Almanya İstihbarat Teşkilatı Başkanı
Orta
Asya’da Hilafet Devleti Kurma Çalışmaları Noktasında
Uyarılarda Bulundu. 10/01/2003
tarihinde “Müfekiratül İslam”
adlı internet sayfasında
şu habere yer verildi:
“Almanya
İstihbarat
Teşkilatı
Başkanı August Haning’in
bazı Arap ülkelerini kapsayan yurtdışı
gezisine
çıktı. Önce Körfez memleketlerine
gitti. Bu gezide ziyaret edeceği devletlerin
istihbarat başkanlarıyla görüşmeler
planlanmıştır. Görüşmelerin ana konusunu Irak ve “İslam Fundemantalizmi”
oluşturacaktır.
Bu hususta karşılıklı bilgi edinme
sağlanacaktır.
“İslam
Fundemantalizmi”
hakkında Almanya
İstihbarat Teşkilatı uzmanları şöyle dediler: “Özbekistan,
Tacikistan ve Kırgızistan’daki
İslami hareketlerin binlerce sempatizanlarının
bu bölgede Hilafet Devletini kurmak için büyük bir saldırı
başlatacakları bekleniyor. Rusya’nın Amerika’dan daha fazla
bu işin üzerine gideceği
ifade ettiler. Çünkü bu Cumhuriyetler daha önce Rusya’nın
tahakkümü altında idi. Bu gelişmeler
doğrudan Rusya’yı tehdit ediyor.” Devamla
şu açıklamada bulundular: “Rus güçleri
bunlarla baş edemez.
Çünkü özellikle o bölgeler dağlık ve kayalıktır. Ayrıca bu
bölgelerde
ağır silahlar kullanmak zordur.”
Haberin yorumu
İslam’da “fundemantalizm”
diye bir şey yoktur. “Fundemantalizm”
Hıristiyanlıkla
bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır. Fundemantalist
Hıristiyanlar yeni icatlar, keşifler,
sanayi, teknoloji ve bunun gibi şeyleri reddediyorlardı. Amerika
ve Avrupa bu düşünce
ve mensuplarıyla mücadele
ederek son verdi. Fakat halen ABD ve Avrupa’da çok az sayıda,
tesiri olmayan bu düşünce mensubu kişiler bulunmaktadır.
İslam Devleti kurmak veya Şeri hükümleri
tatbik etmek için faaliyet gösterenlere “Fundamentalizmle”
suçlanarak kötülenmek
istenmektedir. İslam ve Müslümanlar yeni icatlar, keşifler,
sanayi, teknoloji ve her tür icatları kabul eder. Bu nedenle Müslümanlar
arasında hiç bir fundamantalist yoktur.
Ayrıca her Müslüman İslam Hilafet Devletinin kurulması
ve Şeriatın uygulanmasını ister. Zira Kur’anda ve Sünnette
namaz gibi bunun farz olduğunu idrak ederler. Aralarında
bu hususu bilmeyenler
bazı hiziplerce bilgilendirilmektedir. Bu
nedenle büyük devletler
ve onlara bağlı devletçikler öncelikli olarak bu cemaatlar
ve hiziplerle savaşıyorlar.
Hilafet sistemi İslam Devletinin şekli olarak idrak
edilmeye ve benimsenmeye başlandı. Bu mücadeleyi verenler Hilafet
Devletini kurmak için silah kullanmıyorlar. Müslüman halkı ve
ordularını ikna edip onlardan güç
vermelerini istiyorlar. Çünkü Resulullah (sav)
devleti kurma aşamasında
silahlı bir mücadele üzerinde yürümedi.
Almanya, İslam Dünyasındaki Rejimlerin Yolunu
İzliyor
15/01/2003 tarihinde Almanya İçişleri Bakanı
Otto Schilly; Hizb-ut Tahrir adlı İslami
partiyi yasakladığını açıkladı. Bütün Almanya Televizyon
ve radyo kanalları 24 saat boyunca bu konuya geniş yer ayırdı. Ayrıca
gazeteler ve internet sayfaları da yasaklamayla
ilgili haberler yayınladılar. Gerekçe
olarak; Hizb-ut Tahririn “İsrail’e karşı gelmesi,
ona karşı savaşmaya çağırması” gösterildi.
