İtiraz
ediyorum, hepimiz karnımızdan konuşuyoruz. Çünkü derin
güçlerden korkuyoruz... 40. odaya girmekten, birilerinin öfkesini
üzerimize çekmekten korkuyoruz. Çünkü karşımızda eli
silahlı, kendilerinden hesap sorulamayan derin bir güç var...
Kendi vatandaşını düşman gören, ona karşı psikolojik savaş
taktikleri uygulayan bir güç bu.
Binlerce
faili meçhulün, iç kargaşaların arkasındaki asıl güç de bu.
Elleri,
kolları her yere uzanıyor. Sizin işadamı dediğiniz işadamı
değil aslında, sanatçı dediğiniz sanatçı olmadan önce başka
bir şey, gazeteciliği, sanatçılığı yan işi. O sadece bir
maske… Sizin bürokrat ya da yargıç, bilim adamı ya da
politikacı sandığınız adamın daha derin görevi var.
Bir
avuçlar, ama çok etkinler. Gizli anayasa, gizli kanun ve gizli
yönetmelikler neyin nesi yoksa!
İşin
merkezinde de derin aile var tabii ki... Yoksa siz hâlâ laik,
demokratik bir cumhuriyetle mi yönetildiğimizi sanıyorsunuz...
Söylenmeyen/söylenemeyen
o kadar çok şey var ki, bu ülkede.. Korku dağları tutmuş. Bir
avuç azınlık her şeye hükmediyor. Terör, irtica, ne ararsan
var bunlarda..
Selam
ve dua ile...
(özet)
Yorum:
Türkiye’de “Derin Devlet” gerçeği yeni değildir.
Cumhuriyetin kurulmasından önce örgütleşen bu örgüt
cumhuriyetle beraber bütün köşeleri işgal etmiştir. Seçimler,
kurulan iktidarlar bu örgütün tamamen kontrolü dahilinde
gerçekleşmektedir. İç ve dış siyaset güdümlerindedir. Tayyip
Erdoğan’ı iktidara taşıyan da onlardır. “Derin devlet”
karşısında örgütlenmiş hiç bir kuruluşa tahammülü yoktur.
Buna aşiretler, Atatürkçü, ulusçu, milliyetçi, liberal, solcu,
komünist guruplar da dahildir. Her hangi bir şekilde kendisine
dokunacak her şeyi yıkma kararlılığı içindedir. Dünya
siyasetinde izledikleri yol ise; bölgesinde varlığını sürdürme,
menfaatine dayalı siyaset izlemedir. Sabetayistlerden oluştuğu
tahmin edilen bu gurup İttihat ve Terakki çatısı altında ilk
“Sabetayist Yahudi Devletini” Türkiye’de kurmuştur. İsrail
varlığı ise daha sonra kurulmuştur. Yahudilerin kendi aralarındaki
fitne ve fesadın da bulunmasından dolayı Türkiye ve İsrail
Yahudileri bir çok hususta ihtilaf halindedirler.
Yahudilerin
fikir babaları, sermayeleri, her alanda rahat hareket alanları Türkiye’dir.
İsrail Türkiye kadar emniyetli değildir. Bunun kanıtı; siyasi,
ekonomik ve askeri alandaki gelişmelerin kimler tarafından
yönetildiğine bakılması kafidir. Dünyanın bir çok bölgesine
(özelde İslam beldelerine) İslam düşmanlığını körükleyici
fikirler Türkiye üzerinden taşınır. Yinede İsrail’in en yakın
dostu Türkiye’dir.
Yahudi
sözcülerinden Mahir Kaynak, katıldığı bir açık oturumunda
şu ifadelere yer veriyordu: “Bölgede Yahudi dostu bir Kürt
devletinin kurulmasına hiç ihtiyaç yok. Yahudilerin bölgedeki en
yakın dostları Türkiye Devletidir.”
