortamından uzak bırakılması; İslam ümmetinin güçsüz olmasına
ve bu ümmetin sömürgeci kafir devletlerin her yönden istilasına
uğramasına neden olmuştur.
İslam ümmeti; işaret ettiğimiz ana sorunu bu
veçhiyle idrak edip fert, devlet ve toplum bazında İslam’ı
uygulayacak olan samimi ve siyasi bir devlet kurmak için harekete
geçerek çalışmadığı sürece, şu anda şikayet ettiği bütün
sorunlar daha da artacak ve bu münker çukurundan asla
kurtulmayacaktır.
Burada Filistin meselesiyle ilgili iki acı gerçeği
hatırlatma gereğini hissediyorum:
Birincisi; ne yazık ki, dünyaya, saptırılarak
tamamen yanlış yansıtılan ve en çok kafirlerin tahrifi ve
azizliğine uğratılan meselelerden biri de Filistin meselesidir.
Kafirler bu bağlamda, tarih boyunca, sırf Filistin meselesinin
gerçek boyutunu gizleyip, ona başka boyut kazandırmak sureti ile ve asıl
olan sorunu göstermemek için sûni ve cüzi sorunları kasıtlı olarak
gündeme getirmişler, hâlâ da getirmektedirler.
İkincisi ise; yeni yetişen nesil Filistin
meselesi hakkında belki yok denilecek kadar az bilgiye sahiptir.
Edindiği bilgiler ise, kendilerine medya aracılığıyla Müslüman
memleketlerine göz dikmiş, dünyanın siyasi karar mekanizmasını
elinde tutmaya çalışan Amerika ve İngiltere gibi kafir sömürgeci
devletlerin aktardığı, gerçeğinden saptırılmış bilgilerdir.
Ne acı bir gerçek ki; bu nesil gerçeklerden tamamen uzak ve cahil
bırakılmıştır!!!
Müslümanlar ta Selefi salihin ve özellikle Raşidi
Halifelerden beri, Hilafet coğrafyasına ait olmayan tüm
memleketleri birer birer fethetmişlerdir. Filistin’in de içerisinde
yer aldığı Şam bölgesi de bu fetihten nasibini almıştır.
Bunun ardından bu bölge halkının tümü akın akın İslam’a
girerek onunla şereflenmiştir. Kendi memleketleri Dar-ül İslam’ın
bölünmez bir parçası olmuş ve sonuç itibariyle Hıristiyan
olan Rum imparatorluğu sona ermiş oldu. İşte o zamanlardan beri
sömürgeci kafir devletlerin, tarihi gerçek olan İslam’ın bu bölgede
girmiş olduğu savaşların ardından olağanüstü başarı gösterdiğini
ve kendilerinin de büyük kayıp vererek, saklanamayacak kadar ağır
yenilgilere uğradıklarını bir türlü kabullenememiş, hazmedememişlerdir.
Diğer bir ifadeyle kafirler, Şam halkının Müslüman oluşlarını
ve bu bölgenin İslam topraklarının bir parçası olduğunu hazmedememişlerdir.
Bu bağlamda küfür dünyası; İslam’ın itikadi, kültürel ve
fikri alanlarda büyük yenilgilere uğraması, insanların da
İslam’ı terk etmesi ve kendisinin bölgede egemen olması için
tarih boyunca mücadele etmişlerdir. Bu mücadele, bazen “Hrıstiyanlaştırma
misyonerliği” olarak belirmiş, bazen de sırf İslam
topraklarından koparıp tekrar işgal etme eylemiyle tezahür etmiştir.
Belki Rönesans dönemindeki haçlı seferleri ve birinci dünya
savaşından sonra doğan çağdaş ve modern sömürge sistemi,
ortaya koyduğumuz gerçeğin en belirgin ve açık kanıtıdır.
Zira İslam coğrafyası, özellikle bu bölge, kafir sömürgeci
olan İngiltere ve Fransa’nın askeri işgalinin getirdiği zulmü
yıllardır çekmiştir.
