Ana Sayfa YIL 14  SAYI 164-165  C. AHİR/RECEP 1424  AĞUSTOS/EYLÜL 2003 E-Mail

HABER - YORUM

Hilafet Dergisi

Org. Kılınç: "Hilafet ve Şeriat Arayışında Olanlar Var"

Anadolu Ajansı 25 Ağustos 2003

 

Ankara - Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, "80 yıllık laik Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk milliyetçiliği anlayışında tek devlet, tek ulus, tek dil, tek bayrak ülküsünü daha da güçlendirerek devam ettirmesi gerekirken halen Hilafet ve Şeriat arayışında olanların bulunduğunu" söyledi.

Orgeneral Kılınç, MGK Genel Sekreterliği’nde gerçekleştirilen törende yaptığı konuşmada, ulusal konularda tek yumruk olabilmenin önemine rağmen, Türk toplumunun ülkü birliğinde zorluk çektiğini belirterek, tek kelimeyle çağdaşlaşmanın temeli olan Atatürkçü düşünce sisteminin henüz toplumun her katmanına yayılamadığının bir gerçek olduğunu söyledi. Orgeneral Kılınç, şöyle devam etti:

"80 yıllık laik Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk milliyetçiliği anlayışında tek devlet, tek ulus, tek dil, tek bayrak ülküsünü daha da güçlendirerek, devam ettirmesi gerekirken halen Hilafet ve Şeriat arayışında olanlarımız var.

Birlik ve beraberliğimizin bizi çağdaşlığa taşımasını istiyorsak, en akılcı inanç sistemi olan dinimiz dahil, kültürümüzün sağladığı harçlarla Yüce Atatürk'ün düşünce sistemi, ilkeleri, özellikle laik cumhuriyet yapımız çerçevesinde bütünleşmemizin gerekliliğine inanmaktayım."

 

Yorum: 80 yıldır zoraki Müslümanları demokrat, laik, cumhuriyetçi yapmak isteyen düzen koruyucuları her fırsatta İslam’a olan kinlerini ağızlarıyla kusmaya devam ediyorlar. 80 yıldır sürekli bunun üzerinde duruyorlarsa demek ki, halk bu sistemi benimsemiş değildir. Nitekim kendisi de Atatürk ilkelerinin, toplumun tüm katmanlarına inmediğinden dert yanıyor.

Müslümanlar bu ilkel düzenle sürekli aşağılandılar, dışlandılar, onurlarıyla oynandı. Devamlı en aşağı derecede görüldüler. Malları sömürgecilere peşkeş çekildi, kendileri milyarlarca dolar borç altına itildi, vergilerle boğuldular, geçim derdi için oradan oraya savruldular. Namusları ayaklar altına alındı, inançlarına pervasızca saldırıldı. Bütün bunlardan sonra Müslümanların ne demelerini bekliyor bu sömürge bekçileri.

Elbetteki Müslümanlar kendilerini geçmişte onurlu kılmış olan sistemlerine geri dönmek isteyecektir. Çünkü o sistemle (Hilafet düzeniyle) dünyada onurlu ve şerefli idiler. Dünya milletleri üzerinde etkin rolleri vardı. Eğer bu ümmet Hilafet’i yeniden istiyorsa bu günkü düştüğü bataklıktan kurtulmak için istiyor.

Ey sizler (asker erkanı, paşalar)! Küffara yaptığınız bugünkü hizmetçilik yerine izzet dolu bir hayatı istemez misiniz? Öyle ise; geçmişle 80 yıllık döneminizi bir karşılaştırma yapın ve buyurun Hilafet’i yeniden ikame etmeye…

 

Söylenemeyen

Abdurrahman Dilipak

 

İtiraz ediyorum, hepimiz karnımızdan konuşuyoruz. Çünkü derin güçlerden korkuyoruz... 40. odaya girmekten, birilerinin öfkesini üzerimize çekmekten korkuyoruz. Çünkü karşımızda eli silahlı, kendilerinden hesap sorulamayan derin bir güç var... Kendi vatandaşını düşman gören, ona karşı psikolojik savaş taktikleri uygulayan bir güç bu.

