Ana Sayfa YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003 E-Mail

Siyasi Yorum: Caminin İslam'daki Rolü

A. SEYFULİSLAM

Camiler, her hangi bir Müslüman cemiyetinin en önemli merkezidir. Minberden verilen hutbe, tartışmasız İslam’da en önemli haftalık buluşma adresidir ve bunların etrafında Müslümanlar toplanıp alakalarını düzenlerler.

Camilerin bu rollerinden dolayı Avrupa’da, onları ziyaret eden Müslümanlar ve Avrupa devletleri için önemli bir tartışma konusu olmuştur. Camiler üzerinde etkin kontrol, Ümmetin tekrar dirilişine veya daimi sessizliğine ve alakalarında bilgisizliğe, hatta Ümmetin çöküşüne sebep olabilir.

Bu yazımızda caminin günümüzdeki realitesini ve Avrupa’daki Müslüman toplumunun camiyi nasıl algıladıklarını inceleyeceğiz. Aynı zamanda camileri kötüye kullanma girişimlerinden ve İslam’daki rolünden bahsedeceğiz.

Cami ve Müslüman gençler

Avrupa’daki Müslüman gençler, caminin günlük rutinine çocukluklarından beri alışkındırlar. Bir çok durumda, çocukların aileleri tarafından günlük Kur’an okumak ve ezberlemek, Müslüman arkadaşlar edinmek ve güçlü bir İslam şahsiyeti oluşturmaları için camilere gönderilmeleri, gençler üzerinde ters etki yapmıştır. Camiler rehberlik ve aydınlatma merkezi olmaktan çıkarılıp, soru sorma ve tartışmanın yasak olduğu, realiteden ve gençlerin sorunlarını çözmeden aciz olan yerler haline gelmiştir. Bu şekliyle Müslüman gençler İslam’la ilgili meselelerini aydınlatmak için camilere yönelemeyeceklerini hissettiler. Zihinlerini meşgul eden soruları, okullarda öğrendikleriyle cevaplandırdılar veya onların yaşam tarzlarıyla çatışan bu ortamın getirdiği günahlardan ve baskılardan kaçmakta çözüm aradılar.

Sonuç olarak Müslüman gençlik camilerde teselli bulamadı. Bunun sonucu olarak ta sürekli camilerde bulunmanın gereksiz olduğunu düşünmeye başladılar. Tabii ki bu durumun Avrupa ülkelerindeki koskoca bir nesli etkilediğini söylemek abartılı olmaz. Bir çoğu üniversite çağlarında İslam’a tekrar dönmüştür. Fakat bunun tersi durum da ortaya çıkmış, bir çoğu camiye karşı baş kaldırmış ve hatta bazı durumlarda bir çoğu camiyle yollarını ayırmışlardır. Aynı zamanda Batı düşüncesinden etkilenmenin de etkisi söz konusudur. “Çoğunluğu takip etmek”te bunun sebeplerinden biridir. Onlar, Batı toplumundan aldıkları bir dersle yani kimseye hesap vermek zorunda olmadıkları “özgür” hayata heves ettiler. İslam’ın camii kültürü kendilerinde olmadığından camiye darıldılar. Yerleşik camii cemaatinin kendilerine bakışları onları çekingen yaptı ve bu durumdan korktuklarından dolayı camiden uzaklaştılar. Aynı anda cemaat arasında gençler ve yaşlılar sınıflandırılması işlendi. Kendilerini sürekli ikinci sınıf cemaat kategorisinde hisseden gençler bir sürtüşmeden de kaçınarak oradan uzak kalmayı kendilerine yeğlediler. Yani başka bir deyimle ana şefkatini gençlerimiz camilerde bulamadılar.

