Ana Sayfa YIL 13   SAYI 158   ZİLHİCCE 1423   ŞUBAT 2003 E-Mail

SİYASİ YORUM

A. SEYFULİSLAM

Amerika, uzun süreden beri Orta Doğuya Irak’ı vurmak için yığınak yapıyor ve yapılan bu savaş hazırlıklar bölge ülkeleri dahil diğer ülkeleri de kaygılandırmaktadır. Onları rahatsız eden konum, Amerika’nın Irak’la kalmayıp daha sonra bölge ülkeleri üzerinde yeni bir düzenlemeye gitmesi neticesinde bugünkü mevcut sınırların değişime uğrayacağı, işin bununla da kalmayıp bölge kaynaklarının (başta petrolün) tamamı ile Amerikanın güdümüne gireceği endişesi yatmaktadır. Bu durum sadece bölge ülkeleriyle kalmayıp bölgenin petrolüne ihtiyacı olan bütün devletleri de kaygılandırmaktadır.

Şu an bölgeye yığılan askeri güç, Amerikanın gerçek hedefinin Irak’ı silahlandırma amacından öte başka bir maksada yönelik olduğunun işaretleridir. Bölgede Amerikan egemenliğini kurmaya yönelik bu hareketlenme soygun ve talanında bir işaretidir. Amerika, 11 eylül olayları sonrası dünyaya dikte ettiği hiper güç imajını yürütme isteği de amaçlarından bir tanesidir. Bunun ilk denemesini Afganistan olayı ile gerçekleştirdi. Burada kullanılan argüman; 11 Eylülle oluşturulan terörizm harekatıydı. Bu ilk görünüşte İslam düşmanlığı olarak ortaya çıktı.

1) İslam düşmanlığına neden gerek duyuldu?

a- Komünizm (Rusya’nın) çöküşü Amerika’yı dünya siyasetinde yalnız ve muhalefetsiz bıraktı. Rusya’yı çökertmekte Amerika ile hareket eden Avrupa Rusya’ya karşı tek muhalif ve düşman görünümü uyandırmaktaydı. Bu yaklaşımla ikinci birlikteliğin oluşmasını sağlayacak olan Amerika düşmanını bulmuştu. O da İslam’dı. İlk etapta bunu Amerika, NATO’da ortak düşman olarak batı devletlerine onaylatmayı başardı. Akabinde İslam’a karşı düşmanlık terörizm alanında yoğunlaştırıldı. Düşman bulunmuştu ama karşılarında kimin hedef alınacağı meçhuldü. Yoğun bir terörizm propagandası ile bütün İslam beldeleri hedef alınmıştı.

b- Asıl hedef (Amerika açısından) hiper güç olmada etkin olan ve devamını sağlayacak olan; kaynakların tek elde toplanması idi. Bu kaynaklarsa İslam beldelerinde mevcuttu. Doğrudan Amerikanın bu kaynaklara yönelmesi şüphe doğura bilirdi.

c- Bu noktada diğer batılı ülkeler kendini yalnız bıraksa da sözde düşmanın üzerine gitmede 11 Eylül gibi senaryo üretilmişti. Ki; bu Amerika’yı her vuruşunda haklı (kedi açısından) kılacak temelleri içeriyordu. Bunun için süreklilik arz edecek, gündemden düşmeyecek, yeryüzünde batılıları tek bir güç olamaya itecek ortak düşman bulunmalıydı. Ki; o da İslam’dı.

d- Batı emperyalizmine, sömürgesine düşmanlık sadece İslam aleminden gelmekteydi. Bu noktalar batılıları hatta diğer (Rusya, Çin, Japonya gibi) devletleri de rahatsız eden hususları kapsıyordu. Hatta Rusya gibi devletler İslam’la baş edememenin aczi içerisindeydi. Bu Amerikalılar açısından güzel gelişmeler sayıldı ve öne çıkıldı. Bu noktada ABD’ye destek verildi. Bu destek Amerika’ya Afganistan saldırısının haklı temellerini oluşturdu.

2) Amerika’ya şüpheci yaklaşım Afganistan olayından sonra ortaya çıktı.

