Ana Sayfa YIL 14  SAYI 162-163  R.AHİR/C.EVVEL 1424  HAZİRAN/TEMMUZ 2003 E-Mail

BATI'NIN MÜSLÜMANLARI GÖÇ MESELESİ ARACILIĞI İLE ENTEGRE ETMESİ

Fuad HAMİDOĞLU

Şüphesiz İslam ümmeti için en önemli ve can alıcı husus; ümmetin kendisi için yabancı bir ideoloji ve hadarete göre entegre edilerek, kayıp olup tarihe karışmasıdır. Bunun daha tehlikelisi ise; İslam ümmetinin kendi akidesi, hadareti ve kültürünü tamamen yitirmesidir. Müslümanları kapital hadarete göre entegre etmek için sömürgeci kafir Batı, İslam akidesini büyük tahribata uğratmaya yöneldi. Bu bağlamda Batı, göçe zorlanan ve bundan dolayı Batı'ya akın eden Müslümanların üzerine yoğunlaşarak, kendinin tayin ettiği hedefe ulaşmak için göç dalgalarında bu istikamette kullandı. Vakıa hakkında doğru ve isabetli bir hükme varabilmemiz için Batı'da ikamet etme ve Batı'ya göçme konusuna değinmemiz şarttır.

Her ne kadar göç kavramının lügat anlamı; bir yerden bir başka yere intikal etmek şeklinde tarif edilsede ve bu kavramın istilahi/şer-i anlamı Dar-ül küfür'den Dar-ül İslam'a göçmek şeklinde tarif edilsede, bu iki tarifin konumuzla hiç bir ilgisi yok. Yine şer-i ve esas mefhum olan Dar-ül küfür'den Dar-ül İslam'a göçmenin vakıası günümüzde bulunmasa da -ki bunun nedeni Dar-ül İslam'ın olmayışıdır-, ancak göç kavramı çok farklı ve yeni bir tanım için kullanılır. Bu yeni tanım; her ne kadar İslam tarihi boyunca incelenmiş olup, şer-i bir konu olarak ele alınmış olsa da, kesinlikle İslam fıkhında yer almamıştır. Göçün yeni tarifi ise; bir Dar-ül küfür'den bir başka Dar-ül küfür'e göçmektir. İşte bu tarif üzere asıl araştırma konumuz olacaktır.

Şuan ki uluslararası konjonktüre göre göç kavramı kullanıldığında şu dört husus kast edilir:

1- Süresiz ikamet amaçlı göç

2- İç göç

3- Çalışma amaçlı enternasyonal göç

4- Sığınma amaçlı göç

Burada bütün bu göç çeşitlerinin konumuzla ilgili olanı; Müslümanların İslam beldelerinden Batı'ya göçmesidir. Bunu da incelediğimizde üç önemli neden görürüz:

1- Çalışmak için

2- Tahsil için

3- Sığınma/eman için

Kendi sanayileşmesinin hızlanması ve ekonomisinin gelişmesi açısından yakın zamana kadar Batı; bir yandan yerel işçi sıkıntısı diğer yandan da demografik boyutlu nüfus azlığı sorunu yaşamaktaydı. Ancak Batı'nın bu yüksek hedefi ve arzusu; daha önce bulunmayan büyük bir iç problemle karşılaştı. Bu problem Batılı insanının nüfusu çoğaltma planlamasına, yani çocuk yapmaya eğilimli olmayışıdır. Çünkü kapitalist olan Batılı insan, aile nüfusunun çoğalmasıyla kendi kişisel özgürlüklerinin kısıtlanacağını görür. Bu ise onu dünya lezzetlerinden alıkoyacaktır. Ayrıca altından kalkılamayacak masrafların altına girmek demektir. Bundan dolayıdır ki Batı hükümetleri, yapmakta oldukları bütün teşvik ve yardımlara rağmen, kendi halklarının çocuk yapmaya eğilim göstermesini başaramadı. Öte yandan Batı'nın uygulamakta olduğu baskı ve izlediği sinsi politika, bu durumdan büyük ölçüde istifade eden Müslümanları etkilemediği gibi çocuk yapmaktan da vazgeçiremedi. İşte bu nedenle Batı toplumları, İslam beldelerinde yaşayan Müslümanlarla karşılaştırıldığında yaşlıların çoğalıp, genç nüfusunun azaldığı bir pozisyondadır. Örneğin, İran'ın ortalama olarak nüfusunun yarısı 15'in altındadır. Bu olumsuz gelişme Batı'yı iyice ürkütüyor ve ciddi şekilde rahatsız ediyordu.

Geçtiğimiz 19. ve 20. y.y'lar boyunca toplu halde büyük göç dalgalar yaşanmıştır. Ancak 20.y.y'ın ikinci yarısında dünyanın her tarafından Avrupa’ya dikkat çekecek kadar büyük ve düzensiz göç dalgaları akın etmeye başladı. Bu göç dalgaları öyle büyüktü ki, bazı Batı'lı hükümetleri onu karşılamakta güçlük çektiğini, hatta karşılayacak durumda olmadığını açıklıyordu.

