Ana Sayfa YIL 13   SAYI 157   ZİLKADE 1423   OCAK 2003 E-Mail

SİYASAL VE ENFORMASYONEL SAPTIRMA

Hilafet Dergisi

Şüphesiz siyasi saptırma; belli bir grubun siyasal çıkarına kazanç sağlamak amacıyla, hatalı ve saptırıcı fikirler yayılarak, halkların ve insanların bütününün saptırılmasına denir. Burada öyle ıstılahlar ve belgeler vardır ki, bunlar yazılı ve görsel basın aracılığı ile günübirlik şekilde yayılmakta ve ilan edilmektedir. Biz devamlı olarak “dünya kamuoyu” ve “Amerikan kamuoyu” gibi ıstılahları işitmekteyiz.

Bugün dünyada parmakla sayılacak kadar devletlerin, kararlarında ve davranışlarında mükemmel bir liderliğin var olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyimle, siyasi kararın bu ülkenin siyasetini çizen, devlet siyasetini koyan ve koyduğu siyasete göre devletin çıkarlarını gerçekleştirmeye götüren düşünce adamları tarafından sadır olduğuna şahit olmaktayız. İşte bu düşünce adamları açığa çıkmayan, ışıksız ve basınsız çalışan, devletin kendilerine, görevlerini en mükemmel bir şekilde yerine getirebilmeleri için bütün olanakları seferber ettiği kimselerdir. Örnek olarak; Amerika birleşik devletleri yönetimini yürüten belli başlı iki parti vardır ki, onlarda Demokrat ve Cumhuriyet partileridir. Amerikanın Orta doğuya ilişkin net ve sınırlı bir politikası vardır. Bu politika, Körfezdeki petrol kuyularına egemen olmak, bu bölgede kendi siyasetine uygun hareket eden Arap hükümetlerini desteklemek, İslam’ı, yönetime taşıyacak herhangi bir çalışmaya darbe vurmak, İsrail devletinin varlığını olduğu gibi garanti altına almak, coğrafi olarak genişlemesine engel olmak ve bölgede Amerikan maslahatlarına rekabet edecek İsrail teşebbüslerine darbe indirmek olarak özetlenebilir. İşte siyasetçiler tarafından çizilip, yönetime gelen parti tarafından uygulanan genel Amerikan politikasının işaretleri budur. Muhakkak ki Birleşik devletler başkanı, pratik olarak hükümetin resmi sözcüsü ve onun politikasının uygulayıcısıdır. Partilere düşen görev her ne kadar her bir partinin bu politikayı uygulamada kendine özgü üslubu ve metodu var ise de o politikaları benimsemek ve bunları siyasi programının esasi bir parçası haline getirmektir. Bu iki partinin görüntüsündeki değişiklik ve farklılık işte buradan kaynaklanmaktadır. Fakat bunların nihai hedefi birdir.

Burada Amerikan kamuoyunun, Amerikan siyasetini yönlendirdiğine dair insanlar katında yanlış bir kanaat var ki bunun basit ve yüzeysel bir fikir olduğunu söylemek mümkündür. Fakat biz konuyu derinlemesine incelediğimizde ve objektif olarak analiz ettiğimizde konunun bir kaç yönden insanların sandığı gibi olmadığı kanaatine varıyoruz.

