Ana Sayfa YIL 13   SAYI 158   ZİLHİCCE 1423   ŞUBAT 2003 E-Mail

TÜRKİYE'DEKİ SİYASİ DURUM

Hilafet Dergisi

1- Bugün Türkiye’deki siyasi ortamda, biri Amerika diğeri İngiltere olmak üzere iki güçlü devlet bulunmaktadır. Bu iki devletin de Türkiye siyaseti üzerinde etkili olacak güçlü nüfuzları ve yerli uşakları vardır. Bu iki devletin bugünkü siyasi ortamdaki durumu, 1946’dan önce tamamen İngilizlerin güdümünde olması gibi bir durum değildir. Yine ard arda hep Amerikan veya hep İngilizlerin güdümünde bulunduğu, mesela Ürdün ve Mısır’daki siyasi ortam gibi de değildir. Buna göre Türkiye siyaseti, güdümüne girdiği güç açısından sabit değil değişkendir. Yönetime gelen ajanların rengine göre bazen Amerikanın bazen de İngilizlerin güdümüne girmektedir.

2- Otoritenin vakıası, iki taraf arasında bölünmüş olmasıdır. Birinci taraf; laikliğin (dinsizliğin) gardiyanı olması itibariyle, askerlerin hakim olduğu ve otoritesini ordudan ve anayasadan alan MGK (Milli Güvenlik Kuruludur.) İkinci taraf ise; otoritesini, hile veya yalan vaatlere aldırmayarak, ümmetten seçim yoluyla alan parlamento hükümetidir.

3- MGK; askerlerden ve sivillerden oluşur. Askerler, genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanlarıdır. Siviller ise; cumhurbaşkanı, başbakan, savunma, içişleri ve dışişleri bakanlarıdır.

4- Siyasi ortam içerisinde, güdümde ve otoritede varolan bu bölünmüşlük, insanların genel hayatını alt üst eden siyasi krizlerin en önemli sebeplerinden biridir. Bu krizler, ya askeri darbe veya örfi kanunların konulması (sıkıyönetim ilan edilmesi) veya muhalif siyasi tarafta büyük bir temizlik operasyonu yapılması şeklinde olur ve bu icraatlar bazı durumlarda nadir kimseler hariç herkese etki eder.

5- Siyasi krizler, iki otorite (yani MGK ve Hükümet) arasında çıkan ihtilaftan kaynaklanabilir. Ya da birleşmeleri veya ayrılmaları (menfaatlerine binaen kurulan koalisyonlu hükümetlerde,) her birinin kendi çıkarlarını gözetmesi, dolayısıyla taraflar arasında çıkan ihtilaftan doğabilir.

Bu krizlerin en keskin ve şiddetli olanları; MGK ve halkın ezici çoğunluğunun desteğiyle iktidara gelmiş salt çoğunluk sahibi hükümetin ihtilafa düşmesiyle çıkan krizlerdir. Büyük ihtimalle böyle bir askeri müdahale, hükümet erkânının uzaklaştırılmasına ve onlara (idam, hapis, sürgün gibi) eziyet edilmesine kadar varan şiddetli askeri icraatlar ile sonuçlanacaktır. Fakat koalisyon partilerinin ihtilafından dolayı çıkan krizler ise; genelde hükümetin dağılması ve yeniden seçimlere gidilmesiyle son bulur. Kaldı ki; ihtilaflar ya farklı bakış açılardan kaynaklanır ya da nüfuz sahibi dış devletlerin menfaat çatışmasından doğarlar. Ki bunlar; Amerika ve İngiltere’dir. Mesela; İngiliz siyasetinin MGK üzerinde kuvvetli bir tesiri olurken, hükümet üzerinde de Amerikan siyasetinin kuvvetli bir tesiri olur.