Binlerce faili meçhulün, iç kargaşaların arkasındaki asıl güç de bu.

Elleri, kolları her yere uzanıyor. Sizin işadamı dediğiniz işadamı değil aslında, sanatçı dediğiniz sanatçı olmadan önce başka bir şey, gazeteciliği, sanatçılığı yan işi. O sadece bir maske… Sizin bürokrat ya da yargıç, bilim adamı ya da politikacı sandığınız adamın daha derin görevi var.

Bir avuçlar, ama çok etkinler. Gizli anayasa, gizli kanun ve gizli yönetmelikler neyin nesi yoksa!

İşin merkezinde de derin aile var tabii ki... Yoksa siz hâlâ laik, demokratik bir cumhuriyetle mi yönetildiğimizi sanıyorsunuz...

Söylenmeyen/söylenemeyen o kadar çok şey var ki, bu ülkede.. Korku dağları tutmuş. Bir avuç azınlık her şeye hükmediyor. Terör, irtica, ne ararsan var bunlarda..

Selam ve dua ile...

(özet)

 

Yorum: Türkiye’de “Derin Devlet” gerçeği yeni değildir. Cumhuriyetin kurulmasından önce örgütleşen bu örgüt cumhuriyetle beraber bütün köşeleri işgal etmiştir. Seçimler, kurulan iktidarlar bu örgütün tamamen kontrolü dahilinde gerçekleşmektedir. İç ve dış siyaset güdümlerindedir. Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşıyan da onlardır. “Derin devlet” karşısında örgütlenmiş hiç bir kuruluşa tahammülü yoktur. Buna aşiretler, Atatürkçü, ulusçu, milliyetçi, liberal, solcu, komünist guruplar da dahildir. Her hangi bir şekilde kendisine dokunacak her şeyi yıkma kararlılığı içindedir. Dünya siyasetinde izledikleri yol ise; bölgesinde varlığını sürdürme, menfaatine dayalı siyaset izlemedir. Sabetayistlerden oluştuğu tahmin edilen bu gurup İttihat ve Terakki çatısı altında ilk “Sabetayist Yahudi Devletini” Türkiye’de kurmuştur. İsrail varlığı ise daha sonra kurulmuştur. Yahudilerin kendi aralarındaki fitne ve fesadın da bulunmasından dolayı Türkiye ve İsrail Yahudileri bir çok hususta ihtilaf halindedirler.

Yahudilerin fikir babaları, sermayeleri, her alanda rahat hareket alanları Türkiye’dir. İsrail Türkiye kadar emniyetli değildir. Bunun kanıtı; siyasi, ekonomik ve askeri alandaki gelişmelerin kimler tarafından yönetildiğine bakılması kafidir. Dünyanın bir çok bölgesine (özelde İslam beldelerine) İslam düşmanlığını körükleyici fikirler Türkiye üzerinden taşınır. Yinede İsrail’in en yakın dostu Türkiye’dir.

Yahudi sözcülerinden Mahir Kaynak, katıldığı bir açık oturumunda şu ifadelere yer veriyordu: “Bölgede Yahudi dostu bir Kürt devletinin kurulmasına hiç ihtiyaç yok. Yahudilerin bölgedeki en yakın dostları Türkiye Devletidir.”

Korku konusunda Dilipak, gerçeği yansıtıyor. Azınlıkta olan bu gurup saldığı tehdit ve yıldırma politikası ile her kesime korku salmış. Onlar hiç bir kanun nizam tanımazken korku saldığı kesim ise tam tersine kanun ve hukuka öylesine bağlı ki, onlardan kat kat fazla sadakat gösteriyor, hukukun arkasına sığınarak meselelerini çözmeye çalışıyorlar. Bu kesimse genellikle Müslümanlardan oluşuyor. Uyum yasaları onları biraz daha anayasaya bağlılığı sağlamıştır. Başbakanlık, bakanlık, vali, kaymakam, polis gibi bir çok kesime yerleşen bürokrat Müslüman kişilikler mevcut olmasına rağmen her nedense “Derin Devlet” daha da kökleşiyor. Bunun nedeni galiba Müslümanların bugünkü anayasalara daha bağımlı olması ve rejimlerden korkuyor olmasına bağımlıdır.