İlk aşamada, bu olay konusunda bir çok güçlüklerin ortaya çıkacağı düşünülüyordu. Bu nedenle atılan adımlar şüphelerle dolu, yaklaşımlar berrak değildi. Amerika’da bu harekat hakkında (terörizm dışında) bir netlik ortaya koymuş değildi. Aslında Amerika Avrupalı ve diğer batılı güçleri arkasına almak için İslam düşmanlığını koz olarak kullanmak istediği aşikardı. Bu noktada batılılar ve diğer bölge devletleri savaşa girme yerine Amerika’ya lojistik destek sağlayacaklarını ifade ettiler. Amerikanın beklediği de bu idi. Kısa bir süre sonra Amerikanın yayılmacı maksadı bölge devletleri tarafından anlaşıldı. Fakat bu süre içerisinde Amerika bir çok bölgeye yerleşmişti. Kısa süren ve aldatmacalarla dolu olan bu süreç destekten yoksun kalmaya, Amerika’yı yalnızlığa doğru itti. Şüphe iki noktada ortaya çıktı:

a- Her ne kadar İslam’a ve Müslümanlara karşı kafirlerin uyumlu bir çalışma sergilediği görüntüsü verilmiş olsa da menfaatler devreye girince bunun uzun vadeli olmadığı Afganistan olaylarında ortaya çıktı.

b- İlk gösterilen gerekçe ışığında Afganistan’da Amerika dünya desteğini almasına rağmen yalnız hareket etmişti. Dünya gelişen olayların sarhoşluğunu yaşarken Amerika çok hızlı bir şekilde Rusya’dan ayrılan Orta Asya ülkelerine hızla yerleşmeye başladı ve üsler kurdu, yayılmacı bir politika izledi. Bu ülkelerde Müslüman terörist avlama girişimleri ön plana çıkarılmış olsa da bu yayılmacı politika bölge devletlerinde şüpheciliği doğurdu. Çünkü, Afganistan işgal edilmiş fakat hedefte olan Bin Laden ortada yoktu. Bununla da kalınılmamış; Amerika orada kendine dayalı bir yönetim inşaa ederek ve bölge kaynaklarından yararlanmak için adımlar atmış, bu konuda hiç bir ülkeyi yanına almamıştı. Bu bir anlamda siyasi destek veren ülkeleri dışlamaktı. Bunun açık göstergesi bölgede barış gücüne dahi Amerikanın sıcak bakmamıştı. İngilizlerin ısrarı üzerine yabancı asker konuşlandırılmıştı.

3) Amerika’yı Orta Doğuya iten sebepler

Birinci perdeyi bu şekilde açan ABD, yüzyıla yaydığı yayılmacılık planının ikinci perdesine Irak’ta devam etmek istemektedir. Bunun için de:

a- Orta Asya’daki üsluba benzer bir girişimi Orta Doğu’da yapmak istiyor. Irak savaşı istismarcılığı yapılarak Türkiye dahil bölge ülkelerinin hepsinde askeri konumunu güçlendirmek istemektedir.

b- Dünya siyasetine yön veren bölgenin Orta Doğu oluşundan kaynaklanmaktadır. Tarihi gelişimler göstermektedir ki Orta Doğusuz dünya siyasetinde etkinlikten bahsedilemez.

c- Stratejik önemi bulunmasından dolayı. Rusya, Güney Afrika’nın büyük bir bölümü, Orta Asya, deniz yollarının ana geçit noktası olması, kara yollarının üzerinde bulunması, ipek yoluna açılan kapı olması gibi konuma ve öneme sahiptir.

d- Zengin petrol kaynaklarına sahip olması. Ki; bu durum bütün dünyada güç sahiplerinin iştahını kabartmaktadır.

e- Hiper devlet olma noktasında önüne çıkan engellerden İngiltere’nin bölge deki hakimiyetine son verme eğilimi bulunmaktadır.

4) Amerika’ya karşı oluşan eğilimler

Amerika bu gelişmelerden sonra dünyada düşmanını kendisi oluşturmuştur. İngiltere’nin ikinci dünya savaşında müttefik olarak dünya siyasetine çektiği Amerika tek başına sömürgecilik unvanını üslenmek istemektedir. Bu ise dünyadaki toplumları ilgilendiren bütün kaynaklar avucunun içerisine alma anlamına gelir. Oysaki bütün toplumların birbirinden yer altı ve yer üstü kaynaklarından yararlanmalarına ihtiyaçları vardır. Bunun özel haller dışında kısıtlanması karşıt görüşlerin oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Örneğin: sınırlı suyu olan bir ülkenin su kaynaklarına sahip olan bir ülkedeki kaynaklardan faydalanmaya olan ihtiyacı gibi.

