Ana Sayfa YIL 13   SAYI 158   ZİLHİCCE 1423   ŞUBAT 2003 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ / AYET: 122-124

Esad MANSUR

 

“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.” (Bakara 122)

Daha önceki ayetlerde Allah’u Teala, Resulullah (sav)’in hakla müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderildiğinin hakikatini hatırlattıktan sonra, Yahudi ve Hıristiyanların Resulullah (sav) ve ona tabi olanların bu durumlarına razı olmayacaklarını, ancak imanlarını, dinlerini bıraktıkları takdirde yani; Yahudi veya Hıristiyanların bulundukları küfür yolu üzere yaşamadıkları müddetçe razı olmayacaklarını bildirmektedir.

Bir kısmı (Yahudilerden ve Hıristiyanlardan bazıları) iman edip Müslüman oldu, diğer bir kısmı da (Al-i İmran 110. ayette bildirildiği gibi) kafir olarak kaldılar. Bu nedenle, bu ayette (Bakara 122) İsrailoğullarını imana döndürmek için onlara sesleniyor ve onlara verdiği nimeti hatırlatıyor. O nimeti (hidayeti) kendilerine bir takım Resul ve nebilerle gönderdi. Bu hidayete ulaşıp iman etmekle diğer insanlara üstün oldular. Nitekim üstünlük imanla ve takva ile gerçekleşir. Allah’u Teala bu ölçüyü Hucurat suresinin 13. ayetinde gösterdi:

“…Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 13)

İsrailoğulları imanı ve takvayı bırakıp dünyayı, malı ve parayı sevmeye başlayınca Allah onların bu durumunu yerdi, kınadı ve onları rezil etti. Hatta onların bir kısmını domuz ve maymuna çevirdi. Yine onları lanetledi ve korkak bir millet haline getirdi.

Hiçbir kavim başka bir kavimden üstün değildir. Hepsi Havva ve Adem’den türediler. Hepsi topraktan yaratıldı. Onları ayıran en önemli faktör iman ve takvalarıdır. Üstünlükte ancak takva ile gerçekleşir.

Ateşten yaratılan İblis, topraktan yaratıldığı için insandan üstün olduğunu iddia etmiştir. Bu nedenle kibirlenerek Allah’a isyan etti. İsyanından dolayı Allah (cc) İblisi lanetledi ve yerinin cehennem olduğunu bildirdi.

İslam ümmeti imanı terk etmedi, fakat bu imanın gereği olan şeriatı tatbik etmek, yaşamak ve onu aleme taşımayı ihmal etmiştir. Yine ümmet, İslam’ı pratikte tatbik edecek olan İslam Devletini ikame etmede geri kaldı. Bu nedenle Allah (cc) bir çok musibetler gönderiyor. Bu ancak iman ve takvada üstün olmakla aşılabilir.

İsrailoğullarına bu hakikatleri açıkladıktan sonra onlara şöyle hitap ediyor:

“Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.” (Bakara 123)

Öyle ise; ey İsrailoğulları! Tekrar kıyamet gününe inanıp, o günün hesabından korkun, takvalı olun. Zira insan, kıyamet gününün hesabını düşünüp ondan çekinirse takvalı olur. Siz, ey İsrailoğulları! Bir gün sizi üstün kılmıştım. Fakat takva sahibi olmazsanız hiç değeriniz kalmaz. Nitekim, kıyamet gününde de bir kimse başka kimsenin günahlarını üstlenemez ve çekemez. Fidye, para ve mal ceza yerine geçerli olmaz. Çünkü, Allah zengindir, buna muhtaç değildir. Nitekim, bunları yaratan da odur. Dünyada bir insan para vererek cezadan kurtulabilir, zenginler torpille işlerini yürütebilir, fakat ahirette bunu yapamazlar. O mahkeme dünya mahkemeleri gibi değildir. Orada insan mümin ve takva sahibi değilse hiçbir şefaatçi bulamaz.

Hz. Muhammed (sav)’in şefaati ise; ümmetinden günah işleyen müminlere ancak faydası dokunur. Kafirler hiç bir şekilde yardım bulamayacaklardır. Çünkü o gün, Allah’ın gücünden başka bir güç kalmayacaktır. İnsanlar her şeyden yoksun, çıplak bir şekilde haşrolunacaktır.

Dünyada Allah’ın verdiği imkanları kullanarak insanlar birbirine yardım edebilirler. Fakat ahirette böyle bir fırsat kendilerine sunulmayacaktır. İnsan ölünce malı, mülkü, gücü dünyada kalır, bunlar yanında olmadan bir kefenle defnedilir. İnsan bu konumunu düşündükçe Allah’tan korkar, Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirerek takva sahibi olur. İsrailoğulları gibi dünyayı sever, kıyamet gününü (hesap gününü) unutur, benim yerime başkası ceza çeker anlayışına sahip olur, para-rüşvet karşılığı kurtulurum, şefaatçi veya bir yardım eden bulurum, haramlar içerisinde boğulurken; “Allah beni affeder” düşüncesine kapılarak sürekli günah işleme eğiliminde ısrar ederse hüsrana uğrayanlardan olur. Allah’u Teala bu konuda İsrailoğullarını uyardığı gibi bizleri de uyarmaktadır. Mümin olup takvalı olmazsak onlar gibi oluruz ve onların uğradığı hüsrana, yani onlar gibi bizler de cehenneme gireriz. (Allah korusun.)

