|
“Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle
âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.” (Bakara 122)
|
Daha önceki ayetlerde Allah’u Teala,
Resulullah (sav)’in
hakla müjdeleyici ve uyarıcı
olarak gönderildiğinin hakikatini hatırlattıktan
sonra, Yahudi ve Hıristiyanların
Resulullah (sav) ve ona tabi olanların bu durumlarına
razı olmayacaklarını, ancak imanlarını,
dinlerini bıraktıkları takdirde yani;
Yahudi veya Hıristiyanların bulundukları
küfür yolu üzere yaşamadıkları
müddetçe
razı olmayacaklarını bildirmektedir.
Bir kısmı (Yahudilerden ve Hıristiyanlardan
bazıları) iman edip Müslüman oldu,
diğer bir kısmı da (Al-i İmran 110. ayette
bildirildiği gibi) kafir olarak kaldılar. Bu nedenle,
bu ayette (Bakara 122) İsrailoğullarını
imana döndürmek için onlara sesleniyor
ve onlara verdiği nimeti hatırlatıyor.
O nimeti (hidayeti) kendilerine bir takım Resul ve nebilerle gönderdi. Bu hidayete
ulaşıp iman etmekle diğer insanlara üstün
oldular. Nitekim üstünlük imanla ve takva ile gerçekleşir. Allah’u Teala bu ölçüyü Hucurat
suresinin 13. ayetinde gösterdi:
|
“…Muhakkak
ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.
Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 13)
|
İsrailoğulları imanı ve takvayı bırakıp dünyayı,
malı ve parayı sevmeye başlayınca Allah
onların bu durumunu
yerdi, kınadı ve onları rezil etti. Hatta
onların bir kısmını
domuz
ve maymuna çevirdi. Yine onları lanetledi
ve korkak bir millet haline getirdi.
Hiçbir
kavim başka bir kavimden üstün
değildir. Hepsi Havva ve Adem’den türediler.
Hepsi topraktan yaratıldı. Onları ayıran
en önemli faktör iman ve takvalarıdır. Üstünlükte
ancak takva ile gerçekleşir.
Ateşten yaratılan İblis, topraktan yaratıldığı
için insandan üstün olduğunu iddia
etmiştir. Bu nedenle kibirlenerek Allah’a isyan
etti. İsyanından dolayı Allah (cc) İblisi lanetledi ve yerinin cehennem olduğunu bildirdi.
İslam ümmeti imanı terk etmedi,
fakat bu imanın
gereği olan şeriatı tatbik etmek, yaşamak ve onu aleme
taşımayı ihmal etmiştir.
Yine ümmet, İslam’ı pratikte tatbik edecek
olan İslam Devletini ikame etmede
geri kaldı. Bu nedenle Allah (cc) bir çok musibetler gönderiyor. Bu ancak iman ve takvada üstün
olmakla aşılabilir.
İsrailoğullarına bu hakikatleri açıkladıktan
sonra onlara şöyle
hitap ediyor:
|
“Ve bir günden sakının ki, o günde hiç
kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul
edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da
görmezler.” (Bakara 123)
|
Öyle
ise; ey İsrailoğulları! Tekrar kıyamet
gününe inanıp, o günün
hesabından korkun, takvalı
olun. Zira insan, kıyamet gününün
hesabını düşünüp ondan çekinirse takvalı
olur. Siz, ey İsrailoğulları! Bir gün sizi üstün kılmıştım.
Fakat takva sahibi olmazsanız
hiç değeriniz kalmaz. Nitekim, kıyamet
gününde de bir kimse başka kimsenin günahlarını
üstlenemez ve çekemez. Fidye, para ve mal ceza yerine geçerli
olmaz. Çünkü, Allah zengindir,
buna muhtaç değildir. Nitekim, bunları
yaratan da odur. Dünyada bir insan para
vererek cezadan kurtulabilir, zenginler torpille
işlerini yürütebilir, fakat ahirette bunu
yapamazlar. O mahkeme dünya mahkemeleri
gibi değildir. Orada
insan mümin ve takva sahibi değilse hiçbir şefaatçi
bulamaz.
