Ana Sayfa YIL 13   SAYI 157   ZİLKADE 1423   OCAK 2003 E-Mail

Amerikan Yönetimi Ve Kongresi, İslam Ümmetine Karşı G. Bush’a “Irak’a Karşı Askeri Güç Kullanma” Müsaadesi Veren Düşmanca Bir Kanun Çıkardılar!

Hizb-ut TAHRİR

ABD’nin yönetim dizginini eline aldığından beri oğul George Bush, İslam Ümmeti’ne karşı alenen düşmanca bir tavır içine girmiştir. Nitekim bu düşmanca tutum onun Filistin, Irak, Afganistan, Pakistan ve Sudan'a karşı yürüttüğü siyasete ilişkin sarf ettiği sözlerde ve yaptığı icraatlarda dikkat çekici bir şekilde kendini göstermiştir. Dahası o Filistin Müslümanlarının kan ırmaklarında boğulmalarında ve Şaron ile şeytanlarının kendi dış politikasının mızrağı misyonunu yüklenmesinde kesin kararlıdır. Clinton yönetiminin son günlerinde Iraklı Müslümanlara yönelik yaptırımlar hafiflediği halde, o bunları tekrar en şiddetli bir boyuta taşıdı. Afganistanlı Müslümanlara karşı giriştiği savaşta yaş-kuru ne varsa hepsini yaktı yıktı. Öyle ki suçsuz günahsız bir şekilde kurban edilen insanların sayısı on binleri buldu. Zira bu zalim, yeryüzünün en zayıf ve en fakir ülkesine karşı, en gelişmiş tahrip edici katil silahları kullanarak aslan kesildi. Bunlarla da yetinmedi. Keşmirli Müslüman cemaatleri, Hindular hesabına kökünden söküp atması için uşağı olan Pakistan yöneticisi Pervez Müşerref'i kışkırttı. Güneyini kuzeyinden ayırarak Nasrani (Hıristiyan) bir devlet kurmak için Sudan'daki ayrılıkçı asileri teşvik edip destekledi. Bu anlamda onun İslam Ümmeti aleyhine gerçekleştirdiği bu faaliyetler, onun 16.09.2001'de "...Amerikan halkı bu Haçlı Savaşı’nı anlamaya başladı..." şeklindeki Haçlı Seferi ilan eden sözlerini tasdik etmektedir. Nitekim başka bir vesile ile 16.09.2002'de yaptığı konuşmada bunu şöyle vurguluyordu: "...Bu Haçlı Savaşı’nda bizimle birlikte olan Kanada kadar güzel bir dostumuz olmadı...." Gerçek şu ki oğul George Bush, hem söz ve hem de eylem bazında İslam Ümmeti’nin en azılı düşmanıdır. Ondan önce İkinci Körfez Savaşı’nda savaş ateşini tutuşturan baba Bush da, bu denli İslam Ümmeti’ne düşman kesilmişti. Neticede İslam Ümmeti’nin evlatları arasında fitne ateşi tutuşmuş, İslam toprakları harabeye çevrilmiş ve Amerika'nın bölgedeki nüfuzu yaygınlaşmıştı.

Şüphesiz ki; oğul Bush'un ortaya koyduğu bu düşmanca siyaseti ve ilan ettiği bu Haçlı Savaşı’nı ne caydıracak bir kimse ne de durduracak bir engel mevcuttur. Nitekim bunun için 16.10.2002'de "2002 yılında Irak'a karşı askeri güç kullanma yetkisi" veren kanunu, hükümetinin elebaşları ve Kongre üyelerinin hazır bulunduğu bir oturumda imzaladı. Gerekli son anayasal tedbirlerin alınmasının ardından kararın imzalanması ile, bu bir kanun haline geldi.