İşte kafirler, İslam ile Batı arasındaki ideolojik
çatışma açısından Filistin’de “yahudi” bir devletin
kurulması kaçınılmaz bir proje idi. Çünkü İslam’ın yenik
duruma düşmesi Batının öteden beri arzulayıp hayal ettiği bir
şeydir. Zaten meseleye İslam akidesi açısından bakan kimse,
Batının bu bağlamda egemenlik kurmak istediğini görür. Aslında
Filistin’de “yahudi” bir devletin olması İslam dünyasında
bir kriz bölgesi içindir, İslam ümmetinin kalbine saplanmış
zehirli hançer gibi ümmetin vücudunu parçalayan virüs gibidir.
Ayrıca bu bölgenin, Batının İslam alemine nüfuz etmek için
kullandığı bir köprü olduğunu her Müslüman’ın unutmaması
gereken bir gerçektir.
İşte Batı liderleri ve Yukarıda zikrettiğimiz
Batının projesi ne yazık ki yahudilerin rüyası olan Filistin’de
siyasi ve milli bir varlığın kurulması idi. Nihayet bu illegal
çiftleşme gerçekleşti. Zira ikinci dünya savaşının hemen ardından
Filistin’i işgal etmiş olan İngiltere, “Belfoor Doktrini”
uyarınca Filistin’de yahudi bir devletin kurulma projesini siyasi
ve finans olarak resmen benimsedi ve yahudilerin Filistin’in bir kısmında
yerleşmesini sağladı.
Yahudi varlığının 1948’de o bölgeye yerleşmesinde;
Filistin civarında bulunan Mısır ve Ürdün gibi memleketler
İngiltere sömürgeciliği altında iken, Suriye ve Lübnan ise
Fransa sömürgeliği altında idiler. Dolayısıyla bu
memleketlerin yöneticileri, Filistin’e ilişkin düzenlenen bütün
bu hainlik
dizisinin bir parçası idiler. Bu yöneticiler, yahudilerin
Filistin’de yerleşmesi için kafir devletlerin kendilerine verdiği
misyonu/görevi yerine getirdiler, ardından da orduları ve
istihbarat teşkilatı aracılığıyla yahudi varlığının güvenliğini
sağladılar ve hatta bölge halkını bu virüsü tanımalarına
zorladılar.
Fakat, “Batı-yahudi-bölge yöneticileri”
üçgeni işbirliğine rağmen, bölge halkının hatta dünyadaki
tüm Müslümanların Filistin konusundaki kanaatleri tamamen başka
istikamette idi. Bu kanaat; Filistin’in İslam topraklarından bölünmez
bir parça olması ve Resulullah (s.a.v)’in geceleyin yürüdüğü
kutsal bölgenin kafir olan yahudiler’in Batı aracılığıyla
İslam ümmetinin vücudundan koparmak istediği yönde idi. İşte
bu bağlamda her Müslüman, İslam aleminde virüs gibi yerleşen
ve kendisine “İsrail” denilen varlığı kökünden kazıyıp
sökmek ve haçlı seferlerinde olduğu gibi onların bölgedeki
izini silmek istiyordu. Ayrıca herkes yahudi varlığını tanımak
veya onu meşrulaştırmak gibi her türlü düşünceye şiddetle
karşı idi.
Siyasetçileri; bölge yöneticileri yahudi varlığını
tanısalar bile İslam ümmetinin gönlü olmadan bu varlığın kurulup
hayat sürdürmesinin mümkün olmayacağı kanaatine vardılar.
Yine yahudilerin sadece Filistin’de değil, İslam aleminin tümünde
yerleşmesi için yeni bir stratejinin çizilmesinin gerektiğine
inanıyordu. Batının Filistin ile ilgili yeni siyaseti, geçtiğimiz
20. yüzyılın ellili yılların sonunda ve altmışlı yılların
başında şekillenmeye başlamıştı. Bu siyaseti dört madde
halinde özetlemek mümkündür:
1- Asıl olan sorunun arada kayıp olup üzerinde
durulmaması için kasıtlı olarak tâli problemler meydana
getirilerek dikkatler onların üzerine çekilmek istenmektedir.
