Camiler,
her hangi bir Müslüman cemiyetinin en önemli merkezidir.
Minberden verilen hutbe, tartışmasız İslam’da en önemli
haftalık buluşma adresidir ve bunların etrafında Müslümanlar
toplanıp alakalarını düzenlerler.
Camilerin
bu rollerinden dolayı Avrupa’da, onları ziyaret eden Müslümanlar
ve Avrupa devletleri için önemli bir tartışma konusu olmuştur.
Camiler üzerinde etkin kontrol, Ümmetin tekrar dirilişine veya
daimi sessizliğine ve alakalarında bilgisizliğe, hatta Ümmetin
çöküşüne sebep olabilir.
Bu
yazımızda caminin günümüzdeki realitesini ve Avrupa’daki
Müslüman toplumunun camiyi nasıl algıladıklarını
inceleyeceğiz. Aynı zamanda camileri kötüye kullanma girişimlerinden
ve İslam’daki rolünden bahsedeceğiz.
Cami
ve Müslüman gençler
Avrupa’daki
Müslüman gençler, caminin günlük rutinine çocukluklarından
beri alışkındırlar. Bir çok durumda, çocukların aileleri
tarafından günlük Kur’an okumak ve ezberlemek, Müslüman
arkadaşlar edinmek ve güçlü bir İslam şahsiyeti
oluşturmaları için camilere gönderilmeleri, gençler üzerinde
ters etki yapmıştır. Camiler rehberlik ve aydınlatma merkezi
olmaktan çıkarılıp, soru sorma ve tartışmanın yasak olduğu,
realiteden ve gençlerin sorunlarını çözmeden aciz olan yerler
haline gelmiştir. Bu şekliyle Müslüman gençler İslam’la
ilgili meselelerini aydınlatmak için camilere yönelemeyeceklerini
hissettiler. Zihinlerini meşgul eden soruları, okullarda öğrendikleriyle
cevaplandırdılar veya onların yaşam tarzlarıyla çatışan bu
ortamın getirdiği günahlardan ve baskılardan kaçmakta çözüm
aradılar.
Sonuç
olarak Müslüman gençlik camilerde teselli bulamadı. Bunun sonucu
olarak ta sürekli camilerde bulunmanın gereksiz olduğunu düşünmeye
başladılar. Tabii ki bu durumun Avrupa ülkelerindeki koskoca bir
nesli etkilediğini söylemek abartılı olmaz. Bir çoğu
üniversite çağlarında İslam’a tekrar dönmüştür. Fakat
bunun tersi durum da ortaya çıkmış, bir çoğu camiye karşı
baş kaldırmış ve hatta bazı durumlarda bir çoğu camiyle
yollarını ayırmışlardır. Aynı zamanda Batı düşüncesinden
etkilenmenin de etkisi söz konusudur. “Çoğunluğu takip
etmek”te bunun sebeplerinden biridir. Onlar, Batı toplumundan
aldıkları bir dersle yani kimseye hesap vermek zorunda
olmadıkları “özgür” hayata heves ettiler. İslam’ın camii
kültürü kendilerinde olmadığından camiye darıldılar.
Yerleşik camii cemaatinin kendilerine bakışları onları
çekingen yaptı ve bu durumdan korktuklarından dolayı camiden
uzaklaştılar. Aynı anda cemaat arasında gençler ve yaşlılar
sınıflandırılması işlendi. Kendilerini sürekli ikinci sınıf
cemaat kategorisinde hisseden gençler bir sürtüşmeden de kaçınarak
oradan uzak kalmayı kendilerine yeğlediler. Yani başka bir
deyimle ana şefkatini gençlerimiz camilerde bulamadılar.
Hutbe
Tartışmasız,
Müslüman toplumuna hitap etmede en uygun olan hutbe, her zaman
Ümmeti bilgilendirmede ve alakalarını düzenleyip doğru amellere
yönlendirmede kilit rol oynamıştır. Allah (cc) bizlere bu işi
yapmamızı, diğer dünyalık işleri cuma namazı esnasında terk
etmemizi ve hutbeyi dinlemek için toplanmamızı emretmiştir:
“Ey
iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu)
zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın.
Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.”
(Cum’a 9)
Peygamberimiz
(sav) şöyle buyurmuştur:
“...İmamın
hutbe okumaya başladığı an, melekler hutbeyi dinlemek için
gelirler.” (Buhari)
Lakin
İslam beldelerinde olduğu gibi Avrupa’da da bir çok hutbenin
Müslümanların alakaları ve sorunlarıyla ilgili olmadığını görüyoruz.
Müslümanların Avrupa’daki meselelerini dile getirmek veya
onlara Şer-i hükümler çerçevesinde yön vermek gibi bir
fonksiyon yüklenmekten uzak kalındı. Bir yerde İslam ümmetinin
parçası olan Avrupa’daki Müslümanlar, İslamî hayatlarını
yaşama noktasında yalnız bırakıldı. Avrupa’nın bir çok
kesiminde yasaklanan başörtüsü dahi hutbelerin konuları
arasına giremedi. Yani hutbeler Müslümanlara bir çok önemli
konuyu açıklamaktan, onları uyaran en önemli konulara yaklaşmaktan
uzak kalmış ve kaçırılan büyük bir fırsattır.
Bir
çok hutbede defalarca önceki peygamberlerin hayatları, Kuran’ı
Kerimin mucizesi ve Ahiret boyutu tartışıldı. Bu konuların her
biri tâbii ki önemlidir. Fakat bir çok imam, yüksek faiz karşılığı
alınan mal varlıklarına, loto toto oyunlarına, kafir siyasi
partilere veya Avrupa devlerindeki parlamentolara katılmanın haram
olduğuna, Müslüman kız çocuklarının kafirlerle
evlenmelerinin, içki içmenin, kumar oynamanın, tesettürsüz
gezmenin, kafirlerle diyalog kurmanın haramlılığına
değinmemektedirler. Demokrasi, kapitalizm ve Yahudiler hakkında
İslam’ın görüşünü ortaya koymaktan çekinmektedirler. Çok
nadiren bahseden imamlar olsa da mesele üzerinde kısaca durup
mesele üzerinde ısrarlı değillerdir. Böylece onlar
Müslümanların genel durumunu açıklamakta başarısız oldular
ve sırf duayı ön plana çıkardılar. Ve bir çoğu, Allah’ın
dinini tüm dünyaya hakim kılmak için çalışmak, İslam
davetini yüklenme meselesinden uzak durmaktadırlar. Bu nedenle
hutbe, cemaatin üzerinde önemli bir etki bırakmayan resmi tören
şekline dönüşmüştür. Şu anki konumuyla yapılan hutbeler,
sadece vaaz etmek ve Hıristiyan sitili nasihat işlemekten başka
bir şey ifade etmemektedir. Bundan dolayıdır ki, uzayan hutbeler
karşısında dinleyiciler bıkkınlık içerisinde, sabırsız bir
şekilde bu vaazın sonunun gelmesini beklemektedirler.
Cami
komitesi
Gençler
ve hutbelerle ilgili bu incelemelerin doğru olduğunu, cami
komiteleri ve derneklerinin yapısından ve işleyişinden
kaynaklandığını görebiliriz. Müslüman toplum, cami
komitelerine ve derneklerine şüpheci gözlerle bakmaktadır. Bunun
camiyi yönetiş şekillerinden ve bazı istenmeyen olayların zuhur
etmesinden kaynaklandığı aşikardır. Bazı cami komiteleri ve
dernekleri Müslüman toplumun realitesini görmekte ehliyetsiz ve
uyanık değildir. Onların bu halleri sadece sıkıcı vaazlarla
veya gençleri yabancılaştırmakla sınırlı kalmayıp
yaptıkları programlarda daha çok diyalogcu kesilerek kendilerini
Avrupa devletlerinin resmi kurumlarının güdümüne doğru
itmektedir. Hatta bir çok camilerin girişlerinde ve lokallerinde
Alman-Türk, İngiliz-Fas veya Hollanda-Pakistan bayraklarının yan
yana asılı olduğunu görürsünüz. Bu saflıklarından dolayı
muhtemelen onlar üzerinde hükümetler daha fazla ağırlıklarını
koyacaktır.