Batılı ülkelere göç etme meselesinin ortaya çıkmasıyla birlikte yeni bir maslahat/alaka doğmuştur. Bu yeni maslahat/alaka Batının göç meselesi ile arasını pekiştiriyordu. Batı'nın bu maslahattaki en önemli ve stratejik hedefi, Batı'ya göç edenlerin Avrupalı insanların yerini doldurmasını sağlamaktı. Zira Batı'nın kendi insanlarından büyük beklentisi vardı.

Batı ile göç meselesi arasındaki alaka tamamıyla menfaat ve çıkarcılık esasına dayalıdır. Bu menfaat ise; özellikle İkinci Dünya Savaşından hemen sonra iş alanında doğan boşluğu doldurmak, nüfusun gelişmesini hızlandırmak ve Batılı toplumlarda tehlikeli bir tarzda büyüyen yaşlı nüfus çarkını frenlemekti.

Batı'nın kendine has mefhum, ölçü ve kanaatleri olup, bunun üzerine kendi hadareti ve toplumunu inşa ettiği gibi, Batı'ya göç amacıyla gelen insan topluluklarının da benimsediği, kendilerine has mefhum, ölçü ve kanaatleri vardır. Güneş gibi açık olan bu gerçeği başta Batılı ülkeler olmak üzere herkes tarafından bilinmektedir. Bu demektir ki; Batı ile Batı'ya göç edenler arasında uzlaşmayan ideolojik ve kültürel farklılıklar vardır. Tabi ki burada göç edenlerden kasıt Müslümanlardır. Bu durumun ideolojik ve fikri çatışmayla sonuçlanması kaçınılmaz bir gerçektir. İşte böylesi bir duruma düşmemek, Avrupa standartlı siyasi ve toplumsal bir istikrarlılık sağlamak, yabancı unsurlara karşı tedbirler almak ve göç meselesiyle ilgili bir strateji belirlemek için Batı, göç meselesini belli açıdan inceledi. Batı, baktığı açıya Karşılıklı Kültür Bakışı adını verdi. Bu kavram bir toplumun başka bir toplumla tanışması veya bir kültürün farklı bir kültürle kaynaşmasından doğan değişiklik demektir. Batı buna üç ayrı aşama mekanizması belirledi:

1- Segregasyon

2- Entegrasyon

3- Asimilasyon

Göç meselesine ilişkin belli bir strateji belirlemek üzere yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda Batı, bu üç maddeden ikincisini seçti. Bu yüzden Batı'nın bakış ve stratejisini anlamak için önce entegrasyon vakıasını incelemek gerekir.

Entegrasyon

Batı, ister siyasi, ister sosyal isterse kültürel olsun entegrasyon adı altında iki ayrı kültürü mecz ettiğini/birleştirdiğini veya başka kültürden kısmen etkilendiğini iddia etmektedir. Her ne kadar Batı entegrasyon için uğraştığını iddia etse de, onun gizlediği gerçek ve gerçekleştirmek istediği asıl amacı entegrasyon değil asimilasyon. Zira Batı'da yaşayan herkes, yegane egemen kültürün, ilişkileri ve nizamları oluşturup düzenleyen fikir ve duygu topluluğunun, hatta hayatın her alanında Batı kültüründen başka bir şey görmez ve onda başka kültürün hiçbir eseri ve etkisi yoktur. Acaba sömürgeci kafir Batı karşılıklı kültür etkileşiminin gereği olan entegrasyon sahtekarlığını nasıl iddia edebilir?! Acaba Batı, İslam'ın değerlerinden etkilenip, İslam'ın mefhum, ölçü ve kanaatlerinden bir şey almış mıdır?! Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, sömürgeci kafir Batı, Müslümanları entegrasyon adı altında kapital ideolojisinde var gücüyle asimile etmek ister. Belki de Amerika ve İngiltere'nin Irak'taki Müslümanlara karşı açtığı savaş bir haçlı seferi olup, İslam'a ve bütün Müslümanlara karşı hadaretsel ve kültürel bir savaştır. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” (Bakara 217)

Üstünlük ve böbürlenme hastalığından dolayı kafir Batı (kültürel) entegrasyona davet ederken, kültür teriminin anlamını saptırıp, her ümmetin özel bir kültüre sahip olduğunu kabul etti. Aynı sebepten dolayı İslam'ın; yönetim, ekonomi, içtimai ve siyasi gibi alanları oluşturan fikri kaideden fışkıran farklı ve kendine has bir kültür olduğunu görmemektedir. Yani Batı, İslam'ı tamamen hiçe sayıp hazmetmektedir. Bunu da gayet bilinçli olarak yapmaktadır. Bu bakımdan saptırılmış ve tek yönlü bir kültür anlayışı üzere kurulan entegrasyon teorisi tamamen yanlış bir tezdir. Aynı zamanda kendi kendine çelişmektedir.