Amerika bugün dünyanın can damarları olan petrole el koyma niyetindedir. Bu niyetini de gizlemiyor. Bu noktada;

a- Petrole ihtiyacı olan bütün ülkelerin düşmanlığını.

b- Petrol rezervlerinin bulunduğu bölge halkının gelir kaynaklarına el koymasından doğan bölge halklarının düşmanlığı.

c- Şu an o bölgelerde menfaatleri olan ülkelerin dışlanması veya sömürgelerine son verilmesi çerçevesinde doğan düşmanlığı.

d- Bölgede bu nedenlerden dolayı çatışmaya ve akabinde bölünmeyle karşı karşıya kalan ülkelerin (sınırlı da olsa) düşmanlığını kazanmıştır.

5) İstanbul Irak Barış Deklarasyonu

Bu noktada bizleri yakından ilgilendiren ve İstanbul Irak Barış Deklarasyonunu büyüteç altına almak istiyoruz. Türkiye Devleti katkılarıyla 23 ocak 2003 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen Irak Barış Görüşmeleri fiyaskoyla sonuçlanmıştır.

Mısır Arap Cumhuriyeti, İran İslam Cumhuriyeti, Haşimi Ürdün Krallığı, Suudi Arabistan Krallığı, Suriye Arap Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanları bir araya gelerek, Irak sorununa barışçı bir çözüm bulunmasına yönelik ortak hareket etme kararı almışlardı. Alınan kararlar şaşırtıcı olduğu gibi kararı alan ülkelerinde böyle bir toplantı düzenlemeleri o kadar ilginçti.

Bu ülkeler; “yeniden bir başka savaş ve bu savaşın tüm yıkıcı sonuçlarını tekrar yaşamayı arzu etmediklerini” beyan ederken yaptıkları işler ve müttefik oldukları ülkeler göz önünde bulundurulduğunda bu toplantının sonucu da baştan belli idi. Her ülkenin bağımlı olduğu devletlerin sözcülüğünü yapmaktan öte gitmedi.

Başta bu ülkelerin; “Savaş, bu krizin çözümü için bir seçenek olmamalıdır” demelerine karşın çeliştikleri nokta; bütün bu bölge devletlerinde ya Amerikanın siyasi varlığının hakimiyeti veya askeri üslerinin bulunmasıdır. Ayrıca bu ülkeler Amerika için bütün imkanların kullanacaklarını bir şekilde ifade etmektedirler. Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan gibi yerlerde Amerika büyük yığınak yapmaktadır. Hatta bu girişimini izin almaya ihtiyaç duymadan da yerine getirmektedir. Barış yanlısı (!) kesilen ve bu toplantıya ev sahipliği eden ülke sırasıyla şu girişimlerde bulunarak aslında savaş yanlısı olduğunu ispatlamaktadır. Türkiye’ nin durumuna bakıldığında;

a- Üstler Amerika için açılmıştır, deniz yoları, limanlar, kara yolları Amerikanın hizmetine sunulmuştur.

b- Irakta savaş öncesi bilgi ağı oluşturacak ABD istihbarat birlikleri elini-kolunu sallayarak basının gözü önünde Türkiye’den Irak topraklarına sızmıştır.

c- Yetkili yerlerden izin alınmadan silah ve mühimmat taşımasını bir şekilde ABD Türkiye üzerinden yapmaya devam etmektedir. Genel Kurmay Başkanlığından yapılan açıklamaya göre Amerika; Edirne gümrük kapısını ve Girit adasından İncirlik üssüne bin konteynır askeri mühimmat taşımıştır. (Ulusal TV 25/01/2003) Savaş karşıtı (!) olan, İslam’a, Müslümanlara, İslami daveti yüklenip taşıyanlara karşı bütün istihbaratını, sinsi emellerini hiçbir masraftan kaçınmadan kullanan bir ülke nasıl oldu da koskoca silah dolu Amerikan konteynırlarını göremedi?!

d- Irak’a geçit genellikle Türkiye üzerinden gerçekleşmektedir.

Aynı zamanda toplantıya katılan ülkelerin Türkiye’den pek fazla farkları yoktur. Suriye üzerinden de bölge üzerine yığınak sevkıyatı devam etmektedir. Ayrıca Suriye Irak muhalif kanadına bir çok yardımlarda bulunmaktadır.