Bundan önce de 10.10.2002'de her iki Kongre Meclisi toplanmış ve şu kararı almıştı: "ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi birlikte Kongrede toplanarak 133'e karşı 296 oyla müşterek olarak, 2002 yılı için Irak'a karşı askeri güç kullanma iznini yönetime veren 114 nolu kararı almışlardır." Ardından bu karar ile ilgili olarak Bush şöyle dedi: “Bu karar... Milletimizin hedef birliği içinde olduğunun göstergesidir... Yine Amerikan hayatı (tarihi) içerisinde, önemli bir olayı temsil etmektedir..." Şöyle devam etti: "Bu karar yasama organın çıkardığı en zor ve en önemli kararlardan biridir. Her iki meclisin ve her iki partinin üyeleri, Amerikan halkının lehine görüşlerini açıkça dile getirdikleri gibi aralarında dikkatlice münakaşa ettiler.

İslam Ümmeti ile alakalı olarak kanunda geçen en tehlikeli ifade, "Birleşik Devletler Silahlı Kuvvetleri’ni Kullanım Yetkilendirmesi" başlığı altında 3. fıkranın (a) bendinde yer alan ifadedir. Karar şöyledir:

Yetkilendirme: Başkan uygun ve zaruri gördüğü durumlarda Amerikan Silahlı Kuvvetlerini şu amaçlarla kullanır:

1. Süregelen Irak kaynaklı tehdide karşı Birleşik Devletlerin ulusal güvenliğini sağlamak.

2. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak'a ilişkin aldığı tüm kararları uygulamaya koymak.

Karar metninde yer alan “Irak” kelimesinin kullanılış şekli ve gerekçesi dikkate değerdir. Bu ne savaşın Irak’ın belli bir bölgesine ne de iddia edildiği gibi yönetim çekişmesine yönelik olduğu anlamına gelir. Bilakis hedef Irak kelimesinin kapsamına giren her şeydir. Eğer mesele bunun aksine olsaydı, bu kanun böyle kışkırtıcı bir üslupla yazılmazdı.

İşte bu, İslam Ümmeti’nin hissiyatına yönelik apaçık bir meydan okuma ve İslam Ümmeti’nin göz bebeği olan Irak’taki Müslümanlara karşı, ABD hükümeti ve Kongresinin benimsediği yeni bir kindar tutumdur.

Bu karardaki bakış açısına ve gerekçelerine vakıf olan herhangi bir kimse, bunların örümcek ağı gibi çürük olduğunu, bu savaşın veya öne sürülen tehdidin arkasındaki dürtülerin ve gayelerin hakikatini gizlemek niyetiyle birçok yalanlar, hatalar, öngörüler ve saptırmalar içerdiğini rahatlıkla görecektir. Ayrıca bu saptırmaların bir maksadı da geleceğine milyarder dev kapitalist sermayedarların sahip olduğu Amerikan halkının yanıltılmasıdır. Yine bu, Bush’un saldırgan tutumuna şiddetle tepki gösteren devletlerarası kamuoyunun aldatılmasını mümkün kılmak içindir. Bütün bunlar Irak isminin terörizm ile bağlantılı olduğu iddialarında, bu iddianın birçok cümle ve paragrafta tekrarlanmasında ve 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Müslümanlara karşı düşmanca tepkilerin yüz kızartıcı bir biçimde ateşlenmesi girişimlerinde açıkça ortaya çıkmaktadır.

Muhakkak ki, Bush’un İslam Ümmeti’ne karşı Irak’ta ateşlemeyi arzuladığı savaşın hakiki sebepleri ve Cheney, Rice, Rumsfeld ve Powell gibi devlet yetkilileri ve yönetimin sabah akşam bu savaşı yinelemelerinin nedeni; Irak ve petrolleri üzerindeki Amerikan kontrolünü cebren yerleştirmek ve yöneticilerinin Amerika’nın Körfezdeki hakimiyetini baltalamak için sürdürdüğü çabalarından kurtulmak amacıyla bölgedeki İngiliz nüfuzunu bitirmektir.