Korku
konusunda Dilipak, gerçeği yansıtıyor. Azınlıkta olan bu gurup
saldığı tehdit ve yıldırma politikası ile her kesime korku
salmış. Onlar hiç bir kanun nizam tanımazken korku saldığı
kesim ise tam tersine kanun ve hukuka öylesine bağlı ki, onlardan
kat kat fazla sadakat gösteriyor, hukukun arkasına sığınarak
meselelerini çözmeye çalışıyorlar. Bu kesimse genellikle
Müslümanlardan oluşuyor. Uyum yasaları onları biraz daha
anayasaya bağlılığı sağlamıştır. Başbakanlık, bakanlık,
vali, kaymakam, polis gibi bir çok kesime yerleşen bürokrat
Müslüman kişilikler mevcut olmasına rağmen her nedense “Derin
Devlet” daha da kökleşiyor. Bunun nedeni galiba Müslümanların
bugünkü anayasalara daha bağımlı olması ve rejimlerden korkuyor
olmasına bağımlıdır.
Allah
korkusu yerleşmedikçe, Şeri hükme insanlar yönelmedikçe
kalplerindeki korku yok olmayacaktır. Müslümanları Allah’tan
korkmaya ve küfür sistemlerine karşı gelmeye çağırıyoruz.
Derin devleti yıkacak olan ancak İslami hayata yönelmek, Hilafet’i
ikame etmek ve bunun için gerekli olan yapılanmayı sağlamaktır.
Yorum:
11 Türk Askerinin Irak'ta Amerikan Askerleri Tarafından Esir
Alınması Hakkında
Bilindiği
gibi, 04 Temmuz'da Irak'ın Süleymaniye kentinde bulunan TSK
İrtibat Bürosunda bulunan 11 subay ve beraberlerinde bulunan diğer
bazı kişiler Amerikan askerleri tarafından tutuklanarak önce
Erbil'e sonra Bağdad'a götürüldü.
Haberlerde
olayın şöyle meydana geldiği bildirildi: Önce öncü bir
Amerikan askeri birliği büroya çay-kahve içmek üzere misafirliğe
geldiklerini söylediler. İkramlardan sonra birden Amerikan
askerleri silahlarını çekerek herkesin tutuklu olduğunu söylediler.
Sonra Türk askerlerinin başına çuval geçirip ellerini
kelepçeleyerek tutukladılar. Büroya büyük hasar verdiler ve
içindeki tüm materyalleri aldılar.
Bu
askerler sıradan askerler değildi. Öncelikle bunlar subaydı ama
sıradan subaylar değildi. Çünkü bunlardan 7'si Genelkurmay
İstihabatının elemanlarıydı. 3 tanesi de Türkiye'deki en
tehlikeli askeri-istihbarat grubu olan eski adıyla "Özel Harp
Dairesi" yeni adıyla Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın
elemanlarıydı.
Öyleyse
bu tutuklama basit bir tutuklama değildir. Buna binaen bu
tutuklamanın Talabani, Barzani veya benzer bir başkası
tarafından yapılmış olması mümkün değildir. Hatta Amerikalı
yerel komutanların emriyle yapılması da mümkün değildir.
Nitekim bu durum, aslında savaş sebebidir. Sonuç itibariyle bunun
doğrudan Amerikan üst düzey askeri yetkililerinden veya Amerikan
yönetiminden, bilhassa Dışişleri Bakanlığı veya Savunma
Bakanlığı'ndan gelen bir emirle yapıldığı anlaşılmaktadır.
Peki
bu tutuklama ne anlama geliyor? Bunun Amerika'nın bölgeyi yeniden
şekillendirme planının Türkiye parçasını oluşturan bir adım
olması muhtemeldir. Nitekim Amerika'nın Türkiye içerisinde
düzenleme ihtiyacı hissettiği en önemli kurum, Türk Silahlı
Kuvvetleri'dir. TSK'da son dönemde icra edilen düzenlemeler ki,
bunlar asker azaltımı, askerlik süresinin kısaltılması ve
terfi sisteminin değiştirilmesi gibi çok önemli
düzenlemelerdir, bu düzenlemeler ile bu tutuklamalar arasında
doğrudan bir bağlantı olduğuna işaret etmektedir.