Deklarasyonda geçen şu görüşler siyasi bakıştan yoksun ifadelerdir:

“Irak halkı ardarda yaşanan iki savaştan çok etkilenmiştir. Tüm bölge, 20 yılı aşkın süredir bu savaşların sonucu olan siyasi belirsizlikler ve ekonomik sıkıntılarla kasıp kavrulmuştur.” Irak Konusunda Bölgesel Girişim İstanbul 23 Ocak 2003 Ortak Deklarasyon

Toplantıya katılan ülkeler Irak halkına karşı ambargo koyan ülkelerdir ve halen de BM aldığı ambargoya adım adım uymaktalar. Ambargo neticesi yaşam imkanları kısıtlanan halkın geçimi zorlaşmış, 500 bini aşkın çocuk bu ambargonun mağduru olmuştur. Bu katliamda Amerika ve İngiltere’nin ne kadar suçu var ise bu toplantıya iştirak eden devletlerinde o kadar suçu vardır. Ayrıca İran, güttüğü batı siyaseti neticesi Irakla giriştiği savaşta her iki taraftan ölen 8 milyon insanın sorumluluğunu üzerinde taşımaktadır.

Yayınlanan deklarasyonda geçen ifadeler BM, İngiltere ve Amerikanın sürekli söyleyip durduğu sözlerdir:

- BM Güvenlik Konseyi'nin 1441 sayılı kararına tamamen uygun olarak, UNMOVIC ve UAEA ile işbirliğini sürdürmesini ve elinde mevcut bulunan kitle imha silahı yetenekleri hakkında bilgi ve malzeme sağlamaya yönelik daha aktif bir yaklaşım sergilemesini.

- süregelen izleme ve doğrulama sürecine ilişkin BM Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararları altındaki yükümlülüklerini teyit etmesini.

- hiçbir belirsizliğe yer vermeyecek şekilde komşularında güven yaratacak bir politika izlemeye başlamasını ve komşularıyla arasında mevcut antlaşmalar ve anlaşmalara uygun olarak, uluslararası tanınmış sınırlara saygı göstermesini.

- ülkesinin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü muhafaza edecek bir ulusal
uzlaşmanın sağlanması yolunda somut adımlar atmasını, istiyoruz.

- Irak'ın toprak bütünlüğü ve ulusal birliğinin desteklenmesi konusunda kararlılığımız tamdır. Bu kararlılık, BM Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarında yer alan garantiyle birlikte, Irak halkının, güvenli, özgür ve müreffeh bir gelecek kurması için somut bir güvence oluşturmaktadır.

- BM Yasası'nın 24. maddesi uyarınca, uluslararası barış ve güvenliğin muhafazası, tüm BM üyeleri adına hareket eden BM Güvenlik Konseyi'nin asli görevidir. Güvenlik Konseyi, bu itibarla, Irak'ın, ilgili kararlara ne ölçüde uyduğunun belirlenmesi ve bu kararların tam anlamıyla uygulanması vazifesini üstlenmiştir.

- Bu nedenle, BM Güvenlik Konseyi'nin sürece dahil tam, kapsayıcı ve sürekli olmalıdır. Bu, devam etmekte olan denetim faaliyetlerinin amacına ulaşması ihtiyacını da tam anlamıyla karşılamalıdır. Irak Konusunda Bölgesel Girişim İstanbul 23 Ocak 2003 Ortak Deklarasyon

Bu sözler Bush’un, Ramsfeld’in, Dick Chaney’ninin, Tony Blair’ ve diğer batılı ülkelerin sık sık kullandıkları cümlelerdir. Sözde savaşı durdurmak isteyen bu ülkeler söyledikleri sözleri galiba hiç düşünmeden telaffuz ediyorlar. Bu açıklamayı yapmak için onların kör olmaları gerekir. Bu güne kadar güvenlik Konseyi kararlarına uyulmuştur. BM kararlarına uyulduğundan dolayı da Irak’ın bütünlüğü kuzeyden ve güneyden ihlal edilip bölünmüştür. Bunlar hangi bütünlükten bahsediyorlar?! Amerika’nın ve İngiltere’nin sürekli tecavüzüne uğrayan, uçaklarla sürekli bombalanan bir ülkenin egemenliğinden söz edilebilir mi?! Güvenlik Konseyi 1441 sayılı kararı tamamen Amerikanın isteği doğrultusunda hazırlanan bir karardır. Bunların bu karara çağrısı Irak’a “Amerika’ya boyun eğ” anlamından başka bir şeyin açıklaması değildir. UNMOVIC ve UAEA’nın denetimlerde elde ettiği bütün bilgiler olduğu gibi Amerikan istihbaratının eline teslim edilmektedir. Barış taraflısı (!) bu ülkeler bunu kabullenmek ve Irak’a böyle bir çağrıda bulunmakla idam kararını sunmaktadırlar. Aslında bu ülkeler bir nevi kendi vasıfları olan hainliği ve yaptıkları işleri de bu kararla onaylamaktadırlar. Yani Türkiye’nin bütün istihbarat ve askeri bilgilerini Mosad’a ve CIA’ya açması, İran’ın CIA ile işbirliği yapması, Ürdün’ün bütün bilgileri Mosad’la değerlendirmesi gibi bir durumu ikrar edip zoraki başka bir devlete de dikte etmek istiyorlar.

