Ana Sayfa YIL 13   SAYI 157   ZİLKADE 1423   OCAK 2003 E-Mail

İSLAM ÜMMETİ VE FİLİSTİN SORUNU

Fuad HAMİDOĞLU

Acaba ilk kıblemiz olan Filistin, yöneticilerin hainliği ile ümmetin vurdumduymazlığı arasında kayıp mı olacak !?

İnsanlar, belki de bir 'sorun'un teşhisi hakkında anlaşmazlığa düşmeyebilirler. Her ne kadar bu insanların dinleri, akideleri veya hayata bakış açıları farklı da olsa. Ancak akide ve ideolojilerin farklı olması, söz konusu olan 'sorun'un çözümü hakkındaki bakış açısını şekillendirir. İşte bu bağlamda burada İslam ümmetinin, ölümcül meselelerinden biri olan “Filistin Sorunu”nu mutlaka İslam akidesi ve şer-i hükümler çerçevesinde değerlendirmenin gerektiğine şiddetle işaret etmek istiyoruz. Bu bakış açısı; küçük-büyük ve hayatın hangi alanı ile ilgili olursa olsun, her Müslümanda olması gerekir. Allah’u Teala buyurur ki:

“Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)

Müslüman bir kimsenin nerede olursa olsun, İslam’ın sadık ve güvenilir bir bekçisi olması gerektiği gibi o kimsenin bağlılığı/mensubiyeti sadece ve sadece Allah’a, Resulüne ve mü’minlere olması gerekir. Bu da, sonuç itibariyle İslam ümmetinin sorunlarıyla sürekli olarak dertlenmesini, çözümü için de çaba sarf etmesini gerektirir. Çünkü İslam ümmeti tek vücuttur. Allah Resulü (s.a.v) buyurur ki;

“Mü’minlerin birbirlerine sevip merhamet etmeleri ve kanat germelerinin en güzel örneği; vücudun azalarıdır. Bu azalardan biri ızdırap duyduğu zaman diğerleri de bu ızdıraptan etkilenir ve bütün vücut korumaya geçer.” (Ahmed:17654)

İslam ümmetinin siyasi, ekonomik, fikri, sanayi v.s tüm sorunlarına aydın bir bakışla bakıldığı zaman, bu durumun; ölüm-kalım meselesi olan İslam’ın hayat ortamından uzaklaştırılmasından kaynaklandığı görülür. Burada, klasik ve geleneksek İslam’ı değil; fert, devlet ve toplum hakkında çözüm mekanizması olan Allah (cc) tarafından gönderilen İslam’ı kast ediyoruz. Zira insanlar, İslam’ın yaşayışın her alanında uygulanmasından dolayı hayat bulacaklarını bir bilseler, şuanda içerisinde bulundukları hayat bataklığında kalmayı tercih ederler miydi? Ayrıca İslam’ın hâlâ hayat ortamından uzak bırakılması; İslam ümmetinin güçsüz olmasına ve bu ümmetin sömürgeci kafir devletlerin her yönden istilasına uğramasına neden olmuştur.

İslam ümmeti; işaret ettiğimiz ana sorunu bu veçhiyle idrak edip fert, devlet ve toplum bazında İslam’ı uygulayacak olan samimi ve siyasi bir devlet kurmak için harekete geçerek çalışmadığı sürece, şu anda şikayet ettiği bütün sorunlar daha da artacak ve bu münker çukurundan asla kurtulmayacaktır.

Burada Filistin meselesiyle ilgili iki acı gerçeği hatırlatma gereğini hissediyorum:

Birincisi; ne yazık ki, dünyaya, saptırılarak tamamen yanlış yansıtılan ve en çok kafirlerin tahrifi ve azizliğine uğratılan meselelerden biri de Filistin meselesidir. Kafirler bu bağlamda, tarih boyunca, sırf Filistin meselesinin gerçek boyutunu gizleyip, ona başka boyut kazandırmak sureti ile ve asıl olan sorunu göstermemek için sûni ve cüzi sorunları kasıtlı olarak gündeme getirmişler, hâlâ da getirmektedirler.

İkincisi ise; yeni yetişen nesil Filistin meselesi hakkında belki yok denilecek kadar az bilgiye sahiptir. Edindiği bilgiler ise, kendilerine medya aracılığıyla Müslüman memleketlerine göz dikmiş, dünyanın siyasi karar mekanizmasını elinde tutmaya çalışan Amerika ve İngiltere gibi kafir sömürgeci devletlerin aktardığı, gerçeğinden saptırılmış bilgilerdir. Ne acı bir gerçek ki; bu nesil gerçeklerden tamamen uzak ve cahil bırakılmıştır!!!

