İslam
ümmeti, 78 yıldır kendilerine sahip çıkan, koruyan
kalkanlarının mevcut olmadığından dolayı acı çekmektedir. Bu
zaman içerisinde sayısız umutsuzluğa, cinayetlere ve
güvensizliklere hepimiz şahit olduk. Bunların sonucunda Hilafet
Devleti olmadan yaşama gerçek anlamda ışık tutulamayacaktır
ki; böylelikle İslam ümmetine bu ciddi yükümlülüğü tekrar
yüklenmek konusunda uyandıracak dürtüler verilsin. Böylelikle
ümmet tekrar kendilerini koruyacak ve İslami bir atmosfer içerisinde
yaşatabilecek bir kalkan kazanacaktır.
İmam
kalkandır
Resûlullah
(sav) şöyle buyurmuştur: “Halife kalkandır, onun arkasında
savaşılır ve korunulur.” (Müslim)
Peygamber
(sav) İmamı (Halifeyi) bir kalkan olarak tarif ediyor. Bu şekilde
İmamın (Halifenin) varlığının önemine dikkat çekmektedir.
Çünkü sadece o Müslümanları koruma sorumluluğunu taşımakta
ve arkasında savaşılacak lider olma özelliğine sahip olmaktadır.
Kalkan tarifi delili en güçlü tariftir, çünkü birçok
hadislerde bu anlam vardır. Aynı zamanda hadislerde savaş
senaryolarından da bahsedilmektedir. Bu çok doğaldır, çünkü
Arap halkı İslam’dan önce de savaşmakta idi. Edebiyat kalıntılarında
cahilliye zamanında ve İslam devletinin kurulmasından sonra vuku
bulan savaşlardan bahsedilmektedir.
Savaşın
ortasında kendisini koruyacak zırhı olmayan bir savaşçı düşünebiliyor
musunuz? Bu cümle, bugün ki korunmasız ve savunmasız durumumuzun
resmini çizmektedir. Savaş meydanındaki zırhsız savaşçı
gibi, bizler (sözün gelişi) cellatların karşısında korumasız
bir kuzu gibiyiz.
Kalkan
Halifenin varlığının ehemmiyetine işaret etmektedir. Kalkan
aslında bir mecburiyettir. Aksi halde kalkanın yokluğunda durumumuz
dehşet dolu ve güvensiz bir pozisyona girecektir. Müslümanlar
dünyanın her neresinde olurlarsa olsunlar güvensizlik ve savunmasızlıktan
dolayı şiddeti yanlarında görmektedirler. Bizler küffarın
engelleriyle, satılmış yöneticilerle ve savaş meydanlarında mücadele
ediyoruz. Unutmamalıyız ki; en iyi anlarımızda dahi hayatın
bize savurduğu genel meselelerinden korunmak için savaş gereçlerine
ihtiyacımız vardı. Ne var ki şu günlerimiz iyi günlerimizden
çok uzaktadır.
Irak’taki
Müslümanlar; (yaklaşık 10 yıl önce) yasaklar ve Amerika’nın
kimyasal silah kullanımından dolayı büyük zararlar altında
ezildi. Sonuç; milyonlara ulaşan ölüm. Sömürgeci Batı’nın
ve Amerika’nın oluşturduğu engellerden dolayı temel tıbbi
ihtiyaçlar ihraç edilemedi ve çocuk ölüm sayısı (500 bin civarında)
inanılmaz şekilde yükseldi. Bebeklerini emzirmeyi başaran anne
bebeği büyüyüp gençlik çağına eriştiğinde hayatın güvensizliğine
karşı tek başına kalıyor.