Irak konusunu görüşmek için toplanan gurubun hazırladığı metine baktığınızda; meseleyi çözmek değil bölgeyi başka birilerinin kucağına attığı ortay çıkmaktadır:

- Irak konusu, öncelikle tüm bölgeyi etkileyen çok taraflı bir meseledir. Bu sebeple, BM Güvenlik Konseyi, tarafımızdan ortaya konan bu bölgesel perspektifle uyumlu hareket etmelidir. Barışçı çözüm arayışlarında Güvenlik Konseyi ile işbirliği yapmaya hazırız.

Bunlar, Irak meselesinin bölgenin bir sorunu olduğunu sanki yeni idrak ediyorlar. Bölgenin sorunu olan bu mesele Amerika ve İngilizlerin karışmasından doğduğunu bunlar bilmiyorlar mı?! Ayrıca bu mesele güdümlü devletlerin (İngiliz, Amerika güdümünde olanların da) meselesi değildir. Bu bölgede zuhur eden olaylar ümmetin kendi meselesidir. Elbette ki bu mesele bölgenin meselesidir, Amerika ve İngilizlerin değil! Dışarıdan yapılan müdahaleler sonucu doğan bu durumu kalıcı bir çözüme dönüştürmek ancak Müslümanların çözeceği bir olaydır. Fakat burada (toplantıya katılan ülkelerce) bölgenin meselesi her nedense BM’ havale edilerek, bölge meselesi olmaktan çıkartılıp adeta Amerikanın ve İngilizlerin meselesi haline getirilmektedir.

İfadeler çelişki doludur. BM’nin kendileri ile uyumlu hareket etmesi istenirken hemen bir alt satırda kendilerin BM konseyi ile işbirliğine hazır olduklarını söyleyerek çözümü başka yere havale etmektedirler. Toplantıya katılan beş ülkenin gücü Sad-dam’ı tahtından indirmeye yetmiyor damı Amerika’yı çağırıyorlar?! Bu şekilde Amerikanın bölgede taraftar olmasına yeşil ışık yakarak bu meseleyi ele almasını ve çözmesini istediklerini ortaya koyarak hainlik ediyorlar.

Bu toplantıya katılanlar bölgenin her türlü güçlenmesini onaylamamaktadırlar. Şöyle diyorlar:

- Nihayet, Irak tarafından yerine getirilecek hususların, 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararında belirtilen şekilde Orta Doğu'da kitle imha silahlarından arındırılmış bir bölge kurulması hedefine yönelik bir adım teşkil edeceğini teyit etmek isteriz.

Bu görüş, batıllıların geçmişten günümüze kadar hedefledikleri amaçlarındandır. Silah ve sanayi bakımından gelişmiş bir İslam beldesini kabul etmeyen batının siyasi hedeflerine bu görüşle hizmet edilmektedir. Batı (buna Amerika da dahil) hiçbir zaman Müslümanların silahlanmasını onaylamamıştır. Yalnız dönem dönem kendi çıkarları doğrultusunda kullanılması için şartlı silah antlaşmaları yapılmış ve daha sonra o ülkelerde bulunan silahlara müdahale edilmiştir. Irak’ın silahlandırılıp daha sonra İran’la savaşmasına teşvik edilmesi, Afganistan’ın Ruslara karşı silahlandırılıp sonra iç savaş çıkartılması gibi. Batılıların asıl korkusu bu silahların bir gün Müslümanların eline geçmesidir. Yani bir İslami yönetim (Hilafet Devleti) eline geçmesinden korkulmaktadır. Müslümanların bu tür silahlara hakim olması istenmediği aşikardır. Var olan silahlarda bizzat batı yanlısı idarecilerin güdümündedir. Kontrol edilmesi gerekli olan silahlar (atom bombası ve nükleer silahlar) doğrudan batılıların kontrolü altındadır. Pakistan’da mevcut olan atom bombalarının başlıklarının Amerikan subaylarının kontrolünde bulunması gibi.