Müslümanlar ta Selefi salihin ve özellikle Raşidi Halifelerden beri, Hilafet coğrafyasına ait olmayan tüm memleketleri birer birer fethetmişlerdir. Filistin’in de içerisinde yer aldığı Şam bölgesi de bu fetihten nasibini almıştır. Bunun ardından bu bölge halkının tümü akın akın İslam’a girerek onunla şereflenmiştir. Kendi memleketleri Dar-ül İslam’ın bölünmez bir parçası olmuş ve sonuç itibariyle Hıristiyan olan Rum imparatorluğu sona ermiş oldu. İşte o zamanlardan beri sömürgeci kafir devletlerin, tarihi gerçek olan İslam’ın bu bölgede girmiş olduğu savaşların ardından olağanüstü başarı gösterdiğini ve kendilerinin de büyük kayıp vererek, saklanamayacak kadar ağır yenilgilere uğradıklarını bir türlü kabullenememiş, hazmedememişlerdir. Diğer bir ifadeyle kafirler, Şam halkının Müslüman oluşlarını ve bu bölgenin İslam topraklarının bir parçası olduğunu hazmedememişlerdir. Bu bağlamda küfür dünyası; İslam’ın itikadi, kültürel ve fikri alanlarda büyük yenilgilere uğraması, insanların da İslam’ı terk etmesi ve kendisinin bölgede egemen olması için tarih boyunca mücadele etmişlerdir. Bu mücadele, bazen “Hrıstiyanlaştırma misyonerliği” olarak belirmiş, bazen de sırf İslam topraklarından koparıp tekrar işgal etme eylemiyle tezahür etmiştir. Belki Rönesans dönemindeki haçlı seferleri ve birinci dünya savaşından sonra doğan çağdaş ve modern sömürge sistemi, ortaya koyduğumuz gerçeğin en belirgin ve açık kanıtıdır. Zira İslam coğrafyası, özellikle bu bölge, kafir sömürgeci olan İngiltere ve Fransa’nın askeri işgalinin getirdiği zulmü yıllardır çekmiştir.

İşte kafirler, İslam ile Batı arasındaki ideolojik çatışma açısından Filistin’de “yahudi” bir devletin kurulması kaçınılmaz bir proje idi. Çünkü İslam’ın yenik duruma düşmesi Batının öteden beri arzulayıp hayal ettiği bir şeydir. Zaten meseleye İslam akidesi açısından bakan kimse, Batının bu bağlamda egemenlik kurmak istediğini görür. Aslında Filistin’de “yahudi” bir devletin olması İslam dünyasında bir kriz bölgesi içindir, İslam ümmetinin kalbine saplanmış zehirli hançer gibi ümmetin vücudunu parçalayan virüs gibidir. Ayrıca bu bölgenin, Batının İslam alemine nüfuz etmek için kullandığı bir köprü olduğunu her Müslüman’ın unutmaması gereken bir gerçektir.

İşte Batı liderleri ve Yukarıda zikrettiğimiz Batının projesi ne yazık ki yahudilerin rüyası olan Filistin’de siyasi ve milli bir varlığın kurulması idi. Nihayet bu illegal çiftleşme gerçekleşti. Zira ikinci dünya savaşının hemen ardından Filistin’i işgal etmiş olan İngiltere, “Belfoor Doktrini” uyarınca Filistin’de yahudi bir devletin kurulma projesini siyasi ve finans olarak resmen benimsedi ve yahudilerin Filistin’in bir kısmında yerleşmesini sağladı.

Yahudi varlığının 1948’de o bölgeye yerleşmesinde; Filistin civarında bulunan Mısır ve Ürdün gibi memleketler İngiltere sömürgeciliği altında iken, Suriye ve Lübnan ise Fransa sömürgeliği altında idiler. Dolayısıyla bu memleketlerin yöneticileri, Filistin’e ilişkin düzenlenen bütün bu hainlik dizisinin bir parçası idiler. Bu yöneticiler, yahudilerin Filistin’de yerleşmesi için kafir devletlerin kendilerine verdiği misyonu/görevi yerine getirdiler, ardından da orduları ve istihbarat teşkilatı aracılığıyla yahudi varlığının güvenliğini sağladılar ve hatta bölge halkını bu virüsü tanımalarına zorladılar.