Bu faaliyet, Harold Wilson yönetimindeki İngiliz hükümetinin 1971’in sonuna kadar Körfez de dahil olmak üzere Süveyş’in doğusundaki sömürgelerinden çekileceğine karar vermesinden sonra, 1970’de başkan Nixon döneminden itibaren başladı. Nixon ve diğer başarılı Amerikan başkanları Körfez hakimiyetini esas alan planı, bölgesel ve devletlerarası boyutta icra ettiler ve kendilerine düşen rolü yerine getirdiler. Böylesi planların gerçekleştirilmesi, kafirlerin İslam alemine hakim olmak için çizdiği uzun vadeli planları gibi yıllar alır.

Eski başkan baba George Bush 1991’de, tecrübe ve deha ile planlanan ve icra edilen İkinci Körfez Savaşı’nda fitne ateşini tutuşturmuştu. Ardından Irak’ın Kuveyt’i işgalinin patlak vermesi sırasında, Körfezdeki kukla devletlerin yöneticilerini; baskı, cebir, korkutma ve yönetimlerini devirme tehdidiyle nihayetinde İslam Ümmeti’nin hayrına olmayan sahte güvenlik anlaşmaları imzalamaya zorladı. Bu anlaşmalar, bu devletçiklerin yöneticilerini Amerika’nın elindeki kuklalara dönüştürüyordu. Halbuki bunların asıl efendileri İngiltere idi. Buna rağmen Amerika, devasa petrol rezervleri sayesinde muazzam satın alma potansiyeline sahip olan ve Amerikan malları ve silahları için faal bir pazar durumunda bulunan bu devletçikler ile şimdiye kadar 100 milyar doları aşan miktarda sözleşmeler imzaladı ve çoğu zaman bunu onların donatılması bahanesiyle askeri kabiliyetlerini öğrenmek için kullandı. Benzer şekilde bu anlaşmalar bu devletçikleri; Merkezi Komuta kuvvetleri için askeri eğitim kampları, tatbikat sahaları, silah depoları ve değeri 1 milyar doları aşan Katar’daki Adid Üssü, Necd ve Hicaz’daki Emir Sultan Üssü, Kuveyt’teki Ahmed El-Cabir Üssü ile Duha ve Arifcan eğitim kampları, Umman’daki Musira ve Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’deki diğerleri gibi stratejik askeri üsler haline getirdi. Bu anlaşmalar bu devletçikleri; Amerika’nın Afgan Müslümanlarına karşı giriştiği zalimane savaşta olduğu gibi, İslam alemindeki memleketleri ve halkları hedef alan saldırgan kuvvetleri için birer ateşleme noktası konumuna yerleştirdi. Zillet ve alçaklık bakımından tarihin kaydettiği şu komikliğe bakınız ki; bu kukla yönetici ve liderler güya kendilerini dış düşmanlardan koruyor diye, Amerika'nın Savunma Bakanlığı hesabına topraklarımızı işgal eden Amerikan güçlerinin nafakalarını kendileri temin etmektedirler.

İşte böyle! Daha önceki Amerikan başkanlarının icraatları incelendiğinde, onların her birinin kendi dönemlerinde Körfeze hakim olmak için stratejik planlarını adım adım yürüttükleri görülür. Şahit olunduğu üzere oğul Bush da, 11 Eylül olayından sonra oluşan atmosferden, bölgesel ve devletlerarası şartlardan azami derecede yararlanarak aynı plan üzerinde yürümektedir.

Çirkin bir şekilde savaş çığırtkanlığı yapanlara gelince; bu 11 Eylül olayından sonra oluşan kötü dahili şartların, güvenlikle alakalı ihmallerin, iktisadi durgunluk ve finanssal iflasların sorumluluğunun Bush’un omuzlarına yüklenmesinden dolayıdır. Yine bu, yönettikleri şirketlerin yıllık finanssal bütçelerinde sahtekârlık yapmalarının ve hesaplarında dalavereler çevirmelerinden ve bu uluslararası dev şirketlerin bir kısmının iflas etmelerinin bir sonucu olarak, Cumhuriyetçilerin, kapitalistlerin gözden düştüklerini gizlemek içindir. Buna ilaveten Irak’a karşı savaştan zaferle çıkma umudu taşımaları, ikinci başkanlık dönemi için Bush’un başarı şansını artıracaktır.

