Dünyaya
şöyle bir baktığımızda bir çok ülkenin (özellikle
Müslüman ülkelerinin) bir çok alanda, ekonomiden eğitime ve
teknolojiden bilime vs. geri kalmış olması dikkatleri
çekmektedir.
Afrika
ve Güney Amerika da geri kalmışlık bölgelerine göre farklı
sebeplere dayandırılabilir. Fakat Müslüman beldelerinde geri
kalmışlık tek esas üzerinedir.
Batı
kendi ülkeleri ile İslam beldelerindeki devletçikleri kıyaslama
yaparak bir yargıya varmaktadır. Batı tarafından medya
aracılığı ile kendi çıkarları doğrultusunda doğrudan veya
dolaylı bir yolla, geri kalmışlığın sebebinin İslam olduğu
insanlara yansıtılıyor.
Kasıtlı
olarak yürütülen bu propaganda ne yazık ki, Müslümanlar
üzerinde derin izler bırakmıştır. Müslümanlar, daha doğru-dürüst
tanımadıkları, çoğunun sadece ekranlardan ve duyumlarla tanıdığı
batı ülkelerini kendi ülkeleri ile kıyaslayarak batı
devletlerine haklılık payı çıkarmaktadırlar. Bundan dolayı da
İslam ülkelerinde İslami girişimler terk edilip demokratikleşme,
çağdaş, modernleşme alanına çekilmesi hedeflenip çalışması
yapılmaktadır.
İslam
ülkelerinde geri kalmışlığın suçlusu olarak daima İslam gösterilmiştir.
Okullarda, basında, hatta camilerde hutbelerde şeriatın geri
bıraktığını, dinin hayata etki etmesinin yanlış olduğu, dini
hayattan uzak tutarak aslında dini koruduklarını iddia ediyorlar.
Yani bir yerde din kişilerin vicdanlarına gömüldü. İslam; geri
kalmışlığı körükleyen, karanlık, vahşi, asan-kesen
şeklinde lanse edildi. Son dönemler buna terörizm de eklendi.
Dünya kamuoyu öylesine inandırıldı ki; İslam ancak terörist
insanlar yetiştirir, bu zihniyete sahip olanlar saldırgan ve hırçın
olur. Bu insanlarla bir arada yaşamak tehlikelidir. Buna zavallı,
aydın düşünceden yoksun Müslümanlar da inanmış olacak ki;
kendilerine göre, kafirlerin hoşnutluğunu kazanacak, onları
kızdırmayan bir İslami anlayış(!) ortaya koyuyorlar. İslam’ın
bütün emirlerine itaat yerine İslam’ın kenarında dolanıp
duruyorlar. Hatta bazı Müslümanlar artık Müslümanlığını
gizlemeye, ondan hiç bahsetmemekte özen göstermeye başladı.
Tabi ki; rejimin Müslümanları ve İslam’ı her alanda sürekli
olarak dışlaması Müslümanları rencide etmektedir. Müslüman
kesim bu halden kurtuluşu farkında olmadan Batının ve onların
ajan yöneticilerinin sunduğu çerçeve içerisinde onur kurtarma
yarışına girmişlerdir.
Batı,
Müslüman portresini; düzene ve ortama saygılı, her duruma ayak
uydurabilen, etkisiz, düşünemeyen saf Müslüman şeklinde düzenlemek
istiyor.
Burada
sormak gerekir; acaba gerçekler Batı’nın ifade ettiği gibi mi?
Yoksa geri kalmışlığın sebebi İslam’ın kanuni (nizam)
olarak hayatta uygulanmadığı ve yaşanmadığından mıdır?
Her
ne kadar bu soruyu İslam ve Hilafet’in tarihinden bahsederek
cevaplayacak kadar malzememiz çok olsa da konuya başka bir
perspektiften bakmak istiyoruz.
Bir
toplumun kalkınması veya geri kalmışlığı hayat, insan ve
kainat hakkındaki düşüncelerine bağlıdır. İnsanlar bu denklem
içerisinde yaşarlar ve bunlarla ilgili sahip oldukları düşünce
ve fikirlerle yükselir veya çökerler.
Faydalı
fikir ancak aydın düşünce ile elde edilebilir. Yüzeysel ve
derin düşünce yolu ile insanlar bir çok hususlarda ilerleme
kaydetseler de sağlıklı bir yaklaşım olmaz. Çünkü fikirler,
bir aydın düşünce sonucu kökleşir ve köklü olan fikir bir
toplum için her alanda en büyük servet haline dönüşür.
Maddi
zenginlikler, bilimsel, sanayi, buluşlar, icatlar vesaire
fikirlerden daha az öneme sahiptirler. Aslında bu hususlar insanoğlunun
sahip olduğu fikirlerden neşet etmektedir.
Bir
toplumun maddi serveti talan edilse dahi fikri servetini korumuşsa
tekrar ayağa kalkabilir. Fakat bir toplumun hayatla ilgili fikri
serveti çöküntüye uğramışsa, maddi servetini koruyabilmişse
de bu servet çabucak azalacak ve toplum fakirliğe sürüklenecektir.
Dışa bağımlılık ve sömürülmekten korunması mümkün değildir.
İslam beldelerinin içerisinde bulunduğu bugünkü durum gibi.
