Ana Sayfa YIL 13   SAYI 157   ZİLKADE 1423   OCAK 2003 E-Mail

KALKAN [1]

Yusuf PATEL

İslam ümmeti, 78 yıldır kendilerine sahip çıkan, koruyan kalkanlarının mevcut olmadığından dolayı acı çekmektedir. Bu zaman içerisinde sayısız umutsuzluğa, cinayetlere ve güvensizliklere hepimiz şahit olduk. Bunların sonucunda Hilafet Devleti olmadan yaşama gerçek anlamda ışık tutulamayacaktır ki; böylelikle İslam ümmetine bu ciddi yükümlülüğü tekrar yüklenmek konusunda uyandıracak dürtüler verilsin. Böylelikle ümmet tekrar kendilerini koruyacak ve İslami bir atmosfer içerisinde yaşatabilecek bir kalkan kazanacaktır.

İmam kalkandır

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Halife kalkandır, onun arkasında savaşılır ve korunulur.” (Müslim)

Peygamber (sav) İmamı (Halifeyi) bir kalkan olarak tarif ediyor. Bu şekilde İmamın (Halifenin) varlığının önemine dikkat çekmektedir. Çünkü sadece o Müslümanları koruma sorumluluğunu taşımakta ve arkasında savaşılacak lider olma özelliğine sahip olmaktadır. Kalkan tarifi delili en güçlü tariftir, çünkü birçok hadislerde bu anlam vardır. Aynı zamanda hadislerde savaş senaryolarından da bahsedilmektedir. Bu çok doğaldır, çünkü Arap halkı İslam’dan önce de savaşmakta idi. Edebiyat kalıntılarında cahilliye zamanında ve İslam devletinin kurulmasından sonra vuku bulan savaşlardan bahsedilmektedir.

Savaşın ortasında kendisini koruyacak zırhı olmayan bir savaşçı düşünebiliyor musunuz? Bu cümle, bugün ki korunmasız ve savunmasız durumumuzun resmini çizmektedir. Savaş meydanındaki zırhsız savaşçı gibi, bizler (sözün gelişi) cellatların karşısında korumasız bir kuzu gibiyiz.

Kalkan Halifenin varlığının ehemmiyetine işaret etmektedir. Kalkan aslında bir mecburiyettir. Aksi halde kalkanın yokluğunda durumumuz dehşet dolu ve güvensiz bir pozisyona girecektir. Müslümanlar dünyanın her neresinde olurlarsa olsunlar güvensizlik ve savunmasızlıktan dolayı şiddeti yanlarında görmektedirler. Bizler küffarın engelleriyle, satılmış yöneticilerle ve savaş meydanlarında mücadele ediyoruz. Unutmamalıyız ki; en iyi anlarımızda dahi hayatın bize savurduğu genel meselelerinden korunmak için savaş gereçlerine ihtiyacımız vardı. Ne var ki şu günlerimiz iyi günlerimizden çok uzaktadır.

Irak’taki Müslümanlar; (yaklaşık 10 yıl önce) yasaklar ve Amerika’nın kimyasal silah kullanımından dolayı büyük zararlar altında ezildi. Sonuç; milyonlara ulaşan ölüm. Sömürgeci Batı’nın ve Amerika’nın oluşturduğu engellerden dolayı temel tıbbi ihtiyaçlar ihraç edilemedi ve çocuk ölüm sayısı (500 bin civarında) inanılmaz şekilde yükseldi. Bebeklerini emzirmeyi başaran anne bebeği büyüyüp gençlik çağına eriştiğinde hayatın güvensizliğine karşı tek başına kalıyor.

Çeçenistan’daki Müslümanlar; yıllarca Rusların yer ve hava saldırılarına maruz kaldılar. Ziyarete gelenler için Çeçenistan, Rusların aralıksız her yeri (karış karış bombalamalarından dolayı) yerle bir edilmiş hal almıştır. Yıllarca Rusya bombardımanlarından ve birçok vahşetlerden sonra hayatta kalmayı başarabilmiş olan Çeçen halkı hala Grozny kasabının küstahlığıyla, Putin’nin geleceğinin ne olacağı konusuyla uğraşıyor.

Keşmir’de; Müslümanlar büyük bir askeri işgalin hemen yanında yaşamak zorundalar. Onlar hayatlarının güvende olmadığı bir devlette yaşıyorlar, kızlarının onurları hiç bir hukuk sistemine uygun olmayacak şekilde çiğnenmektedir. Komşu ülke Hindistan’da, şovanist Hint hükümeti Müslümanların siyasi sonları için bir program hazırladı. Günümüzde mescitler yıkıldı, Kuran toplum içerisinde yakıldı, Müslümanlar öldürüldü ve kadınlar tecavüze uğradılar.