Birincisi; bizzat Amerikan devletinin kendisi tamamıyla enformasyon ve siyasi bilgilendirme araçlarına tahakküm etmektedir. Bu bağlamda, Amerikan devletinin kendisi, Amerikan vatandaşının neyi okuması, görmesi ve duyması gerektiğini belirleyen ve sınırlayandır. Binaenaleyh onun düşüncesini yönlendiren, kendisi hissetmeksizin onun isteklerini belirleyendir. Bunu yapmasıyla, hükümetin yönelimlerine uygun hareket edecek, Amerikan kamuoyu oluşmuş olmaktadır. Buna örnek verecek olursak, İkinci Körfez savaşında, Amerikan ve Dünya enformasyon araçlarını harekete geçirerek, eşi benzeri görülmemiş bir şekilde faaliyette bulunarak, o günkü Irak rejimine karşı dünya kamuoyunun sulandırılmasını sağlamıştır. İlk önce Irak’ın, komşularına daha sonra da bütün dünya aleme çok büyük bir şekilde tehlike teşkil ettiği lanse ettirilmiştir. Bunu da Irak rejiminin başındakini yaş ve kuruyu yakmak isteyen vahşi bir kartala benzetmiş, eğer bu tehlike zamanında bertaraf edilmezse genel olarak dünyanın, özel olarak da Batının ciddi bir şekilde baş belası olacağı görüntüsünü vermiştir. Bu telkinden sonra enformasyon araçları harekete geçerek güvenlik programları ile ilgili fikirleri yaymaya başlamış, gündelik televizyonlarda röportajlar organize ettirmiştir. Kendi sanına göre, Irak rejiminin, Kuveyt’e karşı muamelesinde vahşiliğini ifşa etmeye çalışmış, içerisinde ölümün ve şiddetin olduğu bazı kıssalar ve hadiseler uydurarak, Amerikanlılar bu dehşeti tehlikenin bir an önce durdurulması gerekliliğine dair kendilerinde kamuoyu oluşarak sabahlamışlardır. Sonuç olarak Amerikan hükümetine Arap yarımadasına Amerikan askeri gönderme planını uygulama fırsatı doğmuştur. Evet Amerikan hükümeti o kartelleşmiş olan enformasyon teşkilatları ve devlet organlarından sadır olan beyanatlar vasıtası ile halkına, savaşa girmeyi kabullendirmeye yöneltmiştir. Daha ağır olanı Amerikan nüfuzuna tâbi olmayan bağımsız müesseseler tarafından bu enformasyon organlarına tesir etme imkanı yoktur. Bu organlar tarafından yayılan düşüncelerin, a’sın dan z’sine kadar hepsi dikkatle ve inayetle düşünürler tarafından etüt edilmiş, özenle insanların geneline makaleler sunulmuş ve böylelikle bu bilgilerin sunulmasından çok büyük faydalar elde etme olanağı garantiye alınmış olmaktadır. Burada bir nebze olsun eski Amerikan başkanı Richard Nixonun Ulusal Güvenlik danışmanı Zbıgınıew Brzzezınskı ile yapılan röportaja değinmek istiyorum. Körfez savaşına az bir zaman kala CNN’e vermiş olduğu bir demecinde; “Ben yazılı ve görsel basında çıkan siyasi haberlerin ancak yüzde yirmisini alırım, geri kalanı ise basit bir yalan ve saptırmadan başka bir şey değildir” söylemektedir. Onu tanıyan bir kimse bu şahsın tamamen cereyan eden olayları, hadiseleri ve işlerin tabiatını, aynı zamanda da enformasyon organlarının yaydığı düşünceleri bildiğinin farkına varır. Bunun içindir ki; Arap ve Müslüman siyasilerin, düşünürlerin, basının terviç ettiği, Amerikan desteğini kazanmak için Amerikan kamuoyuna tesir etme çabasında, gücün odaklaşması ve merkezleşmesi düşüncesi ancak bu ümmeti saptıran siyasi bir oyun ve onun zihnini yanlış hedefe yönelterek, gücünü kırma ve dağıtma teşebbüsünden başka bir şey değildir. Bu noktada gücü harcamak saptırma ve asla ciddi olmayan bir davranış olmakla birlikte hiç bir zaman meyve vermeyecektir. İşte Türk veya Filistin halkının çıkarına olan, Amerikan kamuoyuna etki etmek üzerinde odaklaşma gerekliliğinin gürültüsünü ve çığırtkanlığını yapan kimseler iki gruptur, üçüncüsü yoktur. Ya kendilerinde siyasi bakışın olmadığı, siyaset oyun kaidelerini bilmeyerek, süslü Demokrasi vehmiyle dolandırılmış kimseler, yada hedefleri siyasi saptırma, yanlış düşüncelerle, faydasız ve boş işlerle insanların fikirlerini, amellerini oyalayacak konseptlerin yayılmasını sağlamaya çalışan kimselerdir. Bunlar Arap ve Türk şarlatanlarıdır, bunlar bizim rengimizden olduklarını ve bizim dilimizi konuştuklarını iddia etmektedirler. Halbuki onlar kesinlikle öyle değildirler. Türkiye’nin AB’ye girmesi gerekliliğini savunan parti veya kimseler, bunun içinde Amerikan yönetimi ve Yahudi kuruluşları nezrinde lobi faaliyetinde bulunanlar, Müslüman Türk halkı ile alay etmekte, onun zayıf fikri ve duygu yapısından faydalanmaktadırlar. Onlar izzeti Amerika’da arayarak, hem gerçek izzetin Allah indinde olduğu hükmüne hem de Müslümanların AB’ye katılmalarının haram olduğuna dair şer’i hükme muhalif davranmaktadırlar. Bununla birlikte şayet Amerikan yönetimi, Türkiye’ye, AB konusunda destek verecekse, bunu mutlaka kendi çıkarı için yapacaktır.Ya Kıbrıs’ı Müslüman halkın elinden alacak yada Kuzey Irak’ta Müslüman halkı birbirine kırdıracak, veya Müslümanlara, akidelerine zıt Kapitalist batı fikirlerini kabullendirerek sömürmeye devam edecek ve onların bir devlet altında birleşmelerine engel olacak şekilde asimile etmeye çalışacaktır. Bunu yaparken gerçekleri ters yüz ederek, Türk halkının AB’ye girmekle ekonomik refah seviyesini yükselteceğini, ekonomik kalkınma sağlayacağını ve çağdaş devletler seviyesine ulaşacağını yazılı ve görsel basın aracılığıyla söylemekle, Müslümanları siyasi ve fikri olarak saptırmaktadır.

