Ana Sayfa YIL 13   SAYI 158   ZİLHİCCE 1423   ŞUBAT 2003 E-Mail

Sizin İçin Seçtiklerimiz

Derleyen: Mehmed SAKİN

SÜNNET -VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI [3]

Bahaddin YÜKSEL

Çünkü eşyaları yaratan Allah, onlara hüküm koyacak ortak tanımıyor ve her şeyin hükmünü kendisi belirliyor.

“Sana (Allah yolunda) harcayacaklarını soruyorlar...” (Bakara 215)

“Sana haram aydan ve onda savaşmanın doğru olup olmadığından soruyorlar...” (Bakara 217)

“Sana, şaraptan ve kumardan sorarlar...” (Bakara 219)

“Sana yetimler hakkında sorarlar...” (Bakara 220)

“Kendileri için nelerin helal kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır. Allah'ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın (besmele çekin). Allah'tan korkun. Allah'ın hesabı pek çabuktur.” (Maide 4) vb.

Allah Resulü, her meselenin hükmünü Allah’tan bekler, henüz vahiy inmeyen hususlarda bir hüküm belirtmezdi: Allah Resulüne denildi ki; “Ey Allah’ın Resulü, ticari eşyalara bir fiyat sınırı (nahır), koyar mısınız?” Bunun üzerine Allah’ın Resulü şöyle buyurdu:

“Rabbimin, hakkında bir hükümde bulunmadığı şey hakkında bana bir şey sormayın. Emrolunmadığım bir şeyi benden sonrakilere ihdas etmekten Allah’a sığınırım. Fakat siz, Rabbinizin fazlu kereminden niyaz edin.” (el-Cevziyye,et-tibyan fi aksamıl Kur’an s.104)

Biz daha önce Peygamber Efendimizin, sahabesine kendilerine bildirdiği hükümlerin alınması ve kendilerine bildirmediği hususlarda soru sormamalarını emrettiğini söylemiştik.

Şeri ahkamı Allah beyan eder. Bu emirlerini acele indirmesi de bir hikmete veya geciktirmesi de bir hikmete mebnidir. Gecikse dahi Resul, dinde bir hüküm belirlemeyecektir. Resule sadece düşen duyurmaktır. Duyuracağı hüküm gecikse dahi ona düşen sadece duyuracağı bu hükmü duyurmaktır:

“Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık). Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.” (Hakka 44-47)

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse o kadınları ölüm alıp götürünceye, yahut ALLAH ONLARA BİR YOL AÇINCAYA KADAR EVE HAPS EDİN.” (Nisa 15) hükmü daha sonra verilecek olan bu meselenin hükmü de Allah’a aittir ve Resul geciken vahilerde de Allah’ın önüne geçmeyecek, vahyi bekleyecektir. Vahyin geç veya erken inmesi Resule dinde ortaklık hakkı vermez. Esas olarak Resule düşen şey, Allah’ın hükümlerini insanlara duyurmaktır:

“Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kız kardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kız kardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.” (Nisa 176)

Allah (cc) Resulüne bütün meseleleri açıklayan bir şeriat vermiş, ona uyması ve sadece onu duyurmasını istenmiştir:

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” (Casiye 18)

Böylece Resulullah kendisine gelen va-hiyleri insanlara bildiriyor, çok soru soranlara, fazla soru sormamalarını emrediyor, kendisine gelen vahiyleri ise zaten bildirdiğini belli ediyordu: Bir gün yüzünde kızgınlık olduğu halde Hz. Peygamber kalktı ve; “Size haber verdiklerimden maade benden bir şey sormayınız.” (M.Esad Kılıçer, İs. Fıh. Rey Taraftarları s. 16) buyurdu.

O halde, bir takım alimlerin içtihad olarak belirttiği Resulullah’ın bazı fiillerine ne diyeceğiz? denilirse, bu konuyu açıklayalım. Ama biz bundan önce, peygamberliğin vakıasının yanlış anlaşılmış iki örneğini göstererek konunun zihinde iyice anlaşılmasına çalışalım.

