Şüphesiz
İslam ümmeti için en önemli ve can alıcı husus; ümmetin
kendisi için yabancı bir ideoloji ve hadarete göre entegre
edilerek, kayıp olup tarihe karışmasıdır. Bunun daha
tehlikelisi ise; İslam ümmetinin kendi akidesi, hadareti ve
kültürünü tamamen yitirmesidir. Müslümanları kapital
hadarete göre entegre etmek için sömürgeci kafir Batı, İslam
akidesini büyük tahribata uğratmaya yöneldi. Bu bağlamda Batı,
göçe zorlanan ve bundan dolayı Batı'ya akın eden Müslümanların
üzerine yoğunlaşarak, kendinin tayin ettiği hedefe ulaşmak için
göç dalgalarında bu istikamette kullandı. Vakıa hakkında
doğru ve isabetli bir hükme varabilmemiz için Batı'da ikamet
etme ve Batı'ya göçme konusuna değinmemiz şarttır.
Her
ne kadar göç kavramının lügat anlamı; bir yerden bir başka
yere intikal etmek şeklinde tarif edilsede ve bu kavramın istilahi/şer-i
anlamı Dar-ül küfür'den Dar-ül İslam'a göçmek
şeklinde tarif edilsede, bu iki tarifin konumuzla hiç bir ilgisi
yok. Yine şer-i ve esas mefhum olan Dar-ül küfür'den Dar-ül
İslam'a göçmenin vakıası günümüzde bulunmasa da -ki bunun
nedeni Dar-ül İslam'ın olmayışıdır-, ancak göç kavramı
çok farklı ve yeni bir tanım için kullanılır. Bu yeni tanım;
her ne kadar İslam tarihi boyunca incelenmiş olup, şer-i bir konu
olarak ele alınmış olsa da, kesinlikle İslam fıkhında yer
almamıştır. Göçün yeni tarifi ise; bir Dar-ül küfür'den
bir başka Dar-ül küfür'e göçmektir. İşte bu tarif üzere
asıl araştırma konumuz olacaktır.
Şuan
ki uluslararası konjonktüre göre göç kavramı
kullanıldığında şu dört husus kast edilir:
1-
Süresiz ikamet amaçlı göç
2-
İç göç
3-
Çalışma amaçlı enternasyonal göç
4-
Sığınma amaçlı göç
Burada
bütün bu göç çeşitlerinin konumuzla ilgili olanı; Müslümanların
İslam beldelerinden Batı'ya göçmesidir. Bunu da incelediğimizde
üç önemli neden görürüz:
1-
Çalışmak için
2-
Tahsil için
3-
Sığınma/eman için
Kendi
sanayileşmesinin hızlanması ve ekonomisinin gelişmesi açısından
yakın zamana kadar Batı; bir yandan yerel işçi sıkıntısı
diğer yandan da demografik boyutlu nüfus azlığı sorunu
yaşamaktaydı. Ancak Batı'nın bu yüksek hedefi ve arzusu; daha
önce bulunmayan büyük bir iç problemle karşılaştı. Bu
problem Batılı insanının nüfusu çoğaltma planlamasına,
yani çocuk yapmaya eğilimli olmayışıdır. Çünkü
kapitalist olan Batılı insan, aile nüfusunun çoğalmasıyla
kendi kişisel özgürlüklerinin kısıtlanacağını görür. Bu
ise onu dünya lezzetlerinden alıkoyacaktır. Ayrıca altından
kalkılamayacak masrafların altına girmek demektir. Bundan
dolayıdır ki Batı hükümetleri, yapmakta oldukları bütün teşvik
ve yardımlara rağmen, kendi halklarının çocuk yapmaya eğilim göstermesini
başaramadı. Öte yandan Batı'nın uygulamakta olduğu baskı ve
izlediği sinsi politika, bu durumdan büyük ölçüde istifade
eden Müslümanları etkilemediği gibi çocuk yapmaktan da
vazgeçiremedi. İşte bu nedenle Batı toplumları, İslam
beldelerinde yaşayan Müslümanlarla karşılaştırıldığında
yaşlıların çoğalıp, genç nüfusunun azaldığı bir
pozisyondadır. Örneğin, İran'ın ortalama olarak nüfusunun yarısı
15'in altındadır. Bu olumsuz gelişme Batı'yı iyice ürkütüyor
ve ciddi şekilde rahatsız ediyordu.
Geçtiğimiz
19. ve 20. y.y'lar boyunca toplu halde büyük göç dalgalar yaşanmıştır.
Ancak 20.y.y'ın ikinci yarısında dünyanın her tarafından
Avrupa’ya dikkat çekecek kadar büyük ve düzensiz göç
dalgaları akın etmeye başladı. Bu göç dalgaları öyle
büyüktü ki, bazı Batı'lı hükümetleri onu karşılamakta güçlük
çektiğini, hatta karşılayacak durumda olmadığını açıklıyordu.
