“İnkâr
edenlere gelince: Onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap
gibidir. Susayan onu su zanneder…” (Nur 39)
Önce
Afganistan arkasından Irak tahmin edilenden daha hızlı bir
şekilde Amerika ve müttefiklerinin eline geçti. Dikkat çekici
husus bu operasyonlarda Amerikan ve İngiliz birliklerinin ciddi
direnişlerle karşılaşmamaları ve ağır kayıplar
vermemeleridir. Şov misali gerçekleşen bu olaylar işgalciler de
dahil olmak üzere herkesi şaşırttı. Şaşkınlığın ana
teması; bu savaşların İslam orduları ve küfür ordularının
karşı karşıya gelmesi şeklinde algılanıyor olmasından da
kaynaklansa gerek. Çünkü karşı taraf (ABD) Haçlı
ordularının önderliğine soyunup, İslam alemine savaş açtığını
ilan etmiştir. Fakat karşısında ne bir İslam ordusu vardır ne de
kendisine karşı mücadele eden bir halk. Yani, ne Selahaddin
Eyyubi gibi bir komutan ne de ona destek veren İslam ruhunu
taşıyan bir halk…
Hilafetin yıkılışından (1924) sonra
dağıtılan İslam coğrafyasında esen küfrün hegemonyası
İslam ümmeti üzerinde derin yaralar bırakmıştır. Başta
Ortadoğu olmak üzere tüm yeryüzü kapitalizmin pis kokusu ve
saldırganlığına maruz kalmıştır. Bunun neticesinde doğan
devletler elbette ki temelde mesnetsiz, köksüz ve ruhsuz bir yapıya
sahip olarak doğmuştur. Kukla yönetimler, ajan liderler, küfrün
pislikleri ile dolu rejimler ve bu sistemlerin koruyucuları
elbetteki direnç ve karşılık vermekte azimli olamazlar. Çünkü
onlar İslam’a ve Müslümanlara kin ve nefret kusarak nizamlarını
ayakta tutmak için düzen oluşturmuşlardı. Gelişen olaylarda da
müşahede edildiği gibi küfür orduları İslam beldelerini
işgal ederken onlar hala İslam davasını taşıyan kişilerle mücadelede
idiler. Türkiye devletinin İslam davetini yüklenen yüzlerce kişiyi
tutuklayarak şov yaptığı gibi. Halkı ne düşünce açısından
ne de ekonomik açıdan düzeltme yönüne gitmeyen bu rejimler yıllardır
kafirlere uşaklıkla bir derece kat edeceklerini tasavvur
ediyorlardı. Oysaki yine güvendikleri demokrasi havarileri (ABD,
İngiltere) tarafından saldırıya maruz kalıyorlar. Bu da
yukarıda geçen ayeti kerimenin beyan ettiği gibi su zannettikleri
şeylerin birer serap olduğunu ortaya koymuştur. Bununla birlikte
yıllardır özenle korumak için emek harcadıkları devletler bir
çırpıda ortadan kalkıvermiştir. Şimdi bakıyoruz, ne o
ihtişamlı Saddam düzeni ne de onun öve öve bitiremedikleri
askerleri orta yok. Demek ki bunlar birer seraptır. Köksüz
olanların ömürleri çok kısa ve hazindir. Diğer yandan küfür
devletlerinin özenerek inşa ettikleri devletleri kendi elleri ile
geri yıkışları dikkati çeker bir olaydır. Ayetin başında
ifade edildiği gibi onlar bütün amellerini bu yönde harcayarak
kendilerine sadık yönetimler kurmayı amaçlamışlardı. Fakat
bir dönem sonra bakıyorsunuz gerisingeriye kendi elleri ile
yıkıyorlar. Yani onların amelleri boşa çıkmıştır.