“Camide
siyaset yok, parlamenterler, milletvekilleri, papazlar, toplumda
sayılan kişiler ziyarete geliyor.”
Avrupa,
orta çağlardan kurtulup dirilişini Rönesans’a bağlamaktadır
ki, bu süreç sonucu, dini sadece vicdani ve şahsi bir mesele
olduğu öne sürülmüş ve dini devletten ayırma sistemi yani;
Laiklik zuhur etmiştir.
Rönesans’la
bir aşama gerçekleştiren Batılılar, bir durum ayırımı yapma
yönüne gitmiştir. Bu durumda insanların geri kalmışlığı ve
çöküşte olmalarının sebebinin din olduğuna inanmışlardır.
Ayrıca din adına dünyevi kanunlar koyan hükümdar statüsünü
alan kilise yetkilileri hedef haline gelmiştir. Dînî kanunlar
zamanın ilerlemesinden dolayı önemsiz, şahsi ve kilise meselesi
olmaya başladı.
Bugün
İslam aleminde ve Avrupa’da bir çok cami kiliseler gibi olmuştur.
Çünkü camii dernekleri, komiteleri camileri siyasetten uzak
tutarak din ve halkın bir birinden ayrılmasını
desteklemektedirler. Bu nedenle camiler kiliselerden daha az laik
değillerdir. Bazı camiler, mensubu bulundukları devletin resmi
organı olarak ta faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu durum şunu
ortaya koymaktadır: Camilerde İslam siyaseti yasak, günün resmi
devlet anlayışı hakimdir. Bundan dolayı hutbelerde ve diğer
hallerde küfür devletleri için dualar yapmak serbesttir, hatta
zorunludur.
Bir
çok camide Ümmetin işlerinin tartışılması cüzi veya genel
yasaklanarak; “politikanın bulunmadığı bölge” olarak
hizmet ettiğini ispatlanmaya çalışıyor. Her hangi bir kişinin
bu uygulamayı çiğnemesi en kötü ihtimalle camiden atılmasına
sebep olabilir. Bu durumda camiler sadece Cuma ve bayram
namazlarının kılındığı bir yer haline gelmiştir.
Bu,
tüm camilerin siyasetle alakadar olmadıkları anlamına gelmez.
Siyasete katılanlar var fakat (yukarıda da belirttiğimiz gibi)
sadece İslam siyasetinden uzak durmaktalar. Onlar, yerel hükümetin
siyasetini desteklemek veya bir konseyin etkisi ve kontrolü altında
bulunan siyasi bir partiye katılmaktan çok memnun görünüyorlar.
İlkeleri ve değerleri İslamî değerlerle tam tamına zıt olan
gayri İslamî siyasi partilere üye olmak veya onlarla alakadar
olmak cenazeler, ek inşaatlar, Cuma hizmetleri gibi işleri
halletmek için çaba sarf ediyorlar. Bu nedenle seçim zamanları
millet vekillerini camilerde oy toplama çabaları içerisinde
görmeye alışkınız. Ve hatta bazı durumlarda siyasi parti
mensupları Müslümanlar için ne kadar muhteşem işler
yapacağını anlatmak için minberi işgal ettiğine şahit
oluyoruz. Oy için camiye gelip göstermelik namaz kılan kafir
milletvekili adaylarına o kadar ilgi gösteriliyor ki; kendi halkından
görmediği bu ilgi karşısında o kişi şaşkınlığını
gizleyemiyor. Fakat İslam davasını yüklenen gençlerin İslamî
görüşler içeren beyanlar dağıtmaya kalktıklarında
üzerlerine hışımla gidilip polis çağrılmaktadır.
Bu
işin komik yönü, bu camilerin İslam kaynakları üzerine
temellenmiş İslam siyasetine hiddetle karşı dururken, Müslümanları
İslam’dan uzaklaşmaya ve Batı toplumunun şerli gayri İslamî
politikalarının içerisinde bulunmaya çağıran yerel millet
vekillerini davetiyeler gönderilmekte, papazlara kürsüde vaiz
vermeleri için müsaade edilmektedir.