Batılı
ülkelere göç etme meselesinin ortaya çıkmasıyla birlikte yeni
bir maslahat/alaka doğmuştur. Bu yeni maslahat/alaka Batının göç
meselesi ile arasını pekiştiriyordu. Batı'nın bu maslahattaki
en önemli ve stratejik hedefi, Batı'ya göç edenlerin Avrupalı
insanların yerini doldurmasını sağlamaktı. Zira Batı'nın
kendi insanlarından büyük beklentisi vardı.
Batı
ile göç meselesi arasındaki alaka tamamıyla menfaat ve çıkarcılık
esasına dayalıdır. Bu menfaat ise; özellikle İkinci Dünya
Savaşından hemen sonra iş alanında doğan boşluğu doldurmak, nüfusun
gelişmesini hızlandırmak ve Batılı toplumlarda tehlikeli bir
tarzda büyüyen yaşlı nüfus çarkını frenlemekti.
Batı'nın
kendine has mefhum, ölçü ve kanaatleri olup, bunun üzerine kendi
hadareti ve toplumunu inşa ettiği gibi, Batı'ya göç amacıyla
gelen insan topluluklarının da benimsediği, kendilerine has
mefhum, ölçü ve kanaatleri vardır. Güneş gibi açık olan bu
gerçeği başta Batılı ülkeler olmak üzere herkes tarafından
bilinmektedir. Bu demektir ki; Batı ile Batı'ya göç edenler arasında
uzlaşmayan ideolojik ve kültürel farklılıklar vardır. Tabi ki
burada göç edenlerden kasıt Müslümanlardır. Bu durumun
ideolojik ve fikri çatışmayla sonuçlanması kaçınılmaz bir
gerçektir. İşte böylesi bir duruma düşmemek, Avrupa
standartlı siyasi ve toplumsal bir istikrarlılık sağlamak,
yabancı unsurlara karşı tedbirler almak ve göç meselesiyle
ilgili bir strateji belirlemek için Batı, göç meselesini belli
açıdan inceledi. Batı, baktığı açıya Karşılıklı Kültür
Bakışı adını verdi. Bu kavram bir toplumun başka bir
toplumla tanışması veya bir kültürün farklı bir kültürle
kaynaşmasından doğan değişiklik demektir. Batı buna üç
ayrı aşama mekanizması belirledi:
1-
Segregasyon
2-
Entegrasyon
3-
Asimilasyon
Göç
meselesine ilişkin belli bir strateji belirlemek üzere yapılan
inceleme ve araştırmalar sonucunda Batı, bu üç maddeden
ikincisini seçti. Bu yüzden Batı'nın bakış ve stratejisini
anlamak için önce entegrasyon vakıasını incelemek gerekir.
Entegrasyon
Batı,
ister siyasi, ister sosyal isterse kültürel olsun entegrasyon adı
altında iki ayrı kültürü mecz ettiğini/birleştirdiğini veya
başka kültürden kısmen etkilendiğini iddia etmektedir. Her ne
kadar Batı entegrasyon için uğraştığını iddia etse de, onun
gizlediği gerçek ve gerçekleştirmek istediği asıl amacı
entegrasyon değil asimilasyon. Zira Batı'da yaşayan herkes, yegane egemen kültürün, ilişkileri ve nizamları oluşturup düzenleyen
fikir ve duygu topluluğunun, hatta hayatın her alanında Batı kültüründen
başka bir şey görmez ve onda başka kültürün hiçbir eseri ve
etkisi yoktur. Acaba sömürgeci kafir Batı karşılıklı kültür
etkileşiminin gereği olan entegrasyon sahtekarlığını nasıl
iddia edebilir?! Acaba Batı, İslam'ın değerlerinden etkilenip,
İslam'ın mefhum, ölçü ve kanaatlerinden bir şey almış
mıdır?! Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, sömürgeci kafir Batı,
Müslümanları entegrasyon adı altında kapital ideolojisinde
var gücüyle asimile etmek ister. Belki de Amerika ve
İngiltere'nin Irak'taki Müslümanlara karşı açtığı savaş
bir haçlı seferi olup, İslam'a ve bütün Müslümanlara karşı
hadaretsel ve kültürel bir savaştır. Allah-u Teala şöyle
buyuruyor:
“Onlar
eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size
karşı savaşa devam ederler.” (Bakara 217)
Üstünlük
ve böbürlenme hastalığından dolayı kafir Batı (kültürel)
entegrasyona davet ederken, kültür teriminin anlamını
saptırıp, her ümmetin özel bir kültüre sahip olduğunu kabul
etti. Aynı sebepten dolayı İslam'ın; yönetim, ekonomi, içtimai
ve siyasi gibi alanları oluşturan fikri kaideden fışkıran
farklı ve kendine has bir kültür olduğunu görmemektedir. Yani
Batı, İslam'ı tamamen hiçe sayıp hazmetmektedir. Bunu da gayet
bilinçli olarak yapmaktadır. Bu bakımdan saptırılmış ve tek yönlü
bir kültür anlayışı üzere kurulan entegrasyon teorisi tamamen
yanlış bir tezdir. Aynı zamanda kendi kendine çelişmektedir.
