Kur’ana
dikkatlice baktığımız zaman, Cenabı Allah’ın kainatı
yaratması ile onun üzerindeki hükümranlığı arasında mükemmel
bir ilginin olduğunu görürüz. Allah’u Teala ayetlerde her
şeyi yaratanın kendisi olduğunu özellikle vurgulamaktadır.
Bunun nedeni ne olabilir? İnsanların bu hakikati bilmelerine rağmen,
neden Allah (cc) Kur’anda bu ayetleri tekrar tekrar belirtmektedir?
Oysa Kur’anda Allah azze ve celle, yeri ve göğü kimin yarattığı
sorulsa; müşrik olanların dahi bu soruya; “Allah” diyeceklerini
bildirmektedir. Ölümden sonraki hayatı inkar eden bu insanlar
dahi kainatın Allah tarafından yaratıldığını kabul etmelerine
ve buna inanmalarına rağmen, Allah’u Teala niçin bu ayetleri
defalarca belirtmekte ve insanların kabul ettiği bu gerçeği
şefaatle ifade buyurmaktadır?!.
Çünkü;
“yaratmak” ve yarattığı bu şeylerin haram-helalini belirleme
hak ve yetkisi arasındaki o hakiki bağı ve ilgiyi insanların
idraklerine, gönül dünyalarına kavratmak için Allah’u Teala
bu ayetleri sıkça belirtiyor.
Allah’u
Teala; yaratan ve yarattığı şey üzerinde yegane hükümran
olandır. O’nun mülkünde sadece O’nun sözü geçer ve
insanları helal-haram hükümleriyle kayıt altına alacak olan da
yalnız O’dur. Bu gerçeği ifade eden ayetlerden bazıları şöyle:
“Bilesiniz
ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne
yücedir!” (Araf 54)
“De
ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve
yerin gizli bilgisi O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şâyanı
hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka
bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak
etmez.” (Kehf 26)
“…Allah
(dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur…”
(Rad 41)
Ayetlerin
ifadelerinden anlaşılıyor ki; kainatı yaratan ve üzerinde
hükümran olan ve hükümranlığında hiçbir kimseyi ortak tanımayan
Allah, dilediği gibi hükümde bulunur ve bu eşyalar üzerinde
helal-haram konusunu ancak O benimser. O’nun bu hükmüne ortak
olacak veya bu hükmünü bozacak veya kendi indinden bu eşyalara
bir helal-haram gibi hüküm tespit edecek bir konuyu, bir meseleyi
kendi indinden bir karara bağlayacak hiç kimse yoktur. Resulde
dahil insanlar yaptıklarından sorguya çekilecekler.
“Elbette
kendilerine peygamber gönderilen kimseleri sorguya çekeceğimiz
gibi, gönderilen peygamberlere de mutlaka soracağız.” (Araf 6)
Yaptıklarından
sorguya çekilmeyen ve mülkte dilediği gibi tasarrufta bulunacak
ancak ve sadece Allah’tır.
Bu
açıklamalardan şeksiz ve şüphesiz ortaya çıkıyor ki;
Resulullah (sav) dinde, Allah’ın hükümranlığında ortak
değildir. Esasen yukarıda geçen ayetlerde Allah (cc); “hiç
kimseyi” ortak kılmadığını beyan etmektedir. Bu hususta
Resulullah’ı ayırt etmiyor, bütün insanları ve cinleri Allah’a
(cc) kulluk etmek için yaratmıştır.
Hayır,
Allah’ın mülkünde, Allah’ın hükümranlığında ikinci bir
ortak yoktur. Biz buna böyle iman ediyor ve Allah indinden vahiy
gecikti diye, Allah’ın emrinin önüne geçip, meseleye bir şeri
kaide tespit edip Allah’ın ortağı olan birisinin olmadığına
iman ettik.
Resulullah
(sav) içtihat etmiş midir? İslam’da Allah’ın hükümranlığı
yanında Resulullah’ın hükümranlığından bahsetmek mümkün
değildir. Resul de dahil insanoğlu Allah’ın hükümlerinin dışında
hüküm tespit edemez. Böyle iken Allah’ın hükümranlığına
rağmen görevi sadece duyurmak olan bir nebinin kendi indinden “tek
hükümran olanın hükmü gecikti” diyerek kendi görüşüyle
bir hüküm koyması olacak şey değildir. Allah vahyi geciktirdiğinden
habersiz mi kaldı?! Veya “Bana şerik koşmayın” derken vahyi
geciktirerek bizzat kendisi mi bir aday tespit ediyor?! Böyle bir
söz iyi niyet taşıyor olsa da (ki biz böyle olduğuna
inanıyoruz) Resulullah’a iftira olur. O da ümmeti gibi Allah’ın
hükümranlığı altında sadece emrolunana itaat etmekle görevlendirilmiş
ve bundan da sorguya çekileceği beyan buyurulmuştur:
“O
halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi
dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı
çok iyi görendir.” (Hud 112)
Allah’ın
mülkünde helal-haram belirleyenin yine kendisi olan Allah’a
şerik olmakla değil O’nun emrine itaat ve kullukla emrolunan
Resulullah ise şöyle karşılıkta bulunuyor.
“De
ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen
Allah'tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana Müslüman
olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi).
De ki: Ben, Rabbime isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin)
azabından korkarım.” (En’am 14-15)
“(De
ki:) Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı
dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de
zaten O'na aittir. Bana Müslüman-lardan olmam ve Kur'an okumam
emredil-di. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için
gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.”
