Ana Sayfa YIL 14  SAYI 164-165  C. AHİR/RECEP 1424  AĞUSTOS/EYLÜL 2003 E-Mail

SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ   Derleyen/Mehmed SAKİN

PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI -7-

Bahaddin YÜKSEL

5. Resulullah’ın, Abdullah bin Ümmi Mektum’a sırtını dönmesini, onun bir içtihadı olarak değerlendirirler. Oysa burada sanıldığı gibi bir içtihat yoktur.

Resulün görevi tebliğdir. Resulullah bununla görevlidir. Cenabı Allah ona risaleti tebliğde bulunmasını istemişti. Meseleyi anlamak için kendinizi düşünün. Acaba size bir risalet görevi verilse idi ve bunu beldenizde yapmanız istenseydi ne yapardınız? Her yörede öyle insanlar var ki, bunların “evet” demesiyle halkı da “evet” derlerdi. Şimdi siz, eğer bu insanlara mesajınızı kabul ettirebilirseniz, o yörenizin insanlarını sadece bu kişilerin “evet” demesiyle kazanmış olacaksınız. Yoksa o yörenin insanlarına belki de ömrünüz yetmeyecektir.

İşte siz, bütün bu konsantrenizle bu şahsın veya şahısların huzurunda davanızı anlatırken, taşı tam gediğine koyacakken birisi gayri edebi olarak sizi bu ortamdan alıkoyup; “beni irşat et” dese içiniz daralmayacak mıydı?

Nebi olması Hz. Muhammedi (sav) beşeri vasıflarından çıkarmamıştır ki…, o da tam böyle bir ortamı yakalamış anlatıyorken böyle bir gayri edebi bir davranışla karşılaşmış ve içi sıkılmıştı. Müşrik büyükleri (kendi düşüncelerine göre) aşağı sınıftan insanlarla bir tutulmayı istemiyorlar ve “onlar gelirse biz yokuz” diyorlardı. Resulullah (sav), müşriklerin bu davranışlarını, bu düşüncelerini bildiği için Abdullah b. Ümmi Mektum’un gelmesi onun içini sıkıvermişti. Nitekim Abdullah b. Ümmi Mektum gelince müşrikler de kalkıp gitmişlerdi. (Kur’anı Kerim ve Türkçe açıklamalı tercümesi, Ali Özek Başkanlığında, s.584)

Bu hadisede Resulullah’ın hiçbir hatasını göremiyoruz. Zira o, görevi olan tebliği zaten yapıyordu. Bu göreve muhalefet etmiş veya isyan etmiş değildir. O vazifesinden hiçbir zaman kaçmamıştır. Biraz yumuşamasını isteyen amcası Ebu Talib’e; “Güneşi sağıma, ayı da soluma koysalar bu davadan vazgeçmem. Ya Allah beni muzaffer eder, ya da bu uğurda ölürüm” diyordu. Zaten Resullerin sıfatlarından bir tanesi de güvenilir olmaları ve Rab’lerinden geleni insanlara duyurmakta emin olmalarıdır. Nitekim Cenabı Allah Kur’an’da onların tebliğ vazifelerini yaptıklarına olan şahadetini mükerreren buluyoruz.

Netice böyleyken insanlar mezkur ayeti anlamakta yanılmış ve içtihat zannına kapılmışlardır. Oysa onlar burada iki hususu karıştırıyorlar: Resulün terbiyesi, Allah’ın istihzası.

a) Resulün terbiyesi: Bilindiği gibi Resulullah Allah’ın indinde yüce makama sahiptir. Müslümanlar o Resulü kendi nefislerine tercih edecek kadar sevecektir. Allah (cc) Resulünü örnek alınması gereken rehber olarak göstermiş ve;

“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab 21)

Bütün davranışıyla insanlara rehber olma vazifesiyle görevlendirilen Resul, kendisi bir konuşma içerisindeyken, kendisine gelen ve sözleri bitmeden onu bedevi bir usulle gayri edebi olarak sarsan ve “bana anlat” diyen Ümmi Mektum’a bir iltifatta bulunmayarak böyle bir davranışını onaylamadığını göstermek istemiş, ama ısrarla onun konuşma ortamına mani olması üzerine içerisinde bir sıkıntı meydana gelmiş, bir taraftan kalkma meylinde olan müşrik büyükleri, bir taraftan da yanında oturanların kim olduğunu görmeyen Ümmi Mektum’ un durumu Resulullah’ın içini daraltmıştı. Ortamı âmâ oluşundan dolayı değerlendiremeyen fakat ısrarla “beni irşat et” diyen İbn Ümmi Mektum’a Hz. Peygamber kendisi konuşurken oturup dinlemesi ve zaten istediğini o anda konuştuğunu ve ortamı muhafaza etmek için; “Benim söylediklerimde (senin istediğinden başka) bir şey görüyor musun?” deyince o da; “hayır” demişti. (Lubab, s. 233-234, İbn Kesir, c.15 s. 8295)