Haberin yorumu
“Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız
yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın...”
(Bakara 191)
mealindeki ayet başlığı ile dağıtılan Hizbin beyanı büyük
bir etki yaptı. Adeta yer yerinden
oynadı. Oysa bu ayet Kur’anda asırlardır
yer almakta ve bütün Müslümanlar şeksiz buna
inanmaktadırlar.
Kur’anı Kerim; eğer düşman İslam beldelerinden
bir yere girerse, Müslümanlara onları
oradan çıkartıncaya kadar nerede bulursak
savaşmamızı ve öldürmemizi emrediyor.
Almanya ve diğer devletler bizden ne istiyor?!
Emr-i vakıayı kabul edip işgalci ve gaspçı İsrail’le
barışmamızı mı?! Biri geliyor; toprağını
gasbetiyor, babanı, kardeşini, çocuğunu ve akrabalarını
öldürüyor, evlerini yıkıyor, yakınlarını
o topraklardan çıkartıyor ve geride kalan akrabalarına gece-gündüz
demeden eziyet ediyor
ve senden istenen; bu düşmanın bütün bu yaptıklarını
kabul edip onunla barışmaktır!.. yani her şeyi ona teslim
etmemizi istiyorlar. Bu akıl dışıdır, zulmün
ta kendisidir. O vahşi yahudi
varlığı bu haliyle medeni, çağdaş, modern olacak, hakkını
savunduğu için Müslüman vahşi, gaddar,
gerici, çağdışı sayılacak!.. Bu yaklaşım
asla kabul edilemez.
Müslümanlar artık uyanmalıdır. Kafirler
her yerde çeşitli yollarla bizlerle savaşıyorlar.
Bugün Hizb-ut Tahrir Almanya’da yasaklanıyorsa
yarın diğer cemaatlar yasaklanacak, sıra diğerlerine
de gelecektir. Hatta daha da ileri gidilip camilerin dahi kapatılabilir.
Hizb-ut Tahrir’in suçu ise; Allah’a iman,
Kur’ana iman, Resulüne iman etmesidir.
Rabbim Allah’tır dediği ve bu kelimenin manası olan “Hakimiyet
Allah’ındır, yalnız Allah’ın şeriatı uygulanır,
bu şeriatta ancak kendi devletiyle var olur ve onun devleti Hilafettir”
dediği içindir.
Almanya polisi o tarihte Almanya’da 25 evi bastı
ve o tarihte Hizb-ut Tahrirle ilgili
neşriyatlara el koyup,
alıp götürmüştür. Bilgisayarları
dahi alıp götüren evleri arayan Alman polisi İslam dünyasında
var olan rejimlerin
yaptıkları icraatları yapıyorlar.
Türkiye ve diğer rejimlerin dedikleri gibi; “bizde
demokrasi, fikir hürriyeti, inanç hürriyeti var” diyorlar.
İşte gerçek demokrasileri
ve savunup durdukları hürriyetler budur.
Bunun manası; baskın, zorbalık ve vahşettir.
Demokrasi lafı altında her türlü zulüm serbesttir. Bunu
yapmakla gerçek demokrat olunur. İşte Amerika, Almanya ve İsrail
bunu
yapıyorlar. İslam beldelerindeki Türkiye kukla rejimlerde
onlardan bunu öğrendiler. Bu sebepledir ki; hapishaneler Hizb-ut
Tahrir elemanlarıyla
doldurulmaya çalışıyor.
Türkiye Devleti Bazı Liman Ve Üsleri ABD’nin
Kullanımına Açıyor
“10/01/2003 tarihinde BBC internet sayfasında
şu habere yer verildi: TC. Başbakanı
Abdullah Gül, Irak’a karşı muhtemelen savaşa
girişecek olan Amerikan ordusu için, savaşta askerlerin
konuşlanmasına uygunluğunun
incelenmesinin önünü açmıştır. ABD’den bir ekip
TC. hükümetinin verdiği
müsaade ile bu üs ve limanları incelemeye
başlamıştır.”
