Ana Sayfa YIL 13   SAYI 157   ZİLKADE 1423   OCAK 2003 E-Mail

Sizin İçin Seçtiklerimiz

Derleyen: Mehmed SAKİN

SÜNNET -VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI [2]

Bahaddin YÜKSEL

Kur’ana dikkatlice baktığımız zaman, Cenabı Allah’ın kainatı yaratması ile onun üzerindeki hükümranlığı arasında mükemmel bir ilginin olduğunu görürüz. Allah’u Teala ayetlerde her şeyi yaratanın kendisi olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Bunun nedeni ne olabilir? İnsanların bu hakikati bilmelerine rağmen, neden Allah (cc) Kur’anda bu ayetleri tekrar tekrar belirtmektedir? Oysa Kur’anda Allah azze ve celle, yeri ve göğü kimin yarattığı sorulsa; müşrik olanların dahi bu soruya; “Allah” diyeceklerini bildirmektedir. Ölümden sonraki hayatı inkar eden bu insanlar dahi kainatın Allah tarafından yaratıldığını kabul etmelerine ve buna inanmalarına rağmen, Allah’u Teala niçin bu ayetleri defalarca belirtmekte ve insanların kabul ettiği bu gerçeği şefaatle ifade buyurmaktadır?!.

Çünkü; “yaratmak” ve yarattığı bu şeylerin haram-helalini belirleme hak ve yetkisi arasındaki o hakiki bağı ve ilgiyi insanların idraklerine, gönül dünyalarına kavratmak için Allah’u Teala bu ayetleri sıkça belirtiyor.

Allah’u Teala; yaratan ve yarattığı şey üzerinde yegane hükümran olandır. O’nun mülkünde sadece O’nun sözü geçer ve insanları helal-haram hükümleriyle kayıt altına alacak olan da yalnız O’dur. Bu gerçeği ifade eden ayetlerden bazıları şöyle:

“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (Araf 54)

“De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf 26)

“…Allah (dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur…” (Rad 41)

Ayetlerin ifadelerinden anlaşılıyor ki; kainatı yaratan ve üzerinde hükümran olan ve hükümranlığında hiçbir kimseyi ortak tanımayan Allah, dilediği gibi hükümde bulunur ve bu eşyalar üzerinde helal-haram konusunu ancak O benimser. O’nun bu hükmüne ortak olacak veya bu hükmünü bozacak veya kendi indinden bu eşyalara bir helal-haram gibi hüküm tespit edecek bir konuyu, bir meseleyi kendi indinden bir karara bağlayacak hiç kimse yoktur. Resulde dahil insanlar yaptıklarından sorguya çekilecekler.

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri sorguya çekeceğimiz gibi, gönderilen peygamberlere de mutlaka soracağız.” (Araf 6)

Yaptıklarından sorguya çekilmeyen ve mülkte dilediği gibi tasarrufta bulunacak ancak ve sadece Allah’tır.

Bu açıklamalardan şeksiz ve şüphesiz ortaya çıkıyor ki; Resulullah (sav) dinde, Allah’ın hükümranlığında ortak değildir. Esasen yukarıda geçen ayetlerde Allah (cc); “hiç kimseyi” ortak kılmadığını beyan etmektedir. Bu hususta Resulullah’ı ayırt etmiyor, bütün insanları ve cinleri Allah’a (cc) kulluk etmek için yaratmıştır.

Hayır, Allah’ın mülkünde, Allah’ın hükümranlığında ikinci bir ortak yoktur. Biz buna böyle iman ediyor ve Allah indinden vahiy gecikti diye, Allah’ın emrinin önüne geçip, meseleye bir şeri kaide tespit edip Allah’ın ortağı olan birisinin olmadığına iman ettik.

Resulullah (sav) içtihat etmiş midir? İslam’da Allah’ın hükümranlığı yanında Resulullah’ın hükümranlığından bahsetmek mümkün değildir. Resul de dahil insanoğlu Allah’ın hükümlerinin dışında hüküm tespit edemez. Böyle iken Allah’ın hükümranlığına rağmen görevi sadece duyurmak olan bir nebinin kendi indinden “tek hükümran olanın hükmü gecikti” diyerek kendi görüşüyle bir hüküm koyması olacak şey değildir. Allah vahyi geciktirdiğinden habersiz mi kaldı?! Veya “Bana şerik koşmayın” derken vahyi geciktirerek bizzat kendisi mi bir aday tespit ediyor?! Böyle bir söz iyi niyet taşıyor olsa da (ki biz böyle olduğuna inanıyoruz) Resulullah’a iftira olur. O da ümmeti gibi Allah’ın hükümranlığı altında sadece emrolunana itaat etmekle görevlendirilmiş ve bundan da sorguya çekileceği beyan buyurulmuştur:

“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hud 112)

Allah’ın mülkünde helal-haram belirleyenin yine kendisi olan Allah’a şerik olmakla değil O’nun emrine itaat ve kullukla emrolunan Resulullah ise şöyle karşılıkta bulunuyor.