Nitekim hain Ürdün kralı Hüseyin, Filistin’in geriye kalan kısmı
Batı Şeria’yı yahudilere 1967 savaşında (senaryosunda) hazır
lokma olarak teslim etti. Tıpkı hain Enver Sedat’ın 1973 savaşında
(senaryosunda) yahudilere Sina çölünü teslim ettiği gibi. Böylelikle
asıl olan sorun (Filistin’in tümünün işgali konusu) unutuldu
ve yerine yeni oluşturulan sûni sorunlar geçti. Diğer bir
ifadeyle İsrail’in sadece yeni işgal ettiği, yani 1967
savaşından sonra işgal ettiği topraklardan çekilmesi söz
konusu olacaktı. Bununla paralel olarak yahudiler, Filistin’de
iyice yerleşip güç sahibi olduktan sonra yerleşimcilik,
özellikle Kudüs halkını toplu halde öldürme ve göçe zorlama
politikasını uyguladılar. Böylelikle dikkatleri asıl olan sorundan
uzaklaştırıp, yeni ürettiği problemlere çekmektedirler.
2- Filistin sorununu şer’i boyutu olan İslami
kimliğinden soyutlayıp, milliyetçilik gibi gayrı islami bir
platform vererek Arap-İsrail sorunu olarak tanıttılar. Şüphesiz
bu soyutlama politikasında değişik üsluplar uygulanmış, İslam
memleketlerinde bulunan hain yöneticilerin (özellikle Arap
yöneticilerin) kullandıkları medya ve yazarların
aracılığıyla büyük ölçüde rolleri olmuştur. Bu yöneticiler
ne zamanki Filistin meselesi gündeme gelirse, saptırmak amacıyla
İslam faktörünü bilinçli olarak uzaklaştırıp yerine Arap ve
diğer zehirli ve bölücü olan milliyetçi sloganlar koyuyorlardı,
“Filistin sorunu bizden çok şeyler aldı, bizi iyice yıprattı
ve gerilememize neden oldu” gerekçesiyle ellerini çektiler ve
Müslümanların da yardım etmelerine engel oldular. Öte yandan
gelecek nesillerin bu mesele hakkında cahil kalması için eğitim
metotlarını, (İsrail) varlığını kabullenecek şekilde düzenlenmektedir.
Arap ülkelere özellikle komşu ülkelere doğru
göçe zorlanmış ve evsiz kalmış Filistinliler ise; sırf “Filistin
mutlaka kurtulmalı” düşüncesini Müslümanlar nezdinde imkansız
kılmak için İslam ümmeti arasında kin, nefret ve fitne
tohumları ekmek suretiyle sistematik ve planlı bir şekilde büyük
katliamlara ve silahlı çatışmalara maruz kalmışlardır. Bu
bağlamda Ürdün’de (Kara Eylül), Suriye ve Lübnan’da
gerçekleştirilmiş katliamlar bunun en belirgin örneğidir.
3- Filistin’in asıl ve gerçek boyutunu ört
bas etmek için bu sefer Filistin sorununun tanıtma çemberini
daraltarak sadece Filistin-İsrail sorunu olarak gösterdiler.
4- Kafir devletler ve ajanları olan hain-ucuz yöneticiler,
Filistin meselesinin gerçek boyutunu yine örtbas edip, bu sorunun
çemberini daha da daraltmak için sözde Filistin halkını temsil
eden ve Filistin meselesinde tek yetkili ağız ve söz sahibi
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) veya “Filistin yönetimi”ni
kukla olarak karşımıza koydular. Bunu da medya aracılığıyla
gerçeği saptırmak suretiyle Müslüman kamuoyunu aldatarak, son
derece sinsi bir üslupla gerçekleştirdiler, şöyle ki: Filistin
meselesinden sadece Filistinliler söz edebilir, Filistin toprakları
Filistinlilere aittir, bu konuda sadece Filistinliler söz
sahibidir, Filistinliler kendi geleceğini ancak kendileri
çizebilir, bu mesele onların sorunu başkasının değildir, hiç
kimsenin Filistin ve Filistinlilerin iç meselelerine karışma
hakkı ve yetkisi yoktur... gibi düşünceleri yayarak hakikati
saptırma amaçlı bir kamuoyu oluşturuldu. Hatta bu bağlamda hain
yöneticiler, 1974 yılında Rabat’ta yapılan Arap zirvesinde FKÖ’nün
Filistin halkının yegane temsilcisi olduğunu ilan ettiler.
İlan edilen FKÖ’nün İslam’a ve İslam
ümmetine ileride rol icabı yapacakları hainlik dizisini örtmek,
aynı zamanda Filistin halkını memnun etmek (!) için, ABD’nin
özellikle Ortadoğuda çıkarlarını korumak uğruna kendisine
devlet adını verdiği, fakat gerçek anlamda devlet özelliklerine
sahip olmayan Filistinlilere has bir devletin/varlığın
kurulmasını uygun görmüştür.
