Amerika, uzun süreden beri Orta Doğuya
Irak’ı vurmak için yığınak yapıyor ve yapılan bu savaş
hazırlıklar bölge ülkeleri dahil diğer ülkeleri de kaygılandırmaktadır.
Onları rahatsız eden konum, Amerika’nın Irak’la
kalmayıp daha sonra bölge ülkeleri
üzerinde yeni bir düzenlemeye gitmesi neticesinde bugünkü
mevcut sınırların değişime
uğrayacağı, işin bununla da kalmayıp bölge kaynaklarının
(başta petrolün) tamamı ile Amerikanın güdümüne
gireceği endişesi yatmaktadır. Bu durum sadece
bölge ülkeleriyle
kalmayıp bölgenin petrolüne ihtiyacı olan bütün devletleri de
kaygılandırmaktadır.
Şu an bölgeye yığılan askeri güç, Amerikanın
gerçek hedefinin Irak’ı silahlandırma amacından öte başka
bir maksada yönelik olduğunun işaretleridir. Bölgede Amerikan
egemenliğini kurmaya yönelik bu hareketlenme
soygun ve talanında bir işaretidir. Amerika, 11 eylül olayları
sonrası dünyaya dikte ettiği hiper güç imajını yürütme isteği
de amaçlarından bir tanesidir. Bunun ilk denemesini
Afganistan olayı ile
gerçekleştirdi. Burada kullanılan argüman; 11 Eylülle oluşturulan
terörizm harekatıydı. Bu ilk görünüşte
İslam düşmanlığı olarak
ortaya çıktı.
1) İslam düşmanlığına neden gerek duyuldu?
a-
Komünizm
(Rusya’nın) çöküşü Amerika’yı dünya siyasetinde yalnız
ve muhalefetsiz
bıraktı. Rusya’yı çökertmekte Amerika
ile hareket eden Avrupa Rusya’ya karşı
tek muhalif ve düşman görünümü uyandırmaktaydı.
Bu yaklaşımla ikinci birlikteliğin
oluşmasını sağlayacak olan Amerika
düşmanını
bulmuştu. O da İslam’dı. İlk etapta
bunu Amerika, NATO’da ortak düşman
olarak batı devletlerine onaylatmayı
başardı.
Akabinde İslam’a karşı düşmanlık terörizm
alanında yoğunlaştırıldı.
Düşman bulunmuştu ama karşılarında
kimin hedef alınacağı meçhuldü. Yoğun
bir terörizm propagandası
ile bütün İslam beldeleri hedef alınmıştı.
b- Asıl hedef (Amerika açısından) hiper güç
olmada etkin olan ve devamını sağlayacak olan; kaynakların tek
elde toplanması
idi. Bu kaynaklarsa İslam beldelerinde
mevcuttu. Doğrudan Amerikanın
bu kaynaklara yönelmesi şüphe doğura bilirdi.
c- Bu noktada diğer batılı ülkeler kendini
yalnız bıraksa da sözde düşmanın üzerine gitmede
11 Eylül gibi senaryo üretilmişti.
Ki; bu Amerika’yı her vuruşunda haklı (kedi açısından)
kılacak temelleri içeriyordu. Bunun için
süreklilik arz edecek, gündemden
düşmeyecek, yeryüzünde batılıları tek bir güç olamaya
itecek ortak düşman bulunmalıydı.
Ki; o da
İslam’dı.
d- Batı emperyalizmine, sömürgesine
düşmanlık sadece İslam aleminden gelmekteydi.
Bu noktalar batılıları hatta diğer (Rusya,
Çin, Japonya gibi) devletleri de rahatsız
eden hususları kapsıyordu. Hatta
Rusya gibi devletler İslam’la baş edememenin
aczi içerisindeydi. Bu
Amerikalılar açısından
güzel
gelişmeler sayıldı ve öne çıkıldı.
Bu noktada ABD’ye destek verildi. Bu destek
Amerika’ya Afganistan
saldırısının haklı temellerini
oluşturdu.
2) Amerika’ya şüpheci yaklaşım Afganistan
olayından sonra ortaya
çıktı.
İlk aşamada, bu olay konusunda bir çok
güçlüklerin ortaya çıkacağı düşünülüyordu. Bu nedenle atılan
adımlar şüphelerle dolu, yaklaşımlar berrak değildi. Amerika’da
bu harekat hakkında (terörizm dışında) bir netlik
ortaya koymuş
değildi. Aslında Amerika Avrupalı ve diğer batılı güçleri
arkasına almak
için İslam düşmanlığını koz olarak kullanmak
istediği aşikardı.