“De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi). De ki: Ben, Rabbime isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım.” (En’am 14-15)

“(De ki:) Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana Müslüman-lardan olmam ve Kur'an okumam emredil-di. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.” (Neml 91-92)

Demek ki; Allah yarattığı kainatın tek sahibi ve tek hükümranı. Onlar hakkında şer’i hükümleri belirten sadece kendisidir ve Resulün de bu hükümlere teslim olup Allah’a itaat ve kullukta bulunması emredilmiştir:

Din, insanların davranışlarını helal veya haram yönünde kayıt altına alan Şari’nin (kanun koyucu) hitabına denir. İnsanların davranışlarına haram-helal yönünde kayıt koyan Şari’nin hitaplarının oluşturduğu bütüne birden din denir. Rabbimizin; “Dininizi tamamladım.” demesiyle anlaşılan; “Ey insanlar, sizin davranışlarınıza koyduğum bir takım kayıtlarım olan haram-helallerimi tamamlamakla sizin bütün davranışlarınıza ait olan hükümleri belirttim ve dinimi tamamladım. Artık bundan sonra Kur’an ve Sünnette kimi açık, kimi de kapalı- gizli olan hükümlerimi alıp, yaşamakla sorumlusunuz.”

O halde Rabbimizin hitaplarının adı olan dinde, Resul bir hak sahibi değil, bilakis O, dini Allah’a has kılıp kendisi de o dine itaat etmekle, onunla Allah’a kulluk etmekle görevlidir:

“De ki: Bana, dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: Ben dinimde ihlas ile ancak Allah'a ibadet ederim.” (Zümer 11-14)

Demek ki Resul, vahiy geciktiği zaman dinde herhangi bir belirleme mazeret için hakkı doğmuyor. Bilakis tek hükümran Rabbisinin hükmünü bekleyip ona itaat edecektir. Bu emri Resulüne veren Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.” (Şura 10)

Resulullah Allah’ın hükmünü kesti-remezdi ki; içtihad da bulunsun. Cenabı Allah Resulüne içtihad etme hakkı vermemiştir. Çünkü, Resulullah’ın söylediği her şeyi müminlerin anlamasında Allah’ın kati emri vardır. Resulullah’ın bütün bu emirlerini almada hiçbir kimsenin: “Hele biraz bekleyelim, Allah onaylarsa kabul edelim, yok eğer azarlarsa kabul etmeyelim” diyerek bir bekleme hakkına sahip değildir. Resulullah’ın emrinin kabulünde bir aralık-zaman dilimi bile tereddüt edenlerin imanını dinin sahibi olan Allah kabul etmemektedir.

Resulünün din adına söylediği her sözü imandan kılan Allah, Resulüne her mesele hakkında hükmünü bildiriyor ve hükmünü bildirmesini beklemeden kendi indinden bir hüküm verme hakkını Resule vermemiştir. Çünkü onun her söyleyeceği şey dinin muhtevasını oluşturacağı için ve Allah da dinde, din koymada hiçbir ortak kabul etmediği için Resulüne içtihad etme hakkını vermemiştir. Resulün her bildirdiği dindendir. İman ise yakine dayanır, şüphe götürmez. İçtihad ise zanna dayanır, şüphe götürür ve yanlış olması da mümkündür. İçtihadta bağlayıcılık yoktur. Eğer Resul içtihad etseydi bu insanları bağlayıcı olmayacaktı ve Kur’an dışındaki her sözüne; “Bu onun kendi düşüncesi, bana göre şu doğru” diyerek Resul gibi kendi indinden belirlediği görüşleriyle dinini oluşturacaktı. Ama Allah, Resulün her söylediğine itaati emrederek, bu sözlerine itaati dinden kabul ediyor. Resulullah içtihad etmiş olsaydı ve de Allah bunu dinden kabul etmiş olsaydı, Allah (cc) bizzat kendini insanlara dindeki ortağını teklif etmiş olacaktı. Çünkü bir Resulün, Rabbisinin emri gelmeden, din adına kendi indinden bir görüş belirtmesi ilahlığını ilan etmesi demektir. İçtihad ettiğini söyleyenler esasen açıklayamadıkları bazı meseleleri, içtihad etti diyerek kapatmak istemişlerdir. Fakat daha sonra gelenler ilim yapalım derken Allah Resulünün, beşeri ilimlerdeki düşüncelerini de içtihad göstererek ilim adına çok komik düşünceler benimsemiştirler. (Bir sonraki bölümde Resulün içtihadı zannedilen meselelerin hiçte içtihad olmadığını açıklayacağız.)

Fakat peygamberliğin vakıasıyla alakalı olduğu için şunu söylemek isteriz ki; Resulullah içtihad etmemiş, Rabbi ona karşılaştığı her meselenin hükmünü bildiriyordu. Bunların bir kısmı Kur’an’da bir kısmı da vahyi gayri metluvda idi. Örneğin; Peygamberimize çeşitli meselelerde soru soruluyor ve Cenab-ı Allah’ta o meselenin hükmünü hemen, bazen de bir müddet sonra metluv veya gayri metluv olarak bildiriyordu. Mesela;

“Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Bakara 189)

Bu ayette Allah (cc) meselenin hükmünü Resulüne bırakmıyor, kendisi açıklıyor. Oysa hilal konusunda Resulullah (sav) hayatı boyunca bir çok bilgi edinmişti.

YIL 13  SAYI 157  ZİLKADE 1423  OCAK 2003

Yukarı