Şüphesiz
siyasi saptırma; belli bir grubun siyasal çıkarına kazanç sağlamak
amacıyla, hatalı ve saptırıcı fikirler yayılarak, halkların
ve insanların bütününün saptırılmasına denir. Burada
öyle ıstılahlar ve belgeler vardır ki, bunlar yazılı ve görsel
basın aracılığı ile günübirlik şekilde yayılmakta ve
ilan edilmektedir. Biz devamlı olarak “dünya kamuoyu” ve “Amerikan
kamuoyu” gibi ıstılahları işitmekteyiz.
Bugün
dünyada parmakla sayılacak kadar devletlerin, kararlarında ve
davranışlarında mükemmel bir liderliğin var olduğunu söyleyebiliriz.
Başka bir deyimle, siyasi kararın bu ülkenin siyasetini çizen,
devlet siyasetini koyan ve koyduğu siyasete göre devletin çıkarlarını
gerçekleştirmeye götüren düşünce adamları tarafından
sadır olduğuna şahit olmaktayız. İşte bu düşünce adamları
açığa çıkmayan, ışıksız ve basınsız çalışan,
devletin kendilerine, görevlerini en mükemmel bir şekilde
yerine getirebilmeleri için bütün olanakları seferber ettiği
kimselerdir. Örnek olarak; Amerika birleşik devletleri
yönetimini yürüten belli başlı iki parti vardır ki, onlarda
Demokrat ve Cumhuriyet partileridir. Amerikanın Orta doğuya
ilişkin net ve sınırlı bir politikası vardır. Bu politika,
Körfezdeki petrol kuyularına egemen olmak, bu bölgede kendi
siyasetine uygun hareket eden Arap hükümetlerini desteklemek,
İslam’ı, yönetime taşıyacak herhangi bir çalışmaya darbe
vurmak, İsrail devletinin varlığını olduğu gibi garanti
altına almak, coğrafi olarak genişlemesine engel olmak ve
bölgede Amerikan maslahatlarına rekabet edecek İsrail teşebbüslerine
darbe indirmek olarak özetlenebilir. İşte siyasetçiler tarafından
çizilip, yönetime gelen parti tarafından uygulanan genel
Amerikan politikasının işaretleri budur. Muhakkak ki Birleşik
devletler başkanı, pratik olarak hükümetin resmi sözcüsü ve
onun politikasının uygulayıcısıdır. Partilere düşen görev
her ne kadar her bir partinin bu politikayı uygulamada kendine
özgü üslubu ve metodu var ise de o politikaları benimsemek ve
bunları siyasi programının esasi bir parçası haline getirmektir.
Bu iki partinin görüntüsündeki değişiklik ve farklılık
işte buradan kaynaklanmaktadır. Fakat bunların nihai hedefi
birdir.
Burada
Amerikan kamuoyunun, Amerikan siyasetini yönlendirdiğine dair
insanlar katında yanlış bir kanaat var ki bunun basit ve yüzeysel
bir fikir olduğunu söylemek mümkündür. Fakat biz konuyu
derinlemesine incelediğimizde ve objektif olarak analiz ettiğimizde
konunun bir kaç yönden insanların sandığı gibi olmadığı
kanaatine varıyoruz.
Birincisi;
bizzat Amerikan devletinin kendisi tamamıyla enformasyon ve
siyasi bilgilendirme araçlarına tahakküm etmektedir. Bu bağlamda,
Amerikan devletinin kendisi, Amerikan vatandaşının neyi
okuması, görmesi ve duyması gerektiğini belirleyen ve
sınırlayandır. Binaenaleyh onun düşüncesini yönlendiren,
kendisi hissetmeksizin onun isteklerini belirleyendir. Bunu
yapmasıyla, hükümetin yönelimlerine uygun hareket edecek,
Amerikan kamuoyu oluşmuş olmaktadır. Buna örnek verecek
olursak, İkinci Körfez savaşında, Amerikan ve Dünya
enformasyon araçlarını harekete geçirerek, eşi benzeri görülmemiş
bir şekilde faaliyette bulunarak, o günkü Irak rejimine karşı dünya
kamuoyunun sulandırılmasını sağlamıştır. İlk önce Irak’ın,
komşularına daha sonra da bütün dünya aleme çok büyük bir
şekilde tehlike teşkil ettiği lanse ettirilmiştir. Bunu da
Irak rejiminin başındakini yaş ve kuruyu yakmak isteyen vahşi
bir kartala benzetmiş, eğer bu tehlike zamanında bertaraf
edilmezse genel olarak dünyanın, özel olarak da Batının ciddi
bir şekilde baş belası olacağı görüntüsünü vermiştir.