Cezayir’de, hükümet işgalci efendisi Fransa’yla olan bağlantılarını kesmedi. Hala Müslümanları öldürüp kan göllerine sebep olmaktadırlar ve suçu İslamcı gruplara yüklemektedirler. Bu insan beynindeki İslam sistemini yok etmek için bilinen bir politikadır.

Bunlar Müslümanların kalkanının yokluğundan ötürü meydana gelen sadece bir kaç örnektir. Şuan Hilâfet’in yokluğu Ku-randa da belirtildiği gibi, satılmışlık, huzursuzluk ve haksızlık sonucunu doğurmuştur.

“Kafir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfal 73)

Ünlü Müfessir (tefsirinde), İmam Cerir İbni Tabari bu ayeti çok güzel bir şekilde açıklamıştır: “Eğer bizlerin (Allah’ın) emrettiğini yapmaz ve (tüm dünya Müslümanları) Allah’ın dinini hakim kılmak için birleşmeyip tek bir blok olmazsanız, çok büyük bir fitne olacaktır.”

İşte, bir çok yöneticiye sahip olmak fitnedir. Peygamber (sav)’den şöyle buyurdu: “Bir Halife altında hepiniz (tüm Müslümanlar bir blok gibi) birleştiğinizde ve bir adam sizi parçalamak ve değişik gruplara ayırmak için geldiğinde o adamı öldürün.” (Müslim)

Abu Sa’id Al-Khudri (ra)’dan rivayet edilen hadiste Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: “Eğer iki halifeye biat edilirse sonradan gelen halifeyi öldürün.” (Müslim)

Yukarıda belirtilen kesin delillerden (Kur-an ve peygamber (sav)’in hadislerinden) yola çıkarak; tüm Müslüman dünyası için bir Halifeden fazla olmaması farzdır aksi takdirde Müslümanlar arasında büyük bir fitne olacaktır.

İmamın kalkan olarak tarif edilmesi; İmamın varlığının önemine işaret etmektedir. Ve bir hükümdür ki; Halife bir kalkanın sağlayacağı avantajları sağlamak için vardır. Bunun sebebi; Allah (cc) veya Peygamber (sav) bizleri bir şey hususunda bilgilendirdiği an bu bir yasa, emir olarak alınmalıdır. Eğer bir şey (Kur-an ve hadislerde) övülmekteyse, bu hayata geçirilmesi gereken bir fiil olarak algılanmalıdır.

Bu yazımızda Müslümanların kalkansız olmalarından dolayı meydana çıkan sonuçlardan bahsedeceğiz. Bu sonuçlar; İmamın koruyuculuk görevi bir Halife arkasında birleşmenin farziyeti, İslam’ın sütunlarından birinin yani Halifenin eksikliğidir. Bu zelil durumdan Müslümanların kurtulması için nasıl bir tavır takınmaları gerektiğini açıklayacağız.

Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Halife kalkandır, onun arkasında savaşılır ve korunulur.” (Müslim)

Hayatın ve onurun koruyucusu

İslam’da Müslüman’ın hayatı çok değerlidir. İnsan Allah (cc)’nun belirttiği durumlar haricinde öldürülemez. İbn Mesud Peygamber (sav)’den şöyle rivayet etmiştir: “Allah’tan başka bir yaratıcı olmadığına ve benim Allah’ın Peygamberi olduğuma inanan hiç bir Müslüman’ın şu üç durum hariç canına dokunulmaz: Zina eden, başkasının canını almış olan ve gruptan ayrılan bir dönme (mürtet).”

Allah’ın, Müslüman’ın öldürülmesini emrettiği üç durum şunlardır:

1. Zina yapanı

2. Haksız yere başkasını öldüren

3. Mürtet olan kişi

Bu sebepler haricinde bir Müslüman’ın canının alınması yasaktır. Bunun açıklaması;

1. Allah indinde bir Müslüman’ın canına kastetmek yasaktır. Koruyan ve güveni sağlayan bir kalkan olarak bir Halifenin kaybından münkerin, milyonlarca canı alması sonucuna ne demeli? Hilafetin yokluğundan buyana öldürülen Müslüman sayısını oturup hesaplarsak, kalkanımız olmadığından dolayı böyle bir sonucun doğduğunu bir anlayabilsek! Ve kalkanın varlığının etkisini ve onun varlığıyla bir çok şeriat hükümlerinin korunabileceğini bir kavrayabilsek!