Avrupa
devletleri ve camiler
Camilerin,
cami komitelerinin, cami derneklerinin ve İmamların ne kadar
önemli olduğu 11 Eylül sonrası daha iyi anlaşıldı.
Afganistan, Irak savaşları esnasında ve sözde “teröre karşı
savaş”ın başlatılmasıyla camiler büyük bir baskı
altında kaldılar. Batı devletlerindeki camilerden kendi
siyasetlerine itaat etmeleri istenmekte ve genel çıkarlarına
zarar getirebilecek her hangi bir faaliyete Müslümanları davet
eden merkezler haline dönüşmemeleri için baskı yapmaktadırlar.
Fransa bu yönde bir açıklama yaparak; cihattan; İslamî hayattan
bahseden, Müslümanları tek bir ümmet olamaya çağıran ve
teşvik eden, bu hususlar için camilerde maddi yardım toplayan
imamları yurtdışı ederek cezalandıracağını duyurdu. Hollanda
devleti, Yahudiler hakkında konuşup cihada teşvik eden imam
hakkında suç duyurusunda bulundu. Almanya polisi daha aşırı
giderek bir çok camilere ayakkabılarını çıkartmadan köpeklerle
baskınlar düzenlemiştir.
Bu
baskılar ve yıldırmalar çeşitli aşamalardan geçerek gelmiştir.
Hükümetler doğrudan çeşitli polis bürolarıyla ve cami
komiteleriyle alaka kurup kendi aleyhlerine çalışan “tehlikeli”
unsurlar olup olmadığına dikkat etmelerini istediler. Cami
malını ve bunları nasıl kullandıklarını (“cihad” için
harcanıyor olması ihtimali üzerinde durarak) incelemeye aldılar.
Aynı zamanda İngiltere gibi yerlerde belirli bir tip “İngiltere
imamları” yetiştirme hususunu hükümet nezdinde konuşulmaya
başlandı. “İngiliz imamlar” hususunda David Blunkett’in şöyle
söylediği kaydedilmiştir: “Kırsal kesimden, İngiliz yaşam
tarzı ve kalkınmış dünya hakkında en az bilgisi olan imamlara
yönelmelisiniz. Onları sıfır çizgisinden eğitip, düşüncelerimiz
doğrultusunda yetiştirmelisiniz.”
Bu
nedenle, imamların sözleri gittikçe artan bir sansüre uğramakta,
kontrol edilmekte olduğunu görmekteyiz. Böylelikle, camiler
İslam aleminde kontrol altında tutulduğu gibi Batıda da hükümetlerin
sözcüsü veya Batı fikirleri ve düşüncelerini topluma yayan
kilise benzeri bir kurum haline getirilecektir. Şahsi özgürlük,
dînî özgürlük, laiklik, demokrasi ve dinler arası diyalog gibi
fikirler Müslümanlara camilerden akıtılarak İslam’a
yoğunlaşan dikkatler azaltılacaktır. İslam’ın, diğer
dinlerden sadece bir kaç donuk farkı olduğu düşüncesi yaygınlaştırılacaktır.
Bu da bir müddet sonra İslam’ın sadece kültürel bir
fenomen-olgu haline dönüşmesine yol açacaktır.
İslam’da
caminin rolü
Buraya
kadar Batı’da bulunan camiler hakkında iç karartan gerçeklere
değindik. Müslüman toplumunun köşe taşlarından birisini
oluşturan camilerin bu durumda olması büyük bir trajedidir. Bu
yüzden caminin organizasyonları ve rolü hakkında bir fikir
edinmek, çevremizdeki başarısız camileri tanımlamada ve bu
durumu değiştirmek için yardımda bulunmak çok önemlidir.
Detaylara
girmeden evvel, çok önemli olan bir noktada cami hakkındaki
kararların hangi temellere dayanarak alındığı üzerinde kısaca
duralım:
Günümüzde
bazı camiler:
·
Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi körü körüne cami
geleneklerini taklit etmek.
·
Bölgesel camiler arasında rekabet etmek.