Bu telkinden sonra enformasyon araçları harekete geçerek
güvenlik programları ile ilgili fikirleri yaymaya başlamış, gündelik
televizyonlarda röportajlar organize ettirmiştir. Kendi
sanına göre, Irak rejiminin, Kuveyt’e karşı muamelesinde
vahşiliğini ifşa etmeye çalışmış, içerisinde
ölümün ve şiddetin olduğu bazı kıssalar ve hadiseler
uydurarak, Amerikanlılar bu dehşeti tehlikenin bir an önce
durdurulması gerekliliğine dair kendilerinde kamuoyu oluşarak
sabahlamışlardır. Sonuç olarak Amerikan hükümetine Arap yarımadasına
Amerikan askeri gönderme planını uygulama fırsatı doğmuştur.
Evet Amerikan hükümeti o kartelleşmiş olan enformasyon teşkilatları
ve devlet organlarından sadır olan beyanatlar vasıtası ile
halkına, savaşa girmeyi kabullendirmeye yöneltmiştir. Daha
ağır olanı Amerikan nüfuzuna tâbi olmayan bağımsız müesseseler
tarafından bu enformasyon organlarına tesir etme imkanı
yoktur. Bu organlar tarafından yayılan düşüncelerin, a’sın
dan z’sine kadar hepsi dikkatle ve inayetle düşünürler tarafından
etüt edilmiş, özenle insanların geneline makaleler sunulmuş ve
böylelikle bu bilgilerin sunulmasından çok büyük faydalar
elde etme olanağı garantiye alınmış olmaktadır. Burada bir
nebze olsun eski Amerikan başkanı Richard Nixonun Ulusal Güvenlik
danışmanı Zbıgınıew Brzzezınskı ile yapılan röportaja değinmek
istiyorum. Körfez savaşına az bir zaman kala CNN’e vermiş
olduğu bir demecinde; “Ben yazılı ve görsel basında çıkan
siyasi haberlerin ancak yüzde yirmisini alırım, geri kalanı
ise basit bir yalan ve saptırmadan başka bir şey değildir” söylemektedir.
Onu tanıyan bir kimse bu şahsın tamamen cereyan eden olayları,
hadiseleri ve işlerin tabiatını, aynı zamanda da enformasyon
organlarının yaydığı düşünceleri bildiğinin farkına
varır. Bunun içindir ki; Arap ve Müslüman siyasilerin, düşünürlerin,
basının terviç ettiği, Amerikan desteğini kazanmak için
Amerikan kamuoyuna tesir etme çabasında, gücün odaklaşması
ve merkezleşmesi düşüncesi ancak bu ümmeti saptıran siyasi
bir oyun ve onun zihnini yanlış hedefe yönelterek, gücünü kırma
ve dağıtma teşebbüsünden başka bir şey değildir. Bu
noktada gücü harcamak saptırma ve asla ciddi olmayan bir davranış
olmakla birlikte hiç bir zaman meyve vermeyecektir. İşte Türk
veya Filistin halkının çıkarına olan, Amerikan kamuoyuna etki
etmek üzerinde odaklaşma gerekliliğinin gürültüsünü ve
çığırtkanlığını yapan kimseler iki gruptur, üçüncüsü
yoktur. Ya kendilerinde siyasi bakışın olmadığı, siyaset
oyun kaidelerini bilmeyerek, süslü Demokrasi vehmiyle dolandırılmış
kimseler, yada hedefleri siyasi saptırma, yanlış düşüncelerle,
faydasız ve boş işlerle insanların fikirlerini, amellerini
oyalayacak konseptlerin yayılmasını sağlamaya çalışan
kimselerdir. Bunlar Arap ve Türk şarlatanlarıdır, bunlar bizim
rengimizden olduklarını ve bizim dilimizi konuştuklarını
iddia etmektedirler. Halbuki onlar kesinlikle öyle değildirler.