Bu noktada batılılar ve diğer bölge devletleri
savaşa girme yerine Amerika’ya
lojistik destek sağlayacaklarını ifade ettiler.
Amerikanın beklediği de bu idi. Kısa bir süre sonra Amerikanın
yayılmacı maksadı bölge devletleri tarafından
anlaşıldı. Fakat bu süre içerisinde
Amerika bir çok bölgeye
yerleşmişti. Kısa süren ve aldatmacalarla
dolu olan bu süreç destekten
yoksun kalmaya, Amerika’yı yalnızlığa doğru itti. Şüphe iki
noktada
ortaya çıktı:
a- Her ne kadar İslam’a ve Müslümanlara
karşı kafirlerin uyumlu bir çalışma sergilediği görüntüsü
verilmiş olsa da menfaatler devreye
girince bunun uzun vadeli
olmadığı Afganistan
olaylarında ortaya çıktı.
b- İlk gösterilen gerekçe ışığında Afganistan’da
Amerika dünya desteğini almasına
rağmen yalnız hareket etmişti. Dünya gelişen olayların
sarhoşluğunu yaşarken Amerika
çok hızlı bir şekilde Rusya’dan ayrılan
Orta Asya ülkelerine
hızla yerleşmeye başladı ve üsler kurdu, yayılmacı bir
politika izledi. Bu ülkelerde Müslüman terörist avlama
girişimleri ön plana çıkarılmış
olsa da bu yayılmacı politika bölge devletlerinde şüpheciliği
doğurdu. Çünkü, Afganistan işgal
edilmiş fakat hedefte olan Bin Laden ortada
yoktu. Bununla da kalınılmamış; Amerika
orada kendine dayalı
bir yönetim inşaa ederek ve bölge kaynaklarından
yararlanmak için adımlar atmış, bu konuda hiç bir ülkeyi yanına
almamıştı. Bu bir anlamda siyasi destek
veren ülkeleri dışlamaktı. Bunun
açık göstergesi bölgede barış gücüne dahi Amerikanın
sıcak bakmamıştı. İngilizlerin ısrarı üzerine yabancı
asker konuşlandırılmıştı.
3) Amerika’yı Orta Doğuya iten sebepler
Birinci perdeyi bu şekilde açan ABD, yüzyıla
yaydığı yayılmacılık planının ikinci perdesine
Irak’ta devam etmek istemektedir. Bunun için de:
a-
Orta
Asya’daki üsluba benzer bir girişimi Orta Doğu’da yapmak
istiyor. Irak savaşı istismarcılığı yapılarak Türkiye dahil
bölge ülkelerinin hepsinde askeri konumunu
güçlendirmek istemektedir.
b- Dünya siyasetine yön veren bölgenin
Orta Doğu oluşundan kaynaklanmaktadır.
Tarihi gelişimler göstermektedir ki Orta
Doğusuz dünya siyasetinde etkinlikten bahsedilemez.
c- Stratejik önemi bulunmasından dolayı.
Rusya, Güney Afrika’nın büyük bir bölümü, Orta Asya, deniz
yollarının ana geçit
noktası olması, kara yollarının üzerinde bulunması, ipek
yoluna açılan kapı olması gibi konuma ve öneme sahiptir.
d- Zengin petrol kaynaklarına sahip olması.
Ki; bu durum bütün dünyada güç sahiplerinin
iştahını kabartmaktadır.
e- Hiper devlet olma noktasında
önüne
çıkan engellerden İngiltere’nin bölge deki hakimiyetine son
verme eğilimi bulunmaktadır.
4) Amerika’ya karşı oluşan eğilimler
Amerika bu gelişmelerden sonra dünyada
düşmanını kendisi oluşturmuştur. İngiltere’nin
ikinci dünya savaşında müttefik olarak
dünya siyasetine çektiği Amerika tek başına
sömürgecilik unvanını üslenmek istemektedir.
Bu ise dünyadaki toplumları ilgilendiren
bütün kaynaklar avucunun içerisine alma anlamına gelir. Oysaki bütün
toplumların
birbirinden yer altı ve yer üstü kaynaklarından
yararlanmalarına ihtiyaçları vardır. Bunun özel haller dışında
kısıtlanması karşıt görüşlerin oluşumuna zemin hazırlamaktadır.
Örneğin: sınırlı suyu olan bir ülkenin su kaynaklarına sahip
olan bir ülkedeki kaynaklardan
faydalanmaya olan ihtiyacı gibi.