Savaşın sebepleri ve gerekçeleri, ne kararın metninde yer alanlardır ne de Bush’un 12.09.2002’de BM Genel Kurulu önünde yaptığı konuşma sırasında saydığı 6 noktadır. Mesele kitle imha silahları meselesi değildir. Yine mesele 1969’da yapılan ihtilalle İngilizlerin yönetime getirdiği ve yönetimleri süresince Batı ile işbirliği içerisinde olan ve onların laikliğini ithal ederek boyun büken Baasçıların def edilmesi meselesi de değildir.

Şimdi biz herhangi bir gün veya ay içerisinde Irak’ta İslam Ümmeti’ne karşı başlaması beklenen, Irak’ın işgal edilmesini, federal varlıklara bölünmesini ve Amerikan çıkarlarını uzun vadeli olarak dayatacak bir yörünge üzerine çekilmesini öngören yıkıcı bir savaş ile karşı karşıyayız. Tüm bunlara rağmen Arap liderler de dahil İslam aleminin hiçbir yöneticisinin, Amerika'ya karşı herhangi bir faaliyet içerisinde olduklarını göremiyoruz. Bilakis onlardan zalimleri cesaretlendiren davranışlar görüyor, çelişkili sözler işitiyoruz. Mesela Suudi El-Faysal BM’nin onaylaması halinde Irak’a savaş yoluyla müdahale için ülkesindeki mevcut üslerin kullanımına müsaade edeceğini açıkladı. Halbuki o kesinlikle biliyor ki; BM Amerikan dış siyasetinin en kuvvetli araçlarından biridir. Tıpkı bunun gibi Ürdün kralı Abdullah, muhtemel savaş alanlarının fiziki şartlarına alışmalarını ve bölge hakkındaki önbilgilerinin artmasını kolaylaştırmak üzere, Amerika’ya askeri tatbikatlar yapması için kapılarını ardına kadar açtı. Körfezdeki diğer kukla devletlerin yöneticileri de Amerikan kuvvetlerine bütün kamplarını ve havaalanlarını açtılar ki, onlardan on binlercesi bölgeyi istila etmeye başlasınlar. Benzer şekilde Amerika’nın bombardıman uçakları “uçuşa yasak bölge” örtüsü altından, Irak’a hücum etmek için gece gündüz İncirlik ve Türkiye’deki diğer üslerden havalanmaktadır. Onlar da aynen İkinci Körfez Savaşı’nda olduğu gibi, Amerika harekâta başladığında Irak’a saldırması için Amerikan kuvvetlerine kapılarını ardına kadar açmaya hazırdırlar. İran’ın yöneticileri ise tarafsız olduklarını ve savaştan kaçan mülteciler için sınırda yeterli miktarda kamp hazırladıklarını ilan ettiler. Suriye, Mısır, Cezayir, Fas, Tunus, Sudan ve diğer sair İslam memleketlerinin yöneticileri de silah denetçilerinin tekrar Irak'a geri dönmelerinin kabul edilmesinden memnun oldular ve herhangi bir muhtemel savaşın BM’nin yetkilendirmesine muhtaç olduğunu beyan ettiler. Hatta bazı ABD ve İngiliz yetkilileri, "İslam alemi yöneticilerinin kendileriyle özel görüştüklerinde farklı, kendi halklarına ise daha farklı konuştukları" şeklinde açıklamalar yaptılar. Görünen o ki bu yöneticiler, Irak'ın Baasçı yönetiminin son bulmasına sevinmektedirler. Halbuki onlar meselenin kimin yönetimde olmasıyla ilgili olmadığını, tam aksine Amerika’nın ilk ve öncelikli olarak kendi maslahatları nedeniyle savaşa kalkıştığını iyi bilmektedirler. Zira Amerika daha dün Afganistan'a sonra Pakistan'a, sonra Filistin'e ve sonra Sudan'a saldırdı. Şimdi de sıra Irak’ta... Irak'tan sonra yarın sıranın kime geleceğini ise ancak Allah bilir.