Türkiye’nin AB’ye girmesi gerekliliğini savunan parti veya
kimseler, bunun içinde Amerikan yönetimi ve Yahudi kuruluşları
nezrinde lobi faaliyetinde bulunanlar, Müslüman Türk halkı ile
alay etmekte, onun zayıf fikri ve duygu yapısından
faydalanmaktadırlar. Onlar izzeti Amerika’da arayarak, hem
gerçek izzetin Allah indinde olduğu hükmüne hem de Müslümanların
AB’ye katılmalarının haram olduğuna dair şer’i hükme
muhalif davranmaktadırlar. Bununla birlikte şayet Amerikan
yönetimi, Türkiye’ye, AB konusunda destek verecekse, bunu
mutlaka kendi çıkarı için yapacaktır.Ya Kıbrıs’ı Müslüman
halkın elinden alacak yada Kuzey Irak’ta Müslüman halkı
birbirine kırdıracak, veya Müslümanlara, akidelerine zıt
Kapitalist batı fikirlerini kabullendirerek sömürmeye devam
edecek ve onların bir devlet altında birleşmelerine engel
olacak şekilde asimile etmeye çalışacaktır. Bunu yaparken gerçekleri
ters yüz ederek, Türk halkının AB’ye girmekle ekonomik
refah seviyesini yükselteceğini, ekonomik kalkınma sağlayacağını
ve çağdaş devletler seviyesine ulaşacağını yazılı ve görsel
basın aracılığıyla söylemekle, Müslümanları siyasi ve
fikri olarak saptırmaktadır.
Nitekim
insanların, bazılarının zannettiğin aksine, Amerika’ya hükmedenin
Amerikan halkının olmadığı, ancak belli bir grubun ona
tahakküm ettiğinin bilinci içerisinde olmaları zorunludur.
İşte politikayı belirleyen bu azınlık gruptur. Onların
çizdiği siyaseti uygulayan hükümet ya Demokrat partiden yada
Cumhuriyet partiden olur. Bu iki partideki var olan farklılık
çizilen siyasetin içeriğinde değil, ancak her birinin kendine
özgü olan üsluplarındadır. Dış siyasete oranla o bir tek
siyasettir. Her bir parti onu kendine özgü değişik üsluplarla
infaz eder.
Bu
Amerika hakkında söylenenler Yahudi devleti hakkında da söylenebilir.
Çünkü konumları birbirine çok benzemektedir. İsrail
devletinin siyasetini çizenler onun çerçevesini ve nişanelerini
sınırlayanlardır. İktidarda ki partiler ise bu siyaseti
uygulayanlardır. Fakat Arap enformasyon araçları, siyasileri
ve düşünürlerin dillerinden duyduğumuz ve şahit olduğumuz
husus, bölge barışının önünde duran esasi engelin Şaron olduğu,
başka bir deyimle; Şaron hükümeti düştüğü zaman Filistin
davasında görüşmelere başlanılabileceği ve barışın
tamamlanabileceğine dair düşünce ancak siyasi saptırmadan
başka bir şey değildir. Bugün biz hücumun İsrail hükümetine
veya İsrail halkına değil de, Şaron’un şahsına
odaklandığını gözlemlemekteyiz. Onlar, Yahudi halkından her
bir kişinin Müslümanlara nefret ve kin beslemesi açısından,
Şaron’a benzer veya ondan daha azgın olduğunu bilmiyorlar mı?.
İnsanlar, Netanyahu yönetimi günlerinde ki, düzenbazlık,
hilekarlık, sığınmacılara ve Kudüs’e karşı sert tutumunu
ve onun barış karşıtlığını, O günlerde resmi ağızların
ve basının, barışın önünde duran engelin sadece Netanyahu
olduğu, eğer İşçi partisi liderliğinde bir hükümet iş
başına gelirse, Müslümanlarla, Yahudiler arasında süregelen
şiddetli çatışmaları sona erdirmeye muktedir olabileceğine
dair vermiş oldukları demeci hatırlamıyorlar mı? Nitekim
Netanyahu ve aşırı sağcı hükümeti düştü. Bununla
birlikte insanlar barış adamı olarak bilinen Barak’ın iş
başına gelerek hemen barış görüşmelere başlamasıyla,
sevinç gösterileri ve kesin zafer çığlıkları atmaya
başladılar da ne oldu? Sonuç hep aynı hüzünle bitmedi mi?
Bütün bunlar ve Netanyahu ve Barak günleri ancak onlara zaman
kazandırdı, Müslümanların zayi etmiş oldukları vakitten
faydalandılar, bununla beraber gasp edilmiş bölgelere konutlar
inşa etmeye, oralara göçmenler yerleştirmeye, o topraklarda
ayaklarını determine etmeye devam etmeleriyle birlikte, Batı
Şeria’dan, Gazze’den özellikle de Kudüsü Şerifden çekilme
düşüncelerinin imkansız olduğunu açıklamadılar mı?
