Hamd
Allah'adır. Biz O'na hamd ediyor ve O'nun yardımını ve zaferini
bekliyoruz. Allah’ın doğru yola ilettiği kimseyi hiç kimse
saptıramaz. O'nun saptırdığı kimseyi de hiç kimse doğru yola
iletemez. Şahitlik ederiz ki, Allah'tan başka ilah yoktur ve yine
şahitlik ederiz ki, Muhammed (sav) O'nun salih kulu ve kerim Resulü’dür.
Biz
Müslümanlar hangi ülkede olursak olalım, İslâm’ın
mevcudiyetini, yani İslâmi ahkamın uygulanır halde olan ülkenin
mevcudiyetini, inşa etmediğimiz müddetçe, söz konusu zulmün
boyunduruğundan kurtulmamız mümkün değildir. Fakat bu çok
çetin ve büyük sabır gerektiren, aynı istikamette giden dava
erleri için, bu uğurda karşılaşacakları bir takım zorluklar
vardır ki, bunlar (zulümler) onun davasına olan şevkini daha da
artıracak ve kafirlerin istedikleri sonucun tam tersi vuku
bulacaktır. Bizim yegane önderimiz olan Allah Resulü Muhammed (sav)
bizim için en güzel örnek değil midir? O ki, her türlü
hakarete, boykota ve işkenceye maruz kalıpta, zerre kadar taviz
vermedi, aksine Tebbet Suresini o müşrik Ebu Leheb’in suratına
okumaktan hiç çekinmedi.
“Ebu
Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona
fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı
olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde
karısı da (ateşe girecek).” (Tebbet Süresi)
Ya
o güzide Ashabına (r.anhum) ne demeli, Mekke'de (henüz İslam
Devleti mevcut değildi) hiç bir rahat yüzü görmediler.
İmanlarından zerre kadar taviz vermediler. Bu yüzden her türlü
zulmü hatta ölüme kadar giden işkence çeşitlerini bizzat
yaşadılar. (Sümeyye Hatun’da olduğu gibi. Allah onlardan razı
olsun).
İşte
tahakkuk etmiş olan bütün bu zulümler Allah Resulü ve Ashabını,
davalarından vazgeçirebildi mi, tabii ki hayır, aksine o zamana
kadar hiç görülmemiş bir ilki Allah’ın izni ile gerçekleştirdiler.
Medine'de temelleri o kadar sağlam olan bir devlet kurdular ki,
Allah’ın izni ile ilk altı asır hiç bir savaş kaybetmedi, 13
asır yani 1918'e kadar mevcudiyetini korudu. Neticede bu bize gösterir
ki, zulüm asla mümini çökerten bir faktör değildir. Aksine onu
davasında güçlü kılar. Müslüman’ın gayesi Allah rızası
olduktan sonra O'na gönül verip onun haricinde kimseden korkmaz ve
ölümlerin en güzeli olan şehitlik mertebesini arzu eder. Evet bu
konunun böyle olduğunun delilini Resulullah (sav) ve Ashabı
Kiramın yaşantılarından, Siyer kitaplarından görebiliriz. O
açıdan Allah’u Teala’nın şu sözüne kulak vererek, bizim
şu anki konumumuzu ele almaya çalışalım.
“(Ey
müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına
gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı
ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın
yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı
yakındır.” (Bakara 214)
Allah'u
Teala müminin göz önünde bulundurması gereken çok önemli ve
can alıcı noktalara değiniyor. Cennet nimetinin hiçte öyle
kolay kazanılmayacağını gözler önüne seriyor. Ve bilhassa
dava erinin, yani davasını ölüm kalım meselesi olarak ele alan
müminin karşılaşabileceği her türlü zulmün karşılığında,
Allah'u Teala'nın vaat ettiği cennetini kazanma müjdesini de aynı
zamanda zikrediyor. İşte bunun bilincindeki mümin, yapılan zulümlerin
sadece ve sadece davasını pekiştiren ve onu motive eden bir faktör
olarak algılar. Dolayısıyla bu gerçeği sadece sözde bırakmayıp
bilfiil yerine getirir, hiç bir kınayıcının kınamasından
korkmaz, aksine sadece Allah'u Teala'dan korkar. O'nun nusretinden
ve tevfikinden kesinlikle umudunu kesmez. Aksine yakın olduğunu
bilir ve umut eder, yoluna devam eder.
Maalesef
günümüzde bir takım gruplar, bu gerçeği hiç bilmiyorlarmış
gibi, zulmün kendisinden kaçıp zalimin boyunduruğuna girebilme cüretkarlığını
gösterebiliyorlar. Allah'u Teala'nın azabından çekinmeden,
zalimlerle dostluk kurarak onların şerlerinden emin olmak
istiyorlar. Halbuki Allah’ın azabı çok daha şiddetlidir. Hatta
vakıayı saptırıp, Ümmeti Muhammed'i hiç muhasebeye tabi
tutmayan, devamlı bir şekilde zalimin zulmünden korkan, birer uyuşuk
Müslümanlar haline getirmek istiyorlar. Halbuki mümin için
dünya sadece geçici mekan olup Allah'u Teala'nın rızasını elde
etmek için bir vesile unsurudur. Ve yine mümin şunu çok iyi
biliyor ki, ölüm illa bir gün tahakkuk edecektir ve bunun da
şehitlik olmasını çok arzu eder. Şehitlerin Efendisi Hz. Hamza
ve kıyamete kadar zalim idarecilere hakkı söyleyişte bu uğurda
öldürülen olduğunu mümin gayet iyi bilir. Zulmün bir dava eri
için ne ifade ettiğini görüyoruz. Biz şuna hiç şüphesiz iman
ettik ki, şayet biz Müslümanlar olarak Allah ve Resulünün
yolunu takip eder ve sebat edersek, inşallah Allah (cc) bize en
kısa zamanda İslam Devletinin hakim oluşunu gösterecektir. Bu
konuda hiç kuşkumuz yok. Zaten bir düşünün şöyle, Allah'u
Teala'ya inanan ve O'nun hükmünü hakim kılmak isteyen mi
muzaffer olur, yoksa Allah'u Teala'ya inanmayıp onun hükmüne karşı
gelen mi? Tabi ki inanan ve O'nun hükmünü hakim kılmak isteyen
kesinkes zafere ulaşan olacaktır. İnşallahu Teala. Kısacası, zülüm;
Müslüman’ı davasından vazgeçirecek bir unsur değildir.
Aksine davasına daha sıkı ve samimi sarılmasında ve Allah'ın
rızasını kazanmasında bir etken olarak karşımıza çıkar.
Allah'u Teala'dan en kısa zamanda, İslam’ı yeryüzüne davet ve
cihat yoluyla taşıyacak ve Müslümanları çekmiş olduğu zulüm
ve entrikalardan kurtaracak İslam Hilafet Devletini nasip etmesini
diliyorum.
İnşallah
meseleleri en iyi şekilde idrak eden, daha sonra yaşayan ve
nihayetinde başka insanlara taşıyan Müminlerden oluruz . (Amin)
|