(Neml 91-92)
Demek
ki; Allah yarattığı kainatın tek sahibi ve tek hükümranı.
Onlar hakkında şer’i hükümleri belirten sadece kendisidir ve
Resulün de bu hükümlere teslim olup Allah’a itaat ve kullukta
bulunması emredilmiştir:
Din,
insanların davranışlarını helal veya haram yönünde kayıt
altına alan Şari’nin (kanun koyucu) hitabına denir. İnsanların
davranışlarına haram-helal yönünde kayıt koyan Şari’nin
hitaplarının oluşturduğu bütüne birden din denir. Rabbimizin;
“Dininizi tamamladım.” demesiyle anlaşılan; “Ey insanlar,
sizin davranışlarınıza koyduğum bir takım kayıtlarım olan
haram-helallerimi tamamlamakla sizin bütün davranışlarınıza
ait olan hükümleri belirttim ve dinimi tamamladım. Artık bundan
sonra Kur’an ve Sünnette kimi açık, kimi de kapalı- gizli olan
hükümlerimi alıp, yaşamakla sorumlusunuz.”
O
halde Rabbimizin hitaplarının adı olan dinde, Resul bir hak
sahibi değil, bilakis O, dini Allah’a has kılıp kendisi de o
dine itaat etmekle, onunla Allah’a kulluk etmekle görevlidir:
“De
ki: Bana, dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.
Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu. De ki: Rabbime karşı
gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: Ben
dinimde ihlas ile ancak Allah'a ibadet ederim.” (Zümer
11-14)
Demek
ki Resul, vahiy geciktiği zaman dinde herhangi bir belirleme
mazeret için hakkı doğmuyor. Bilakis tek hükümran Rabbisinin
hükmünü bekleyip ona itaat edecektir. Bu emri Resulüne veren
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Ayrılığa
düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a
mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na
yönelirim.” (Şura 10)
Resulullah
Allah’ın hükmünü kesti-remezdi ki; içtihad da bulunsun. Cenabı
Allah Resulüne içtihad etme hakkı vermemiştir. Çünkü,
Resulullah’ın söylediği her şeyi müminlerin anlamasında
Allah’ın kati emri vardır. Resulullah’ın bütün bu
emirlerini almada hiçbir kimsenin: “Hele biraz bekleyelim, Allah
onaylarsa kabul edelim, yok eğer azarlarsa kabul etmeyelim”
diyerek bir bekleme hakkına sahip değildir. Resulullah’ın
emrinin kabulünde bir aralık-zaman dilimi bile tereddüt edenlerin
imanını dinin sahibi olan Allah kabul etmemektedir.
Resulünün
din adına söylediği her sözü imandan kılan Allah, Resulüne
her mesele hakkında hükmünü bildiriyor ve hükmünü
bildirmesini beklemeden kendi indinden bir hüküm verme hakkını
Resule vermemiştir. Çünkü onun her söyleyeceği şey dinin
muhtevasını oluşturacağı için ve Allah da dinde, din koymada
hiçbir ortak kabul etmediği için Resulüne içtihad etme hakkını
vermemiştir. Resulün her bildirdiği dindendir. İman ise yakine
dayanır, şüphe götürmez. İçtihad ise zanna dayanır, şüphe
götürür ve yanlış olması da mümkündür. İçtihadta bağlayıcılık
yoktur. Eğer Resul içtihad etseydi bu insanları bağlayıcı
olmayacaktı ve Kur’an dışındaki her sözüne; “Bu onun kendi
düşüncesi, bana göre şu doğru” diyerek Resul gibi kendi
indinden belirlediği görüşleriyle dinini oluşturacaktı. Ama
Allah, Resulün her söylediğine itaati emrederek, bu sözlerine
itaati dinden kabul ediyor. Resulullah içtihad etmiş olsaydı ve
de Allah bunu dinden kabul etmiş olsaydı, Allah (cc) bizzat
kendini insanlara dindeki ortağını teklif etmiş olacaktı.
Çünkü bir Resulün, Rabbisinin emri gelmeden, din adına kendi
indinden bir görüş belirtmesi ilahlığını ilan etmesi
demektir. İçtihad ettiğini söyleyenler esasen açıklayamadıkları
bazı meseleleri, içtihad etti diyerek kapatmak istemişlerdir.
Fakat daha sonra gelenler ilim yapalım derken Allah Resulünün, beşeri
ilimlerdeki düşüncelerini de içtihad göstererek ilim adına
çok komik düşünceler benimsemiştirler. (Bir sonraki bölümde
Resulün içtihadı zannedilen meselelerin hiçte içtihad olmadığını
açıklayacağız.)
Fakat
peygamberliğin vakıasıyla alakalı olduğu için şunu söylemek
isteriz ki; Resulullah içtihad etmemiş, Rabbi ona karşılaştığı
her meselenin hükmünü bildiriyordu. Bunların bir kısmı Kur’an’da
bir kısmı da vahyi gayri metluvda idi. Örneğin; Peygamberimize
çeşitli meselelerde soru soruluyor ve Cenab-ı Allah’ta o
meselenin hükmünü hemen, bazen de bir müddet sonra metluv veya
gayri metluv olarak bildiriyordu. Mesela;
“Sana,
hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar,
insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. İyi
davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin
iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır.
Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa
erersiniz.” (Bakara 189)
Bu
ayette Allah (cc) meselenin hükmünü Resulüne bırakmıyor,
kendisi açıklıyor. Oysa hilal konusunda Resulullah (sav) hayatı
boyunca bir çok bilgi edinmişti.
|