Böylece ona, insanların sözlerini bitirmeden veya meşgulken onları rahatsız etmemeyi gösteriyordu. Ahlakı tamamlamak için gönderilen Resulullah’ın bu seferlik ahlak öğrenme görevine mugayir davransaydı gibi bir düşünceye kapılmamız veya Allah (cc) bu seferlik Resulünün ahlaka mugayir veya gayri edebi bir davranışa ses çıkarmamasını, yani görevini o an için terk etmesini istediğini söylememiz düşünülemez. Ama Peygamberin insanlara olan şefkati, merhameti, hatalarını yüzlerine karşı söylemesine engel oluyordu. Fakat Allah (cc) Resulünü bu sıkıntıdan kurtarmak için sahabeye konuyla ilgili ayetleri inzal buyuruyor ve;

“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurat 2)

“(Resûlüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir.” (Hucurat 4)

“Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat 5)

Resul, bu saygıya peygamberliğinin başında da sonunda da layıktı. İbn Ümmi Mektum, Resulullah’ın konuşmasını bitirmesini beklemeliydi. Yine de Resulullah onu azarlamadı ve sıkıntısını içine atmıştı. Ama Allah (cc) bu gibi şeyleri bildirmekten çekinmez:

“Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” (Ahzab 53)

Bu olay Resulullah’ın evindeki davranışlara münhasır değil, bütün bir hayat alanında Resulullah’a yapılması gereken saygının gerçeğine işarettir. Demek ki, Resulullah, Abdullah b. Ümmi Mektum’a bir davranış güzelliğini öğretiyordu.

b) Allah’ın (cc) istihzası: İşte hadisenin bu yönü, önceki yönü ile karıştırılmıştır. Zira Allah’ın (cc) kitabında bir vurgu seziliyor. Ama bu vurgu vazifesini her zamanki gibi en güzel bir şekilde yapan Resulullah’a değil, Resulullah’ı dinlemekte olan müşriklerin ta kendilerinedir.

Daha önce 7. delilimizde anlattığımız Tebük vakıasında Resulullah savaşa çıkmak isteyen münafıklara bundan sonra kendisiyle savaşa çıkamayacaklarını söylediğini belirtmiş ve meselenin bundan sonra bir daha savaşa çıkma veya çıkmama değil bizzat Allah’ın (cc) o münafıklara istihza etmesi ve ganimet heveslerini gırtlaklarına düğümleyerek onlara bir moral dersi verdiğini anlatmıştık.

Benzer bir hadise de işte burada vuku bulmaktadır. Resulullah müşrik büyüklerine tebliğde bulunmaktadır. Ama Hz. Muhammed gaybı bilmez ki, bu kimseler anlatsa da imana gelmeyeceklerini bilsin. İşte tam bu irşat esnasında âmâ olan Abdullah b. Ümmi Mektum geliyor ve gayri edebi bir tarzda “beni irşad et” diyor ve Nebi bir yandan müşriklerin tavırlarını, bir yandan ortamı göremeyen Abdullah b. Ümmi Mektum’u, bir yandan her davranışıyla tamamlayacak-öğretecek görevini düşünerek güzel bir yaklaşımla, Abdullah b. Ümmi Mektum’un anlamasını ve susup zaten istediği işi yaptığını ona anlatmaya çalışırken ayet nazil oluyor ve Allah (cc) manaca buyuruyor ki; “Ey Nebi! Sen meyvesi olmayan ağaca taş atıyorsun. Onlar, senin kendini helak edercesine uğraşmana değmez. Onların benim indimde sineğin kanadı kadar bir değerleri yoktur. Kendini yormana değmez, hidayet senin elinde değil. Onlar kafir olarak ölecekler, kendileri bunu seçti. Artık bundan sonra sen, sana gelmiş ve hakikaten inanmak isteyen şu âmâya dön” diyor ve yine müşriklere moral istihzasında bulunuyordu. Peygamber gayb olan kalpleri bilmezdi ki, insanlara öncelik-sonralık tanısın veya “bunlar hiç iman etmeyecek olanlardır, bunlara hiç tebliğde bulunmayayım” desin. Bu yüzden vazifesini yapmakta olan Nebisine Allah (cc) kolaylıklar gösterirken müşriklerin morallerini her zamanki gibi yine yıkıyor ve onlarla alay ediyordu. (örneğin bazı ayetlerde “Onlara cehennemi müjdele! Diyerek alay ediyor.)

Durum böyle olunca ayete verilen anlamın yanlışlığı göze çarpıyor. Zira her kelime mevcut manasında kullanılmadığı bilinen bir husustur. O halde mana bize şöyledir: Âmânın kendisi gelişinin keyfiyetinden dolayı içi daraldı ve (ona) iltifat etmedi:

“(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü.” (Abese 1-2)

Bundan sonraki ayetlerde her iki tarafın kalplerine ait gaybi duygularını Resulüne haberdar ederek ona hedef gösteriyor, bir taraftan da kalplerinin duyguları ortaya konan müşrikler rahatsızlanırken Allah’ın istihzasının acısını tadıyorlardı.

YIL 14  SAYI 164-165  C. AHİR/RECEP 1424  AĞUSTOS/EYLÜL 2003

Yukarı