Ana Sayfa YIL 14  SAYI 162-163  R.AHİR/C.EVVEL 1424  HAZİRAN/TEMMUZ 2003 E-Mail

İSLAM’I VE İSLAM DAVASINI YOK ETMEYE KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ

A. SEYFULİSLAM

Dünyanın her yanında İslam’a ve onu savunanlara karşı büyük bir mücadele başlatıldı. Bu, bazı bölgelerde şiddet boyutunu aşıp ölümlerle sonuçlanan bir noktaya geldi. Kafirlerin fiili saldırıları, hain, kukla idareciler ve cellatlarının estirdiği bu çılgınlık adeta dünyayı yaşanamaz hale getirdi. Bu rüzgar günümüzde ağırlıklı olarak Müslümanlar üzerinde estirilmektedir.

Başka bir deyimle Müslümanlar olarak “sabır günlerinin” içerisinde yaşıyoruz. Fitne ve fesat küfür rejimlerinin desteği doğrultusunda doruk noktasına ulaştı. Sevap işlemekten korkulup imtina edilirken günah işleme noktasında insanlar küfür sistemlerin katkıları ile de cesaretli hareket eder oldu.

Allah’ın davasını yüklenenler için, azimlerinden hiçbir şey eksiltmeden sabır içerisinde yürüyecekleri günler yine gelip çatmıştır.

Allah’ın emirlerinin uygulanmadığı gibi uygulayanlara saldırıların uygulanmasının arttığı günlerdeyiz. Şer-i hükümlerin suç sayılıp, uygulayanların horlanıp dışlanması yaygın bir hal aldı. Akidesine sımsıkı yapışmış Müslümanların kötülüklere karşı direncini kırmak için dünyanın dört bir yanındaki rejimler ortak hareket etme kararlığı içerisindeler. Yönetim ve otoriteden yoksun ve tutanağı kalmamış Müslümanların rencide edilişini her yerde görebiliyoruz.

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; şeri hükümleri yerine getirmek, inanmak veya kötülüklere karşı direnip azim içerisinde yürümek bir ateş parçasını avuçta tutmak kadar zor olmuştur. Etrafı, selim düşünen, akleden, doğruyu eğriden ayırt edecek kişiler yerine ehil olmayan kişiler sardı. Eşkıyalar, soyguncular, insanların en seviyesizleri insanlığın üzerine taht kurup iktidar oldular. Bush gibi manyaklar dünyaya kök söktürüyorlar. Resulullah (sav) şöyle buyurmakta:

“… O dönemde yalancı adam doğrulanacak, doğru adam yalanlanacak, hain adama güvenilecek, güvenilir adam hainlikle itham edilecek ve kamu işinde rüveybıda adam söz sahibi olacaktır. (Rüveybıda nedir? Sorusunu: Önemsiz, bilgisi kıt adam, diye cevapladı).” (Sünen-i İbn-i Mace)

Bu adamlarda (Bush, Müşerref ve diğerlerinde) şeref haysiyet namına hiçbir şey kalmamış. Yalanlarını hiç utanmadan, bütün insanlığın gözünün içine baka baka söylüyorlar. Özellikle Müslümanları insan yerine koymayıp hunharca katlediyorlar. Müslümanların malları ve toprakları üzerine çöreklenen ABD’nin Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz gibi: “Bürokratik nedenlerle sadece kitle imha silahlarını gündeme getirdik. Çünkü bu herkesin üzerinde mutabık kalacağı bir sebepti.” (Vanity Fair Dergisi 29/5/2003)

Zamanın sahte ilahlığına soyunan bu zalimler ve onların devşirme uşakları dünyanın gözünde birer canavar ve lanetli kimselerdir. Allah (cc) onlar hakkında şöyle buyurdu:

“Bunlar, Allah'ın lânetlediği kimselerdir; Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lânetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.” (Nisa 52)

Doğrusu huzurun, adaletin kaybolduğu, her şeyin asli konumundan uzaklaştırıldığı, dünyanın küfrün bağnazlığı altında sık-boğaz edildiği, delilerin, çılgınların, düşüncesiz insanların elinde evirilip çevrildiği bir gündeyiz.

Resulullah’ın ve ashabının ablukaya alındığı gibi Müslümanlar ablukaya alınıyor, sadece ve sadece Allah’ın dinine inandıklarından dolayı dünya onlara zindan kılınıyor. Türkiye’de, Mısırda, Libya’da, Özbekistan’da ve diğer yerlerde Allah’ın nizamını hakim kılmak için İslam davasını yüklenenler bu amellerinden dolayı ya ağır işkencelere maruz kalıyor ve yahut ta acımasızca öldürülüyorlar. Bu da yetmiyor; dinlerini terk edip hain idarecilerin önünde secdeye kapanıp özür dilemeleri isteniyor.