Hz. Muhammed
(sav)’in
şefaati ise; ümmetinden
günah işleyen müminlere ancak
faydası dokunur. Kafirler
hiç bir şekilde yardım
bulamayacaklardır. Çünkü o gün, Allah’ın
gücünden başka bir güç kalmayacaktır.
İnsanlar her şeyden yoksun, çıplak bir şekilde haşrolunacaktır.
Dünyada Allah’ın
verdiği imkanları kullanarak insanlar birbirine yardım edebilirler.
Fakat ahirette böyle bir fırsat kendilerine
sunulmayacaktır. İnsan ölünce
malı, mülkü, gücü dünyada kalır, bunlar yanında
olmadan bir kefenle defnedilir. İnsan bu konumunu
düşündükçe Allah’tan korkar, Allah’ın
emir ve nehiylerini yerine
getirerek takva sahibi olur. İsrailoğulları gibi dünyayı sever,
kıyamet gününü (hesap gününü) unutur,
benim yerime başkası ceza çeker anlayışına
sahip olur, para-rüşvet karşılığı kurtulurum,
şefaatçi veya bir yardım eden bulurum, haramlar içerisinde
boğulurken; “Allah beni affeder” düşüncesine kapılarak sürekli
günah
işleme eğiliminde ısrar ederse hüsrana uğrayanlardan
olur. Allah’u Teala
bu konuda İsrailoğullarını uyardığı gibi bizleri de uyarmaktadır.
Mümin olup takvalı olmazsak onlar gibi
oluruz ve onların
uğradığı hüsrana, yani onlar gibi bizler de cehenneme gireriz.
(Allah korusun.)
Allah’u
Teala şu ayetle İbrahim (as) örneğini gösteriyor.
İbrahim (as) kendi neslinden gelen herkesin iyi ve üstün olmasını
diliyor. Fakat Allah (cc) onlar içerisinde zalim
ve isyankar olanların hallerinin kabul edilmeyeceğini
bildiriyor. Ayrıca bu ayette (Bakara 124) meselenin; ırk meselesi
olmadığını,
asıl üzerinde durulması gereken konunun
iman ve takva olduğunu gösteriyor:
|
“Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım
kelimelerle
sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara
önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler
yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar
için söz vermem) buyurdu.” (Bakara
124)
|
Allah’u
Teala’nın emir ve nehiyleri insanlar
için bir imtihandır. Eğer bunları yerine
getirirse önder olur.
Furkan suresinde geçtiği gibidir.
|
“(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü
aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla
ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! derler.” (Furkan
74)
|
Müslüman, takvalı bir önder olmak istediği
gibi kendi neslinden gelenlerin de takvalı birer önder olmalarını
sever. Çünkü, onlar kendisinden bir parçadır, kendisi için ne
seviyorsa onlar için
de sever. İbrahim (as)’ın
durumu gibi. Müslüman olan kişi diğerlerinin
kendisi gibi Müslüman olmasını istediği için bu hususta
öncelikli olarak çocuklarının
Müslüman olmalarını ve birer takvalı
Müslüman olmaları ister.
İbrahim
(as) imtihanı geçti. Çünkü Allah’ın
emir ve nehiylerini yerine getirdi. Böylece takvalıların imamı
veya önderi oldu. Hangi Müslüman Allah’ın
emir ve nehiylerini yerine getirirse takvalıların imamı
olur. Başka bir ifade ile takvada önde olur.
İbrahim (as) sülalesinin tümünün takvada
önder olmasını diledi. Allah’u Teala zalimleri
zalimliklerinden dolayı burada ayrı
tutmuştur. Bunun manası; İbrahim (as)’ın
bütün
zürriyeti takvalı olmayacaktır, onların arasında zalim
olanların da olacağını
Allah (cc) bu ayette bildiriyor.