Son
dönemde PKK-KADEK'in faaliyetlerini (mesela; Tunceli valisine
suikast girişimi ve 2 askerin öldürülmesi ile Bingöl'de yaşanan
çatışmalar) yoğunlaştırması da aynı hususa delalet
etmektedir. Zira bu yolla hem Amerika Türkiye'yi bu şekilde tehdit
ederek daha fazla düzenleme yaptırmak ve daha fazla taviz koparmak
istemekte ve aynı zamanda 30 Ağustos'ta yapılacak olan Yüksek
Askeri Şura toplantısında açıklanacak generaller listesinin
kendi istekleri doğrultusunda hazırlanması için baskıda
bulunmaktadır. Nitekim o tarihte bazı komutanlar emekli olacak,
bazıları terfi edecek ve bazılarının da görev süresi uzatılacaktır.
Bu
olay üzerine, görüntü şeklinde olsa da -tepkisel olarak- AKP
yetkilileri sert açıklamalar da bulundular. Fakat bu şüphesiz
gerçekçi değildi. Zaten askerlerin serbest bırakılmasından
sonra, Amerika ile olan dostluk ilişkilerinin ve stratejik
işbirliğininin (daha önce stratejik ortaklık diyorlardı.
Tezkerenin mecliste reddedilmesi bahanesiyle bazı önemli Amerikan
yetkililerinin Türkiye karşıtı tavırlarından sonra bu tabir,
stratejik işbirliği olarak değişti) devam edeceğine yönelik
iyimser açıklamaları, onların tepkilerinin yalandan ibaret
olduğunu açığa çıkarmıştır. Tutuklananların AKP hükümetinin
girişimleri ile serbest bırakılması ve sonrasında Özkök ve
Büyükanıt gibi en üst düzey askeri yetkililerin Amerika'yla
dostluk ilişkilerinin süreceğine yönelik açıklamaları ise,
Amerikan cephesinde iki kazanca yol açmıştır. Hem askerler
Amerika'nın mesajını aldıklarını ve isteklerinin yerine
getirileceğini kısmen işaret etmişlerdir ve hem de AKP hükümeti,
sorunu çözerek (!) popülaritesini artırmıştır.
Tüm
bunlara rağmen, Türkiye Devleti, -hükümet ve ordu olarak-
bütünüyle Amerika'nın kontrolüne henüz girmiş değildir. Her
ne kadar AKP hükümeti, Amerika'nın "yeni ajan
siyasetine" mutabık hareket etse de, askeriyye için aynı
şeyi söylemek şu an itibariyle mümkün değildir. Dolayısıyla
Amerika; "Kürt meselesi", "Kıbrıs sorunu",
"Avrupa Birliği", "Ekonomik kriz", "Terör
özellikle PKK-KADEK" ve diğer benzer meseleleri istiğlâl
etmeyi sürdürecektir, ta ki Türkiye kendisine bütünüyle hizmet
eden ve isyan etmeyi aklına dahi getirmeyen bir yapıya bürünsün!
Dr.
Ali Said
Arafat
Sonrası İhanetin Yeni Adı: Âbu Mazin
Arafat
ile başlayan ihanetin halefi Âbu Mazin, dün (4 Temmuz'da) resmen,
gaspçı yahudi varlığına olan sonsuz sadakatini taahhüt etti ve
niyetinin, hakikatte kendilerine ait olan İslam topraklarından
vazgeçmeyi reddeden Müslümanlara karşı bir muharebe
olmaksızın saldırılar gerçekleştirmek olacağına söz verdi.
Ürdün'deki
toplantı da Mahmud Abbas (Âbu Mazin), İslam'a karşı Savaş'ın
mimarı başkan Bush'un muvafakati altında, savaş suçlusu mücrim
Şaron'un kanlı ellerini sıktı. Âbu Mazin, İsraillilere
saldıran Müslümanlara karşı, "şiddetle karşılık"
vereceğine ve İntifada'nın sona ereceğine dair söz verdi. Şöyle
dedi: "Tarih boyunca Yahudilerin acı çekmelerini,
görmezlikten gelmeyeceğiz. Şimdi, tüm bu acılara bir son
vermenin vaktidir."