Ayrıca bölgenin kimyasal ve nükleer silahlardan arındırılmasını isteyen (toplantıya katılan) devletler neden kimyasal ve nükleer silah kullanmakla bölgeyi tehdit eden Amerika’nın girişimlerine çanak tutuyorlar ve her türlü silah yığmasına müsaade ediyorlar?! Oysa ki; daha öncede Irak savaşında Amerika’nın kimyasal ve nükleer silah kullandığı ortaya çıktı. Bunun yanında bu tür silahlar sadece Irakta değil İsrail’de (daha fazlası) bulunmaktadır. Bölgeyi bu tür silahlardan arındırmakta ciddi olduklarını söyleyen bu devletler yoksa İsrail varlığını bölge dışı bir varlık mı kabul ediyorlar?! Veya korkularından dolayı mı ona göz yumuyorlar?! Fakat şu bir gerçek ki; hain idareciler yahudi ve kafirlerle dost oldukları kadar Müslümanlarla dost değillerdir.

Bu toplantıda cılız ve ürkek bir söylemle Filistin meselesine değinen devletler, bu meselenin çözümünü de yine BM bırakıyorlar:

- Biz, aynı zamanda, Filistin sorununun barışçı yollardan çözümüne ve Orta Doğu'da adil ve kapsamlı bir çözüme ulaşılmasına yönelik ilgili bütün BM kararlarının uygulanmasına bağlı kalmaya devam etmekteyiz.

Yıllardır süren bu meselenin BM’den kaynaklandığını bilmiyorlarmış gibi bu sözleri sarf ediyorlar. Oysa ki; mesele bölgeye yerleştirilen İsrail varlığından kaynaklanmaktadır. BM kararı ile orada bir ur olarak kalıcılığı da onaylanmıştır. İsrail varlığını BM’de kabul edenler arasında Türkiye Devleti de bulunmaktadır. Yine BM’de yapılan antlaşmalar neticesi; İsrail’in bölgede toprak bütünlüğün korunması, işgal ettiği bölgelerin İsrail’de kalması ve de Filistinlilere verilecek küçük yerleşim yerlerinde İsrail’e bağlı bir koloni Filistin devletinin oluşturulmasını da şart koşmaktadır. Arafat liderliğinde gerçekleştirilmek istenen bu girişim İsrail tarafından kabul görmemiş, işgal ettiği topraklardan taviz vermeyeceğini güttüğü politikası ile ortaya koymuştur.

Bu gün Filistin’de yaşanan tam anlamıyla bir Müslüman katliamıdır. Bu olaylara göz yuman, Müslümanların İsrail’e karşı saldırılarını engelleyen hain idareciler, akıtılan kanda yahudiler kadar sorumludurlar. Orada evleri yıkılan, yerlerinden kovulan, dünya ile bağları kopartılan bu insanların ve bölgenin işgaline ancak hain olanlar susarlar. Bunlar yapılan bu zulümleri, haksızlıkları, hırsızlıkları gördükleri halde buna nasıl adil ve kapsamlı çözüm diyorlar?! İşte, BM meselenin çözümünde taraf kabul edilir, inisiyatif ona bırakılırsa doğacak netice bugünkü gelinen nokta olur. Aslında toplantıyı düzenleyenlerin maksatları bazı gerekçelerin arkasına saklanmaktı:

1) Irak’ı ikna etme turları yapmakla savaşı engelleme girişiminde bulunduklarına alt zemin hazırlamaktır.

2) Halklarını savaşın kaçınılmazlığına inandırmak ve teskin etmek için gerekli gerekçeleri hazırlamaktı.

3) Bölgedeki meseleyi İslami olmaktan çıkartıp uluslar arası bir mesele haline getirmek.

Türkiye’nin girişimiyle düzenlenen ‘Irak konusunda bölgesel girişim-dışişleri bakanları toplantısından çıkan deklarasyonunun bir Amerikan tarafından imzalanması eksikti onu da Amerika ve Avrupa Birliği’nden gelen destek onaylamış oldu.