Başka bir ayette Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
|
“Atalarım
İbrahim, İshak ve Ya'kub' un dinine uydum.
Allah'a herhangi bir
şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın
bize ve insanlara
olan lütfundandır. Fakat
insanların çoğu şükretmezler.”
(Yusuf 38)
|
Bazı Müslümanlar yukarıdaki ayete
dayanarak şöyle bir
iddiada bulundular; İmamlar (halifeler)
Allah tarafından tayin edilir ve peygamber neslinden olmalıdır.
Bu nedenle Hz. Muhammed (sav)’den
sonra Ali, çocuklarının
zürriyeti (Al-i Beyt) imam
ve halife olmalıdır. Oysa İbrahim, İshak ve İsmail
hiç yönetici olmadılar. O ayet yönetici manasında
olsaydı bunların da yönetici olmaları
gerekirdi.
İbrahim neslinden gelen peygamberlerin
çoğu hiç yönetici olmadı. Aralarından
sadece (Kur’anın bildirdiği
gibi) Davud ve Süleyman birer yönetici oldu. Kur’anda anlatılmayan
diğer peygamberler belki
de hiç yönetici olmadılar.
O halde şu ortaya çıkıyor ki, insanların
önderinden
anlaşılan; takvada önde gelen kimse demektir. Bundan dolayı da
Ali (ra) ve çocukları veya
Âl-i Beytin halife olmaları
hiç şart değildir. Allah tarafından seçilmediler.
Hilafet manasındaki imamlık Müslümanların
seçmeleriyle gerçekleşir. Ebu Bekir (ra),
Ömer (ra),
Osman (ra) ve ondan sonra gelen Ali (ra) seçimle birer halife (imam) oldular.
Evet, insanların önderleri zalim olmaması
gerekir. Bu nedenle Allah’u Teala, halife
zulüm işlerse Müslümanların onu zulmünden
vazgeçirmelerini farz kılmıştır. Ayrıca,
Müslümanların
zalim bir kimseyi halife olarak tayin
etmelerine yasaklar getiriyor. Allah (cc) burada bir haber veriyor; zalimler ahdime eremezler.
Yani insanların önderleri
olmalarına söz vermem. Haber ifadesi;
talep manasında geçer. Sanki Allah’u Teala
diyor ki; Ey insanlar!
Zalim insanı önderiniz olarak tayin
etmeyin. Fakat bu ayet
yönetimle ilgili olmadığı için yönetim konusunda
delil olarak gösterilmez.
Zalimlerle ilgili bir çok ayet ve hadis vardır.
Zalimlerin
nasıl muhasebe edileceği ve mezalim mahkemesinde nasıl yargılanacağı
delillerde
anlatılıyor. Eğer yönetici zalim olur,
küfür ile ilgili kanun uygularsa, açık
fısk gösterirse hemen indirilmelidir. Fısktan maksat; kendi özel
hayatında
açık günah işlemektir. Zina işlemek, içki içme, faizle uğraşmak,
hırsızlık yapmak gibi. Ayrıca
namaz, oruç, zekat gibi farzları terk ediyorsa
fasık olur. Böylesi zalim bir yönetici iktidarda kalamaz.
Yönetici haksızlık yaptığı sürece zalim sayılır, bundan
dolayı da hesaba çekilir ve emaneti hak
sahiplerine geri iade etmesi gerekir.
Yönetici şeriatı uygular, bu dönem içerisinde
de haksızlık yaparsa
yönetici olarak kalır.
Fakat zulmünden vazgeçirmek Müslümanların
üzerine farzdır. Mezalim mahkemesi de bu tür
haksızlıkları
değerlendirip ona göre karar alacaktır.
Misal olarak; Eğer halife ehil olmayan valileri tayin
ederse veya görevden almazsa, müstahak
olmayan bazı kimselere ganimetten vermezse bu gibi durumlar
haksızlık sayılır ve aynı zamanda zülüm
olarak itibar edilir.
|