Fakat, “Batı-yahudi-bölge yöneticileri” üçgeni işbirliğine rağmen, bölge halkının hatta dünyadaki tüm Müslümanların Filistin konusundaki kanaatleri tamamen başka istikamette idi. Bu kanaat; Filistin’in İslam topraklarından bölünmez bir parça olması ve Resulullah (s.a.v)’in geceleyin yürüdüğü kutsal bölgenin kafir olan yahudiler’in Batı aracılığıyla İslam ümmetinin vücudundan koparmak istediği yönde idi. İşte bu bağlamda her Müslüman, İslam aleminde virüs gibi yerleşen ve kendisine “İsrail” denilen varlığı kökünden kazıyıp sökmek ve haçlı seferlerinde olduğu gibi onların bölgedeki izini silmek istiyordu. Ayrıca herkes yahudi varlığını tanımak veya onu meşrulaştırmak gibi her türlü düşünceye şiddetle karşı idi.

Siyasetçileri; bölge yöneticileri yahudi varlığını tanısalar bile İslam ümmetinin gönlü olmadan bu varlığın kurulup hayat sürdürmesinin mümkün olmayacağı kanaatine vardılar. Yine yahudilerin sadece Filistin’de değil, İslam aleminin tümünde yerleşmesi için yeni bir stratejinin çizilmesinin gerektiğine inanıyordu. Batının Filistin ile ilgili yeni siyaseti, geçtiğimiz 20. yüzyılın ellili yılların sonunda ve altmışlı yılların başında şekillenmeye başlamıştı. Bu siyaseti dört madde halinde özetlemek mümkündür:

1- Asıl olan sorunun arada kayıp olup üzerinde durulmaması için kasıtlı olarak tâli problemler meydana getirilerek dikkatler onların üzerine çekilmek istenmektedir. Nitekim hain Ürdün kralı Hüseyin, Filistin’in geriye kalan kısmı Batı Şeria’yı yahudilere 1967 savaşında (senaryosunda) hazır lokma olarak teslim etti. Tıpkı hain Enver Sedat’ın 1973 savaşında (senaryosunda) yahudilere Sina çölünü teslim ettiği gibi. Böylelikle asıl olan sorun (Filistin’in tümünün işgali konusu) unutuldu ve yerine yeni oluşturulan sûni sorunlar geçti. Diğer bir ifadeyle İsrail’in sadece yeni işgal ettiği, yani 1967 savaşından sonra işgal ettiği topraklardan çekilmesi söz konusu olacaktı. Bununla paralel olarak yahudiler, Filistin’de iyice yerleşip güç sahibi olduktan sonra yerleşimcilik, özellikle Kudüs halkını toplu halde öldürme ve göçe zorlama politikasını uyguladılar. Böylelikle dikkatleri asıl olan sorundan uzaklaştırıp, yeni ürettiği problemlere çekmektedirler.

2- Filistin sorununu şer’i boyutu olan İslami kimliğinden soyutlayıp, milliyetçilik gibi gayrı islami bir platform vererek Arap-İsrail sorunu olarak tanıttılar. Şüphesiz bu soyutlama politikasında değişik üsluplar uygulanmış, İslam memleketlerinde bulunan hain yöneticilerin (özellikle Arap yöneticilerin) kullandıkları medya ve yazarların aracılığıyla büyük ölçüde rolleri olmuştur. Bu yöneticiler ne zamanki Filistin meselesi gündeme gelirse, saptırmak amacıyla İslam faktörünü bilinçli olarak uzaklaştırıp yerine Arap ve diğer zehirli ve bölücü olan milliyetçi sloganlar koyuyorlardı, “Filistin sorunu bizden çok şeyler aldı, bizi iyice yıprattı ve gerilememize neden oldu” gerekçesiyle ellerini çektiler ve Müslümanların da yardım etmelerine engel oldular. Öte yandan gelecek nesillerin bu mesele hakkında cahil kalması için eğitim metotlarını, (İsrail) varlığını kabullenecek şekilde düzenlenmektedir.

Arap ülkelere özellikle komşu ülkelere doğru göçe zorlanmış ve evsiz kalmış Filistinliler ise; sırf “Filistin mutlaka kurtulmalı” düşüncesini Müslümanlar nezdinde imkansız kılmak için İslam ümmeti arasında kin, nefret ve fitne tohumları ekmek suretiyle sistematik ve planlı bir şekilde büyük katliamlara ve silahlı çatışmalara maruz kalmışlardır. Bu bağlamda Ürdün’de (Kara Eylül), Suriye ve Lübnan’da gerçekleştirilmiş katliamlar bunun en belirgin örneğidir.

3- Filistin’in asıl ve gerçek boyutunu ört bas etmek için bu sefer Filistin sorununun tanıtma çemberini daraltarak sadece Filistin-İsrail sorunu olarak gösterdiler.