Çeçenistan’daki
Müslümanlar; yıllarca Rusların yer ve hava saldırılarına
maruz kaldılar. Ziyarete gelenler için Çeçenistan, Rusların
aralıksız her yeri (karış karış bombalamalarından dolayı)
yerle bir edilmiş hal almıştır. Yıllarca Rusya
bombardımanlarından ve birçok vahşetlerden sonra hayatta
kalmayı başarabilmiş olan Çeçen halkı hala Grozny kasabının
küstahlığıyla, Putin’nin geleceğinin ne olacağı konusuyla
uğraşıyor.
Keşmir’de;
Müslümanlar büyük bir askeri işgalin hemen yanında yaşamak
zorundalar. Onlar hayatlarının güvende olmadığı bir devlette
yaşıyorlar, kızlarının onurları hiç bir hukuk sistemine uygun
olmayacak şekilde çiğnenmektedir. Komşu ülke Hindistan’da,
şovanist Hint hükümeti Müslümanların siyasi sonları için bir
program hazırladı. Günümüzde mescitler yıkıldı, Kuran toplum
içerisinde yakıldı, Müslümanlar öldürüldü ve kadınlar tecavüze
uğradılar.
Cezayir’de,
hükümet işgalci efendisi Fransa’yla olan bağlantılarını
kesmedi. Hala Müslümanları öldürüp kan göllerine sebep
olmaktadırlar ve suçu İslamcı gruplara yüklemektedirler. Bu
insan beynindeki İslam sistemini yok etmek için bilinen bir
politikadır.
Bunlar
Müslümanların kalkanının yokluğundan ötürü meydana gelen
sadece bir kaç örnektir. Şuan Hilâfet’in yokluğu Ku-randa da
belirtildiği gibi, satılmışlık, huzursuzluk ve haksızlık
sonucunu doğurmuştur.
“Kafir
olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu
(Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne
ve büyük bir fesat olur.” (Enfal 73)
Ünlü
Müfessir (tefsirinde), İmam Cerir İbni Tabari bu ayeti çok
güzel bir şekilde açıklamıştır: “Eğer bizlerin (Allah’ın)
emrettiğini yapmaz ve (tüm dünya Müslümanları) Allah’ın
dinini hakim kılmak için birleşmeyip tek bir blok olmazsanız,
çok büyük bir fitne olacaktır.”
İşte,
bir çok yöneticiye sahip olmak fitnedir. Peygamber (sav)’den şöyle
buyurdu: “Bir Halife altında hepiniz (tüm Müslümanlar bir
blok gibi) birleştiğinizde ve bir adam sizi parçalamak ve değişik
gruplara ayırmak için geldiğinde o adamı öldürün.”
(Müslim)
Abu
Sa’id Al-Khudri (ra)’dan rivayet edilen hadiste Allah’ın
Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: “Eğer iki halifeye biat
edilirse sonradan gelen halifeyi öldürün.” (Müslim)
Yukarıda
belirtilen kesin delillerden (Kur-an ve peygamber (sav)’in
hadislerinden) yola çıkarak; tüm Müslüman dünyası için bir
Halifeden fazla olmaması farzdır aksi takdirde Müslümanlar arasında
büyük bir fitne olacaktır.
İmamın
kalkan olarak tarif edilmesi; İmamın varlığının önemine işaret
etmektedir. Ve bir hükümdür ki; Halife bir kalkanın sağlayacağı
avantajları sağlamak için vardır. Bunun sebebi; Allah (cc) veya
Peygamber (sav) bizleri bir şey hususunda bilgilendirdiği an bu
bir yasa, emir olarak alınmalıdır. Eğer bir şey (Kur-an ve
hadislerde) övülmekteyse, bu hayata geçirilmesi gereken bir fiil
olarak algılanmalıdır.
Bu
yazımızda Müslümanların kalkansız olmalarından dolayı
meydana çıkan sonuçlardan bahsedeceğiz. Bu sonuçlar; İmamın
koruyuculuk görevi bir Halife arkasında birleşmenin farziyeti,
İslam’ın sütunlarından birinin yani Halifenin eksikliğidir.