Amerika bugün dünyanın can damarları olan
petrole el koyma niyetindedir. Bu niyetini
de gizlemiyor. Bu noktada;
a-
Petrole
ihtiyacı olan bütün ülkelerin
düşmanlığını.
b- Petrol rezervlerinin bulunduğu bölge
halkının gelir kaynaklarına el koymasından
doğan bölge halklarının düşmanlığı.
c-
Şu
an o bölgelerde menfaatleri olan
ülkelerin dışlanması veya sömürgelerine
son verilmesi çerçevesinde doğan düşmanlığı.
d-
Bölgede
bu nedenlerden dolayı çatışmaya
ve akabinde bölünmeyle karşı karşıya
kalan ülkelerin (sınırlı da olsa) düşmanlığını
kazanmıştır.
5) İstanbul Irak Barış Deklarasyonu
Bu noktada bizleri yakından ilgilendiren
ve İstanbul Irak Barış Deklarasyonunu büyüteç altına almak
istiyoruz. Türkiye Devleti
katkılarıyla 23 ocak 2003 tarihinde İstanbul’da
gerçekleştirilen Irak Barış Görüşmeleri
fiyaskoyla
sonuçlanmıştır.
Mısır Arap Cumhuriyeti, İran İslam
Cumhuriyeti, Haşimi Ürdün Krallığı, Suudi Arabistan
Krallığı, Suriye Arap Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri
Bakanları bir araya gelerek, Irak sorununa barışçı bir
çözüm bulunmasına yönelik ortak hareket etme kararı
almışlardı. Alınan kararlar şaşırtıcı
olduğu gibi kararı alan ülkelerinde böyle
bir toplantı düzenlemeleri o kadar ilginçti.
Bu ülkeler;
“yeniden
bir başka savaş ve bu savaşın tüm yıkıcı sonuçlarını
tekrar yaşamayı arzu etmediklerini”
beyan ederken
yaptıkları işler ve müttefik oldukları ülkeler
göz önünde bulundurulduğunda bu toplantının
sonucu da baştan belli idi. Her ülkenin bağımlı olduğu
devletlerin sözcülüğünü yapmaktan öte gitmedi.
Başta bu ülkelerin; “Savaş, bu krizin
çözümü için bir seçenek olmamalıdır” demelerine
karşın çeliştikleri nokta; bütün bu bölge devletlerinde ya
Amerikanın siyasi varlığının hakimiyeti veya askeri üslerinin
bulunmasıdır. Ayrıca bu ülkeler Amerika için bütün imkanların
kullanacaklarını bir şekilde ifade etmektedirler.
Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan gibi yerlerde Amerika büyük
yığınak yapmaktadır. Hatta bu girişimini
izin almaya ihtiyaç duymadan da yerine
getirmektedir. Barış yanlısı (!) kesilen ve bu toplantıya ev
sahipliği eden ülke sırasıyla
şu girişimlerde bulunarak aslında savaş yanlısı olduğunu
ispatlamaktadır. Türkiye’ nin durumuna
bakıldığında;
a- Üstler Amerika için açılmıştır, deniz
yoları, limanlar, kara yolları Amerikanın
hizmetine sunulmuştur.
b- Irakta savaş öncesi bilgi ağı oluşturacak
ABD istihbarat
birlikleri elini-kolunu sallayarak basının gözü önünde Türkiye’den
Irak topraklarına sızmıştır.
c- Yetkili yerlerden izin alınmadan silah ve
mühimmat taşımasını bir şekilde ABD Türkiye üzerinden
yapmaya devam etmektedir. Genel Kurmay Başkanlığından yapılan açıklamaya
göre Amerika; Edirne gümrük kapısını ve Girit adasından
İncirlik üssüne bin konteynır askeri mühimmat taşımıştır. (Ulusal TV 25/01/2003)
Savaş karşıtı (!) olan, İslam’a, Müslümanlara, İslami daveti
yüklenip taşıyanlara karşı bütün istihbaratını,
sinsi emellerini hiçbir masraftan kaçınmadan
kullanan bir ülke nasıl oldu da koskoca silah dolu Amerikan
konteynırlarını göremedi?!
d-
Irak’a geçit
genellikle Türkiye üzerinden
gerçekleşmektedir.
Aynı zamanda toplantıya katılan ülkelerin
Türkiye’den pek
fazla farkları yoktur.
Suriye üzerinden de bölge üzerine yığınak sevkıyatı devam
etmektedir. Ayrıca Suriye Irak muhalif kanadına bir çok yardımlarda
bulunmaktadır.