2. Şeriatın bir Müslüman’ın hayatının alınmasına izin verdiği bir durum daha vardır. “ Resul (sav) şöyle buyurdu: “Bir Halife altında hepiniz (tüm Müslümanlar bir blok gibi) birleştiğinizde ve bir adam sizi parçalamak ve değişik gruplara ayırmak için geldiğinde o adamı öldürün.” (Müslim)

Abu Sa’id Al-Kudri (ra)’dan rivayet edilen hadiste Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: “Eğer iki halifeye biat edilirse sonradan gelen halifeyi öldürün.” (Müslim)

Kur-an ve sünnetle yöneten bir İmamın varlığının korunması için Şâri toplumun birliğine zarar verecek kişiyi öldürme izni veriyor. Bu belki sert bir tavır olarak görülebilir. İmam (halife) arkasında Müslümanların birliği çok önemli olarak nitelendirilmiş, bundan dolayı da genel hükümlerde yasak olan bir Müslüman’ı öldürmeye izin verilmiştir.

Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Halife kalkandır, onun arkasında savaşılır ve korunulur.” (Müslim)

Toplumun sütunu

Bazıları halifenin yokluğundan yakınmaktadırlar. Fakat kendi içlerine kapanmaktalar. Bu duruma çok tehlikeli bir düşünceyi sahiplenmekle gelinmiştir. Bu da “Ben rahatım” düşüncesidir. Bu kapitalizmin yüklediği şahsiyetin düşünce özelliklerindendir. Başka bir ifadeyle; namaz kılıyorum, zekat veriyorum, oruç tutuyorum, hacca gidiyorum ve Şahadet getiriyorum. İslam’ın bu sütunlarından hiç biri İmamın (Halifenin) yokluğunun sonucu olan siyasi dekorla alakalı değildir düşüncesinin dışına çıkmamak gibi.

Bazılarını şaşırtacaktır belki, ama kalkanın yokluğu bize inandırılmak istenilenden daha derin sonuçlar meydana çıkartmıştır. İmamın önemini gerçekten anlamak belki bizim için daha kolaydır. İslam’ın beş şartına bakalım:

Sehadet (İmanın delili)

İslam’ın temeli olan “La ilahe illallah”ın anlamı; Allah’tan başka hiçbir şeye tapılamayacağıdır. Buna göre Müslümanlar İslam sisteminden başka bir sisteme göre yaşarken sadece Allah (cc)’ya tapıldığını nasıl iddia edebilir?! Peygamberimiz (sav)’in sadece Allah’a kulluk etmeye davet etmiş, sahabeler de bunu çok güzel bir şekilde anlamışlardır. Bu yüzden Mekke’de her şeye rağmen bir İslam devletinin kurulması için çalışmışlardır. Onların gösterdiği bu kulluk karşısında küffar küstahlığını göstermiş, yalanlarda direnmiş ve Peygamber (sav)’le mücadele etmiştir.

Namaz

Peygamber (sav)’in siretinin yazarı İbn Hişam Medine’de İslam devletinin kuruluşuna bakarak şöyle diyor: “Peygamber (sav) Medine’de güven ortamının ve istenilen konumun hasıl olduğunu görünce Muhacir ve Ensar Medine’de toplandı. İslam devleti Medine’de kuruldu. Daha sonra namaz yerleşmiş, zekat ve oruç farz olmuştu. Hudutlar (helal ve haram) ölçü alınmaya başlanmıştı. İslam onların arasında güçlenmişti.”

Namazın yerleşmesi çok önemlidir. İslam ahkamının yerleşmesiyle alakalıdır. Bu çok önemli bir bölümdür. Kur-an bundan şöyle bahseder:

“Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?...” (Hud 87)

Şuayb peygamberin gönderildiği kavim, namazın babalarının taptıkları putlara ve mallarıyla istediklerini yapmaya yasak mı getirdiğini sordular. İmam Kurtubi tefsirinde bu konu hakkında şöyle yazıyor: “Salah (Namaz) tüm din’i içerir bir şekilde kullanılmaktadır.” Bu da Salah’ın tüm İslam dinini kast ettiği anlamına gelir. Devletin içinede Salah yerleştirilmiştir. Çünkü ibadet ve yerleşmesi arasında fark vardır.

Oruç ve hac

Hilafetin tekrar kurulmasıyla Ramazan ayına aynı günde tutulmaya başlanacaktır. Müslümanlar Ramazanın başlangıcı ve sonu konusunda ihtilafa düştüler ve tartışmalar yapmaktalar. Ülkeden ülkeye farklılıklar ve ayrılıklar baş göstermiştir. Haccın sonunda kurban kesme tarihi dahi tartışma konusu olmuştur. Bu Müslümanların birlik olmadığına açık bir delildir.

