5.
Resulullah’ın, Abdullah bin Ümmi Mektum’a sırtını dönmesini,
onun bir içtihadı olarak değerlendirirler. Oysa burada
sanıldığı gibi bir içtihat yoktur.
Resulün
görevi tebliğdir. Resulullah bununla görevlidir. Cenabı Allah
ona risaleti tebliğde bulunmasını istemişti. Meseleyi anlamak için
kendinizi düşünün. Acaba size bir risalet görevi verilse idi ve
bunu beldenizde yapmanız istenseydi ne yapardınız? Her yörede
öyle insanlar var ki, bunların “evet” demesiyle halkı da “evet”
derlerdi. Şimdi siz, eğer bu insanlara mesajınızı kabul
ettirebilirseniz, o yörenizin insanlarını sadece bu kişilerin
“evet” demesiyle kazanmış olacaksınız. Yoksa o yörenin
insanlarına belki de ömrünüz yetmeyecektir.
İşte
siz, bütün bu konsantrenizle bu şahsın veya şahısların
huzurunda davanızı anlatırken, taşı tam gediğine koyacakken
birisi gayri edebi olarak sizi bu ortamdan alıkoyup; “beni irşat
et” dese içiniz daralmayacak mıydı?
Nebi
olması Hz. Muhammedi (sav) beşeri vasıflarından çıkarmamıştır
ki…, o da tam böyle bir ortamı yakalamış anlatıyorken böyle
bir gayri edebi bir davranışla karşılaşmış ve içi sıkılmıştı.
Müşrik büyükleri (kendi düşüncelerine göre) aşağı
sınıftan insanlarla bir tutulmayı istemiyorlar ve “onlar
gelirse biz yokuz” diyorlardı. Resulullah (sav), müşriklerin bu
davranışlarını, bu düşüncelerini bildiği için Abdullah b.
Ümmi Mektum’un gelmesi onun içini sıkıvermişti. Nitekim
Abdullah b. Ümmi Mektum gelince müşrikler de kalkıp
gitmişlerdi. (Kur’anı Kerim ve Türkçe açıklamalı tercümesi,
Ali Özek Başkanlığında, s.584)
Bu
hadisede Resulullah’ın hiçbir hatasını göremiyoruz. Zira o,
görevi olan tebliği zaten yapıyordu. Bu göreve muhalefet etmiş
veya isyan etmiş değildir. O vazifesinden hiçbir zaman kaçmamıştır.
Biraz yumuşamasını isteyen amcası Ebu Talib’e; “Güneşi
sağıma, ayı da soluma koysalar bu davadan vazgeçmem. Ya Allah
beni muzaffer eder, ya da bu uğurda ölürüm” diyordu. Zaten
Resullerin sıfatlarından bir tanesi de güvenilir olmaları ve Rab’lerinden
geleni insanlara duyurmakta emin olmalarıdır. Nitekim Cenabı
Allah Kur’an’da onların tebliğ vazifelerini yaptıklarına
olan şahadetini mükerreren buluyoruz.
Netice
böyleyken insanlar mezkur ayeti anlamakta yanılmış ve içtihat
zannına kapılmışlardır. Oysa onlar burada iki hususu
karıştırıyorlar: Resulün terbiyesi, Allah’ın istihzası.
a)
Resulün terbiyesi: Bilindiği gibi Resulullah Allah’ın
indinde yüce makama sahiptir. Müslümanlar o Resulü kendi
nefislerine tercih edecek kadar sevecektir. Allah (cc) Resulünü
örnek alınması gereken rehber olarak göstermiş ve;
“Andolsun
ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”
(Ahzab 21)
Bütün
davranışıyla insanlara rehber olma vazifesiyle görevlendirilen
Resul, kendisi bir konuşma içerisindeyken, kendisine gelen ve
sözleri bitmeden onu bedevi bir usulle gayri edebi olarak sarsan ve
“bana anlat” diyen Ümmi Mektum’a bir iltifatta bulunmayarak
böyle bir davranışını onaylamadığını göstermek istemiş,
ama ısrarla onun konuşma ortamına mani olması üzerine
içerisinde bir sıkıntı meydana gelmiş, bir taraftan kalkma
meylinde olan müşrik büyükleri, bir taraftan da yanında
oturanların kim olduğunu görmeyen Ümmi Mektum’ un durumu
Resulullah’ın içini daraltmıştı. Ortamı âmâ oluşundan
dolayı değerlendiremeyen fakat ısrarla “beni irşat et” diyen
İbn Ümmi Mektum’a Hz. Peygamber kendisi konuşurken oturup
dinlemesi ve zaten istediğini o anda konuştuğunu ve ortamı
muhafaza etmek için; “Benim söylediklerimde (senin istediğinden
başka) bir şey görüyor musun?” deyince o da; “hayır”
demişti. (Lubab, s. 233-234, İbn Kesir, c.15 s. 8295)
Böylece
ona, insanların sözlerini bitirmeden veya meşgulken onları
rahatsız etmemeyi gösteriyordu. Ahlakı tamamlamak için
gönderilen Resulullah’ın bu seferlik ahlak öğrenme görevine
mugayir davransaydı gibi bir düşünceye kapılmamız veya Allah (cc)
bu seferlik Resulünün ahlaka mugayir veya gayri edebi bir
davranışa ses çıkarmamasını, yani görevini o an için terk
etmesini istediğini söylememiz düşünülemez. Ama Peygamberin
insanlara olan şefkati, merhameti, hatalarını yüzlerine karşı
söylemesine engel oluyordu. Fakat Allah (cc) Resulünü bu sıkıntıdan
kurtarmak için sahabeye konuyla ilgili ayetleri inzal buyuruyor ve;
“Ey
iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne
yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek
sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa
gidiverir.” (Hucurat 2)
“(Resûlüm!)
Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez
kimselerdir.” (Hucurat 4)
“Eğer
onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette
kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok
esirgeyendir.” (Hucurat 5)
Resul,
bu saygıya peygamberliğinin başında da sonunda da layıktı.
İbn Ümmi Mektum, Resulullah’ın konuşmasını bitirmesini
beklemeliydi. Yine de Resulullah onu azarlamadı ve sıkıntısını
içine atmıştı. Ama Allah (cc) bu gibi şeyleri bildirmekten
çekinmez:
“Ey
iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet
edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz
vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete
dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o
(size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten
çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman
perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de
onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin
Allah'ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını
nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük
bir günahtır.” (Ahzab 53)
Bu
olay Resulullah’ın evindeki davranışlara münhasır değil, bütün
bir hayat alanında Resulullah’a yapılması gereken saygının
gerçeğine işarettir. Demek ki, Resulullah, Abdullah b. Ümmi
Mektum’a bir davranış güzelliğini öğretiyordu.
b)
Allah’ın (cc)
istihzası: İşte hadisenin bu yönü,
önceki yönü ile karıştırılmıştır. Zira Allah’ın (cc) kitabında bir vurgu seziliyor. Ama bu vurgu vazifesini her zamanki
gibi en güzel bir şekilde yapan Resulullah’a değil, Resulullah’ı
dinlemekte olan müşriklerin ta kendilerinedir.
Daha
önce 7. delilimizde anlattığımız Tebük vakıasında Resulullah
savaşa çıkmak isteyen münafıklara bundan sonra kendisiyle
savaşa çıkamayacaklarını söylediğini belirtmiş ve meselenin
bundan sonra bir daha savaşa çıkma veya çıkmama değil bizzat
Allah’ın (cc) o münafıklara istihza etmesi ve ganimet
heveslerini gırtlaklarına düğümleyerek onlara bir moral dersi
verdiğini anlatmıştık.
Benzer
bir hadise de işte burada vuku bulmaktadır. Resulullah müşrik büyüklerine
tebliğde bulunmaktadır. Ama Hz. Muhammed gaybı bilmez ki, bu
kimseler anlatsa da imana gelmeyeceklerini bilsin. İşte tam bu
irşat esnasında âmâ olan Abdullah b. Ümmi Mektum geliyor ve
gayri edebi bir tarzda “beni irşad et” diyor ve Nebi bir yandan
müşriklerin tavırlarını, bir yandan ortamı göremeyen Abdullah
b. Ümmi Mektum’u, bir yandan her davranışıyla tamamlayacak-öğretecek
görevini düşünerek güzel bir yaklaşımla, Abdullah b. Ümmi
Mektum’un anlamasını ve susup zaten istediği işi yaptığını
ona anlatmaya çalışırken ayet nazil oluyor ve Allah (cc) manaca
buyuruyor ki; “Ey Nebi! Sen meyvesi olmayan ağaca taş
atıyorsun. Onlar, senin kendini helak edercesine uğraşmana
değmez. Onların benim indimde sineğin kanadı kadar bir
değerleri yoktur. Kendini yormana değmez, hidayet senin elinde
değil. Onlar kafir olarak ölecekler, kendileri bunu seçti. Artık
bundan sonra sen, sana gelmiş ve hakikaten inanmak isteyen şu
âmâya dön” diyor ve yine müşriklere moral istihzasında
bulunuyordu. Peygamber gayb olan kalpleri bilmezdi ki, insanlara
öncelik-sonralık tanısın veya “bunlar hiç iman etmeyecek
olanlardır, bunlara hiç tebliğde bulunmayayım” desin. Bu yüzden
vazifesini yapmakta olan Nebisine Allah (cc) kolaylıklar gösterirken
müşriklerin morallerini her zamanki gibi yine yıkıyor ve onlarla
alay ediyordu. (örneğin bazı ayetlerde “Onlara cehennemi müjdele!
Diyerek alay ediyor.)
Durum
böyle olunca ayete verilen anlamın yanlışlığı göze çarpıyor.
Zira her kelime mevcut manasında kullanılmadığı bilinen bir
husustur. O halde mana bize şöyledir: Âmânın kendisi gelişinin
keyfiyetinden dolayı içi daraldı ve (ona) iltifat etmedi:
“(Peygamber),
âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri
döndü.” (Abese 1-2)
Bundan
sonraki ayetlerde her iki tarafın kalplerine ait gaybi
duygularını Resulüne haberdar ederek ona hedef gösteriyor, bir
taraftan da kalplerinin duyguları ortaya konan müşrikler
rahatsızlanırken Allah’ın istihzasının acısını
tadıyorlardı.
|