Müslümanların
çektikleri acılar ne oluyor? Bu suni İsrail varlığının peydah
olmasına yol açmak üzere, Müslümanları evlerinden kovmak için
dökülen tüm o nezih kanlar ne oluyor? Mülteci kampları olarak
bilinen çöplüklerde büyüyen ve suyollarında oynarken, yahudi
snaypırların (keskin nişancıların) ateşiyle vurulan Müslüman
çocuklar ne oluyor? Elini öylesine sıcak bir şekilde
sıktığın adam tarafından gerçekleştirilen katliamlardan sağ
kalmış dul kadınlar ve yetim çocuklar ne oluyor?
Filistin'in
Müslümanlarını bizatihi yahudilere teslim etmeyi tercih eden
aşağılık bir adamdan başka ne umabiliriz ki? Velâkin bu toprağın
-her bir karışı- İslam Ümmeti'ne aittir ve ister Âbu Mazin
veya isterse bir başkası olsun, hiçbir kimsenin bunun herhangi
bir parçasını teslim etmeye hakkı yoktur!
Müslümanlar,
barış kisvesine giydirilmiş bu haksızlık ve hakareti nasıl
kabul ederler? Müslümanların kendilerine ait olan bu
toprakların, “barış için mübadele” denilerek teslim
edilmeye başlanmasını kesin olarak reddetmeleri gerekmez mi? Müslümanlar,
"barış" mübadelesinde hanımlarını ve kızlarını da
yahudilere teslim etsinler mi?! Onlar, "barış" mübadelesinde
Kâ'be'yi ve bütün çevresini de yahudilere teslim etsinler mi?!
Yoksa barış için topraklarını ve evlerini de teslim etmeleri mi
gerekiyor?
Filistin
toprağı, Halife Ömer İbn el-Hattab [RadiyAllahu Anh]
tarafından İslam'a açıldı. O toprağın ahalisi, kitleler
halinde İslam'a dahil oldu. Kan dökmekten ve zulümden başka bir
şey getirmeyen Haçlıların iki saldırı dönemi hariç, hep
müslümanların kontrolü altındaydı. Bugün Kâfir yeniden bu
İslam toprağını işgal etmiş ve Müslümanlar üzerine kandan
ve acıdan başka hiçbir şey getirmemiştir.
Âbu
Mazin, hezimete uğramış zayıf akıllı hainleri temsil
etmektedir. Batı'nın uşağı olarak kendi şahsi menfaatleri için
çalışmakta ve Filistin Devleti olarak bilinen, onlar için hazırlanmış
hapishanede Müslümanların üzerinde bekçilik yapmaktadır.
Şayet
bugün Âbu Mazin'in ihanetinde başarılı olmasına müsaade
edilirse, her taraftaki Müslümanlar farkında olsunlar ki, onun
adımlarını takip etmek isteyen daha birçok hainler vardır.
Yahudiler, Filistin'in tamamını almada muvaffak olurlarsa,
Medine'nin de yahudi toprağı olduğunu ve onun üzerinde haklarının
bulunduğunu iddia etmelerini durduracak olan şey nedir? Hiç şüphesiz,
Suudi Arabistan'ın hain kralları, gerekli kırtasiyeciliği
yapmaktadırlar. Öyle ki onlar, büyük anları geldiğinde,
sıkıca hazırlanmış olacaklardır.
Bugün
herkesin açıkça görmesi gerekir ki, Barış Süreci; işgalci
yahudi varlığını sağlamlaştırma sürecinden başka bir şey
değildir. Bu, Ümmetin ve kaynaklarının üzerindeki Amerikan
ihtiraslarına matuf ileriye dönük bir takviye sürecidir.
Öyleyse, yılların şu sömürgecilik prangalarını parçalayarak
öne atılacak olan kimdir? Selahaddin Eyyubi ve Sultan İkinci
AbdulHamid gibi bu Ümmetin kerim evlatlarının halefi kim
olacaktır? Bilinmelidir ki, böylesi bir liderlik ancak ve sadece
kuvvetli Hilafet Devleti'nin yeniden kurulmasıyla gelebilecektir...
Kaynak:
www.1924.org