Bu zelil durumdan Müslümanların kurtulması için nasıl bir
tavır takınmaları gerektiğini açıklayacağız.
Resulullah
(sav) şöyle buyurmuştur: “Halife kalkandır, onun arkasında
savaşılır ve korunulur.” (Müslim)
Hayatın
ve onurun koruyucusu
İslam’da
Müslüman’ın hayatı çok değerlidir. İnsan Allah (cc)’nun
belirttiği durumlar haricinde öldürülemez. İbn Mesud Peygamber
(sav)’den şöyle rivayet etmiştir: “Allah’tan başka bir
yaratıcı olmadığına ve benim Allah’ın Peygamberi olduğuma
inanan hiç bir Müslüman’ın şu üç durum hariç canına dokunulmaz:
Zina eden, başkasının canını almış olan ve gruptan ayrılan
bir dönme (mürtet).”
Allah’ın,
Müslüman’ın öldürülmesini emrettiği üç durum şunlardır:
1.
Zina yapanı
2.
Haksız yere başkasını öldüren
3.
Mürtet olan kişi
Bu
sebepler haricinde bir Müslüman’ın canının alınması
yasaktır. Bunun açıklaması;
1.
Allah indinde bir Müslüman’ın canına kastetmek yasaktır.
Koruyan ve güveni sağlayan bir kalkan olarak bir Halifenin kaybından
münkerin, milyonlarca canı alması sonucuna ne demeli? Hilafetin
yokluğundan buyana öldürülen Müslüman sayısını oturup
hesaplarsak, kalkanımız olmadığından dolayı böyle bir sonucun
doğduğunu bir anlayabilsek! Ve kalkanın varlığının etkisini
ve onun varlığıyla bir çok şeriat hükümlerinin korunabileceğini
bir kavrayabilsek!
2.
Şeriatın bir Müslüman’ın hayatının alınmasına izin
verdiği bir durum daha vardır. “ Resul (sav) şöyle buyurdu:
“Bir Halife altında hepiniz (tüm Müslümanlar bir blok gibi)
birleştiğinizde ve bir adam sizi parçalamak ve değişik gruplara
ayırmak için geldiğinde o adamı öldürün.” (Müslim)
Abu
Sa’id Al-Kudri (ra)’dan rivayet edilen hadiste Allah’ın Resulü
(sav) şöyle buyurmaktadır: “Eğer iki halifeye biat edilirse
sonradan gelen halifeyi öldürün.” (Müslim)
Kur-an
ve sünnetle yöneten bir İmamın varlığının korunması için
Şâri toplumun birliğine zarar verecek kişiyi öldürme izni
veriyor. Bu belki sert bir tavır olarak görülebilir. İmam
(halife) arkasında Müslümanların birliği çok önemli olarak
nitelendirilmiş, bundan dolayı da genel hükümlerde yasak olan
bir Müslüman’ı öldürmeye izin verilmiştir.
Resulullah
(sav) şöyle buyurmuştur: “Halife kalkandır, onun arkasında
savaşılır ve korunulur.” (Müslim)
Toplumun
sütunu
Bazıları
halifenin yokluğundan yakınmaktadırlar. Fakat kendi içlerine
kapanmaktalar. Bu duruma çok tehlikeli bir düşünceyi
sahiplenmekle gelinmiştir. Bu da “Ben rahatım” düşüncesidir.
Bu kapitalizmin yüklediği şahsiyetin düşünce
özelliklerindendir. Başka bir ifadeyle; namaz kılıyorum, zekat
veriyorum, oruç tutuyorum, hacca gidiyorum ve Şahadet getiriyorum.
İslam’ın bu sütunlarından hiç biri İmamın (Halifenin)
yokluğunun sonucu olan siyasi dekorla alakalı değildir düşüncesinin
dışına çıkmamak gibi.
Bazılarını
şaşırtacaktır belki, ama kalkanın yokluğu bize inandırılmak
istenilenden daha derin sonuçlar meydana çıkartmıştır.