Burada
Amerikan liderliğinin baskısı altında ciddi barış görüşmelerine
başlanıldığı sırada Barak azı dişini göstererek,
gerçek kimliğini açığa çıkarmasıyla, Yahudilerin siyasi
hedefinden bir karış dahi vazgeçmediğini, yine intifadanın
başlaması ile Barak’ın önceki seleflerinin cesaret
edemediğine cüret ederek Müslümanları öldürme suçu işlemiş,
uçaklarla bombalar yağdırmış, suikastlar düzenlemiş ve
Filistin halkının evlerini yerle bir etmiş olduğunu hatırlatmakta
fayda olduğunu düşünüyorum. Daha sonra Şaron gelerek onun
yarım bıraktığı öldürme, bombalama, helak etme, suikast
düzenleme ve yerle bir etme işine devam etmiştir. Fakat bunu
yaparken Barak’ın yaptığı gibi siyasi manevra kılıfı ile
örtmemiş olması, barış ameliyesinin ağır bir yara aldığını
söylemeye Arap yöneticileri sevk etmiştir. Bu bağlamda enformasyon
araçları ve Arap siyasileri beyanatlarında, şayet Şaron hükümeti
düşerse, Jose Sarıd’in katılımıyla işçi partisinin barış
güvercinleri olan Jose Pelin ve Simon Peresle tekrar anlaşma
masasına dönülebileceğinin yaygarasını yaymaya
başlamışlardır. Bütün bunlar olurken Yahudiler konutlar inşa
etmeye, kaleler örmeye ve ayaklarını o topraklarda sabitleştirmeye
devam etmekte idiler. Buna mukabil otorite sorumluları
bekleyerek, İsrail seçimlerini seyretmekte ve gelecek
hükümete ümit bağlıyorlardı. Hadi biz Şaron hükümetinin düştüğünü,
İşçi partisinin tekrar siyasi platforma ve yönetime
döndüğünü var sayalım, peki biz bundan ne bekleyeceğiz?
Filistin halkı ile anlaşma imzalayarak, topraklarının
kendilerine teslim edilmesi ve sığınmacılara geri dönme imkanının
verilmesini mi!!? Tabi ki hayır, fakat kesinlikle bunu açıkça
söylemeyecekler, bilakis Filistin otoritesi ile toplantılara
başlayarak, açık ve gizli görüşmeler düzenleyeceklerdir,
fakat nereye kadar, şüphesiz onlarla hiç bir yere varılmaz.
Amerika tekrar Yahudilere şiddetli bir şekilde baskı yapmaya
başladığında, hükümet istifa ederek seçim iddiasında
bulunacak ve yeniden yönetime Likud partisi gelecektir. Ve durum
böyle kısır döngü halinde devam edip gidecektir.
İnsanların
uykularından ve gafletlerinden uyanıp, etraflarında ne olup
bittiğinin farkına varma, zillet ve korku içerisinde yaşadıkları
vakayı idrak etme zamanı gelip de geçmektedir. Fakat biz iyi
niyetli tavrımızı takınarak bir seçimden başka seçimi
bekleyelim ve işimizi bu veya şu Amerikan ve İsrail
hükümetine havale edelim!!! İşte bu veya buna benzer düşüncelerin
hepsi safsatadır ve Amerikan başkanı veya İsrail
hükümeti, genel devlet politikasından dışarı çıkma
cesaretini gösteremez ve gösteremeyeceklerdir. Binaenaleyh;
Rabin Golan tepelerini Suriye’ye geri verme düşüncesine kalkıştığında
kendisi bu devletin kurucularından ve onun samimilerinden
olmakla birlikte bir aşırı Yahudi tarafından öldürülmüştür.
Bir keresinde kendisine Oslo antlaşmasını imzaladıktan sonra
bir İsrail gazeteci tarafından “Büyük İsrail düşüncesinden
vaz mı geçtiğine” dair bir soru yöneltildiğinde, ona şu
cevabı vermiştir; “Evet, büyük İsrail düşüncesinden daha
büyük İsrail var etme düşüncesi için vazgeçtim” demiştir.
Görünen o ki, o zamanda Rabin, Golan tepelerinin bir kısmından
çekilmekle daha büyük İsrail devleti yararına olacak
hususları celp etme konusunda kişisel bir kanaate varmıştır.
Fakat Rabin tarafından yapılan bu erken davranışların zahiri,
bunların daha büyük İsrail devleti kazancına olacak vaatler
karşılığında, Amerikanın büyük baskısının sonucu olmuş
olmasıdır. Bunu Rabin ve uzmanları anlamış, fakat diğer kesimler
anlayamamıştır.
Amerikan
ve Yahudi yöneticilerin durumu işte böyledir. Acaba bunu bir
yöneticiyi başka bir yönetici ile değiştirme iddiasında
olan kimseler anlayacaklar mıdır?
“Şüphesiz
ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için
bir öğüt vardır.” (Kaf 37)
|