Aslında
Batı'nın gerçekleştirmek istediği şey Müslümanların sadece
onun kendi kanun ve nizamlarına uyup boyun eğmeleri değil, Müslümanların
Batı hadareti ve kültürünü alıp benimsemesi ve onlara
benzemesidir. Allah-u Teala ne güzel tasvir etmiştir onların
vakıasını:
“Ehl-i
kitaptan çoğu, hakkı kendilerine apaçık belli olduktan sonra,
sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan
vazgeçirip, küfre döndürmek ister.” (Bakara 109)
Zira
Batı bunu yaparken, kültürü alıp benimseme vakıasını,
uygulanmakta olan kanuna uyma vakıası ile kasıtlı olarak karıştırmaktadır.
Batı'nın İslam'a ve Müslümanlara anlaşılmayan bir kin ve
nefret duyarken, Müslümanların da din, hadaret, kültür ve
İslam'ın yaşayış tarzından vazgeçip, kendi hadaret ve yaşayış
tarzına göre entegre edilerek tamamen batılılaşmasını
istemesi insaf anlayışına sığmaz. Burada kültür ile
uygulanmakta olan kanuna uyma arasındaki farkı idrak etmemiz
gerekir. Çünkü bir kültür, baskı yapılarak, kanun çıkartılarak
veya dikte edilerek alınmaz. Aksine kültür, sahih olup aklın
doğruluğuna kanaat getirmesinden sonra benimsenir. Uygulanmakta
olan kanuna uyma meselesine gelince; onun egemenliği altında
yaşayan herkesi bağlar. Bunun ikna veya benimseme ile hiçbir
ilgisi yoktur.
Batı'nın
'kültür' terimini; uygulanmakta olan kanunlarla ve 'hadaret'
mefhumunu da medeni şekillerle bilinçli olarak karıştırması,
iki ayrı vakıayı idrak edemediği veya birbirinden ayırt
edemediği için değildir. Bunun asıl nedeni onun İslam
hadaretini tanımadığı içindir. Çünkü Batı, ideoloji
olan kapitalizmi insanın en mükemmel fikir bulgusu, çelişkili
hadaretlerin ve tarihin nihai noktası olarak görür. Zira Batı'nın
baktığı mikroskopta kendi hadaret, kültür ve yaşayış
tarzından başka bir şey bulunmaz.
Göç
ile ilgili yapılan araştırma ve uluslararası raporlara göre,
entegre edilmek istenen ve Batı'da ikamet eden Müslümanların
sayısı 2050-2060’lı yıllarda Avrupa nüfusunu tehdit edecek
çok tehlikeli bir pozisyona gelecektir. Buna "Demografik
patlaması" adını verirler. İşte bu rakamlar Avrupa’nın
Müslümanları neden entegre etmek istediğini açık ve net
şekilde ortaya koymaktadır. Batı'nın entegrasyon
aracılığıyla dikte ederek çağırdığı şey Müslümanların
İslam akidesi, hadareti ve kültüründen vazgeçip, Batı kültürü
ve hadaretini benimsemesidir. Batı toplumuna göre entegre olmak
demek; Batı'nın yaşayış tarzına tamamen uymak, amellerde
ölçü olarak da menfaatçiliği kabul etmek, onların dini, kültürel
ve hadaretsel özelliğinden dolayı kafirleri taklit etmek
demektir. Zira bütün bunların yapılması haramdır. Allah-u
Teala şöyle buyuruyor:
“Hayır,
Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda
seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde
hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe
iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
Aişe
(r.anha) rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurur:
“Kim
bizim işimize -dinimize- uygun olmayan bir iş yaparsa o red olunur.”
(Müslim)
Ve
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Sonra
da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin
isteklerine uyma.” (Casiye 18)
Burada
şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İçeriği asimile olup ambalajı
entegrasyon olan bu çirkin kültürel saldırının tek ve yegane
hedefi Allah'ın insanlık için razı olup beğendiği İslam ve
İslam akidesidir. Nihai hedef ise İslam akidesini saptırarak
tahrip etmek ki, şahsiyetsiz, İslam akidesinin pratik hayatla hiçbir
bağlantısının olmadığı ve İslam akidesinin hayatında hiçbir eseri ve etkisi bulunmayan Müslüman tipi olsun.
Müslüman
bir kimsenin amelleri hangi şartlar altında bulunursa bulunsun ve
hangi hallerde olursa olsun mutlaka şer-i hükümlere kayıtlı
ve sınırlıdır. Yani Allah'ın emir ve yasaklarına göre hareket
etmesi gerekir. Batı'nın entegrasyon aracılığıyla İslam
ümmetini, ideolojik ve fikri olarak acımasızca ve vahşice yok
etmeye çalıştığı şu günlerde; Avrupa’da hedeflenen
Müslümanlar şunu çok iyi bilsinler ki, onlar İslam ümmetinin
bir parçası ve uzantısıdır. Bu ümmetin yegane bağlılığı
ve mensubiyeti İslam akidesidir.
“Nihayet
peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını
sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz
kimse kurtuluşa erdirilir.” (Yusuf 110)
|