4- Kafir devletler ve ajanları olan hain-ucuz yöneticiler, Filistin meselesinin gerçek boyutunu yine örtbas edip, bu sorunun çemberini daha da daraltmak için sözde Filistin halkını temsil eden ve Filistin meselesinde tek yetkili ağız ve söz sahibi Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) veya “Filistin yönetimi”ni kukla olarak karşımıza koydular. Bunu da medya aracılığıyla gerçeği saptırmak suretiyle Müslüman kamuoyunu aldatarak, son derece sinsi bir üslupla gerçekleştirdiler, şöyle ki: Filistin meselesinden sadece Filistinliler söz edebilir, Filistin toprakları Filistinlilere aittir, bu konuda sadece Filistinliler söz sahibidir, Filistinliler kendi geleceğini ancak kendileri çizebilir, bu mesele onların sorunu başkasının değildir, hiç kimsenin Filistin ve Filistinlilerin iç meselelerine karışma hakkı ve yetkisi yoktur... gibi düşünceleri yayarak hakikati saptırma amaçlı bir kamuoyu oluşturuldu. Hatta bu bağlamda hain yöneticiler, 1974 yılında Rabat’ta yapılan Arap zirvesinde FKÖ’nün Filistin halkının yegane temsilcisi olduğunu ilan ettiler.

İlan edilen FKÖ’nün İslam’a ve İslam ümmetine ileride rol icabı yapacakları hainlik dizisini örtmek, aynı zamanda Filistin halkını memnun etmek (!) için, ABD’nin özellikle Ortadoğuda çıkarlarını korumak uğruna kendisine devlet adını verdiği, fakat gerçek anlamda devlet özelliklerine sahip olmayan Filistinlilere has bir devletin/varlığın kurulmasını uygun görmüştür.

Arap dünyasında 1948’den bu yana Cemal Abdul-nasır, kral Faysal gibi yıldızı parlayan tüm liderlerin Filistin meselesi ile ilgili yaptıkları icraatlar hep bu yönde idi. Örneğin; FKÖ’nün ilk kurulduğunda “Filistin’i denizden nehire kadar kurtarmak için bu uğurda yahudilerle kanın son damlasına kadar savaşacağız” diyordu. Oysa bundan asıl amaç ise savaş ortamını hazırlarken, Müslümanların duygularını deşarj ederek belli kanallara boşaltmak ve ümmeti oyalamaktı. Nitekim bütün bunları başaran ve ümmetin liderliğini alanlar bugün “Barış” denilen zillet ve ihanet sürecine nasıl koşuştuklarını görmekteyiz. Bu hain lider ve yöneticilerin üstlendikleri görevi zararsız bir şekilde yerine getirmeleri için birçok samimi olabilecek liderleri tasfiye etmeyi gerektirdi. Zira FKÖ bu tür olaylara sık sık sahne olmuştur.

“Filistin devleti” meselesine gelince; İslam dini kafir devletlerin Müslüman memleketleri arasında çizdiği sınırları tanımaz. Bu sınırların devam ettirilmesi şer’an haram olduğu kadar kaldırılması da o kadar farzdır.

“Hakikaten bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin.” (Enbiya 92)

İslam aleminde yaşanan bölünmeler ve kurulan yeni devletçikler bizi hiçbir zaman sevindirmez. Şüphesiz kafir devletlerinin fikir babası olduğu herhangi bir projenin sonucunda mutlaka Filistin kayıp olacak ve İslam ümmeti hüsrana uğrayacaktır.

“...Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” (Nisa:119)

“Şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.” (En’am 142)

Müslüman beldesi olan Doğu Timur’un Endonezya’dan koparılarak ayrı bir devlet olması, İslam toprağı olan güney Sudan’ın koparılarak yeni bir devlet olması, Irak’ın bölünerek üç ayrı devlete ayrılması... Ne gariptir ki kafirler, birleşmeye ve sınırları kaldırmaya doğru giderken, Müslümanları bölerek paramparça edip, düşmanlara kolay lokma hale getiren bu hain yöneticilere bizi mahkum ettiler.

Bütün bu siyasi ve tarihi gerçeklerden sonra anlaşılıyor ki; Filistin meselesinin 1948’den bugüne kadar ulaştığı boyut kafir devletlerin ve yahudilerin halkı Müslüman olan memleketlerdeki hain-ucuz yöneticilerle çevirdikleri sinsi ve yıkıcı entrikaların semeresidir. Böylelikle Müslüman memleketlerini kafir devletlere teslim etmek isteyen ve İslam topraklarını satan hain yöneticilerin maskesi düştü ve gerçek yüzleri açığa çıktı. 1989’da Filistin milli meclisi yahudi varlığı olan İsrail’i resmen tanıdıktan sonra FKÖ’nün ileri gelenlerden biri olan Hani El-Hasan şu açık itirafta bulunmuştu: “Aslında onlar İsrail’i tanıma kararını ta 1969’dan beri almışlardı. Ancak bu kararı ilan etmek için yirmi sene geçmesi gerekiyordu. Çünkü onlar, Filistin topraklarının %78’inden vazgeçmesi için Filistin halkını ikna etmeleri gerekiyordu.”