Deklarasyonda geçen şu görüşler siyasi
bakıştan yoksun
ifadelerdir:
“Irak halkı
ardarda yaşanan iki savaştan
çok etkilenmiştir. Tüm bölge, 20 yılı aşkın süredir bu savaşların
sonucu olan siyasi belirsizlikler
ve ekonomik sıkıntılarla kasıp kavrulmuştur.”
Irak Konusunda Bölgesel
Girişim İstanbul 23 Ocak 2003 Ortak Deklarasyon
Toplantıya
katılan ülkeler Irak halkına karşı ambargo koyan ülkelerdir ve
halen de BM aldığı ambargoya adım adım uymaktalar.
Ambargo neticesi yaşam imkanları kısıtlanan
halkın geçimi zorlaşmış, 500 bini aşkın çocuk bu ambargonun
mağduru olmuştur.
Bu katliamda Amerika ve İngiltere’nin
ne kadar suçu var ise bu toplantıya iştirak eden devletlerinde o
kadar suçu vardır.
Ayrıca
İran, güttüğü batı siyaseti neticesi
Irakla giriştiği savaşta her iki taraftan ölen 8 milyon
insanın sorumluluğunu üzerinde
taşımaktadır.
Yayınlanan deklarasyonda geçen ifadeler
BM, İngiltere ve Amerikanın sürekli söyleyip
durduğu sözlerdir:
-
BM Güvenlik
Konseyi'nin 1441 sayılı
kararına
tamamen uygun olarak, UNMOVIC ve
UAEA ile işbirliğini sürdürmesini ve
elinde mevcut bulunan
kitle imha silahı yetenekleri hakkında bilgi ve malzeme sağlamaya
yönelik daha aktif bir yaklaşım sergilemesini.
-
süregelen
izleme ve doğrulama sürecine
ilişkin BM Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararları
altındaki yükümlülüklerini teyit
etmesini.
-
hiçbir belirsizliğe
yer vermeyecek
şekilde komşularında güven yaratacak bir politika izlemeye başlamasını
ve komşularıyla
arasında mevcut antlaşmalar ve anlaşmalara
uygun olarak, uluslararası tanınmış
sınırlara saygı
göstermesini.
-
ülkesinin
egemenliğini ve toprak bütünlüğünü muhafaza edecek bir ulusal
uzlaşmanın sağlanması yolunda somut adımlar
atmasını, istiyoruz.
-
Irak'ın
toprak bütünlüğü ve ulusal
birliğinin desteklenmesi konusunda kararlılığımız
tamdır. Bu kararlılık, BM Güvenlik
Konseyi'nin ilgili kararlarında
yer alan garantiyle
birlikte, Irak halkının, güvenli, özgür
ve müreffeh bir gelecek kurması için somut bir güvence oluşturmaktadır.
-
BM
Yasası'nın 24. maddesi uyarınca,
uluslararası barış ve güvenliğin muhafazası,
tüm BM üyeleri adına hareket eden
BM Güvenlik Konseyi'nin asli görevidir. Güvenlik Konseyi, bu
itibarla, Irak'ın, ilgili kararlara ne ölçüde uyduğunun
belirlenmesi
ve bu kararların tam anlamıyla uygulanması vazifesini
üstlenmiştir.
-
Bu nedenle, BM Güvenlik
Konseyi'nin sürece dahil tam, kapsayıcı
ve sürekli olmalıdır. Bu, devam etmekte olan denetim
faaliyetlerinin amacına ulaşması ihtiyacını da tam anlamıyla
karşılamalıdır. Irak Konusunda
Bölgesel Girişim İstanbul 23 Ocak 2003 Ortak Deklarasyon
Bu sözler Bush’un, Ramsfeld’in, Dick Chaney’ninin,
Tony Blair’ ve diğer batılı ülkelerin
sık sık kullandıkları cümlelerdir. Sözde
savaşı durdurmak isteyen bu ülkeler söyledikleri
sözleri galiba hiç düşünmeden
telaffuz ediyorlar.
Bu açıklamayı yapmak için onların
kör olmaları gerekir. Bu güne kadar güvenlik
Konseyi kararlarına uyulmuştur.
BM kararlarına
uyulduğundan dolayı
da Irak’ın bütünlüğü
kuzeyden ve güneyden ihlal edilip
bölünmüştür.