Haberin yorumu
Türkiye’nin
Amerikanın yanında savaşa
girmeye tereddüt etmesine rağmen Amerika
tarafından hava, deniz ve karayollarının kullanılmasına müsaade
etmiştir. Bu güne kadar Türkiye Amerika yanında bu savaşa
katılma noktasında bir karar alamadı. Şu var ki; Amerikanın
1991’de Körfez Savaşında, 2001’de Afganistan’a
saldırısında Türkiye kendi üsleri, kara
sahası ve deniz sularını kullandırmıştı.
Bunu yapmakla; Amerikanın
Müslümanları
vurmasına kolaylık sağlıyor. TC.’nin bundan
kazancı nedir?! Yoksa bütün bunları şeytanın
rızasını kazanmak için mi yapıyor?! İlerde
aynı olaylar kendi başına gelmeyecek mi?
Müslümanlar koyunlar gibi duyarsız hale
geldiler. Bu olay aynen;
kasabın koyunları keserken diğerlerinin seyretmesine dönüştü.
Sıranın kendisine gelmesini bekliyorlar. İşin garip olan
tarafı; kardeşlerinin kesilmelerini
kolaylaştırıp yardım ederek koyunlardan da aşağı derecelere düşmeleridir.
Amerika’ya Karşı
Düşmanlık
Ve Nefret Duyguları Bütün
Dünyaya Yayılıyor
İngiltere’de 11/01/2003 tarihinde
The Intependet Gazetesi; “İngiltere
Başbakanı Tony Blair ve ABD’nin Orta Doğu için sergiledikleri
tutumları karşısında bunlara karşı
düşmanlık ve nefret duygularının bütün dünyaya
yayıldığını” bildirdi. Ayrıca; Blair’in Irak’a
karşı saldırının önümüzdeki
yazın veya sonbahara kadar ertelenmesini Amerika’dan istediğine
dair habere de yer verildi.
Haberin yorumu
Yeni yıl mesajında Blair; “İngiltere’nin
bu yıl büyük problemlerle karşılaşacağını” söylemişti.
Zira Amerika Irak’a saldırırsa İngiltere
Irak ve Körfezde nüfusunu kaybedecektir.
İşte Blair bunu kastederek böylesi bir açıklamada bulunmuştur.
İngiltere bölgede
nüfusunu koruma çabasındadır. Fakat gelinen
noktada bunu başarması zor ve rizikoludur.
Bizim açımızdan
Amerika ve İngiltere arasında hiç bir fark yoktur. İkisi de sömürgeci,
düşman devletlerdir. Sadece kendi aralarında
gizli rekabet vardır. Bu çatışmalardan
elbette ki Müslümanlar zarar görecektir.
Taşkent,
İslamcı Grubun (Hizb-ut Tahrir’in) Kara
Listeye Alınmasını
İstiyor
Hükümetin, yasaklanmış
İslamcı gruptan kendilerini kurtarabilmek için
Müslüman radikalizm konusunda uluslararası
yardımlara güvendikleri görülmektedir.
Özbek hükümeti,
insan haklarını kötüye kullandığını
ört-bas
edebilmek için ABD öncülüğündeki “Terörizme karşı savaşı”
kullanarak olayları suiistimal etmekten suçlanıyor.
Taşkent, Washington’un 11 Eylül saldırılarından
sonra hazırladığı uluslararası aşırıcı organizasyonlar kara
listesine, yasaklanmış
grup olan Hizb-ut Tahrir’in de eklenmesini
istedi. Otoriteler, organizenin bu bölge dışındaki İslamcı
militanlar tarafından
genişletilmek için kullanıldığını iddia ediyorlar.
Fakat geçen ay, Orta
Asya analistleri (araştırmacıları) Özbekistan’ın
başkentinde yapılan “Bölgesel Güvenlik Konferansında” ele
alınmış olan bu atılımı, radikal Müslümanlara
yapılan baskıyı doğrulamak için hükümetin; kendisine bir
sebep olarak görmesinden
şüphe ediyorlar.
Özbekistan İnsan Hakları kurumundan
Saidjakhan Zainabitdinov
İWPR’ye : “Onlar
bu şekilde son dört yıldır Hizb-ut-Tahrir üyelerine yönelik
yapılan takip ve toplu tutuklamaları
haklı göstermeyi ümit ediyorlar.” dedi.