6- Otorite konusunda en zayıf hükümetler; farklı bakış açılarına sahip birkaç partiden oluşan koalisyon hükümetleridir. Bunlar arasında sürekli bir ihtilaf olur ki, geçici menfaat birliğine girseler de onları bir araya getiren maslahatlar gün gelir onları parçalar. Ya da Özal ve Demirel zamanından miras kalan müzmin ihtilaf sonucu DYP (Doğru Yol Partisi) ve ANAP (Anavatan Partisi) arasında olduğu gibi. Bunlar birbirlerine çok yakın bakış açılarına sahip olsalar dahi aralarında ihtilaf bâki kalacaktır. Yine koalisyon halindeki hükümetler genellikle MGK’nın merhameti altında olacaklardır. Çünkü, hükümetlerin zayıflığı MGK için kuvvetlilik demektir. Böylece kendi siyasetini hükümetlere dayatır. Dilediği zaman onları düşürüp otoriteden uzaklaştırma kudretine sahiptir ve bu hükümetler için onun (MGK’nın) kararlarını ihlâl etmek zordur. Bundan dolayı hükümetler, geleneksel olarak onların yapılmasını istedikleri her şeyi infaz etmek zorundadırlar. Aksi halde bu hükümetlerin düşmesiyle sona eren siyasi bir kriz meydana gelir.

7- Bu durumda, işi daha da içinden çıkılmaz hale getiren şey; gerek MGK gerekse koalisyon hükümetleri olsun, her iki tarafta da hem İngiliz ve hem de Amerikan uşaklarının karışık bulunmasıdır. Böyle bir durumda yönetim rahatsız ve alt üst olacaktır. Öyle ki; iki taraftan hiçbiri son kararı veremez ve ülkeyi idare edemez hale gelir. Böylece bu, ülkede kaos oluşmasına sebep olacaktır.

8- Türkiye’deki (MGK ve hükümetten olan) siyaset adamları, Batı’nın hedeflerine hizmet etmesi, laikliğin (dinsizliğin) desteklenmesi ve muhafazası için İslam’ı istismar etmektedirler. İran ve Lübnan’da istismar edildiği gibi. İslam, şimdi de Güneyini koparmak için Sudan’da istismar edilmektedir.

Gerçek şu ki; o günlerde etkin olan sol yönelişlerin önünün kesilmesi için (geçen yüzyılın ortalarında) İmam Hatip Liselerinin açılmasını teşvik eden askerler ve MGK idi. “Soğuk Savaşın” sona ermesinden sonra İmam Hatip Liselerini durdurmaya ve tasfiye etmeye başladılar. 1998’de, Mesut Yılmaz’ın koalisyon hükümeti esnasında bunları ilga eden bir kanun çıkarmada başarılı oldular ve bunları laik eğitim sistemine ilhak ettiler. Yine aynı maksatla 1969’da Necmettin Erbakan’ı getirdiler. O da 1970 ila 1998 arasında MNP (Milli Nizam Partisi), MSP (Milli Selamet Partisi), RP (Refah Partisi) ve FP (Fazilet Partisi) adlarında İslami maskesi olan dört parti kurdu. 1970’de kurulan MNP laik Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İslami bir maske ile kurulan ilk parti oldu. 1974’te bir bakan olarak Bülent Ecevit (ki köklü bir İngiliz ajanıdır) ile, 1975’te başbakan yardımcısı olarak Süleyman Demirel (ki köklü bir Amerikan ajanıdır) ile, 1996’ta da başbakan olarak Tansu Çiller (ki Amerikan ajanıdır) ile koalisyon hükümetlerine müşterek oldu. Hükümete gelmeden önce yüceltip savunduğu onca İslami şiara rağmen, hükümetlere iştirak ettiği ve başbakan olduğu dönemlerde birçok laik yöneticilerden farksız bir şekilde hareket etti, Filistin’deki yahudi varlığıyla yapılmış olan askeri işbirliği anlaşmasına sadık kaldı, Yahudi varlığıyla yapılan 590 milyon dolarlık uçak modernizasyon anlaşmasını imzaladı, yüceltip durduğu İslami şiarlara tam zıt bir şekilde, onlarla ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik aktif icraatlar, fiiller ve benzeri işler yaptı. Bundan dolayı Erbakan, İslam adına laikliği sabitleştirip kuvvetlendirmek için muayyen bir planı gerçekleştirmek üzere çalıştı. Nitekim bunu 13.05.1997 tarihinde partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmasında; “Türkiye İran ve Cezayir gibi olmayacaktır... Refah Partisi, laikliğin hakiki sigortasıdır.” diyerek bizzat tasdik etmiştir. Bundan da öte; siyasi bakışa sahip ihlaslı Müslüman Türk gençlerini kendi tarafına çekerek, Türkiye’deki sahih İslami çalışmayı yok etmek için büyük bir hırsla çalıştı.