Karşı karşıya olduğumuz ve Amerikan saldırısının beklenildiği bu kritik günlerde, dünyanın her tarafındaki İslam Ümmeti bakışlarını; bu hayasız akının def edicisi, namus ve şerefinin koruyucusu, mukaddesatının ve topraklarının savunucusu olan ordularına yöneltmiştir. Zira Iraklı Müslümanlara yapılan saldırı; sömürgeci kafirlerin Müslümanlar arasına suni olarak çizdiği ve ajanlarının onları korumakta hırs gösterdiği sahte sınırlar dikkate alınmaksızın dünyanın tüm parçaları üzerinde bulunan İslam orduları, bu saldırganları def etmek üzere harekete geçtiği vakit; Allah’ın, eli silah tutan herkese emrettiği gibi onlara da emrettiği bir farzı yerine getirmiş olacaklardır. Allah (cc) şöyle buyurdu:

“Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın!” (Bakara 190)

“Eğer onlar sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. İşte kafirlerin cezası böyledir.” (Bakara 191)

“Yeryüzünde fitne ve fesat kalmayıp din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara 193)

Kaldı ki bu ordulara düşen; Allah'ın onlara farz kıldığı ve İslam’ın zirve noktası yaptığı Cihada engel olmak için kendilerine bağlanan bütün prangaları ve zincirleri kırmaktır. Tüm dünya milletleri önüne bizi derinden sarsan bu hezimet ve hasardan sonra, özellikle yöneticileri sırf koltuklarında kalmaya ve kuvvet dizginlerini ellerinde tutmaya yönelik hırslarından dolayı, başını Amerika ve İngiltere’nin çektiği İslam Ümmeti’nin azgın sömürgeci kafir düşmanlarının düzenine dahil olmalarından sonra, ihmalkârlık göstermenin veya kayıtsız kalmanın Allah’ın, Resulü’nün ve İslam toplumunun nezdinde hiçbir mazereti olamaz. Bu münafık yöneticiler, despot hainler bir an önce def edilmedikçe, ölüm sessizliği tekrarlanmaya devam edecektir. Filistin’de her gün yaşanan katliamlarda olduğu gibi... Afganistan’daki katliamlarda olduğu gibi... Diğer Müslümanların acı vakıalarında olduğu gibi...

ABD hükümetinin İslam Ümmeti’ne karşı yürüttüğü ve başbakanı Tony Blair’ın dilinden İngiliz hükümetinin desteklediği bu siyasetin tehlikesinin açığa çıkmasının ardından, insanlar bu zorba kuvvetin kibrinden kurtulmanın yollarını arar olmuşlardır. Ümmetin evlatları arasındaki ihlaslı fikir ve siyaset adamları, Müslümanların başına gelen her buhran veya musibet ile kurtuluşun yolunu sormaktadırlar. Evet, onlar sormaktadırlar, zira bu en üstün ve en hayırlı ümmet olan Muhammed (sav)’in Ümmeti’nin durumundan kaynaklanan acıyı, sıkıntıyı ve üzüntüyü derinden hissetmektedirler. Kuvvet dizginleri onların elinde değildir. Bilakis küfrün elebaşı ve ümmetin en azgın düşmanları olan BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olan büyük ve süper güçlerin elindedir. Bunlar ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’dir. Ümmetimizin meseleleri daima evrensel tağut olan bu konseyin masasına yatırılmaktadır. İşte bu İslam Ümmeti’nin bu asırda maruz kaldığı en korkunç musibettir. Yine bu, kafirlerin Müslümanlar üzerinde velayet sahibi olması demektir. Kaldı ki bu haram bir vaziyettir. Çünkü Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Allah kafirler için, mu’minler üzerine kesinlikle yol vermeyecektir.” (Nisa 141)

Bu nedenle her müslümanın BM’yi inkar etmesi ve bunu ilga etmek için elinden her ne geliyorsa onu yapması vaciptir.