Bunlar hangi bütünlükten bahsediyorlar?! Amerika’nın
ve İngiltere’nin sürekli tecavüzüne
uğrayan, uçaklarla sürekli bombalanan bir
ülkenin egemenliğinden
söz edilebilir mi?! Güvenlik Konseyi 1441 sayılı kararı tamamen
Amerikanın isteği doğrultusunda hazırlanan
bir karardır. Bunların bu karara
çağrısı
Irak’a “Amerika’ya
boyun eğ”
anlamından
başka bir şeyin açıklaması
değildir. UNMOVIC ve
UAEA’nın denetimlerde elde ettiği bütün bilgiler
olduğu gibi Amerikan istihbaratının
eline teslim edilmektedir. Barış
taraflısı (!) bu ülkeler bunu kabullenmek
ve Irak’a böyle bir çağrıda
bulunmakla idam kararını
sunmaktadırlar. Aslında bu ülkeler bir nevi kendi
vasıfları olan hainliği ve yaptıkları
işleri de bu kararla onaylamaktadırlar.
Yani Türkiye’nin bütün istihbarat ve
askeri bilgilerini
Mosad’a ve CIA’ya açması, İran’ın CIA ile işbirliği
yapması, Ürdün’ün bütün
bilgileri Mosad’la değerlendirmesi gibi bir
durumu ikrar edip
zoraki başka bir devlete de dikte etmek
istiyorlar.
Irak konusunu görüşmek için toplanan
gurubun hazırladığı metine baktığınızda;
meseleyi çözmek değil bölgeyi başka birilerinin
kucağına attığı ortay çıkmaktadır:
-
Irak konusu,
öncelikle tüm bölgeyi
etkileyen çok taraflı bir meseledir. Bu sebeple,
BM Güvenlik Konseyi, tarafımızdan ortaya konan bu bölgesel
perspektifle uyumlu
hareket etmelidir. Barışçı çözüm arayışlarında Güvenlik
Konseyi ile işbirliği
yapmaya hazırız.
Bunlar, Irak meselesinin bölgenin bir sorunu
olduğunu sanki yeni idrak ediyorlar. Bölgenin
sorunu olan bu mesele Amerika ve İngilizlerin
karışmasından doğduğunu bunlar bilmiyorlar mı?! Ayrıca bu
mesele güdümlü devletlerin (İngiliz, Amerika güdümünde olanların
da) meselesi değildir. Bu bölgede zuhur eden
olaylar ümmetin kendi meselesidir. Elbette ki bu mesele bölgenin
meselesidir, Amerika
ve İngilizlerin değil! Dışarıdan yapılan müdahaleler sonucu
doğan bu durumu kalıcı
bir çözüme dönüştürmek ancak Müslümanların
çözeceği bir olaydır. Fakat burada (toplantıya
katılan ülkelerce) bölgenin meselesi her
nedense BM’ havale edilerek,
bölge meselesi olmaktan çıkartılıp adeta Amerikanın ve İngilizlerin
meselesi haline getirilmektedir.
İfadeler çelişki doludur. BM’nin kendileri
ile uyumlu hareket etmesi istenirken hemen bir alt satırda
kendilerin BM konseyi ile işbirliğine hazır olduklarını söyleyerek
çözümü
başka yere havale etmektedirler. Toplantıya
katılan beş ülkenin gücü Sad-dam’ı
tahtından indirmeye yetmiyor damı Amerika’yı
çağırıyorlar?! Bu şekilde Amerikanın
bölgede taraftar olmasına yeşil ışık yakarak bu meseleyi ele
almasını ve çözmesini istediklerini ortaya
koyarak hainlik ediyorlar.
Bu toplantıya katılanlar bölgenin her türlü
güçlenmesini onaylamamaktadırlar. Şöyle diyorlar:
-
Nihayet,
Irak tarafından yerine getirilecek
hususların, 687 sayılı BM Güvenlik
Konseyi kararında belirtilen şekilde Orta Doğu'da kitle imha
silahlarından arındırılmış
bir bölge kurulması hedefine yönelik
bir adım teşkil edeceğini teyit etmek isteriz.
Bu görüş, batıllıların geçmişten günümüze
kadar hedefledikleri amaçlarındandır.
Silah ve sanayi bakımından gelişmiş bir İslam
beldesini kabul etmeyen batının siyasi hedeflerine
bu görüşle hizmet
edilmektedir.
Batı (buna Amerika da dahil) hiçbir zaman Müslümanların
silahlanmasını onaylamamıştır.
Yalnız dönem dönem kendi çıkarları doğrultusunda
kullanılması için şartlı silah antlaşmaları yapılmış ve
daha sonra o ülkelerde bulunan silahlara
müdahale edilmiştir.
Irak’ın silahlandırılıp daha sonra İran’la savaşmasına
teşvik edilmesi, Afganistan’ın
Ruslara karşı silahlandırılıp sonra iç savaş çıkartılması
gibi. Batılıların asıl korkusu bu silahların bir gün
Müslümanların eline geçmesidir.