Allah korkusu yerleşmedikçe, Şeri hükme insanlar yönelmedikçe kalplerindeki korku yok olmayacaktır. Müslümanları Allah’tan korkmaya ve küfür sistemlerine karşı gelmeye çağırıyoruz. Derin devleti yıkacak olan ancak İslami hayata yönelmek, Hilafet’i ikame etmek ve bunun için gerekli olan yapılanmayı sağlamaktır.

Yorum: 11 Türk Askerinin Irak'ta Amerikan Askerleri Tarafından Esir Alınması Hakkında

Bilindiği gibi, 04 Temmuz'da Irak'ın Süleymaniye kentinde bulunan TSK İrtibat Bürosunda bulunan 11 subay ve beraberlerinde bulunan diğer bazı kişiler Amerikan askerleri tarafından tutuklanarak önce Erbil'e sonra Bağdad'a götürüldü.

Haberlerde olayın şöyle meydana geldiği bildirildi: Önce öncü bir Amerikan askeri birliği büroya çay-kahve içmek üzere misafirliğe geldiklerini söylediler. İkramlardan sonra birden Amerikan askerleri silahlarını çekerek herkesin tutuklu olduğunu söylediler. Sonra Türk askerlerinin başına çuval geçirip ellerini kelepçeleyerek tutukladılar. Büroya büyük hasar verdiler ve içindeki tüm materyalleri aldılar.

Bu askerler sıradan askerler değildi. Öncelikle bunlar subaydı ama sıradan subaylar değildi. Çünkü bunlardan 7'si Genelkurmay İstihabatının elemanlarıydı. 3 tanesi de Türkiye'deki en tehlikeli askeri-istihbarat grubu olan eski adıyla "Özel Harp Dairesi" yeni adıyla Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın elemanlarıydı.

Öyleyse bu tutuklama basit bir tutuklama değildir. Buna binaen bu tutuklamanın Talabani, Barzani veya benzer bir başkası tarafından yapılmış olması mümkün değildir. Hatta Amerikalı yerel komutanların emriyle yapılması da mümkün değildir. Nitekim bu durum, aslında savaş sebebidir. Sonuç itibariyle bunun doğrudan Amerikan üst düzey askeri yetkililerinden veya Amerikan yönetiminden, bilhassa Dışişleri Bakanlığı veya Savunma Bakanlığı'ndan gelen bir emirle yapıldığı anlaşılmaktadır.

Peki bu tutuklama ne anlama geliyor? Bunun Amerika'nın bölgeyi yeniden şekillendirme planının Türkiye parçasını oluşturan bir adım olması muhtemeldir. Nitekim Amerika'nın Türkiye içerisinde düzenleme ihtiyacı hissettiği en önemli kurum, Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. TSK'da son dönemde icra edilen düzenlemeler ki, bunlar asker azaltımı, askerlik süresinin kısaltılması ve terfi sisteminin değiştirilmesi gibi çok önemli düzenlemelerdir, bu düzenlemeler ile bu tutuklamalar arasında doğrudan bir bağlantı olduğuna işaret etmektedir.