İmamın önemini gerçekten anlamak belki bizim için daha kolaydır.
İslam’ın beş şartına bakalım:
Sehadet
(İmanın delili)
İslam’ın
temeli olan “La ilahe illallah”ın anlamı; Allah’tan başka
hiçbir şeye tapılamayacağıdır. Buna göre Müslümanlar İslam
sisteminden başka bir sisteme göre yaşarken sadece Allah (cc)’ya
tapıldığını nasıl iddia edebilir?! Peygamberimiz (sav)’in
sadece Allah’a kulluk etmeye davet etmiş, sahabeler de bunu çok
güzel bir şekilde anlamışlardır. Bu yüzden Mekke’de her
şeye rağmen bir İslam devletinin kurulması için çalışmışlardır.
Onların gösterdiği bu kulluk karşısında küffar küstahlığını
göstermiş, yalanlarda direnmiş ve Peygamber (sav)’le mücadele
etmiştir.
Namaz
Peygamber
(sav)’in siretinin yazarı İbn Hişam Medine’de İslam
devletinin kuruluşuna bakarak şöyle diyor: “Peygamber (sav)
Medine’de güven ortamının ve istenilen konumun hasıl olduğunu
görünce Muhacir ve Ensar Medine’de toplandı. İslam devleti
Medine’de kuruldu. Daha sonra namaz yerleşmiş, zekat ve oruç
farz olmuştu. Hudutlar (helal ve haram) ölçü alınmaya
başlanmıştı. İslam onların arasında güçlenmişti.”
Namazın
yerleşmesi çok önemlidir. İslam ahkamının yerleşmesiyle
alakalıdır. Bu çok önemli bir bölümdür. Kur-an bundan şöyle
bahseder:
“Dediler
ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut
mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana
namazın mı emrediyor?...” (Hud 87)
Şuayb
peygamberin gönderildiği kavim, namazın babalarının
taptıkları putlara ve mallarıyla istediklerini yapmaya yasak mı
getirdiğini sordular. İmam Kurtubi tefsirinde bu konu hakkında şöyle
yazıyor: “Salah (Namaz) tüm din’i içerir bir şekilde
kullanılmaktadır.” Bu da Salah’ın tüm İslam dinini kast
ettiği anlamına gelir. Devletin içinede Salah yerleştirilmiştir.
Çünkü ibadet ve yerleşmesi arasında fark vardır.
Oruç
ve hac
Hilafetin
tekrar kurulmasıyla Ramazan ayına aynı günde tutulmaya başlanacaktır.
Müslümanlar Ramazanın başlangıcı ve sonu konusunda ihtilafa düştüler
ve tartışmalar yapmaktalar. Ülkeden ülkeye farklılıklar ve
ayrılıklar baş göstermiştir. Haccın sonunda kurban kesme
tarihi dahi tartışma konusu olmuştur. Bu Müslümanların birlik
olmadığına açık bir delildir.
Kalkanın
(Halifenin) belirli bir gün açıklamasıyla Ramazanla ilgili
tartışmalar son bulacaktır ve Ümmet arasında birlik oluşturacaktır.
Halifeyle hac sorunu çözülecektir. Halife ve onun temsilcisi
Arafat’ta insanları yönlendirecektir. Çünkü hac kurallarına
göre Müslümanların Arafat’tan İmamdan önce inmeleri doğru
değildir.
Bugün
bu görevi yerine getirebilecek bir halife yoktur. Günümüzde yapılan
hac, hakkıyla yapılması gerekenden çok uzaktır. Daha evvel bu
ayrı olmamızın bir yansımasıdır, İslam ümmeti bir çok
liderler ve ülkeler altında bir çok ırklara bölünmüştür.