Allah’u Teala şu ayetle İbrahim (as) örneğini gösteriyor. İbrahim (as) kendi neslinden gelen herkesin iyi ve üstün olmasını diliyor. Fakat Allah (cc) onlar içerisinde zalim ve isyankar olanların hallerinin kabul edilmeyeceğini bildiriyor. Ayrıca bu ayette (Bakara 124) meselenin; ırk meselesi olmadığını, asıl üzerinde durulması gereken konunun iman ve takva olduğunu gösteriyor:

“Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.” (Bakara 124)

Allah’u Teala’nın emir ve nehiyleri insanlar için bir imtihandır. Eğer bunları yerine getirirse önder olur. Furkan suresinde geçtiği gibidir.

“(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! derler.” (Furkan 74)

Müslüman, takvalı bir önder olmak istediği gibi kendi neslinden gelenlerin de takvalı birer önder olmalarını sever. Çünkü, onlar kendisinden bir parçadır, kendisi için ne seviyorsa onlar için de sever. İbrahim (as)’ın durumu gibi. Müslüman olan kişi diğerlerinin kendisi gibi Müslüman olmasını istediği için bu hususta öncelikli olarak çocuklarının Müslüman olmalarını ve birer takvalı Müslüman olmaları ister.

İbrahim (as) imtihanı geçti. Çünkü Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirdi. Böylece takvalıların imamı veya önderi oldu. Hangi Müslüman Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirirse takvalıların imamı olur. Başka bir ifade ile takvada önde olur. İbrahim (as) sülalesinin tümünün takvada önder olmasını diledi. Allah’u Teala zalimleri zalimliklerinden dolayı burada ayrı tutmuştur. Bunun manası; İbrahim (as)’ın bütün zürriyeti takvalı olmayacaktır, onların arasında zalim olanların da olacağını Allah (cc) bu ayette bildiriyor. Başka bir ayette Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub' un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.” (Yusuf 38)

Bazı Müslümanlar yukarıdaki ayete dayanarak şöyle bir iddiada bulundular; İmamlar (halifeler) Allah tarafından tayin edilir ve peygamber neslinden olmalıdır. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav)’den sonra Ali, çocuklarının zürriyeti (Al-i Beyt) imam ve halife olmalıdır. Oysa İbrahim, İshak ve İsmail hiç yönetici olmadılar. O ayet yönetici manasında olsaydı bunların da yönetici olmaları gerekirdi. İbrahim neslinden gelen peygamberlerin çoğu hiç yönetici olmadı. Aralarından sadece (Kur’anın bildirdiği gibi) Davud ve Süleyman birer yönetici oldu. Kur’anda anlatılmayan diğer peygamberler belki de hiç yönetici olmadılar.

O halde şu ortaya çıkıyor ki, insanların önderinden anlaşılan; takvada önde gelen kimse demektir. Bundan dolayı da Ali (ra) ve çocukları veya Âl-i Beytin halife olmaları hiç şart değildir. Allah tarafından seçilmediler. Hilafet manasındaki imamlık Müslümanların seçmeleriyle gerçekleşir. Ebu Bekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra) ve ondan sonra gelen Ali (ra) seçimle birer halife (imam) oldular.

Evet, insanların önderleri zalim olmaması gerekir. Bu nedenle Allah’u Teala, halife zulüm işlerse Müslümanların onu zulmünden vazgeçirmelerini farz kılmıştır. Ayrıca, Müslümanların zalim bir kimseyi halife olarak tayin etmelerine yasaklar getiriyor. Allah (cc) burada bir haber veriyor; zalimler ahdime eremezler. Yani insanların önderleri olmalarına söz vermem. Haber ifadesi; talep manasında geçer. Sanki Allah’u Teala diyor ki; Ey insanlar! Zalim insanı önderiniz olarak tayin etmeyin. Fakat bu ayet yönetimle ilgili olmadığı için yönetim konusunda delil olarak gösterilmez.

Zalimlerle ilgili bir çok ayet ve hadis vardır. Zalimlerin nasıl muhasebe edileceği ve mezalim mahkemesinde nasıl yargılanacağı delillerde anlatılıyor. Eğer yönetici zalim olur, küfür ile ilgili kanun uygularsa, açık fısk gösterirse hemen indirilmelidir. Fısktan maksat; kendi özel hayatında açık günah işlemektir. Zina işlemek, içki içme, faizle uğraşmak, hırsızlık yapmak gibi. Ayrıca namaz, oruç, zekat gibi farzları terk ediyorsa fasık olur. Böylesi zalim bir yönetici iktidarda kalamaz. Yönetici haksızlık yaptığı sürece zalim sayılır, bundan dolayı da hesaba çekilir ve emaneti hak sahiplerine geri iade etmesi gerekir.

Yönetici şeriatı uygular, bu dönem içerisinde de haksızlık yaparsa yönetici olarak kalır. Fakat zulmünden vazgeçirmek Müslümanların üzerine farzdır. Mezalim mahkemesi de bu tür haksızlıkları değerlendirip ona göre karar alacaktır. Misal olarak; Eğer halife ehil olmayan valileri tayin ederse veya görevden almazsa, müstahak olmayan bazı kimselere ganimetten vermezse bu gibi durumlar haksızlık sayılır ve aynı zamanda zülüm olarak itibar edilir.

 

YIL 13  SAYI 158  ZİLHİCCE 1423  ŞUBAT 2003

Yukarı