·
Hükümetle iyi alakalar kurup devlet politikalarını oradan da sürdürebilmek.
·
Bazen de bir kaç şahsın menfaati için bağışlar edinebilmek için
kullanmak.
Bütün
bunların İslam kaidesinde yeri yoktur. Çıkarlar, arzular,
gelenekler veya ticaret hususu da buna dahil. Tek bir şey vardır
ki, cami Allah’a tapınılan mekan, insanlar için bir fener ve
rehberdir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“(Bu
kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve
içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam
O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;” (Nur 36)
İbn
Abbas (ra) dedi ki : “Mescidler yeryüzünde Allah’ın
evleridir. Gökteki yıldızların yer ehlini aydınlattıkları
gibi onlarda sema (gök) ehlini aydınlatırlar.” (Teberani)
Aynı
zamanda, camileri dekore etme ve sonsuz güzelleştirmeyle meşgul
olmak kesinlikle camilerin inşa ediliş sebebi değildir. Cami
komitesinin de tek kaygısı olmamalıdır.
Diğer
bir hadisinde Allah’ın Resulü şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar,
mescitlerde karşılıklı övünüp böbürlenmedikçe kıyamet
kopmaz.”
Günümüz
camiler, Müslüman gençlere yönelik sert tavır içerisindedirler.
Peygamberimiz (sav) gençleri camilerde İslam’ı ve İslam
disiplinini öğretmeye teşvik etmiştir. Buna bir örnek:
Peygamberimizin (sav) küçük Hassan ve Hüseyin (ra)’a kafirlere
karşı şiir yazıp okumaları için bir minber inşa etmesidir. Ayşe
(ranha) şöyle buyuruyor: “Peygamber (sav) Hasan’a, ayağa
kalkıp şiir okuması için, Minber yapardı.”
Allah
(cc) caminin idare şeklini belirtmiş ve her cami komite üyesinin
ve caminin hizmetinde bulunan herhangi bir şahsın uyması gereken
anahtar ölçütü açıklamıştır:
“Allah'ın
mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı
dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından
korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden
olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe 18)
“Sadece
Allah’tan korkmak” her cami ve her cami komite üyesi için bir
anahtar ölçüttür. Böylelikle caminin, şahsi, ticari veya
devlet amaçlı değil, sadece İslam’a hizmet etmek ve İslam’ın
hedeflediği şeyler uğrunda kullanılmasını garantilemiş olur.
Camide
tartışılması müsaade edilen konular hususunda Allah (cc) çok
dikkat edilmesi gereken bir uyarıda bulunuyor:
“Allah'ın
mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların
harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında
bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü
girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette
de büyük azap vardır.” (Bakara 114)
Bu
ayet camide siyasi İslam tartışmalarını bastırmak isteyen
şahıslara açık bir uyarıdır. Allah (cc), adının
anılmasını, öğretilmesinin ve İslam hukukunun camide
tartışılmasını engelleyenleri aşağılamaktadır. Dahası
bunları yıkmaya çalışanları, milletvekillerinin yaptıkları
gibi insanları İslam’a aykırı olan şeylere yani haramlara
davet edenleri uyarmaktadır.
Yukarıda
belirttiğimiz örneğe geri dönecek olursak Peygamberimizin (sav)
camileri savaşlarda yaralananları tedavi etmek ve ne kadar topluma
zıt olursa olsun İslam hükümlerini açıklamak için kullanmıştır.
Camiler Sahabelerin oturup şiirler söyledikleri, ganimetleri bir
araya topladıkları, Peygamberimizin (sav) teşrif ettiği,
yolculuğu esnasında uyuduğu ve cihad işlerini ayarladığı
yerdir. Camiler önceden sırf namaz, teravih, cenaze namazı için
uyarlanmış yerler değil, aynı zamanda Müslümanların
alakalarının düzenlendiği merkezler idi.