Bu kafirlerin egemenliğinden kurtulmamız ile ilgili tüm soru ve soruşturmalara verilecek en şifalı cevap; ilahi vahyin bizi irşat ettiği ve Peygamberlerin Efendisi (sav)'in müjdelediği Raşidi Hilafet Devletidir. Vakit ne kadar uzarsa uzasın bundan başka yol yoktur. Yani duçar olduğumuz bu musibetten kurtulmamızın tek yolu; hayat ile ilgili işlerimizi Kitap ve Sünnet ve bu ikisinin delil kabul ettiği İcma ve Kıyas ile yürütecek bir yönetim meydana getirmektir. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Biz sana Kitabı hak ile indirdik ki, Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanların arasında hükmedesin.” (Nisa 105)

“Her kim Allah'ın indirdiklerinin tümüyle hükmetmezse, onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide 44)

“Onların arasında Allah'ın indirdikleriyle hükmet! Haktan sana gelenden yüz çevirip de sakın onların arzularına uyma!” (Maide 48)

Bunlar gibi İslam ile yönetmenin vacip olduğunu gösteren nasslar pek çoktur. Resulullah (sav)’de şöyle buyurmuştur:

“İmam (halife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

Muhammed El-Mustafa (sav)'in Medine'de İslam Devleti'ni kurması bizim için örnek alınacak en güzel ameldir. Nitekim İslam Devleti kurulduktan sonra daha önce zayıf olan Müslümanlar O’na sığındılar. O andan itibaren Müslümanlar nam sahibi bir ümmet oldular. Asla yenilmeyen bir orduya sahip oldular. Bu durum asırlarca sürüp gitti. Ta ki İngiliz uşağı Mustafa Kemal'in eliyle 1924'te Hilafet ilga edilene kadar... Bundan sonra Müslümanlar paramparça oldular. Hilafetlerini yıkan düşmanlarını bırakıp birbirleriyle uğraştılar. İslam ve Müslüman düşmanı İngiltere'nin Filistin'de onlara siyasi bir oluşum kazandırdıktan sonra, Yahudilerin geldiği durum bize ibret olmalıdır. Dünyanın her tarafına dağılmış ve hiçbir değerleri yokken siyasi bir oluşum kurduktan sonra yükseldikçe yükseldiler. Arap liderler ise ümmetlerine rağmen, onların rızalarını talep etmek için koşuşturmaya başladılar. ½ km2’den az bir alana 900 kişiden fazla kişinin düşmediği Vatikan’ın siyasi nüfuzu bile, nüfusu dünya nüfusunun çeyreğine ulaşan ve sınırları bir okyanustan diğerine uzanan Müslümanların nüfuzundan daha büyüktür. Sebep; Müslümanların İslamî siyasi bir varlıktan yani Hilafet’ten mahrum olmalarıdır. Muhakkak ki Hilafet olmadığı sürece, Müslümanların bu zillet ve meskenet durumları devam edecektir. Bütün mukaddesatları, düşmanları olan Batılı Nasraniler, Yahudiler ve Hindular tarafından çiğnenmeye devam edecektir.

Şüphe yok ki; bugün Müslümanların öncelikli olarak en çok üzerinde ısrar etmeleri gereken meseleleri Hilafetin geri getirilmesidir. Zira o farzların tacıdır. Diğer siyasi meselelerimiz onun detaylarıdır. Onun çözüme kavuşturulmasıyla diğerleri de çözüme kavuşur. Nitekim Yahudilerin Filistin ve El-Mescid El-Aksa'yı işgal etmeleri de esas meselemizin bir ayrıntısıdır. Amerika’nın Suudi’deki Hicaz ve Necd gibi mukaddes beldeler ve Körfezdeki devletçikler üzerindeki egemenliği ve Afganistan'ı işgal etmesi, bütünüyle Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulmasıyla ancak çözülecek meselelerdir. Yine Hinduların Müslüman ülkesi Hindistan ve Keşmir üzerindeki egemenliği meselesi ve Güney Sudan, Doğu Timur, Kıbrıs ve diğer tüm dikenli meseleler de hep böyledir.