Yani bir İslami yönetim (Hilafet Devleti) eline geçmesinden
korkulmaktadır. Müslümanların bu tür silahlara
hakim olması istenmediği aşikardır. Var olan silahlarda bizzat
batı yanlısı idarecilerin güdümündedir.
Kontrol edilmesi gerekli olan silahlar (atom
bombası ve nükleer silahlar)
doğrudan batılıların kontrolü altındadır. Pakistan’da
mevcut olan atom bombalarının başlıklarının Amerikan
subaylarının kontrolünde bulunması
gibi.
Ayrıca bölgenin kimyasal ve nükleer
silahlardan arındırılmasını isteyen (toplantıya
katılan) devletler neden kimyasal ve nükleer silah kullanmakla
bölgeyi tehdit eden
Amerika’nın girişimlerine çanak tutuyorlar
ve her türlü silah yığmasına müsaade ediyorlar?! Oysa ki; daha
öncede Irak savaşında
Amerika’nın kimyasal ve nükleer silah kullandığı
ortaya çıktı. Bunun yanında bu tür silahlar sadece Irakta değil
İsrail’de (daha fazlası) bulunmaktadır. Bölgeyi bu tür silahlardan
arındırmakta ciddi olduklarını söyleyen
bu devletler yoksa İsrail varlığını bölge
dışı bir varlık mı kabul ediyorlar?!
Veya korkularından dolayı mı ona göz yumuyorlar?!
Fakat şu bir gerçek
ki; hain idareciler
yahudi ve kafirlerle dost oldukları kadar Müslümanlarla
dost değillerdir.
Bu toplantıda cılız ve ürkek bir söylemle
Filistin meselesine değinen devletler,
bu meselenin çözümünü de yine BM bırakıyorlar:
-
Biz,
aynı zamanda, Filistin sorununun
barışçı yollardan çözümüne ve Orta Doğu'da adil ve
kapsamlı bir çözüme ulaşılmasına
yönelik ilgili bütün BM kararlarının
uygulanmasına bağlı kalmaya devam etmekteyiz.
Yıllardır süren bu meselenin BM’den
kaynaklandığını bilmiyorlarmış gibi bu sözleri
sarf ediyorlar. Oysa ki; mesele bölgeye yerleştirilen İsrail
varlığından kaynaklanmaktadır.
BM kararı ile orada bir ur olarak kalıcılığı da
onaylanmıştır. İsrail varlığını
BM’de kabul edenler arasında Türkiye Devleti
de bulunmaktadır. Yine BM’de yapılan
antlaşmalar neticesi; İsrail’in bölgede toprak bütünlüğün
korunması, işgal ettiği bölgelerin İsrail’de kalması ve de
Filistinlilere verilecek
küçük yerleşim yerlerinde İsrail’e
bağlı bir koloni Filistin devletinin oluşturulmasını
da şart koşmaktadır. Arafat liderliğinde gerçekleştirilmek
istenen bu girişim
İsrail tarafından
kabul görmemiş, işgal ettiği topraklardan
taviz vermeyeceğini güttüğü
politikası
ile ortaya koymuştur.
Bu gün Filistin’de yaşanan tam anlamıyla
bir Müslüman katliamıdır. Bu olaylara göz yuman, Müslümanların
İsrail’e karşı saldırılarını engelleyen hain idareciler,
akıtılan
kanda yahudiler kadar sorumludurlar. Orada evleri yıkılan,
yerlerinden kovulan, dünya ile bağları kopartılan bu insanların
ve bölgenin işgaline ancak hain olanlar susarlar.
Bunlar yapılan bu zulümleri, haksızlıkları,
hırsızlıkları gördükleri halde buna nasıl adil ve kapsamlı
çözüm diyorlar?! İşte, BM meselenin
çözümünde taraf kabul edilir, inisiyatif
ona bırakılırsa doğacak netice bugünkü
gelinen nokta olur. Aslında
toplantıyı
düzenleyenlerin maksatları bazı gerekçelerin
arkasına saklanmaktı:
1)
Irak’ı
ikna etme turları yapmakla savaşı engelleme
girişiminde bulunduklarına alt zemin
hazırlamaktır.
2) Halklarını savaşın kaçınılmazlığına
inandırmak ve teskin etmek için gerekli gerekçeleri hazırlamaktı.
3) Bölgedeki meseleyi İslami olmaktan
çıkartıp uluslar arası bir mesele haline
getirmek.
Türkiye’nin girişimiyle düzenlenen ‘Irak
konusunda bölgesel
girişim-dışişleri bakanları
toplantısından çıkan deklarasyonunun
bir Amerikan tarafından imzalanması eksikti onu da Amerika ve
Avrupa Birliği’nden
gelen destek onaylamış oldu.