İslam ümmeti olarak şunu bilmemiz gerekir ki; Filistin İslami bir topraktır. İslam coğrafyasının bölünmez ve parçalanmaz bir dilimidir. Allah’u Tealanın çevresini mübarek kıldığı bir topraktır. Müslümanların namaza yöneldikleri ilk kıbledir. İki şanlı harem mescitlerinin üçüncüsü ve Resulullah (s.a.v)’in geceleyin yürüdüğü mekandır. Sahabeler orasını fethettiler, tarih boyunca bütün Müslümanlar Filistin’i muhafaza ettiler ve bu emanet uğruna canlarını ve mallarını verdiler. Bugün de Filistin boynumuzda bir emanettir. Hiç kimsenin ister şahıs olsun, ister halk olsun, ister örgüt olsun, isterse devlet olsun Filistin’i satma veya ondan vazgeçme yetkisi yoktur. Kim de bunu yaparsa Allah’a, Resulüne ve bütün mü’minlere ihanet etmiş olur ki, Allah’ın, Resulü’nün ve mü’minlerin lanetlerine uğramış olur. Filistin Müslümanları İslam ümmetinin evrensel mozaiğinin ayrılmayan bir parçasıdır.

Burada önemli bir soru hepimizin aklına gelebilir; acaba devam etmekte olan (barış!) süreci başarılı olacak mı? Zira başarılı olduğu takdirde Filistin tamamen kayıp olacak ve kafirlere satılacaktır. Bu sonuç son derece vahim ve tehlikelidir. Bu faciayı engellemek için bizler İslam ümmeti olarak ne yapmalıyız? Eğer her zamanki gibi susmayı tercih edersek, biz de Allah’ın gazabına uğramış, lanetlenmiş hainler ve susanlar zümresine gireriz maazallah.

İslam’ın prensiplerine baktığımız zaman bu sorunun ve diğer sorunlarımızın yegane çözümü, makalenin başında söylediğimiz gibi İslam’ı tatbik edecek, Müslüman beldeleri tek bir çatı altında birleştirecek, İslam beldelerindeki sömürgeci kafir devletlerin egemenliğine son verecek ve İslam risaletini, İslam nurunu davet ve cihad yoluyla bütün dünyaya hidayet dini olarak taşıyacak nübüvvet üzere Raşidi Hilafet devletinin kurulmasıyla olur. Bu görev şer-i bir yükümlülüktür. Yani namaz, oruç, hacc, şer-i kıyafet giyme farziyetleri gibi bir farzdır. Bu büyük farzı yerine getirmeyen kimse ise günahkardır. Yüce Allah bizi günahkarlardan eylemesin. Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:

“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. Biz, Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: "Benden başkasına dayanılıp güvenilen bir Rabb edinmeyin" diyerek bu Kitabı bir hidayet rehberi kıldık. (Ey) Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! Şunu bilin ki; Nuh, çok şükreden bir kul idi. Biz, Kitapta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaat idi. Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescide (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık). Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kafirler için bir hapishane yaptık.” (İsra 1-8)

Resulullah (sav) de şöyle buyurmuştur:

“Sizler Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki taşlar bile: Ey Müslüman arkamda yahudi var, gel onu öldür diyecek.” (Buhari: 2709)

Bu hadis; emir/talep nitelikli bir haber/müjde içermektedir. Artık Raşidi Hilafet devletinin kurulması için İslam ümmetinin samimi evlatlarıyla beraber çalışmanın zamanı gelmedi mi? Resulullahın müjdelediği Raşidi Hilafet devleti için çalışın ki, Allah’ın rızasını kazanasınız ve Filistin sorunu başta olmak üzere içerisinde bulunduğunuz buhranlardan kurtulasınız. Eğer böyle yapmazsanız Allah sizi yok eder, bu işi yerine getirecek bir topluluk meydana getirmeye muktedirdir. Kafirler buna engel olamazlar. Zira Allah’u Teala her şeye kadirdir.

“O gün mü’minler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir.” (Rum: 4-5)

YIL 13  SAYI 157  ZİLKADE 1423  OCAK 2003

Yukarı