İslam beldelerinde bunlar olurken Amerika'da Müslümanları Hıristiyanlığa geçmeye teşvik amacıyla seminerlere hız verildiği haberlerini okuyoruz. New York Times gazetesinin haberine göre, bu seminerlerden biri Ohio eyaletinin Grove City kentinde yapıldı. Semineri düzenleyen dernek yetkilileri; “Müslümanların ev yemeklerine yada dışarıda açık yerlerde yemek ve tatlı yemeye çağrılıp, oluşturulacak iyi bir dostluk ilişkisinden sonra adım adım Hıristiyanlığın empoze edilmesi gerektiğini” kaydettiler. Seminerlere ABD Başkanı George W. Bush'un dini konularda danışmanlığı yapan ve İslam'a yönelik sert eleştirilileri ile tanınan Evangelistlerin (İncili yaymaya çalışanlar) ileri gelenlerinden Jerry Falwell, Pat Robertson, Franklin Graham ve Jerry Vines de katıldı. (29/5/2003 Yeni Şafak)

Bu ümmet Endülüs’te dinlerinden dönmeleri için ateş kuyularında yakıldı, tehdit edildi. Türkiye’de üniversitelerde tecrit odalarında Müslüman kızların başörtüleri sökülüp alındı. Şimdide Amerika üniversitelerinde İslam dinini bırakmaları için Müslümanlara farklı baskılar yapılıyor. Bunlar ne ilk nede son. Hakla batıl mücadelesinde süregelen bir çatışmanın varlığının kanıtlarıdır. Fakat Hakkın karşısında duran ve bu çılgınlığı yapanlar önemli bir şeyi unutuyorlar: Bu din Allah’tan vahiy yolu ile gelmiştir. Bundan dolayı köklü ve güçlü bir yapıya sahiptir.

Her ne şekilde engellenirse engellensin İslam düşüncesi kendine has yapısı ile kendisini korumasını bilmiştir. Nitekim Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr 9)

Tarihte Roma’dan esen kültüre, Fars ve Hint felsefelerine, kelamcıların yoğun saldırılarına köklü akidevi yapısı ile direnen İslam dini elbette bugünün firavunlarının her türlü saldırı ve saptırmalarından korunma kuvvetine sahiptir. Ona; ne zamanın demokrasisi, ne cumhuriyeti, ne laikliği etki etme gücündedir.

Bu dine ve mensuplarına saldıran ABD, İngiltere, Türkiye, Özbekistan ve diğerleri şu gerçeği görmezlikten geliyorlar; İslam dini kulların ortaya koyduğu bir sistem olmayıp Allah (cc)’dan gelmiştir. Onu koruyacak olan Allah (cc), karşıt saldırıları da elbette boşa çıkaracaktır. Allah (cc) şöyle buyurdu:

“İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır.” (Muhammed 1)

“... Zalimler için hiç yardımcı yoktur.” (Bakara 270)

Tarih bunun kalıntıları ile doludur. Firavunun bütün baskı ve zulmüne karşılık, istemediği bir yerden (sarayından) Allah (cc) Musa (as)’la dinini hakim kılıp tahtını yıkmıştır.

1924’te İngilizler Hilafeti kaldırmakla İslam dininin artık işinin bittiğine inanmışlardı. Oysa gelinen noktada ümmet demokrasi gibi çağın insanlığı öldürücü, yok edici virüsünden, vebasından kurtulup İslam yönetimi ile şereflenmek istiyor.

Amerika ve onun yolundan giden yandaşları zalim Kerimov ve TC. yöneticileri kör oldukları için zamanında İngilizlerin söyledikleri şeylerin aynısını söylüyorlar. İslam’ı ve İslam davetçilerini yok ettiklerini iddia edenler ne kadarda cüce varlıklar. Terörizm altında Müslümanları yok etmek, onların köklü akidelerini söküp atmak, İslam’ı aslından uzaklaştırmak için ümmetin zihnini bulandırmaya devam etmekle uğraşanlar, bütün güçleri elinde bulundurmalarına rağmen İslam davasını yüklenmiş kişilerle kendilerini haklı çıkartacak (tabi ki batıl hiçbir zaman haklı olamaz) hiçbir tartışmaya yanaşmıyorlar. Başarılı olamayacaklarını bildikleri içindir ki; saldırgan kesilip, ellerindeki maddi gücün arkasına saklanarak, dava erlerine öldürücü darbeler vurmak istiyorlar. Allah dilerse bu gidişatı anında tersine çevirebilir. Ancak Peygamber (sav) Efendimizin de buyurduğu gibi onlara bir süre verir:

“Muhakkak Allah zalime bir süre mehil verir (derhal cezalandırmaz). Sonra onu yakalayınca artık bir daha salıvermez." (Sünen-i İbn-i Mace)

Dinin hakimiyetini önlemek isteyenlerin ellerinde yalan, iftira, zulümden başka bir alternatifleri olmamıştır. Fikren üstünlük sağlayamayanlar güç gösterisi yaparak İslam beldelerini ateş çemberi içerisine alınmışlardır. Aslında bu onların kan kaybettiklerinin göstergesidir. Müşrik düzen de Resulullah (sav)’e bu tür saldırılarda bulanarak yok etmek istemişlerdi. Fakat elleri boş, yıkılmış bir vaziyette yapayalnız kalıverdiler. Allah (cc) şöyle buyurdu:

“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” (Bakara 9)

Evet, kendileri aldanmaktadır. Çünkü heva ve heveslerini din ve ilah edinenler gerçekleri görmekten ve düşünmekten çok uzaktırlar. Onlar ancak kendi güçleri ile kibirlenirler. Oysa Allah bu dini koruyacağını beyan etmekte. Bu koruma Allah’ın elindedir ve onu istediği gibi korur. Yalnız burada şunu izah etmek gerekir. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, bütün varlık O’na muhtaçtır ve O’na dönecektir. Bu dini Allah insanlara indirmiştir. Allah bu dini yeryüzünde taşıyacak ve onu hakim kılıp hükümleriyle amel edecek insanların varlığından söz ediyor. Bu her dönemde dinin davetçilerinin olacağının işaretidir:

“Ey insanlar! Allah dilerse sizi yokluğa gönderip başkalarını getirir; Allah buna kadirdir.” (Nisa 133)

İnsanlığa yol gösterici olan bu insanlara eziyet etmekle, tutuklamakla, baskı altına almakla, öldürmekle bu davanın önüne geçeceklerini zannediyorlarsa yanılıyorlar. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Allah'ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Ahkaf 32)

Burada görülüyor ki; İslam varlığını koruyacak ve İslam’a davet eden kişi ve kişiler sürekli bulunacaktır. Bu din insanlığa indiği için, ona inanan insanların ve ona davet eden davetçilerin bulunması da doğaldır. Burada önemli olan husus; insanların gerçeği görüp o dava ile şereflenmeleridir. Hiçbir kimse Allah’ı acz içerisinde bırakmaya muktedir değildir. Ancak insan nankörlüğünden dolayı sapıtır ve diğer insanları da saptırmak ister. Bunlara uymayıp, onların her türlü kınamasına direnen ve İslam’ın öngördüğü şekilde yoluna devam edenleri Allah (cc) övmüştür:

“İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (Bakara 5)

Ayrıca Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “İslam garip olarak başladı ve başladığı gibi (günün birinde) garip haline dönecektir. Ne mutlu o garip (mümin)lere.” (Sünen-i İbn-i Mace)

İslam’ın öncülerine (davetçilerine) her dönem rastlamak mümkündür. Bu peygamber (sav)’le başlayıp günümüze kadar devam edegelmiştir. İslamî yükümlülüğü taşıyan olmadığı takdirde Allah (cc) bu boşluğu mutlaka bir kavim getirerek dolduracağını şu ayette bildirmektedir:

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur 55)

Bu ayette açıkça işaret etmektedir ki; İslam dinini dava edinip taşıyacak bir gurubu mutlaka yeryüzünde bulunduracaktır en büyük yardımcıları Allah (cc)’dır:

“…Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.” (Hac 40)

İslam dininin kökleri derinlerdedir. Onlar dalları koparmaya çalışıyorlar. Onların her saldırısında Müslümanlar dirilip daha gür bir şekilde diriliyorlar:

“Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” (Tevbe 32)

“Yine de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.” (İsra 81)

“Bilakis biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir. (Allah'a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!” (Enbiya 18)

Ayrıca Peygamberimiz (sav) de hadislerinde bu dinin insanlar arasında kıyamete kadar bulunacağını, onu yüklenen dava erlerinin mevcut olacağını şöyle bildiriyor:

“Her bir kişinin ardından bu ilmi, adil (çizgi üzere) olanlar sahiplenir. Ve o çizgiyi, cahillerin yorumlarından işlevsiz kılacak olanların tezlerinden ve başı bozukların tahrifinden koruyacaklardır.” (Beyhaki)

“Dikkat edin! Kuşkusuz İslam değirmeni bir çark -misali gibi- dir. Bu çark döndükçe siz de Kitapla birlikte dönün…” (Hadis)

İşte bütün bu açıklamalardan sonra iki husususun berrak bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz:

Birincisi: İnananlara karşı küfrî mücadelenin sürekli var olacağı.

İkincisi: Bunun karşısında da Hakkı söyleyen ve hak yolda yürüyen insanların bulunacağıdır.

Bu iki faktör arasını ayırt eden husus ise; batılın kaybedeceği, inananların kazanacağıdır. İnanlar her ne kadar azınlıkta olsalar da onlara zarar dokunmayacaktır.

Bu dava, O’na doğru bir şekilde tevekkül etmeyi, yardımı O’ndan istemeyi gerektirir. Çünkü gizliyi ve en gizliyi yalnız Allah bilir. Daveti taşıyanları muvaffakiyete kavuşturan, onları doğru düşünce ve hidayet yoluna götüren O’dur. Bundan dolayı bu gün üzerimizde esen musibetlere ancak iman kuvveti ile karşı koymamız mümkündür.

“Ey iman edenler! Siz kendinize düşene bakınız. Hidayet yolunda olduğunuz zaman sapıtan kimse size zarar veremez.” (Maide 105)

YIL 14  SAYI 162-163  R.AHİR/C.EVVEL 1424  HAZİRAN/TEMMUZ 2003

Yukarı