MGK veya müteakip hükümetlerin, geçmişte kimi zaman kendisi için geçici olarak partilerin siyasi icraatlarından men ederek siyasi yasaklar koymasına gelince; bu ihtiyaç hasıl olduğunda cilt değişimi yapabilmek (yeni partiler kurabilmek) içindi ki; Müslümanları hilekârlıkla aldatmak amacıyla kasten yapılmıştı.

9- Amerika son seçimlerde, Müslümanların sırtından Recep Tayyip Erdoğan ve partisi olan AKP’ye (Adalet ve Kalkınma Partisi) büyük bir yardımda bulundu. Onun ordudan otoriteyi alması için uğraştı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en şiddetli, en büyük iki krizinden ülkeyi kurtardıktan sonra, laikliği yıkılmaktan kurtarmak için çalıştı. Bunlardan ilki siyasi kriz, ikincisi ise iktisadi krizdir.

Ülke, laik partilerin siyasi iflasından, fesat yönetimden, ülkenin 15 yıldan fazladır tatmadığı bir istikrar kaybından ve 1945’ten beri görülmemiş ekonomik bir çöküşten kaynaklanan anormal bir duruma düştü. Ülke, IMF yüzünden ekonomik krize boğuldu, hayat pahalılığı her yere yayılarak tavan yaptı, enflasyon yükseldi, Türk lirası dolar karşısında bir buçuk milyon kat değer kaybederek tarihinin en düşük seviyesine ulaştı, dış borçlar 109 milyar dolara ulaşarak astronomik rakamlarla ifade edilmeye başlandı. Bu borçların faizlerinin boyutu Türkiye ekonomisi üzerinde büyük bir ek yük oluşturdu. Tüm bunlar sebebiyle, ülkede daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde sefalet ve işsizlik çoğaldı ve birçok şirketler, müesseseler iflas etti.

10- Tayyip Erdoğan’ın getirilmesinin en önemli sebeplerinde biri de; yetersiz olduğu apaçık bir biçimde ortaya çıkmış olan anayasayı değiştirtmektir. Nitekim, 23.11.2002’de mecliste hükümet programını okurken yaptığı konuşmada Abdullah Gül bunu şöyle pekiştirmiştir: “Özgürlükleri ve katılımı daha çok önemseyen yeni bir anayasa hazırlayacağız.

11- Hükümet programında anayasanın değiştirilmesi ile ilgili maddeden sonra yer alan önemli şeyler şunlardır:

a- "Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunları, tüm kesimlerin üzerinde mutabakatı aranarak değiştirilecektir." Bu da, yetersizliğinin apaçık ortaya çıkmasından sonra yapılmıştır.

b- "Uygulanan yanlış programlar ve yönetim hataları yüzünden gerekli reformlar yapılamadığı için ülkemiz yüksek enflasyon, büyük bir kamu borç stoku, düşük büyüme ve dengesiz gelir dağılımı, yüksek işsizlik gibi ciddi sorunların içine düşmüştür. Hükümetimiz, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek, kamu borç stokunu düşürmek, yüksek ve istikrarlı bir büyüme performansına ulaşmak için yürürlükteki ekonomik programın aksayan ve yetersiz bölümlerini de dikkate alarak toplumumuzun desteğini alacak yeni bir ekonomik program uygulayacaktır." Sonra şöyle deniliyor: "Son yıllarda koalisyon hükümetleri tarafından uygulanan ekonomi politikaları başarısızlıkla sonuçlanmış, Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizleri yaşanmış ve halkımız görülmemiş bir şekilde yoksulluğa maruz bırakılmıştır. Krizin ekonomik ve sosyal maliyeti çok yüksek olmuş, iç ve dış borç yükü inanılmaz bir şekilde büyümüş, on binlerce iş yeri kapanmış, yüz binlerce insan işini kaybetmiştir. Daha da önemlisi, insanımızın devlete ve siyaset kurumuna olan güveni sarsılmış, geleceğe ilişkin umutları kırılmıştır."