Bir yazar “Kur’an ve Sünnet Üzerine” adlı kitabında şöyle söylüyor: “kendi bildiği gibi; şuna helal, buna haram diyenler ilahlığa kalkışan kimselerdir, ve Allah’a şirk koşmuşlardır.” (Ali Bulaç Kur’an ve Sünnet Üzerine s. 87)

Yazar, bu sözüyle çok güzel bir tespitte bulunmuştur. Ama ne yazık ki bu tespitini, Resulullah hakkında yapmamış ve Resulullah’ ın Kur’ana bakarak, Kur’anın açıklamalarında ve diğer haram-helallerde kendi indinden iştiraklerde bulunduğunu ifade etmektedir. Oysa biz Kur’an gibi onun açıklamalarının da Allah’a ait olduğunu, dinin hiçbir kısmını Resulullah’ın insifiyatifine terk etmediğini belirtmiştik. Yazar şöyle diyor: “Allah’tan indirileni Resul açıklıyor, ayan-beyan anlatıyor. Ama bu açıklama ve beyanda Resulünde dayanağı Kur’andır. Bu Peygamber bir ayeti başka bir ayetle açıklıyor” demek anlamında bir tebyin değil, Resulün Kur’andan öğrendikleriyle ve kendi inisiyatifini kullanarak açıklaması demektir.” (Ali Bulaç Kur’an ve Sünnet Üzerine s. 87) Aynı mantıkla sözlerine yazar şöyle devam ediyor: “Yani burada asıl önemli olan kişinin Kur’andan ne anladığı ile birlikte bir de Resulullah’ın aynı ayetten ne anladığı ve nasıl açıkladığıdır. Allah tarafından kesin olarak korunan, özel olarak eğitilen Peygamber, hükümleri açıklamada, hükümlerin yaşanmasında aynı zamanda bir rehberdir. Bundan dolayı Kur’ana dayalı hüküm koyma hakkına da sahiptir.” (Ali Bulaç Kur’an ve Sünnet Üzerine s. 90-91)

Oysa biz, Allah’ın yegane hükümran olduğunu ve Resulün sadece uyarıcı olup Rabb’isinden kendisine gelene uymakla görevli olduğunu belirtmiş ve bu konuyla alakalı olan ayetleri vermiştik. Yazar; “Cibril’in, Hz: Peygambere Kur’an ayetlerinin dışında O’nun açıklamaları içinde indiğini belirttikten sonra -anlayamadığımız bir düşünce yapısıyla- Resulullah’ın hükümleri açıklamada Allah’ın gözetimi altında olduğunu, hata ederse düzeltileceğini, düzeltme yapılmazsa yaptığı açıklama ve hükümlerin doğru olacağı kanısına varılacağını söylüyor. Acaba Allah (cc) açıklamasını geciktirmiş de Resul kolları sıvayıp, içtihad edip hata ettiğinde mi devreye girmeye karar veriyor!

Doğrusu yazarın ifadeleri hakikati yan-sıtmıyor. Şöyle diyor yazar: “Cibril, Peygambere Kur’anı indirdiği gibi sünneti de indirdi.” (Darimi, Mukaddime B. 48) denilmektedir. Kuşkusuz ki bunun anlamı; Peygamberin ayetleri yorumlamada ve hükümlerin uygulanmasında Allah’ın koruyuculuğu altında olması anlamındadır... Bu hakkın da düzeltici manada vahiy inmeyen sünnetin her çeşidinin Allah tarafından “takriri olarak” tasvip gördüğünün de açık bir belgesidir.” (a.g.e./ s.106)

Bir başka yazar da, “İslam Düşüncesinde Sünnet” adlı kitabında alimlerin doğru bir sünnet tarifi yapmadıklarından şikayet edip kendisi bir sünnet tarifi yapmakta ve bu tarifinde diğer ilim dallarının ortaklaşa kullanabilecekleri bir tarif olduğunu söylemekte. Ama ne yazık ki tarifinde yaptığı eksiklik bir yana, öyle bir hata yapmaktadır ki diğerlerini unutturmaktadır. Zira yazar tarifinde; sünneti bir beşer zihniyeti olarak nitelendiriyor ve Resulün dinde, din koymada hayatın, akide, ibadet, tebliğ, siyaset, ekonomi, hukuk gibi çeşitli alanlarında kendi indinden çıkarttığı hükümlerle yönlendirip-yöneteceğini anlatmakta. Şöyle diyor yazar; “Sünnetin tanımı: Hz. Peygamberin kendi döneminde İslam toplumunu akide, ibadet, tebliğ, siyaset, ekonomi, eğitim, ahlak, hukuk gibi çeşitli alanlarda kısacası bireylendirip yönetmede, Kur’an başta olmak üzere hayatın her alanında yönlendirip-yönetmede, Kur’an başta olmak üzere ilke ve prensipler bütünü oluşturduğu bir “zihniyet” ya da “dünya görüşüdür.” (M. Hayri Kırbaşoğlu, İs. Dü. Sün. s.16)