Nitekim insanların, bazılarının zannettiğin aksine, Amerika’ya hükmedenin Amerikan halkının olmadığı, ancak belli bir grubun ona tahakküm ettiğinin bilinci içerisinde olmaları zorunludur. İşte politikayı belirleyen bu azınlık gruptur. Onların çizdiği siyaseti uygulayan hükümet ya Demokrat partiden yada Cumhuriyet partiden olur. Bu iki partideki var olan farklılık çizilen siyasetin içeriğinde değil, ancak her birinin kendine özgü olan üsluplarındadır. Dış siyasete oranla o bir tek siyasettir. Her bir parti onu kendine özgü değişik üsluplarla infaz eder.

Bu Amerika hakkında söylenenler Yahudi devleti hakkında da söylenebilir. Çünkü konumları birbirine çok benzemektedir. İsrail devletinin siyasetini çizenler onun çerçevesini ve nişanelerini sınırlayanlardır. İktidarda ki partiler ise bu siyaseti uygulayanlardır. Fakat Arap enformasyon araçları, siyasileri ve düşünürlerin dillerinden duyduğumuz ve şahit olduğumuz husus, bölge barışının önünde duran esasi engelin Şaron olduğu, başka bir deyimle; Şaron hükümeti düştüğü zaman Filistin davasında görüşmelere başlanılabileceği ve barışın tamamlanabileceğine dair düşünce ancak siyasi saptırmadan başka bir şey değildir. Bugün biz hücumun İsrail hükümetine veya İsrail halkına değil de, Şaron’un şahsına odaklandığını gözlemlemekteyiz. Onlar, Yahudi halkından her bir kişinin Müslümanlara nefret ve kin beslemesi açısından, Şaron’a benzer veya ondan daha azgın olduğunu bilmiyorlar mı?. İnsanlar, Netanyahu yönetimi günlerinde ki, düzenbazlık, hilekarlık, sığınmacılara ve Kudüs’e karşı sert tutumunu ve onun barış karşıtlığını, O günlerde resmi ağızların ve basının, barışın önünde duran engelin sadece Netanyahu olduğu, eğer İşçi partisi liderliğinde bir hükümet iş başına gelirse, Müslümanlarla, Yahudiler arasında süregelen şiddetli çatışmaları sona erdirmeye muktedir olabileceğine dair vermiş oldukları demeci hatırlamıyorlar mı? Nitekim Netanyahu ve aşırı sağcı hükümeti düştü. Bununla birlikte insanlar barış adamı olarak bilinen Barak’ın iş başına gelerek hemen barış görüşmelere başlamasıyla, sevinç gösterileri ve kesin zafer çığlıkları atmaya başladılar da ne oldu? Sonuç hep aynı hüzünle bitmedi mi? Bütün bunlar ve Netanyahu ve Barak günleri ancak onlara zaman kazandırdı, Müslümanların zayi etmiş oldukları vakitten faydalandılar, bununla beraber gasp edilmiş bölgelere konutlar inşa etmeye, oralara göçmenler yerleştirmeye, o topraklarda ayaklarını determine etmeye devam etmeleriyle birlikte, Batı Şeria’dan, Gazze’den özellikle de Kudüsü Şerifden çekilme düşüncelerinin imkansız olduğunu açıklamadılar mı?