Bu yeni ekonomi politikası, elbette şu anda Türkiye ekonomisinin boğazını sıkan IMF’nin öngördüğü programa karşı olacaktır. IMF’nin nüfuzundan (İslami bir politika izlemeden) kurtulmak da zordur ve ülkeyi gelecekte büyük sarsıntılarla maruz bırakabilir.

c- "Dalgalı kur politikasına devam edilecektir."

Bu demektir ki; bütün musibetlerin başı olan bu para politikası sürecektir. Çünkü hiçbir ülkenin benzerini yaşamadığı bu hızlı enflasyonun esas sebeplerinden biri dalgalı kur politikasıdır. Kaldı ki; Türk Lirası’nın değerini sabit tutmanın tek bir yolu vardır o da parayı (İslami altın sisteminde olduğu gibi) altın birikimlerine dayandırmaktır. Bu ise, İslam ülkeleri yöneticilerinden hiç birinin aklına gelmemektedir. Çünkü, bu Amerikan maslahatlarına tam olarak aykırı düşmektedir.

d- Anayasamızda tanımlanan laiklik ilkesi ve din ve vicdan hürriyetine etkinlik ve işlerlik kazandırılarak dinin, dini duyguların veya dince kutsal sayılan şeylerin siyasi veya kişisel çıkar, yahut nüfuz sağlamak amacıyla istismar edilmesi veya kötüye kullanılmasını önleyebilecek bir din eğitimi ve öğretimi, Anayasamızda tanımlanan çerçevede etkinlik ve verimliliğe kavuşturulacaktır."

e- İşte bu, İslam ülkelerindeki eğitim öğretim sistemini değiştirme kampanyasını, Amerika’nın 11 Eylül 2001 hadisesinden sonraki taleplerine icabet ederek izlemektir.

f- "Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliği Hükümetimizin hedeflerinin başında gelmektedir... Bu çerçevede, TBMM tarafından gerçekleştirilmiş olan uyum yasalarının güçlendirilmesi ve mevzuatımızın temel hak ve özgürlükler açısından bir bütün olarak geliştirilmesi sağlanacaktır."

g- Amerika Birleşik Devletleri ile uzun yıllardan beri savunma ağırlıklı olan işbirliğini devam ettirecek ve bu işbirliği ekonomi, yatırım, bilim ve teknoloji alanlarına yaygınlaştırılacaktır."

Ekonomi, silahlanma ve işbirlikçi ajanlar satın almanın, Amerika siyasetinin Türkiye politikası üzerinde etkili olmak için kullandığı önemli ve kuvvetli araçlardan olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır. Nitekim Türkiye'nin sahip olduğu silahların %80'i Amerika yapımıdır. Üstelik Türkiye ekonomisini felce uğratan da Amerika'nın hükmettiği IMF’nin (Uluslararası Para Fonu’nun) hayali borçlarıdır.

Hükümet programında, özellikle Avrupa Birliği’nin Rum tarafı ile müzakerelere başlamayı kabul etmesi nedeniyle bu sene çok sıcak olmasına rağmen, Kıbrıs meselesine beklenen önem verilmemiştir. Bu konuda geçen ifadeler genel olup bir iyi niyet göstergesi niteliğindedir.

Programda şunlara özel olarak önem verilmiştir:

h- "Hükümetimiz, Türkiye’nin Arap Dünyasıyla ilişkilerine özel bir önem vermektedir... Bir yandan bu ülkelerle ikili işbirliğimizin artırılması, öte yandan İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) uluslararası alanda daha saygın yer edinebilmesi ve inisiyatif alabilen dinamik bir yapıya kavuşturulması için çaba sarf edecektir."