Al-Suud ailesini haccın ve huccacin sahte koruyucusu olarak ta
nitelendirebiliriz. Bu mecburiyetin kalkması komşu ülke Yemen’deki
Müslümanların önce vize almaları mecburiyetinden dolayıdır ki
aslında bu, Sehadetin belirlediği hac emrini yapmak için Suud
rejiminden, giriş için alınması gereken bir izindir. Bundan
ziyade Müslümanlar sınır kontrolleriyle, ırklara bölünmüş
bir çok kontenjana ayrılmalarla, adetlerle, pasaport kontrolüyle
uğraşmak zorunda kalıyorlar.
Fıkıh
kitaplarında kime haccın farz olduğu, ihramda neyin yapılması
ve neyin gerektiği, nerede ihrama girilmesi gerektiği, umrenin
hacdan önce mi sonra mı yapılması gerektiği, vs konular açıklanmaktadır.
Fakat bugün İslam hükümleri kitaplarında Suriye konsolosluğundan
vize alınması gerektiği veya güvenilir uluslararası uçak
şirketleriyle seyahat edilmesi gerektiği anlatılıyor. Aynı
zamanda hacılardan AB/ABD pasaportlarını her zaman yanlarında
taşımaları isteniliyor ki tutuklanmaya, elektronik parmak izi
kontrolünü veya gözbebeği kayıtlarına maruz kalmasınlar. Allah’ın
kitabında ve hadis kitaplarının hiç birinde böyle şeyler
mevcut değildir.
Bütün
bunlar şuan ki durumumuzun anormalliğine ve alakalarımızda
kalkanın yokluğuna işarettir.
Zekat
Zekat
hali vakti yerinde olan her Müslüman’a yüklenen bir farzdır ve
İslam zekatın toplanması ve Kuranı Kerimin belirttiği gibi
sekiz sınıfa dağıtılmasını İslam devletinin bir fonksiyonu
haline getirmiştir. Allah (cc) Kur-anı Kerimde, Peygamber (sav)
devletin başında iken, insanlardan zekat alınmasını emretmiştir.
Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
“Onların
mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin,
onları arıtıp yüceltirsin….” (Tevbe 103)
Bu
ayetteki “sadaka” kelimesi zekat kelimesiyle aynı anlamı
taşımaktadır. Peygamber (sav) zekatı toplamak ve dağıtmak için
bir mekanizme oluşturmuştu. Zekatın dağıtılması gereken sekiz
sınıf şunlardır:
“Sadakalar
(zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere,
(zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a)
ısındırılacak olanlara, (hürlüğünü satın almaya çalışan)
kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere,
yolcuya mahsustur….” (Tevbe 60)
Zekat
hayvan, ekin, meyve ve nakit paranın halifeye veya onun
belirlediği temsilcisine yani memurlara. Allah (cc) Peygamber (sav)’e
zengin olanlardan sadaka almasını emretti ve Peygamber (sav)
zenginlerden sadaka almaları için memurlar, isçiler ve toplayıcılar
gönderirdi. Tıpkı ağaçtaki meyvelerin ve üzümlerin ne kadar
olacağını tahmin etmek için tahminciler gönderdiği gibi. Peygamber
(sav)’in zamanında insanlar zekatı ona veya onun görevlendirdiği
memurlara öderlerdi. Bu durum Peygamber (sav)’den sonra,
Ebu-Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin zamanında aynı şekilde devam
etmiştir. İbn Şirin’den şöyle rivayet edilmiştir: “Sadaka
Peygamber (sav)’e veya onun görevlendirdiği herhangi birine,
Ebu-Bekir’e veya onun görevlendirdiği herhangi birine, Ömer’e
veya onun görevlendirdiği herhangi birine ödenirdi. Bazıları
sadakalarını onlara öderlerdi, bazıları sadakalarını
kendileri dağıtırlardı. Onlara sadaka ödeyenler arasında İbn
Ömer’de vardı.”
(Devamı
gelecek sayıda)
|