Arap dünyasında 1948’den bu yana Cemal
Abdul-nasır, kral Faysal gibi yıldızı parlayan tüm liderlerin
Filistin meselesi ile ilgili yaptıkları icraatlar hep bu yönde
idi. Örneğin; FKÖ’nün ilk kurulduğunda “Filistin’i denizden
nehire kadar kurtarmak için bu uğurda yahudilerle kanın son
damlasına kadar savaşacağız” diyordu. Oysa bundan asıl amaç
ise savaş ortamını hazırlarken, Müslümanların duygularını
deşarj ederek belli kanallara boşaltmak ve ümmeti oyalamaktı.
Nitekim bütün bunları başaran ve ümmetin liderliğini alanlar
bugün “Barış” denilen zillet ve ihanet sürecine nasıl
koşuştuklarını görmekteyiz. Bu hain lider ve yöneticilerin
üstlendikleri görevi zararsız bir şekilde yerine getirmeleri için
birçok samimi olabilecek liderleri tasfiye etmeyi gerektirdi. Zira
FKÖ bu tür olaylara sık sık sahne olmuştur.
“Filistin devleti” meselesine gelince; İslam
dini kafir devletlerin Müslüman memleketleri arasında çizdiği
sınırları tanımaz. Bu sınırların devam ettirilmesi şer’an
haram olduğu kadar kaldırılması da o kadar farzdır.
“Hakikaten bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben
de sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin.” (Enbiya 92)
İslam aleminde yaşanan bölünmeler ve kurulan
yeni devletçikler bizi hiçbir zaman sevindirmez. Şüphesiz kafir
devletlerinin fikir babası olduğu herhangi bir projenin sonucunda
mutlaka Filistin kayıp olacak ve İslam ümmeti hüsrana uğrayacaktır.
“...Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost
edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” (Nisa:119)
“Şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o
sizin için apaçık bir düşmandır.” (En’am 142)
Müslüman beldesi olan Doğu Timur’un
Endonezya’dan koparılarak ayrı bir devlet olması, İslam
toprağı olan güney Sudan’ın koparılarak yeni bir devlet
olması, Irak’ın bölünerek üç ayrı devlete ayrılması... Ne
gariptir ki kafirler, birleşmeye ve sınırları kaldırmaya doğru
giderken, Müslümanları bölerek paramparça edip, düşmanlara
kolay lokma hale getiren bu hain yöneticilere bizi mahkum ettiler.
Bütün bu siyasi ve tarihi gerçeklerden sonra
anlaşılıyor ki; Filistin meselesinin 1948’den bugüne kadar ulaştığı
boyut kafir devletlerin ve yahudilerin halkı Müslüman olan
memleketlerdeki hain-ucuz yöneticilerle çevirdikleri sinsi ve yıkıcı
entrikaların semeresidir. Böylelikle Müslüman memleketlerini
kafir devletlere teslim etmek isteyen ve İslam topraklarını satan
hain yöneticilerin maskesi düştü ve gerçek yüzleri açığa çıktı.
1989’da Filistin milli meclisi yahudi varlığı olan İsrail’i
resmen tanıdıktan sonra FKÖ’nün ileri gelenlerden biri olan
Hani El-Hasan şu açık itirafta bulunmuştu: “Aslında onlar
İsrail’i tanıma kararını ta 1969’dan beri almışlardı.
Ancak bu kararı ilan etmek için yirmi sene geçmesi gerekiyordu.
Çünkü onlar, Filistin topraklarının %78’inden vazgeçmesi
için Filistin halkını ikna etmeleri gerekiyordu.”
İslam ümmeti olarak şunu bilmemiz gerekir ki;
Filistin İslami bir topraktır. İslam coğrafyasının bölünmez
ve parçalanmaz bir dilimidir. Allah’u Tealanın çevresini
mübarek kıldığı bir topraktır. Müslümanların namaza yöneldikleri
ilk kıbledir. İki şanlı harem mescitlerinin üçüncüsü ve
Resulullah (s.a.v)’in geceleyin yürüdüğü mekandır. Sahabeler
orasını fethettiler, tarih boyunca bütün Müslümanlar Filistin’i
muhafaza ettiler ve bu emanet uğruna canlarını ve mallarını
verdiler. Bugün de Filistin boynumuzda bir emanettir. Hiç kimsenin
ister şahıs olsun, ister halk olsun, ister örgüt olsun, isterse
devlet olsun Filistin’i satma veya ondan vazgeçme yetkisi yoktur.