12- Amerika ve İngiltere, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini şiddetle desteklemektedirler. Bundan dolayı Türkiye’nin nihai katılım müzakerelerine başlanması imkânsız değildir. Fakat müzakereler kolay olmayacaktır. Uzun bir müddetten (adaylık sürecinin başlamasından) sonra, 15 yıldan daha fazla olabilir.

13- Kıbrıs meselesine çözüm bulmak için 1974 krizinin ardından, Birleşmiş Milletler tarafından ilk kez takdim edilen en son planın (Annan Planı’nın) maddeleri ile İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın ittifak ettiği ve Kıbrıslı Türklere Kıbrıslı Rumlar ile tam eşitlik veren İstiklâl (Bağımsızlık) Anlaşması’nın maddeleri arasında farklılık, zıtlık bulunmaktadır. BM planında her iki taraf arasındaki alakalar hakkındaki maddelerin birçoğu Rauf Denktaş’ın şimdiye kadar şiddetle karşı çıktığı üzere, Türkleri Rumların merhametine teslim etmek anlamına gelen çoğunluğun hakimiyetinden bahsetmektedir.

14- Kıbrıs meselesini çözmesi için şiddetli bir uluslararası ve yerel baskıya maruz kalan, Recep Tayyip Erdoğan, meselenin çözümü hususunda Denktaş’ı çiğnememek için temkinli davranmaktadır. Çünkü, Denktaş meselenin tartışmasız tarihi lideridir. Öyle ki o, Türkiye ve Yunanistan tarafından desteklenen (ona karşı mücadele edenler olmasına rağmen) büyük bir destekçi gruba sahip olmakla birlikte anlaşmalardan doğan haklar istemektedir. Tayyip Erdoğan, askerlerden ve MGK’dan yeşil ışık yakılmadıkça onu çiğneyemez. (Kaldı ki, bu meselenin çözüme kavuşturulmasına doğru MGK’da bir eğilim başlamıştır.) Böyle bir durumda Tayyip Erdoğan, çözümde yardımcı olmaları için belki meclise veya referandum yoluyla halka danışabilir. Şunun bilinmesi de önemlidir ki; Türkiye sürekli tekrarlayıp durduğu, Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girmesi halinde, Kuzey Kıbrıs’ı ilhak etme politikasından artık vazgeçmiştir.

15- BM tarafından öne sürülen anlaşma planında, nükleer silaha sahip dünyadaki en önemli ve en kuvvetli iki İngiliz askeri üssünün durumu ile ilgili bir bahis yoktur. Bu da; İngiltere ve Amerika arasında konu hakkında anlaşma hasıl olduğunu gösterir. Ayrıca bilinmelidir ki; bu askeri birimlerin “İstiklâl Antlaşması’na” göre hukuki durumu, diğer iki varlık olan Rum ve Türk tarafı gibi adadaki üçüncü bir varlık olmasıdır.

Burada, Hükümet ve MGK olmak üzere Türkiye’nin, Amerika’nın Irak’a saldırması için ihtiyaç duyduğu bütün kolaylıkları ve unsurları Amerika’ya verdiğinin aydınlatılması önemlidir. Bunlar, Amerika Savunma Bakan yardımcısı Wolfowitz’in Türkiye’ye yaptığı son ziyareti sırasında verildi. Abdullah Gül’ün savaşa engel olmak için çıktığı bölgesel ziyaret ise mahalli ve beyhude bir uğraştır. Ayrıca bunun bir maksadı da, ezici çoğunluğu savaşa karşı olan Türkiye kamuoyunu memnun etmektir. Üstelik savaşa engel olmak için evrensel bir uğraş veren ve bu savaş karşıtı faaliyetleri besleyen ülkenin İngiltere olduğu bilinmektedir.

08 Ocak 2003

YIL 13  SAYI 158  ZİLHİCCE 1423  ŞUBAT 2003

Yukarı