Amerika Dışişleri sözcüsü toplantıyı
olumlu bulurken Avrupa Komisyonu’nun dış ilişkilerden sorumlu
üyesi Chris Patten’a yakın kaynaklar, “İstanbul Deklarasyonu’nun
kendileri tarafından da kabul edilebilir
olduğunu” açıkladılar.
Yetkililer, zirveden çıkan deklarasyonun
Chris Patten’ın görüşleriyle örtüştüğünü
belirtti. Gazetecilere brifing veren Avrupa
Komisyonu yetkilileri, İstanbul Deklarasyonu’nda
Irak konusunda sergilenen tutumun Avrupa Komisyonu’nun tutumuyla
tamamen bağdaştığını
ifade ettiler. (NTV. 24/01/2003)
Metinde yer alan bütün görüşler batılıların
tasdikini almış görüşlerdir. Amerika’nın
incitilmediği bu belge tamamen Müslümanların
aleyhine ifadeler içermektedir.
Sonuç itibari ile ABD’nin girişimlerine yeşil ışık
tutulmuştur. Amerika, kontrolünde olan BM’den istediği şekilde
bir karar çıkarmakta
zorlanacakta değildir. Hatta ona gerek duymadan
da savaşı başlatma gücüne sahip olduğunu
defalarca söylemektedir. Fark eden sadece İngilizlerin zaman kazanmak
için meseleyi BM taşımasından doğan bir gecikme
doğmuştur.
İngiltere geçen zarf içerisinde
meseleyi Amerikan
meselesi olmaktan çıkarıp dünya meselesi haline getirmek istemiştir.
Bu doğrultuda,
dünyanın bir çok kesiminde İngiliz güdümlü sosyalist
hareketlerin desteğinde yürüyüş ve protestolar gerçekleştirilmiştir.
Dünya kamuoyu meseleye duyarlı yaklaşım sergilenmesine karşı
Amerika bunlardan etkilenmediğini
açıkça ifade etmiştir.
Irak konusu artık Amerika için ölüm-kalım
meselesi haline gelmiştir. Vurmadığı takdirde ekonomisi tamamen
sallantıya gireceği
gibi dünya siyasetindeki prestiji de sarsılacaktır.
Kendisine karşı olan düşmanlığı şu an
için
tehlikeli boyutlarda görmemektedir. Fransa
ve Almanya’nın çıkışlarının da siyasi ve ekonomik
hiçbir etkinliğinin olmadığını veya cılız kaldığını görüyor.
Hatta bu şekilde Amerikanın
eline bölünmüş bir Avrupa kozu verilmiştir.
Birlik içerisinde bütünlüğü oluşturan
bir yapı ile çıkılması yerine parçalanmış
bir Avrupa
Amerika’yı daha da cesaretlendirmektedir.
Dahası bu ülkeler Amerikanın
fiili hareketi başladığında masanın bir köşesinde yer edinmek
için mücadele vereceklerdir.
Bu yaklaşımlarda göz önünde bulundurulduğunda
İstanbul toplantısı Müslümanlar için
çözüm üretmekten yoksundur. Bölge ve Müslümanlar için
çözüm üretecek hiçbir düşünceyi
bünyelerinde barındırmamaktadır.
Bu kisveleri ile Müslümanları temsil etme yetkisini üzerlerinde
taşıyamazlar. Gerçekten
samimi olsalardı en azından şu girişimlerde
bulunmaları gerekirdi:
1)
Halklarını
yabancı üslere karşı ayaklanmalara
teşvik edebilirler.
2) Savaş çığırtkanlığı
yapan Amerika ve İngiltere gibi devletlerle
yaptıkları her tür antlaşmaları tek taraflı iptal cihetine yönelebilirler.
3) Onlardan mal alma, petrol verme gibi
ticari
ilişkileri kesebilirler.
4)
Topraklarında
konuşlanan Amerikan
ve İngiliz askerlerine mali hiçbir destekte
bulunmadıkları gibi onlarla
hiçbir askeri tatbikata
da katılmazlar.
5) Basın-yayın yolunu kullanarak Amerika,
İngiliz
ve yahudilere karşı büyük bir karalama
yoluna gidebilirler.
6) Bu gibi çözümü gerektiren hiçbir
meseleyi Amerika, Avrupa ve BM’e götürmezler
ve de onların araya girmesine müsaade
etmezler.
7) Gelinen süreç içerisinde bu ülkelerle
kesinlikle hiçbir antlaşmaya gitmezler.