Irak’ın
savaşı galip bitirmesini elbette kimse beklemiyordu. Halk
desteğinden yoksun, İslam’a savaş açmış bir yönetimin başarı
oranı elbette yüksek değildir. Çünkü o yönetim ve buna benzer
yönetimler daima ellerindeki sadık köleleri ile ayakta durmanın
çabasını verirler. İnanç ise devre dışıdır. Eğer böyle
olmasa idi bunun aksi gerçekleşmesi gerekirdi. Yani ideolojinin
etkinliği işi Saddam dışı bırakıp fikirler yumağından
aldığı güçle ileri düzeylere taşıyabilirdi. Bunun daha
baştan engellendiğini ve bu tip yönetimlerin belirli kesimler
üzerine bina edildiğini görüyoruz. Baştaki birkaç kişinin
gitmesi ile de koskoca ordular darmadağın olup ortadan
kaybolabiliyor. Aslında bunu Amerika’dan önce Müslümanların
idrak etmeleri gerekirdi. Karşılarında duran rejimlerin birer içi
boş, şişirilmiş balon olduklarını anlamaları gerekirdi. Buna
benzer gelişmelerin diğer İslam beldelerindeki Müslümanlara
örnek teşkil edip, başlarında bulunan düzenlerin çok zayıf
olduğunu kavramaları gerekir. Birkaç aile üzerine veya bir aşiret
devleti olan kukla yönetimlerin hiçbir dayanak ve temelleri
yoktur. Dayandıkları batılılar dahi onları hiç mi hiç
önemsemiyor, yeri geldiğinde alay konusu ediniyorlar. Burada garip
olan sadece Müslümanların durumudur. Her nedense Müslümanlar başlarındaki
bu çürük yönetimlere dört elle sarılmış “aman
yıkılmasın, Allah muhafaza devletsiz kalırız” düşüncesiyle
korumaya ve onu yüceltmeye çalışıyorlar. Batı yanlısı ve
batının değer vermediği bu küfür devletlerine değer vermek Müslüman’ın
işi değildir. Amerika ve dostları yerine asıl Müslümanların
bu sistemleri alaşağı etmeleri gerekir. Yerine kendi
ideolojilerinin gereği olan devlet yapısını oluşturmaları ve böylece
dimdik ayakta durma imkanını yakalamaları mümkün olsun.
Ayrıca
kafirler bu kukla yönetimleri başa getirirken nasıl belirli bir
amaç güdüyorlarsa yıkarken de belirli bir amaçla yıkıyorlar.
Kurarken kendi rejimlerinin transferi için bir yapılanma öngörülürken; yıkarken de hain idarecilerin yardımları ile
ümmeti aşağılamak, küçük düşürmek, zayıf kılmak, korku
salmak ve yapılması gerekeni zor göstermek şeklindedir.
Tahmin
edildiği gibi sömürgeci işgalciler Afganistan’dan sonra Irak’ta
da kolay bir zafer kazandıktan sonra Müslümanlar hemen bir
korkuya kapıldılar. Karşılarında çökmeye yüz tutmuş, içerisinde
terör, açlık, sefalet, kabaran milliyetçilik, fakirlik, ahlaki
ve ruhi çöküntünün yaşandığı Amerika devleşivermiştir. Dünya
devletleri duruma bakarak Amerika'nın karşısında geri adım atar
olmuşlardır. Bir çok devlet başkanı “aman efendin bir arzunuz
var mı” dercesine başını eğmeye başlamıştır.
Düşünün,
bir dönem Firavun’un önünde de insanlar korkularından el-pençe
duruyorlardı. Aynı şekilde Saddam’ın önünde de bütün aşiretler
ve insanlar korkudan eğiliyorlar, düştükleri acz içerisinde ona
karşı çıkmaktan korkuyorlardı. Bir dönem köşelerde Kur’an
okumaya çalışan insanlar Türkiye Cumhuriyetinin jandarmasını görünce
saklanmaya kaçmaya çalışıyorlardı. Bugün rejim yasakladı
diye başörtüsünü çantasına koyup okullara giden genç kızlar
bu sistemlerin vermiş olduğu korkudan dolayı gereği gibi İslami
yaşamlarını sürdürmekten çekiniyorlar. İşte size örnekler:
Firavun denizde boğulmadı mı?! Saddam Cumhuriyet muhafızları
ile beraber çok kısa bir süre içerisinde çökmedi mi?! O korktuğunuz
Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika’nın akıbeti de aynen onların
sonu gibi olacaktır. Görmüyor musunuz; “siyasal İslamı
öldürdük, bitirdik” diyenler her defasında şaşkına dönüyorlar.
İslam davasını yüklenen Hizb-ut Tahririn elemanlarının
verdiği fikri mücadele karşısında çaresizliklerini bütün
dünya izliyor. Allah’tan başka hiçbir gücün arkasına
saklanmayan bu kişilerin koskoca devleti nasıl da sarstığını
ümmet idrak etmeli. Onlarla birlik olup, çökmek üzere olan bu
sistemi, ağabeyleri (Amerika veya İngilizler) gelip can simiti
takmadan ele geçirip İslam sancağını göklere dikmeli. Yoksa
şu veya bu şekilde tağut düzenler yıkılıp gideceklerdir.