Gözetleyiciler, devletin böylelikle yasak
dinsel organizelere ve cumhuriyetin içerisinde mevcut olan
muhalefete darbeler indirmekte
kendisini özgür hissedeceğine inanıyor. Özbek Dışişleri
Bakanı Bakhtier İslamov konferansta; “Hizb-ut
Tahrir’in, bir çok Orta Asya ülkelerine taraftarlarını
dağıttığını ve bunun siyasi düzen için çok büyük bir tehlike
olduğunu”
söyledi. Her nedense, delegelerin kendisine sorular yönelttiğinde,
grubun belirli bir darbe girişimiyle bağlantısının olup-olmadığını
kanıtlayamamıştır.
50 yıl önce Orta Doğu’da kurulan grup
kendisini; “İslamî
hayatı, öncelikle Hilafet sistemini Müslüman
ülkelerde hakim kılıp
ardından tüm dünyaya yaymak için çalışan siyasi bir parti”
olarak tarif ediyor.
Bu hareket, ilk olarak eski Sovyet
Cumhuriyetlerinde belirdi. Ardın da (1991’de)
bağımsızlıklarını kazandılar. Sonra,
Özbekistan’da İslam’ın yaygın olarak
yaşandığı bölgelere
(Namangan, Fergana ve Taşkent’e) rotalarını çevirdiler. Bir
sene içerisinde,
Sogdiy ve Kırgızistan’ın bazı bölgeleri
de dahil Tacik sınırında hücreleri yerleşmiştir.
Özbekistan ‘da bulunan Uluslararası İnsan
Hakları Komisyonu; “Hizb-ut-Tahrir
üyelerinin haksız soruşturmalara ve tartışılır
yargılanmalara maruz kaldıklarını, aynı zamanda devletin
onların bağlantılarını takip
ettiğini” iddia ettiler.
İsminin açıklanmasını istemeyen bir Özbek
siyasi bilimci İWPR’ye yaptığı açıklamada; “Taşkent’in,
söz konusu yasak partiden,
uluslararası terörizme karşı kampanyayı suistimal
ederek kurtulmak istediğini” anlattı.
Fakat, konferansın organizatörü
prof. Alisher Azizhadjaev -eski
başbakan temsilcisi
ve Başbakan İslam Kerimov’un danışmanı-
İWPR’ye; “Bu grubun çok büyük
bir tehlike teşkil ettiğini” söyledi.
Özbek istihbarat teşkilatı, uluslararası
aşırıcı organizasyon olarak da bilinen “Hizb-ut Tahrir”
üyelerinin birkaç yıldır Orta Asya’da
faaliyette bulunduklarını belirtti. Bu korku Tacikistan’da
İslamcı radikal çalışmalara
darbeler indiren Duşanbe otoriteleri tarafından
da doğrulandı.
Kırgız otoritesi, Özbek ve Tacik otoritelerine
nazaran biraz daha yumuşaktır. Şu ana kadar gurubun 4000 üyesini
yargılamıştır. Kırgızistan Din İşleri Komisyonu
temsilcisi Natalya Shadrova; “Hizb-ut Tahrir üyelerinin
yargılanmasının bir çok Kırgızistanlı
halk nazarında daha fazla yükselteceği kanaatinin hakim olduğunu”
söyledi.
Natalya devamla; “Grubun kara listeye
alınması, Müslümanlar arasındaki konumunu
daha da yükselecek ve üyeleri artacaktır.”
dedi.
“Orta Asya Analist Gazetesi” yayıncısı,
Washington’da John Hopkins üniversitesinde
professör olan Svante Cornell, İWPR’ye yaptığı
açıklamada; “Amerika’nın Özbek İslamcı
hareketini (!) kara listeye ekleme kararı alırsa bunun sonucu;
grubun destekçi sayısında müthiş bir şekilde patlama
olacaktır” dedi. Cornell devamla; “Hizb-ut-Tahrir’in
kara listeye dahil edilmesini
bu yüzden onaylamıyorum, çünkü böylelikle daha fazla genç
nesil gruba katılacaktır.” dedi.