Yazara göre Resulullah, Kur’an başta olmak üzere benimsemiş olduğu ilke ve esaslarla akide, ibadet, siyaset, ekonomi, hukuk gibi dinin çeşitli alanları olan ve sadece Allah’ın hüküm koymaya hak sahibi olduğu bu alanlarda Peygamber Efendimiz (sav) sözde bir takım hükümler koymuştur. Bu da bir beşerin düşüncesi olduğu için, yazar sünnete “zihniyet” diyor!

Ne yazık ki; yazar bununla da kalmıyor. O, Resulullah’a tam bir teşri hakkı verirken, insanlara da teşri hakkını vermeyi ihmal etmiyor. İnsan da bu teşri hakkını zamanın şartlarına göre kullanıp Resulün bu prensiplerini yeni bir yoruma tabi tutacağını ifade ediyor. Şöyle diyor yazar: “Bir disiplin olarak sünnetin konusu; Hz. Peygambere (sav), rehberlik eden bu ilke ve prensipleri, Kur’an ve elimizde mevcut siret-hadis kaynaklarında mevcut güvenilir rivayetlerden çıkarmak, sonra bu prensipleri çağın şart ve ihtiyaçları ışığında yorumlayıp bir sistem haline getirmek.” (Kırbaşoğlu s.91)

Allah dini ikmal etmiş, insan hayatını her yönüyle kuşatmışken ve Resulullah, Hz. Ebu Bekir’e (ra) teşekküllü tam bir devlet teslim etmişken ve bunu da Resulullah’a Allah göstermişken (Nisa 105), Allah’ın gösterdiğinde ise hiçbir değişiklik yapmak bir müminin elinde olmayıp seçme hakkı bitmesi gerekirken (Ahzab 36) bakın yazar böyle bir hakkı nasıl istemekte: “İşte bizce bugün bir disiplin olarak sünnetin konusu bu; Medine İslam toplumu modeli olmalıdır. Daha açık bir ifade ile Medine İslam toplumu itikadî, siyasi, ekonomik, sosyal ve ahlaki planda yönlendirip-yönetmede Hz Peygambere önderlik eden ilkeleri tespit etmeye çalışmak amacı ise bu ilkelerden ilham alarak -günümüz şartları içerisinde- evrensel görevini yerine getirecek çağdaş bir İslam toplumu modelinin nasıl oluşturulabileceği üzerinde durmak olmalıdır.” (Kırbaşoğlu s.69)

Resulullah’ın devletinin özelliklerinin belli olduğunu, onun belirlediği devlet şeklinde hiçbir değişikliğin olmayacağını burada anlatmamız mümkün görünmemektedir. Çok önemli olan bu konu esasen başlı başına bir konudur. Şunu söyleyelim ki; o şanlı Peygamber Rabb’isinden ayrı, O’nun vahyinden ayrı hareket etmemiştir. Allah’ta Resulün bu durumunu Kur’anda tekrar tekrar ifade buyurmuştur.

Biz burada, Resulullah’a sadece Kur’an mı, yoksa onun dışında vahiylerin gelip-gelmediğini araştırmış ve Kur’an ve Kur’ andan bazı örnekler vermiş, tarihin müteva-tiren ve diğer sıhhatli kanallar ile gelmiş olanların ise çok olduğunu söyledik. Ayrıca Resulullah’ın dinde hüküm koymaya, dinin herhangi bir yönünde veya alanında şekil verme hakkının olmadığını inceledik. Biz, bir çok hadislerinde de Resulullah (sav)’in kendi yönetim nizamının “Hilafet” olduğunu belirtmekle yetinelim ve Resulullah’ın içti-had ettiği zannedilen, ama gerçekte hiçte öyle olmayan hususları izaha geçelim.

YIL 13  SAYI 158  ZİLHİCCE 1423  ŞUBAT 2003

Yukarı