Müslümanların varlığını tek temsil
edecek
olan İslam Devleti (Hilafet)’tir. Bölgenin
İslam toprakları olması, Müslümanlarının
varlığının mevcudiyeti meseleyi İslami açıdan çözmeye
götüren esasları teşkil eder.
Amerika terörist, gaspçı eşkıya bir devlettir.
Çıkarlarını korumak için katil Hindistan
devletinden, yıllardır işgal etti topraklarda
kan akıtan yahudi varlığından hiçbir
farkı yoktur. Bundan dolayı Amerika ve İngiltere’ye
ancak düşman muamelesi yapılır. Ona dostça kucak açanlar aynı
suçun ortağıdırlar.
Bunun için de dar-ul küfür olan yönetimler
yıkılarak yeniden dar-ul İslam’a çevrilmesi
gerekir. Bu gerçekleşmeden bölge için köklü çözüm doğmaz.
İslam beldelerindeki
bu bölünmüşlük, çok başlılık, küfür sistemlerinin
tatbik edilmesi, hain idaricilerin
varlığı kafirlerin bu tip oyunlarına zemin hazırlamaktadır.
Bölgede oluşan bugünkü gelişmeler devlet
işlerindendir. Yöneticileri İslami çözüme
zorlamaksa bütün Müslümanların işidir.
Onları zorladığımızda engel olacakları ve bu işi yapanları
hapse atıp işkence edeceklerini
de biliyoruz. Çünkü bunlar ümmete düşmandır.
Yine bunlar İsrail’in bölgede kalmasına her türlü kolaylığı
sağladıkları gibi
Amerika ve İngiliz kafirine de Irak’taki kardeşlerimizi
vurmaları için aynı kolaylığı sağlamaktadırlar.
Amerika ve düşmanların oyununu bozacak olan
Hilafet devleti kurulmadıkça
bölgedeki bu duruma son vermek zordur.
Bu devletleri ve diğer dünya
devletlerinin
Amerika karşısında acze düşmelerinin sebebi; ABD’nin elini
bir çok kozlar vermelerinden
kaynaklanmaktadır. Sorunlu böl-geler,
krediler ve devlet içi ve bölgesel, sınır
kavgası, milliyetçilikten kaynaklanan sorunları
gibi. Bu tip şeyler Amerika’nın sömürgeci-yayılmacı
politikalarına katkıda bulunmaktadır.
Bunu İslam Devleti dışında hiçbir güç ortadan kaldıramaz.
İslam devleti
bu kozları yok edecek, yegane bir kalkınmayı
gerçekleştirecek tek nizamdır. Çünkü İslam; menfaatin,
yayılmacılığın, sömürgenin,
fırsatçılığın
ötesinde Allah’ın hakimiyetine dayalı
bir nizam anlayışı getiriyor.
Bundan dolayı İslam Devleti altında, bir bütünlük
içerisinde, meseleler İslami platformda
Müslümanların meselesi olarak çabukça
halledilme imkanına kavuşur ve böylelikle
Batılıların çözümlerine, BM kararlarına
gerek duyulmaz. Onların çağrılarına
da kulak verilmez. Ayrıca ümmetin kanı,
canı, namusu ve malı pazarlık konusu edilemez, insanlık üzerine
İslam’ın adaleti uygulanır.
Bundan dolayı diyoruz ki; bölgedeki
ve dünyadaki meselelerin köklü çözümüne engel
teşkil eden hain idarecilerin alaşağı edilmesi
bütün ümmetin üzerinde bir vecibedir.
Ayrıca Müslümanların kendi akidelerine
ve bu akideden doğan şer’i hükümlere dönmeleri üzerlerine
farzdır aksi halde haramla
iştigal demektir.
Müslümanların içerisinde bulunduğu
Kafirlerin üzerimizdeki egemenliğinden kaynaklanan
bu zilletten kurtulmak için Allah ve Resulünün sünnetine
icabet etmekle ancak kurtulur ve yeryüzünde tekrar Allah’ın
bahşedeceği
izzete kavuşabiliriz. Bunun
içinde yöneticilerin yaptıkları bu münkerlere susmamak
gerekir ve bundan doğan günahı üzerimizden
atamak için çalışmamız
şarttır. İslam’ı
hakim kılmaya çalışmaksa
diğer farzlar (namaz kılmak,oruç tutmak) gibi bütün Müslümanların
üzerine bir farzdır.
“Haydi, kafirlerin hoşuna
gitmese de Allah için dindar ve muhlis olarak Allah’a
davet edin!” (Mü’min 14)
29/01/2003
|