Amerika Dışişleri sözcüsü toplantıyı olumlu bulurken Avrupa Komisyonu’nun dış ilişkilerden sorumlu üyesi Chris Patten’a yakın kaynaklar, “İstanbul Deklarasyonu’nun kendileri tarafından da kabul edilebilir olduğunu” açıkladılar.

Yetkililer, zirveden çıkan deklarasyonun Chris Patten’ın görüşleriyle örtüştüğünü belirtti. Gazetecilere brifing veren Avrupa Komisyonu yetkilileri, İstanbul Deklarasyonu’nda Irak konusunda sergilenen tutumun Avrupa Komisyonu’nun tutumuyla tamamen bağdaştığını ifade ettiler. (NTV. 24/01/2003)

Metinde yer alan bütün görüşler batılıların tasdikini almış görüşlerdir. Amerika’nın incitilmediği bu belge tamamen Müslümanların aleyhine ifadeler içermektedir. Sonuç itibari ile ABD’nin girişimlerine yeşil ışık tutulmuştur. Amerika, kontrolünde olan BM’den istediği şekilde bir karar çıkarmakta zorlanacakta değildir. Hatta ona gerek duymadan da savaşı başlatma gücüne sahip olduğunu defalarca söylemektedir. Fark eden sadece İngilizlerin zaman kazanmak için meseleyi BM taşımasından doğan bir gecikme doğmuştur.

İngiltere geçen zarf içerisinde meseleyi Amerikan meselesi olmaktan çıkarıp dünya meselesi haline getirmek istemiştir. Bu doğrultuda, dünyanın bir çok kesiminde İngiliz güdümlü sosyalist hareketlerin desteğinde yürüyüş ve protestolar gerçekleştirilmiştir. Dünya kamuoyu meseleye duyarlı yaklaşım sergilenmesine karşı Amerika bunlardan etkilenmediğini açıkça ifade etmiştir.

Irak konusu artık Amerika için ölüm-kalım meselesi haline gelmiştir. Vurmadığı takdirde ekonomisi tamamen sallantıya gireceği gibi dünya siyasetindeki prestiji de sarsılacaktır.

Kendisine karşı olan düşmanlığı şu an için tehlikeli boyutlarda görmemektedir. Fransa ve Almanya’nın çıkışlarının da siyasi ve ekonomik hiçbir etkinliğinin olmadığını veya cılız kaldığını görüyor. Hatta bu şekilde Amerikanın eline bölünmüş bir Avrupa kozu verilmiştir. Birlik içerisinde bütünlüğü oluşturan bir yapı ile çıkılması yerine parçalanmış bir Avrupa Amerika’yı daha da cesaretlendirmektedir. Dahası bu ülkeler Amerikanın fiili hareketi başladığında masanın bir köşesinde yer edinmek için mücadele vereceklerdir.

Bu yaklaşımlarda göz önünde bulundurulduğunda İstanbul toplantısı Müslümanlar için çözüm üretmekten yoksundur. Bölge ve Müslümanlar için çözüm üretecek hiçbir düşünceyi bünyelerinde barındırmamaktadır. Bu kisveleri ile Müslümanları temsil etme yetkisini üzerlerinde taşıyamazlar. Gerçekten samimi olsalardı en azından şu girişimlerde bulunmaları gerekirdi:

1) Halklarını yabancı üslere karşı ayaklanmalara teşvik edebilirler.

2) Savaş çığırtkanlığı yapan Amerika ve İngiltere gibi devletlerle yaptıkları her tür antlaşmaları tek taraflı iptal cihetine yönelebilirler.

3) Onlardan mal alma, petrol verme gibi ticari ilişkileri kesebilirler.

4) Topraklarında konuşlanan Amerikan ve İngiliz askerlerine mali hiçbir destekte bulunmadıkları gibi onlarla hiçbir askeri tatbikata da katılmazlar.

5) Basın-yayın yolunu kullanarak Amerika, İngiliz ve yahudilere karşı büyük bir karalama yoluna gidebilirler.

6) Bu gibi çözümü gerektiren hiçbir meseleyi Amerika, Avrupa ve BM’e götürmezler ve de onların araya girmesine müsaade etmezler.

7) Gelinen süreç içerisinde bu ülkelerle kesinlikle hiçbir antlaşmaya gitmezler.