Son dönemde PKK-KADEK'in faaliyetlerini (mesela; Tunceli valisine suikast girişimi ve 2 askerin öldürülmesi ile Bingöl'de yaşanan çatışmalar) yoğunlaştırması da aynı hususa delalet etmektedir. Zira bu yolla hem Amerika Türkiye'yi bu şekilde tehdit ederek daha fazla düzenleme yaptırmak ve daha fazla taviz koparmak istemekte ve aynı zamanda 30 Ağustos'ta yapılacak olan Yüksek Askeri Şura toplantısında açıklanacak generaller listesinin kendi istekleri doğrultusunda hazırlanması için baskıda bulunmaktadır. Nitekim o tarihte bazı komutanlar emekli olacak, bazıları terfi edecek ve bazılarının da görev süresi uzatılacaktır.

Bu olay üzerine, görüntü şeklinde olsa da -tepkisel olarak- AKP yetkilileri sert açıklamalar da bulundular. Fakat bu şüphesiz gerçekçi değildi. Zaten askerlerin serbest bırakılmasından sonra, Amerika ile olan dostluk ilişkilerinin ve stratejik işbirliğininin (daha önce stratejik ortaklık diyorlardı. Tezkerenin mecliste reddedilmesi bahanesiyle bazı önemli Amerikan yetkililerinin Türkiye karşıtı tavırlarından sonra bu tabir, stratejik işbirliği olarak değişti) devam edeceğine yönelik iyimser açıklamaları, onların tepkilerinin yalandan ibaret olduğunu açığa çıkarmıştır. Tutuklananların AKP hükümetinin girişimleri ile serbest bırakılması ve sonrasında Özkök ve Büyükanıt gibi en üst düzey askeri yetkililerin Amerika'yla dostluk ilişkilerinin süreceğine yönelik açıklamaları ise, Amerikan cephesinde iki kazanca yol açmıştır. Hem askerler Amerika'nın mesajını aldıklarını ve isteklerinin yerine getirileceğini kısmen işaret etmişlerdir ve hem de AKP hükümeti, sorunu çözerek (!) popülaritesini artırmıştır.

Tüm bunlara rağmen, Türkiye Devleti, -hükümet ve ordu olarak- bütünüyle Amerika'nın kontrolüne henüz girmiş değildir. Her ne kadar AKP hükümeti, Amerika'nın "yeni ajan siyasetine" mutabık hareket etse de, askeriyye için aynı şeyi söylemek şu an itibariyle mümkün değildir. Dolayısıyla Amerika; "Kürt meselesi", "Kıbrıs sorunu", "Avrupa Birliği", "Ekonomik kriz", "Terör özellikle PKK-KADEK" ve diğer benzer meseleleri istiğlâl etmeyi sürdürecektir, ta ki Türkiye kendisine bütünüyle hizmet eden ve isyan etmeyi aklına dahi getirmeyen bir yapıya bürünsün!

Dr. Ali Said

Arafat Sonrası İhanetin Yeni Adı: Âbu Mazin

 Arafat ile başlayan ihanetin halefi Âbu Mazin, dün (4 Temmuz'da) resmen, gaspçı yahudi varlığına olan sonsuz sadakatini taahhüt etti ve niyetinin, hakikatte kendilerine ait olan İslam topraklarından vazgeçmeyi reddeden Müslümanlara karşı bir muharebe olmaksızın saldırılar gerçekleştirmek olacağına söz verdi.

Ürdün'deki toplantı da Mahmud Abbas (Âbu Mazin), İslam'a karşı Savaş'ın mimarı başkan Bush'un muvafakati altında, savaş suçlusu mücrim Şaron'un kanlı ellerini sıktı. Âbu Mazin, İsraillilere saldıran Müslümanlara karşı, "şiddetle karşılık" vereceğine ve İntifada'nın sona ereceğine dair söz verdi. Şöyle dedi: "Tarih boyunca Yahudilerin acı çekmelerini, görmezlikten gelmeyeceğiz. Şimdi, tüm bu acılara bir son vermenin vaktidir." 