Aslında Batı'nın gerçekleştirmek istediği şey Müslümanların sadece onun kendi kanun ve nizamlarına uyup boyun eğmeleri değil, Müslümanların Batı hadareti ve kültürünü alıp benimsemesi ve onlara benzemesidir. Allah-u Teala ne güzel tasvir etmiştir onların vakıasını:

“Ehl-i kitaptan çoğu, hakkı kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip, küfre döndürmek ister.” (Bakara 109)

Zira Batı bunu yaparken, kültürü alıp benimseme vakıasını, uygulanmakta olan kanuna uyma vakıası ile kasıtlı olarak karıştırmaktadır. Batı'nın İslam'a ve Müslümanlara anlaşılmayan bir kin ve nefret duyarken, Müslümanların da din, hadaret, kültür ve İslam'ın yaşayış tarzından vazgeçip, kendi hadaret ve yaşayış tarzına göre entegre edilerek tamamen batılılaşmasını istemesi insaf anlayışına sığmaz. Burada kültür ile uygulanmakta olan kanuna uyma arasındaki farkı idrak etmemiz gerekir. Çünkü bir kültür, baskı yapılarak, kanun çıkartılarak veya dikte edilerek alınmaz. Aksine kültür, sahih olup aklın doğruluğuna kanaat getirmesinden sonra benimsenir. Uygulanmakta olan kanuna uyma meselesine gelince; onun egemenliği altında yaşayan herkesi bağlar. Bunun ikna veya benimseme ile hiçbir ilgisi yoktur.

Batı'nın 'kültür' terimini; uygulanmakta olan kanunlarla ve 'hadaret' mefhumunu da medeni şekillerle bilinçli olarak karıştırması, iki ayrı vakıayı idrak edemediği veya birbirinden ayırt edemediği için değildir. Bunun asıl nedeni onun İslam hadaretini tanımadığı içindir. Çünkü Batı, ideoloji olan kapitalizmi insanın en mükemmel fikir bulgusu, çelişkili hadaretlerin ve tarihin nihai noktası olarak görür. Zira Batı'nın baktığı mikroskopta kendi hadaret, kültür ve yaşayış tarzından başka bir şey bulunmaz.

Göç ile ilgili yapılan araştırma ve uluslararası raporlara göre, entegre edilmek istenen ve Batı'da ikamet eden Müslümanların sayısı 2050-2060’lı yıllarda Avrupa nüfusunu tehdit edecek çok tehlikeli bir pozisyona gelecektir. Buna "Demografik patlaması" adını verirler. İşte bu rakamlar Avrupa’nın Müslümanları neden entegre etmek istediğini açık ve net şekilde ortaya koymaktadır. Batı'nın entegrasyon aracılığıyla dikte ederek çağırdığı şey Müslümanların İslam akidesi, hadareti ve kültüründen vazgeçip, Batı kültürü ve hadaretini benimsemesidir. Batı toplumuna göre entegre olmak demek; Batı'nın yaşayış tarzına tamamen uymak, amellerde ölçü olarak da menfaatçiliği kabul etmek, onların dini, kültürel ve hadaretsel özelliğinden dolayı kafirleri taklit etmek demektir. Zira bütün bunların yapılması haramdır. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Aişe (r.anha) rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurur:

“Kim bizim işimize -dinimize- uygun olmayan bir iş yaparsa o red olunur.” (Müslim)

Ve Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” (Casiye 18)

Burada şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İçeriği asimile olup ambalajı entegrasyon olan bu çirkin kültürel saldırının tek ve yegane hedefi Allah'ın insanlık için razı olup beğendiği İslam ve İslam akidesidir. Nihai hedef ise İslam akidesini saptırarak tahrip etmek ki, şahsiyetsiz, İslam akidesinin pratik hayatla hiçbir bağlantısının olmadığı ve İslam akidesinin hayatında hiçbir eseri ve etkisi bulunmayan Müslüman tipi olsun.

Müslüman bir kimsenin amelleri hangi şartlar altında bulunursa bulunsun ve hangi hallerde olursa olsun mutlaka şer-i hükümlere kayıtlı ve sınırlıdır. Yani Allah'ın emir ve yasaklarına göre hareket etmesi gerekir. Batı'nın entegrasyon aracılığıyla İslam ümmetini, ideolojik ve fikri olarak acımasızca ve vahşice yok etmeye çalıştığı şu günlerde; Avrupa’da hedeflenen Müslümanlar şunu çok iyi bilsinler ki, onlar İslam ümmetinin bir parçası ve uzantısıdır. Bu ümmetin yegane bağlılığı ve mensubiyeti İslam akidesidir.

“Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir.” (Yusuf 110)

YIL 14  SAYI 162-163  R.AHİR/C.EVVEL 1424  HAZİRAN/TEMMUZ 2003

Yukarı