Burada Amerikan liderliğinin baskısı altında ciddi barış görüşmelerine başlanıldığı sırada Barak azı dişini göstererek, gerçek kimliğini açığa çıkarmasıyla, Yahudilerin siyasi hedefinden bir karış dahi vazgeçmediğini, yine intifadanın başlaması ile Barak’ın önceki seleflerinin cesaret edemediğine cüret ederek Müslümanları öldürme suçu işlemiş, uçaklarla bombalar yağdırmış, suikastlar düzenlemiş ve Filistin halkının evlerini yerle bir etmiş olduğunu hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Daha sonra Şaron gelerek onun yarım bıraktığı öldürme, bombalama, helak etme, suikast düzenleme ve yerle bir etme işine devam etmiştir. Fakat bunu yaparken Barak’ın yaptığı gibi siyasi manevra kılıfı ile örtmemiş olması, barış ameliyesinin ağır bir yara aldığını söylemeye Arap yöneticileri sevk etmiştir. Bu bağlamda enformasyon araçları ve Arap siyasileri beyanatlarında, şayet Şaron hükümeti düşerse, Jose Sarıd’in katılımıyla işçi partisinin barış güvercinleri olan Jose Pelin ve Simon Peresle tekrar anlaşma masasına dönülebileceğinin yaygarasını yaymaya başlamışlardır. Bütün bunlar olurken Yahudiler konutlar inşa etmeye, kaleler örmeye ve ayaklarını o topraklarda sabitleştirmeye devam etmekte idiler. Buna mukabil otorite sorumluları bekleyerek, İsrail seçimlerini seyretmekte ve gelecek hükümete ümit bağlıyorlardı. Hadi biz Şaron hükümetinin düştüğünü, İşçi partisinin tekrar siyasi platforma ve yönetime döndüğünü var sayalım, peki biz bundan ne bekleyeceğiz? Filistin halkı ile anlaşma imzalayarak, topraklarının kendilerine teslim edilmesi ve sığınmacılara geri dönme imkanının verilmesini mi!!? Tabi ki hayır, fakat kesinlikle bunu açıkça söylemeyecekler, bilakis Filistin otoritesi ile toplantılara başlayarak, açık ve gizli görüşmeler düzenleyeceklerdir, fakat nereye kadar, şüphesiz onlarla hiç bir yere varılmaz. Amerika tekrar Yahudilere şiddetli bir şekilde baskı yapmaya başladığında, hükümet istifa ederek seçim iddiasında bulunacak ve yeniden yönetime Likud partisi gelecektir. Ve durum böyle kısır döngü halinde devam edip gidecektir.

İnsanların uykularından ve gafletlerinden uyanıp, etraflarında ne olup bittiğinin farkına varma, zillet ve korku içerisinde yaşadıkları vakayı idrak etme zamanı gelip de geçmektedir. Fakat biz iyi niyetli tavrımızı takınarak bir seçimden başka seçimi bekleyelim ve işimizi bu veya şu Amerikan ve İsrail hükümetine havale edelim!!! İşte bu veya buna benzer düşüncelerin hepsi safsatadır ve Amerikan başkanı veya İsrail hükümeti, genel devlet politikasından dışarı çıkma cesaretini gösteremez ve gösteremeyeceklerdir. Binaenaleyh; Rabin Golan tepelerini Suriye’ye geri verme düşüncesine kalkıştığında kendisi bu devletin kurucularından ve onun samimilerinden olmakla birlikte bir aşırı Yahudi tarafından öldürülmüştür. Bir keresinde kendisine Oslo antlaşmasını imzaladıktan sonra bir İsrail gazeteci tarafından “Büyük İsrail düşüncesinden vaz mı geçtiğine” dair bir soru yöneltildiğinde, ona şu cevabı vermiştir; “Evet, büyük İsrail düşüncesinden daha büyük İsrail var etme düşüncesi için vazgeçtim” demiştir. Görünen o ki, o zamanda Rabin, Golan tepelerinin bir kısmından çekilmekle daha büyük İsrail devleti yararına olacak hususları celp etme konusunda kişisel bir kanaate varmıştır. Fakat Rabin tarafından yapılan bu erken davranışların zahiri, bunların daha büyük İsrail devleti kazancına olacak vaatler karşılığında, Amerikanın büyük baskısının sonucu olmuş olmasıdır. Bunu Rabin ve uzmanları anlamış, fakat diğer kesimler anlayamamıştır.

Amerikan ve Yahudi yöneticilerin durumu işte böyledir. Acaba bunu bir yöneticiyi başka bir yönetici ile değiştirme iddiasında olan kimseler anlayacaklar mıdır?

“Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” (Kaf 37)

YIL 13  SAYI 157  ZİLKADE 1423  OCAK 2003

Yukarı