Bir
toplumun kaybolmuş bilimsel icatları, faydalı düşünce şekline
sahip olduğu müddetçe, tekrar kazanılabilir. Faydalı düşünce
biçiminin kaybolduğu zaman, icatlar ve buluşlar da
kaybolacaktır. Bu yüzden teknolojik alanda faydalı düşünce
sahibi bir çok Müslüman buluşlarını güvence altına alacak ve
onu geliştirip koruyacak bir devletten yoksundurlar. Bunların
faydaları Amerika ve sömürgeci güçlerin ellerinde şekillenip
tekrar öldürücü darbelere dönüştürülerek Müslümanlar
üzerinde denenmektedir.
Bu
yüzden ilk önce fikirlere odaklanmak zaruridir. Bu fikirler
topluma fayda sağlayacak her şeyi koruma altına alacak bir gücü
oluşturmayı da gerekli kılar. Yani devleti de içerir. Bu faydalı
düşünce biçiminden yola çıkarak maddi servetler elde
edilebilir ve bilimsel buluşlara, sanayiye, icatlara vs.
ulaşılabilir ve devletin desteği ile önemli mesafeler katetme
imkanı doğar.
Düşüncelerden
kasıt, bir toplumun karşılaştığı hayat meselelerine
getirdiği pratik çözümlerdir. Öyle ki; toplumun geneli her
hangi bir durumda bu fikirleri karar vermekte kullanabilmeli. Bunun
manası; toplumun sahip olduğu fikirleri hayata bağlantılı
kılmasıdır. Bu fikirlerin doğru şekilde kullanılması sonucu
faydalı düşünce şekli ortaya çıkar.
Bugün
İslam Ümmeti İslami düşüncelere sahip değildir. Bundan
dolayı kendilerini kalkındıracak, faydalı düşünce şekli de
mevcut değildir. Batının takipçisi olmalarından dolayı dışa
bağımlı bir konuma düşmüşlerdir. Batı taklitçiliği onlarda
olan teknolojik imkanları alma şeklinde değil, maalesef bütün
çirkeflikleri taklit etme şeklindedir. Teknoloji elde edince
koruma imkanları olup-olmadığı sorgulana bilir. Başlarında
bulunan kukla yöneticiler ve her hangi bir ideolojiye köklü bir
şekilde bağımlı olmamaları bunu imkansız kılmaktadır.
İstenilen teknolojik gelişmenin bir türlü İslam beldelerinde
tesis edilememesinin sebebi de budur. Var olan teknoloji de ya dış
sermayeye dayalı veyahut batının sömürü amaçlı kullandığı
fabrikalar şeklindedir. Bunu da bulundurmalarından maksatları;
ucuz işçilik, pazar alanı veya kaynakların o bölgelerden çıkıyor
olmasındandır. Petrol rafineleri ve orada elde edilen petrole
dayalı ürünler tümüyle yabancıların ellerindedir. O
zenginlikler veya petro-kimya teknolojisi dahi halka kolay kolay
yansımaz. Çeşitli şekillerde kukla yönetimlere verilen sınırlı
teknolojik bilgiler zamanı gelince ya geri alınmakta veya BM’ler
gibi kurumlarla imha edilmektedir. Irak’ta, Pakistan’da olduğu
gibi. Demokrasisi ve çağdaşlığı ile kokuşmuş düzen sahibi
Türkiye dahi teknolojik ve bilimsel alanda tarihe geçecek hiçbir
şeyin altına imza atmış değildir. 80 yıldır ne halkını
kalkındırabilmiş ne de sıkıntıdan kurtarabilmiştir. Zaten ne
yöneticilerin böyle bir amacı var, ne de batılıların. Onlar
karşılarında sürekli çökmüş bir toplum görmek istiyorlar.
Bundan dolayı işgal edilen Afganistan, Irak gibi yerlerde bilimsel
alanda ne var ise yok edilmektedir. Bu alanda faydalı olacak
kişilerse cazip ücret karşılığı Batı teknolojisine kazandırılmaktadır.
Diğer
bir yönden, bir önceki nesilden günümüz nesline İslami veya
gayri İslami herhangi bir fikir miras bırakılmamıştır. Dolayısıyla
bu neslin ülkelerinde fazlasıyla maddi imkanlara sahip olmasına
rağmen fakirlik içerisinde yaşayacak olması doğaldır.
Günümüz
İslam nesli kendilerine fayda sağlayan İslami düşüncelerden ve
herhangi düşünce biçiminden çok uzaktadır. Yani kendilerine ne
İslam ideolojisi bir hayat sistemi ve düşüncenin kaynağı
olarak bırakılmış, ne de (İslami haytan uzaklaştıktan sonra)
Kapitalizm veya Komünizme dair köklü düşünce yapısı
bırakılmış değildir. Bir anlamda karışık bir zihniyet doğmuştur.
Onlara İslam, akademik bir felsefe olarak miras kaldı. Tıpkı
Yunanlılara Aristoteles ve Plato’nun felsefelerinin miras kaldığı
gibi. Aynı zamanda Müslümanlar İslam’ı bir takım ritüeller
(namaz, oruç, ibadetler) ve dini dogmalar olarak miras edindi. Tıpkı
Hıristiyanların Hıristiyanlığı miras edindiği gibi. Bu
kısır anlayış Müslümanları Batının sömürgesi kılmıştır.
Bu şekilde de ilerleme hiçbir zaman gelmeyecektir.
Müslümanlar
için bu karanlıktan kurtuluşun çözümü; İslam akidesinden
kaynaklanan fikirleri köklü bir şekilde hayat ölçüsü olarak
almaktan geçer. Böylece faydalı bir düşünce yapısı ve
Hilafet sistemiyle şerefli bir hayata kavuşmuş olurlar…
|