Müslümanların çektikleri acılar ne oluyor? Bu suni İsrail varlığının peydah olmasına yol açmak üzere, Müslümanları evlerinden kovmak için dökülen tüm o nezih kanlar ne oluyor? Mülteci kampları olarak bilinen çöplüklerde büyüyen ve suyollarında oynarken, yahudi snaypırların (keskin nişancıların) ateşiyle vurulan Müslüman çocuklar ne oluyor? Elini öylesine sıcak bir şekilde sıktığın adam tarafından gerçekleştirilen katliamlardan sağ kalmış dul kadınlar ve yetim çocuklar ne oluyor?

Filistin'in Müslümanlarını bizatihi yahudilere teslim etmeyi tercih eden aşağılık bir adamdan başka ne umabiliriz ki? Velâkin bu toprağın -her bir karışı- İslam Ümmeti'ne aittir ve ister Âbu Mazin veya isterse bir başkası olsun, hiçbir kimsenin bunun herhangi bir parçasını teslim etmeye hakkı yoktur! 

Müslümanlar, barış kisvesine giydirilmiş bu haksızlık ve hakareti nasıl kabul ederler? Müslümanların kendilerine ait olan bu toprakların, “barış için mübadele” denilerek teslim edilmeye başlanmasını kesin olarak reddetmeleri gerekmez mi? Müslümanlar, "barış" mübadelesinde hanımlarını ve kızlarını da yahudilere teslim etsinler mi?! Onlar, "barış" mübadelesinde Kâ'be'yi ve bütün çevresini de yahudilere teslim etsinler mi?! Yoksa barış için topraklarını ve evlerini de teslim etmeleri mi gerekiyor?

 Filistin toprağı, Halife Ömer İbn el-Hattab [RadiyAllahu Anh] tarafından İslam'a açıldı. O toprağın ahalisi, kitleler halinde İslam'a dahil oldu. Kan dökmekten ve zulümden başka bir şey getirmeyen Haçlıların iki saldırı dönemi hariç, hep müslümanların kontrolü altındaydı. Bugün Kâfir yeniden bu İslam toprağını işgal etmiş ve Müslümanlar üzerine kandan ve acıdan başka hiçbir şey getirmemiştir.

 Âbu Mazin, hezimete uğramış zayıf akıllı hainleri temsil etmektedir. Batı'nın uşağı olarak kendi şahsi menfaatleri için çalışmakta ve Filistin Devleti olarak bilinen, onlar için hazırlanmış hapishanede Müslümanların üzerinde bekçilik yapmaktadır.

 Şayet bugün Âbu Mazin'in ihanetinde başarılı olmasına müsaade edilirse, her taraftaki Müslümanlar farkında olsunlar ki, onun adımlarını takip etmek isteyen daha birçok hainler vardır. Yahudiler, Filistin'in tamamını almada muvaffak olurlarsa, Medine'nin de yahudi toprağı olduğunu ve onun üzerinde haklarının bulunduğunu iddia etmelerini durduracak olan şey nedir? Hiç şüphesiz, Suudi Arabistan'ın hain kralları, gerekli kırtasiyeciliği yapmaktadırlar. Öyle ki onlar, büyük anları geldiğinde, sıkıca hazırlanmış olacaklardır.

 Bugün herkesin açıkça görmesi gerekir ki, Barış Süreci; işgalci yahudi varlığını sağlamlaştırma sürecinden başka bir şey değildir. Bu, Ümmetin ve kaynaklarının üzerindeki Amerikan ihtiraslarına matuf ileriye dönük bir takviye sürecidir. Öyleyse, yılların şu sömürgecilik prangalarını parçalayarak öne atılacak olan kimdir? Selahaddin Eyyubi ve Sultan İkinci AbdulHamid gibi bu Ümmetin kerim evlatlarının halefi kim olacaktır? Bilinmelidir ki, böylesi bir liderlik ancak ve sadece kuvvetli Hilafet Devleti'nin yeniden kurulmasıyla gelebilecektir...

Kaynak: www.1924.org

 

YIL 14  SAYI 164-165  C. AHİR/RECEP 1424  AĞUSTOS/EYLÜL 2003

Yukarı