Kalkanın (Halifenin) belirli bir gün açıklamasıyla Ramazanla ilgili tartışmalar son bulacaktır ve Ümmet arasında birlik oluşturacaktır. Halifeyle hac sorunu çözülecektir. Halife ve onun temsilcisi Arafat’ta insanları yönlendirecektir. Çünkü hac kurallarına göre Müslümanların Arafat’tan İmamdan önce inmeleri doğru değildir.

Bugün bu görevi yerine getirebilecek bir halife yoktur. Günümüzde yapılan hac, hakkıyla yapılması gerekenden çok uzaktır. Daha evvel bu ayrı olmamızın bir yansımasıdır, İslam ümmeti bir çok liderler ve ülkeler altında bir çok ırklara bölünmüştür. Al-Suud ailesini haccın ve huccacin sahte koruyucusu olarak ta nitelendirebiliriz. Bu mecburiyetin kalkması komşu ülke Yemen’deki Müslümanların önce vize almaları mecburiyetinden dolayıdır ki aslında bu, Sehadetin belirlediği hac emrini yapmak için Suud rejiminden, giriş için alınması gereken bir izindir. Bundan ziyade Müslümanlar sınır kontrolleriyle, ırklara bölünmüş bir çok kontenjana ayrılmalarla, adetlerle, pasaport kontrolüyle uğraşmak zorunda kalıyorlar.

Fıkıh kitaplarında kime haccın farz olduğu, ihramda neyin yapılması ve neyin gerektiği, nerede ihrama girilmesi gerektiği, umrenin hacdan önce mi sonra mı yapılması gerektiği, vs konular açıklanmaktadır. Fakat bugün İslam hükümleri kitaplarında Suriye konsolosluğundan vize alınması gerektiği veya güvenilir uluslararası uçak şirketleriyle seyahat edilmesi gerektiği anlatılıyor. Aynı zamanda hacılardan AB/ABD pasaportlarını her zaman yanlarında taşımaları isteniliyor ki tutuklanmaya, elektronik parmak izi kontrolünü veya gözbebeği kayıtlarına maruz kalmasınlar. Allah’ın kitabında ve hadis kitaplarının hiç birinde böyle şeyler mevcut değildir.

Bütün bunlar şuan ki durumumuzun anormalliğine ve alakalarımızda kalkanın yokluğuna işarettir.

Zekat

Zekat hali vakti yerinde olan her Müslüman’a yüklenen bir farzdır ve İslam zekatın toplanması ve Kuranı Kerimin belirttiği gibi sekiz sınıfa dağıtılmasını İslam devletinin bir fonksiyonu haline getirmiştir. Allah (cc) Kur-anı Kerimde, Peygamber (sav) devletin başında iken, insanlardan zekat alınmasını emretmiştir. Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin….” (Tevbe 103)

Bu ayetteki “sadaka” kelimesi zekat kelimesiyle aynı anlamı taşımaktadır. Peygamber (sav) zekatı toplamak ve dağıtmak için bir mekanizme oluşturmuştu. Zekatın dağıtılması gereken sekiz sınıf şunlardır:

“Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürlüğünü satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur….” (Tevbe 60)

Zekat hayvan, ekin, meyve ve nakit paranın halifeye veya onun belirlediği temsilcisine yani memurlara. Allah (cc) Peygamber (sav)’e zengin olanlardan sadaka almasını emretti ve Peygamber (sav) zenginlerden sadaka almaları için memurlar, isçiler ve toplayıcılar gönderirdi. Tıpkı ağaçtaki meyvelerin ve üzümlerin ne kadar olacağını tahmin etmek için tahminciler gönderdiği gibi. Peygamber (sav)’in zamanında insanlar zekatı ona veya onun görevlendirdiği memurlara öderlerdi. Bu durum Peygamber (sav)’den sonra, Ebu-Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin zamanında aynı şekilde devam etmiştir. İbn Şirin’den şöyle rivayet edilmiştir: “Sadaka Peygamber (sav)’e veya onun görevlendirdiği herhangi birine, Ebu-Bekir’e veya onun görevlendirdiği herhangi birine, Ömer’e veya onun görevlendirdiği herhangi birine ödenirdi. Bazıları sadakalarını onlara öderlerdi, bazıları sadakalarını kendileri dağıtırlardı. Onlara sadaka ödeyenler arasında İbn Ömer’de vardı.”

(Devamı gelecek sayıda)

YIL 13  SAYI 157  ZİLKADE 1423  OCAK 2003

Yukarı