Amerika
ve dostları kuklaları yolu ile ucuz kahramanlık ve de basit
zaferler elde edebilir. Bu demek değildir ki bu ümmet bir daha
toparlanamaz, ayağa kalkamaz, dirilip kendileri ile mücadele
edemez. Amerika bir serap içerisindedir. Onun amelleri elbette boşa
çıkacaktır. Amerikan tarihine yazılması gereken hezimet dolu
sayfaları ve o kibirli pozisyonunun sonunu İslam ümmeti gerçekleştirecektir.
İşte
görüldü, Saddam rejimini yıkanlar tüm Irak halkının
kendilerini çiçeklerle karşılayacağına dair beklentileri
doğru çıkmadı. Aşağılık, köle ruhlu kişiler elbette yine
çıkacak ve yine sömürgecilere alkış tutan yerli görüntüsü
sergileyeceklerdir. Para ile satın alınanlar değersiz
aşağılık varlıklardır. Amerika’ya alkış tutanlar onlar
gibi geleceğinden korkanlardır. Bu gibilerle Amerika işlediği
zulmü perdelemek istemektedir.
Ayrıca
ABD’nin vahşet ve katliamlar üzerine elde ettiği zaferin
kabullenilecek hiçbir tarafı yoktur. Özgürlükleri; utanç
manzaraları, katliam, yakıp yıkma, susuz ve aç bırakma üzerine
kurulmuştur. Yaşanan durum; diktatör rejimlerin doğurduğu
baskı ve akabinde ekilen korku temelleri üzerine inşa
edilmektedir. Bu düzenlerde münafıklık, ikiyüzlülük revaçtadır.
Tehdit, korku, baskı ve şiddet temeline inşa edilen sistemler
halkın kurtulmak ondan uzaklaşmak ve yıkılması yönünde
hareket etmesini beraberinde getirmektedir. Yani yönetim ve halk
arasına kalın duvarlar işlenmekte ve barışık yaşama yerine düşman
iki kutba dönüşmektedir. Temeller sarsıldığında da destek görmemekte,
zillet görüntüleri içerisinde yıkılıp gitmektedir.
Bunların
sözü, özü ve ameli karanlıktır. Küfür ehli olan ve onların
doğrultusunda giden sistemlerin yapacağı her işte karanlık
mevcuttur. Elini uzattıkları her şeyi berbat eden bu sitemler,
karanlığın şiddetini göremeyen bilgisiz, basit, nereye gideceğini,
ne yapacağını bilmeyen bir durumdadırlar. İşte onlar bu
yaptıklarını doğru, ve hak üzere olduklarını zannediyorlar.
Bunu gören seviyesiz ve fikri yapıdan yoksun olanlar, gökle yer
arasında su varmış gibi Amerika’yı her şeyle örnek almaya koşuyorlar.
Faydalanmak için ellerini uzattıklarında ise serap olduğunu
anlıyor, elleri boş kalıyor. İşte kafirler ve onların
dostları böyledir. İçerisinde bulundukları karanlığı ve küfürleri
doğrultusunda yaptıkları amelleri hesaba katarak büyük işler
yaptıkları vehmine kapılıyorlar. Allah’ın nizamına ters düşen
her şey zillet içerisinde yok olmaya mahkumdur. Onlar hem
küfürleri ile hem de amelleri ile hiçbir şey elde edemeyecek hüsrana
uğrayanlardan olacaklardır. Nitekim Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Onların
yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış
zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (Furkan 23)
Bütün
bu oluşumlardan sonra Amerika ve dostları ile beraber hareket
edenlerin bir serap gördüklerini tekrar hatırlatmak isteriz.
Asıl hakikat Allah katından gelendir.
Rabbimize
hamd olsun ki, İslam davasını taşıyan İslam ümmeti olarak acı
duysak da Allah’tan ümidimizi asla kesmedik. Allah yolunda yaptığımız
işlerden hiçbir zaman utanç duymadık. Serap görenler değil,
İslam akidesinden neşet eden şer-i hükümler çerçevesinde amel
işleyip, Allah indinde amellerimizi boşa çıkarmaktan imtina
ettik. Allah’tan dileğimiz ona gereği gibi bir kul olmaktır.
Akidemiz
gereği inanıyoruz ki, yardım Allah’tandır ve nusret
yakındır!
|