Sonuç
Peygamberimizin
(sav) hayatında Mescit çok önemli bir rol oynayan yerdi. Medine’ye
gelir gelmez bir Mescit inşa etmek için uygun bir yer aramış ve
ardından hemen inşasına başlamıştır. Bu, Peygamberimizden (sav)
Mescitlerin Müslüman toplumunun ve dolayısıyla İslam Devletinin
hayati önem taşıyan köşe taşlarından olduğunu belirten, çok
önemli bir işarettir. Cami komitelerinin, imamların, Müslüman
gurupların camileri, Avrupai bir İslamî anlayış merkezi haline
getirme yerine İslam’ın bir yansıması olması düşünülerek,
öncü yerler olarak korunmalı ve o amaç için yapılmalı ve
kullanılmalıdır. Korku ve baskıdan dolayı İslam’a aykırı
bir cami anlayışı oluşturmamalıdır.
Câmiler,
Allah’ın adının anılması için Müslümanları toplayıp bir
araya getiren mescitler ise, O’na secde edilen mekanlardır:
“Şüphesiz
mescidler hep Allah’ındır. Onun için, Allah ile birlikte
hiçbir şeye dua ve ibadet etmeyin!” (Cin 18)
Enes
bin Malik Peygamberimizden (sav) şöyle rivayet etmektedir: “Allah’ı
seven beni sevmeli. Beni seven sahabeleri sevmeli. Sahabeleri seven
Kuranı sevmeli. Kuranı seven camiyi sevmeli ki;
camiler Allah’ın izniyle inşa edilmiş O’nun havlularıdır.
Allah (cc) caminin içinde bulunanları korumaktadır. Cami cemaati
namaz esnasında korunmaktadır. Onlar camideyken Allah (cc)
onların zaruretlerini giderir ve Allah onların önündedir.”
Camilere
ve imamlara, camilerin tüm İslam alakalarının tartışıldığı
bir yer olduğunu hatırlatmak Müslüman toplumunun üzerine farzdır.
Evet,
aslî olarak Allah’ın adını anmak, şanını yüceltmek için O’na
ibadet etmek amacıyla inşâ edilen Allah’ın evinde, O’na
rağmen ilahlaştırılıp putlaştırılan kişi ve kurumlar
övülemez, dua edilemez ve onlardan medet beklenilemez.
Allah
Rasûlü (sav) Medine’de bizzat inşa ettiği Mescid-i Nebevî’nin
temel işlevi; namaz kılmaya ilaveten, Müslümanların ana karargâhı
ve hayatlarının mihveri olması idi. Cami, İslâm Devletinin
hükümet binası, İslâm davetinin idare merkezi ve bir eğitim-öğretim
kurumuydu. Peygamberimiz (sav) yabancı elçileri bile orada kabul
ederdi, hatta mescit, hapishane ve misafirhane olarak dahi kullanılırdı.
Camiler, İslâm’ın ilk yıllarında müminlerin fikren ve fiilen
eğitildikleri mekanlardı. İslâm’ın temel ilkeleri camide öğrenilirdi.
Camide sadece teorik eğitim yapılmaz; ibadetler, davranışlar,
dua pratik olarak görülürdü. İmam, namazdan sonra cemaate dönüp
Allah’ın âyetlerini okur, hadisleri açıklar, onların
sorularını cevaplar, görüşlerini alır, tavsiyelerde bulunurdu.
Bu görev, elbette sadece imama has değildir. Salihler, fakihler,
alimler, bilenler bildiklerini bir diğerine anlatmak ve öğretmekle
yükümlüdürler.
Müslümanların
birbirleriyle kaynaşıp kenetlendiği mekanlar camiler olmalıdır.
Cami; sosyal hayatın merkezi ve odak noktası; toplumun İslâmî
dönüşümünün yönlendirildiği bir karargahtır. Emeviler’le
birlikte bu dinamik ve inkılapçı özelliklerini kaybetmeye başlayan,
mihrap ve minberlerde yalnızca dualar yapılır hale gelen
camilerimizi; Asr-ı saadetteki aslî fonksiyonlarına kavuşturmak;
akıp giden hayata doğrudan müdahale eden merkezler haline
getirmek, ertelenemez bir görev olarak karşımızda duruyor.
Ramazan
ayı tüm Müslümanlara ve insanlığa hayırlara vesile olsun
inşallah…
|