Müslümanların varlığını tek temsil edecek olan İslam Devleti (Hilafet)’tir. Bölgenin İslam toprakları olması, Müslümanlarının varlığının mevcudiyeti meseleyi İslami açıdan çözmeye götüren esasları teşkil eder.

Amerika terörist, gaspçı eşkıya bir devlettir. Çıkarlarını korumak için katil Hindistan devletinden, yıllardır işgal etti topraklarda kan akıtan yahudi varlığından hiçbir farkı yoktur. Bundan dolayı Amerika ve İngiltere’ye ancak düşman muamelesi yapılır. Ona dostça kucak açanlar aynı suçun ortağıdırlar.

Bunun için de dar-ul küfür olan yönetimler yıkılarak yeniden dar-ul İslam’a çevrilmesi gerekir. Bu gerçekleşmeden bölge için köklü çözüm doğmaz. İslam beldelerindeki bu bölünmüşlük, çok başlılık, küfür sistemlerinin tatbik edilmesi, hain idaricilerin varlığı kafirlerin bu tip oyunlarına zemin hazırlamaktadır.

Bölgede oluşan bugünkü gelişmeler devlet işlerindendir. Yöneticileri İslami çözüme zorlamaksa bütün Müslümanların işidir. Onları zorladığımızda engel olacakları ve bu işi yapanları hapse atıp işkence edeceklerini de biliyoruz. Çünkü bunlar ümmete düşmandır. Yine bunlar İsrail’in bölgede kalmasına her türlü kolaylığı sağladıkları gibi Amerika ve İngiliz kafirine de Irak’taki kardeşlerimizi vurmaları için aynı kolaylığı sağlamaktadırlar. Amerika ve düşmanların oyununu bozacak olan Hilafet devleti kurulmadıkça bölgedeki bu duruma son vermek zordur.

Bu devletleri ve diğer dünya devletlerinin Amerika karşısında acze düşmelerinin sebebi; ABD’nin elini bir çok kozlar vermelerinden kaynaklanmaktadır. Sorunlu böl-geler, krediler ve devlet içi ve bölgesel, sınır kavgası, milliyetçilikten kaynaklanan sorunları gibi. Bu tip şeyler Amerika’nın sömürgeci-yayılmacı politikalarına katkıda bulunmaktadır. Bunu İslam Devleti dışında hiçbir güç ortadan kaldıramaz. İslam devleti bu kozları yok edecek, yegane bir kalkınmayı gerçekleştirecek tek nizamdır. Çünkü İslam; menfaatin, yayılmacılığın, sömürgenin, fırsatçılığın ötesinde Allah’ın hakimiyetine dayalı bir nizam anlayışı getiriyor.

Bundan dolayı İslam Devleti altında, bir bütünlük içerisinde, meseleler İslami platformda Müslümanların meselesi olarak çabukça halledilme imkanına kavuşur ve böylelikle Batılıların çözümlerine, BM kararlarına gerek duyulmaz. Onların çağrılarına da kulak verilmez. Ayrıca ümmetin kanı, canı, namusu ve malı pazarlık konusu edilemez, insanlık üzerine İslam’ın adaleti uygulanır.

Bundan dolayı diyoruz ki; bölgedeki ve dünyadaki meselelerin köklü çözümüne engel teşkil eden hain idarecilerin alaşağı edilmesi bütün ümmetin üzerinde bir vecibedir. Ayrıca Müslümanların kendi akidelerine ve bu akideden doğan şer’i hükümlere dönmeleri üzerlerine farzdır aksi halde haramla iştigal demektir.

Müslümanların içerisinde bulunduğu Kafirlerin üzerimizdeki egemenliğinden kaynaklanan bu zilletten kurtulmak için Allah ve Resulünün sünnetine icabet etmekle ancak kurtulur ve yeryüzünde tekrar Allah’ın bahşedeceği izzete kavuşabiliriz. Bunun içinde yöneticilerin yaptıkları bu münkerlere susmamak gerekir ve bundan doğan günahı üzerimizden atamak için çalışmamız şarttır. İslam’ı hakim kılmaya çalışmaksa diğer farzlar (namaz kılmak,oruç tutmak) gibi bütün Müslümanların üzerine bir farzdır.

“Haydi, kafirlerin hoşuna gitmese de Allah için dindar ve muhlis olarak Allah’a davet edin!” (Mü’min 14)

29/01/2003

YIL 13  SAYI 158  ZİLHİCCE 1423  ŞUBAT 2003

Yukarı