Ey İslam Ümmetinin Bütün Evlatları!

Ey Ehl-i Hâl ve Akd ve Ümmet Meclisine Üyelik Yapacak İnsanlarımız!

Ey İhlaslı Siyaset ve Fikir Adamlarımız!

Gerçek şu ki, Allah düşmanı ve sizin düşmanınız kafir Amerika ve onunla birlikte İngiltere, ümmetinizin Iraklı evlatlarına saldırmak için hazırlık yapıp ordular toplamaktadır. Yöneticileriniz de onların safına geçmiş, onları cesaretlendirip yardım ve kolaylık sağlamak üzere, onlarla istişareler yapmaktadırlar. Onlardan bazıları hakimiyetlerinin sınırlarını genişletme ve ganimetten pay alma hesapları içerisindedirler. Halkları zillet ve sefalet içinde yaşasalar da onlar için köşk ve sarayları önemlidir.

Hedefte siz varsınız. Sizin üzerinizden savaş yapılacak ve acısını siz çekeceksiniz. Halbuki çözüm de ellerinizdedir. Düşmanların ve hegemonyalarının ancak onlar sayesinde ülkemize egemen oldukları bu münafık, hain ve korkak yöneticileri yerlerinden indiriniz. Siz ve ümmetiniz bunların şerrinden çok çektiniz. Hiçbir ümmetin çekmediğini çektiniz. Öyle ki bu yöneticiler tahammül edilmez oldular. Bunlar yerlerinden alaşağı edilmeyi çoktan hak etmişlerdir. Kafirlerin gelip Müslüman memlekette Hilafeti yıkmalarını helal saymalarından beri bunlar, Allah'ın gazabına ve lanetine müstahak olmuşlardır. Bunlardan kurtulma şerefini size bahşedecek fırsat önünüzde durmaktadır. Sizden önceki nesiller kusur işleyip bu şerefe nail olamadılar. Bu yöneticilere son verip Raşidi Hilafeti kurma şerefini de elde edemediler. Kaldı ki Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“...Her kim boynunda (Halifeye) bey’at akdi olmaksızın ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”

Özel olarak İslam ümmetinin ordularına sesleniyoruz!

Tarih boyunca ümmetler zor günlerinde ordularına sığınmışlardır. Bugün ümmetiniz olan Muhammed (sav)'in Ümmeti size sığınıyor. Ey mücahitlerin torunları! Bugün ümmetiniz sizin Iraklı kardeşlerinize düşman kesilen Amerika'ya karşı onları korumanız için sizi çağırıyorlar. Bu despot, hain ve korkak yöneticileri alaşağı etmek için kendileriyle birlikte çalışmaya davet ediyorlar. Bunları gerçekleştirmek için koşunuz ve işin akıbetinden endişe etmeyiniz! Zira Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bir haksızlık gördüğünüzde, sizden biriniz doğruyu söylemek hususunda insanlardan korkmasın! Onun doğruyu söylemesi, ne ecelini yakınlaştırır ve ne de ona gelecek bir rızkı engeller.”

Ölümden korkmayınız. Öne atılmak veya öncülük yapmak, ömrü kısaltmadığı gibi korkaklık da ömrü uzatmaz. Üstelik Allah (cc) yolunda ölmek en büyük zaferdir. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Al-i İmran 169-170)

Ve şöyle buyurdu:

“Tam da peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelir.” (Yusuf 110)

M. 21 Ekim 2002

Hizb-ut Tahrir

H. 15 Şaban 1423

YIL 13  SAYI 157  ZİLKADE 1423  OCAK 2003

Yukarı