Kim de bunu yaparsa Allah’a, Resulüne ve bütün mü’minlere
ihanet etmiş olur ki, Allah’ın, Resulü’nün ve mü’minlerin
lanetlerine uğramış olur. Filistin Müslümanları İslam
ümmetinin evrensel mozaiğinin ayrılmayan bir parçasıdır.
Burada önemli bir soru hepimizin aklına
gelebilir; acaba devam etmekte olan (barış!) süreci başarılı
olacak mı? Zira başarılı olduğu takdirde Filistin tamamen
kayıp olacak ve kafirlere satılacaktır. Bu sonuç son derece
vahim ve tehlikelidir. Bu faciayı engellemek için bizler İslam
ümmeti olarak ne yapmalıyız? Eğer her zamanki gibi susmayı
tercih edersek, biz de Allah’ın gazabına uğramış,
lanetlenmiş hainler ve susanlar zümresine gireriz maazallah.
İslam’ın prensiplerine baktığımız zaman
bu sorunun ve diğer sorunlarımızın yegane çözümü, makalenin
başında söylediğimiz gibi İslam’ı tatbik edecek, Müslüman
beldeleri tek bir çatı altında birleştirecek, İslam beldelerindeki
sömürgeci kafir devletlerin egemenliğine son verecek ve İslam
risaletini, İslam nurunu davet ve cihad yoluyla bütün dünyaya
hidayet dini olarak taşıyacak nübüvvet üzere Raşidi Hilafet
devletinin kurulmasıyla olur. Bu görev şer-i bir yükümlülüktür.
Yani namaz, oruç, hacc, şer-i kıyafet giyme farziyetleri gibi bir
farzdır. Bu büyük farzı yerine getirmeyen kimse ise günahkardır.
Yüce Allah bizi günahkarlardan eylemesin. Allah’u Teala şöyle
buyurmuştur:
“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını
gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan
münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. Biz, Musa'ya
Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: "Benden başkasına
dayanılıp güvenilen bir Rabb edinmeyin" diyerek bu Kitabı
bir hidayet rehberi kıldık. (Ey) Nuh ile birlikte (gemide)
taşıdığımız kimselerin nesli! Şunu bilin ki; Nuh, çok şükreden
bir kul idi. Biz, Kitapta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde
iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir
kibre kapılacaksınız, diye bildirdik. Bunlardan ilkinin zamanı
gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik.
Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine
getirilmiş bir vaat idi. Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet
ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık;
sayınızı daha da çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz kendinize
etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık
diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler,
daha önce girdikleri gibi yine Mescide (Süleyman Mâbedi'ne)
girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip
etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat
kıldık). Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine
(fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız.
Biz cehennemi kafirler için bir hapishane yaptık.” (İsra
1-8)
Resulullah (sav) de şöyle buyurmuştur:
“Sizler Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet
kopmaz. Öyle ki taşlar bile: Ey Müslüman arkamda yahudi var, gel
onu öldür diyecek.” (Buhari: 2709)
Bu hadis; emir/talep nitelikli bir haber/müjde
içermektedir. Artık Raşidi Hilafet devletinin kurulması için
İslam ümmetinin samimi evlatlarıyla beraber çalışmanın
zamanı gelmedi mi? Resulullahın müjdelediği Raşidi Hilafet
devleti için çalışın ki, Allah’ın rızasını kazanasınız
ve Filistin sorunu başta olmak üzere içerisinde bulunduğunuz
buhranlardan kurtulasınız. Eğer böyle yapmazsanız Allah sizi
yok eder, bu işi yerine getirecek bir topluluk meydana getirmeye
muktedirdir. Kafirler buna engel olamazlar. Zira Allah’u Teala her
şeye kadirdir.
“O gün mü’minler de Allah'ın yardımıyla
sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç
sahibidir, çok esirgeyicidir.” (Rum: 4-5)
|