Hutbe

Tartışmasız, Müslüman toplumuna hitap etmede en uygun olan hutbe, her zaman Ümmeti bilgilendirmede ve alakalarını düzenleyip doğru amellere yönlendirmede kilit rol oynamıştır. Allah (cc) bizlere bu işi yapmamızı, diğer dünyalık işleri cuma namazı esnasında terk etmemizi ve hutbeyi dinlemek için toplanmamızı emretmiştir:

“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cum’a 9)

Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“...İmamın hutbe okumaya başladığı an, melekler hutbeyi dinlemek için gelirler.” (Buhari)

Lakin İslam beldelerinde olduğu gibi Avrupa’da da bir çok hutbenin Müslümanların alakaları ve sorunlarıyla ilgili olmadığını görüyoruz. Müslümanların Avrupa’daki meselelerini dile getirmek veya onlara Şer-i hükümler çerçevesinde yön vermek gibi bir fonksiyon yüklenmekten uzak kalındı. Bir yerde İslam ümmetinin parçası olan Avrupa’daki Müslümanlar, İslamî hayatlarını yaşama noktasında yalnız bırakıldı. Avrupa’nın bir çok kesiminde yasaklanan başörtüsü dahi hutbelerin konuları arasına giremedi. Yani hutbeler Müslümanlara bir çok önemli konuyu açıklamaktan, onları uyaran en önemli konulara yaklaşmaktan uzak kalmış ve kaçırılan büyük bir fırsattır.

Bir çok hutbede defalarca önceki peygamberlerin hayatları, Kuran’ı Kerimin mucizesi ve Ahiret boyutu tartışıldı. Bu konuların her biri tâbii ki önemlidir. Fakat bir çok imam, yüksek faiz karşılığı alınan mal varlıklarına, loto toto oyunlarına, kafir siyasi partilere veya Avrupa devlerindeki parlamentolara katılmanın haram olduğuna, Müslüman kız çocuklarının kafirlerle evlenmelerinin, içki içmenin, kumar oynamanın, tesettürsüz gezmenin, kafirlerle diyalog kurmanın haramlılığına değinmemektedirler. Demokrasi, kapitalizm ve Yahudiler hakkında İslam’ın görüşünü ortaya koymaktan çekinmektedirler. Çok nadiren bahseden imamlar olsa da mesele üzerinde kısaca durup mesele üzerinde ısrarlı değillerdir. Böylece onlar Müslümanların genel durumunu açıklamakta başarısız oldular ve sırf duayı ön plana çıkardılar. Ve bir çoğu, Allah’ın dinini tüm dünyaya hakim kılmak için çalışmak, İslam davetini yüklenme meselesinden uzak durmaktadırlar. Bu nedenle hutbe, cemaatin üzerinde önemli bir etki bırakmayan resmi tören şekline dönüşmüştür. Şu anki konumuyla yapılan hutbeler, sadece vaaz etmek ve Hıristiyan sitili nasihat işlemekten başka bir şey ifade etmemektedir. Bundan dolayıdır ki, uzayan hutbeler karşısında dinleyiciler bıkkınlık içerisinde, sabırsız bir şekilde bu vaazın sonunun gelmesini beklemektedirler.

Cami komitesi

Gençler ve hutbelerle ilgili bu incelemelerin doğru olduğunu, cami komiteleri ve derneklerinin yapısından ve işleyişinden kaynaklandığını görebiliriz. Müslüman toplum, cami komitelerine ve derneklerine şüpheci gözlerle bakmaktadır. Bunun camiyi yönetiş şekillerinden ve bazı istenmeyen olayların zuhur etmesinden kaynaklandığı aşikardır. Bazı cami komiteleri ve dernekleri Müslüman toplumun realitesini görmekte ehliyetsiz ve uyanık değildir. Onların bu halleri sadece sıkıcı vaazlarla veya gençleri yabancılaştırmakla sınırlı kalmayıp yaptıkları programlarda daha çok diyalogcu kesilerek kendilerini Avrupa devletlerinin resmi kurumlarının güdümüne doğru itmektedir. Hatta bir çok camilerin girişlerinde ve lokallerinde Alman-Türk, İngiliz-Fas veya Hollanda-Pakistan bayraklarının yan yana asılı olduğunu görürsünüz. Bu saflıklarından dolayı muhtemelen onlar üzerinde hükümetler daha fazla ağırlıklarını koyacaktır.

“Camide siyaset yok, parlamenterler, milletvekilleri, papazlar, toplumda sayılan kişiler ziyarete geliyor.”

Avrupa, orta çağlardan kurtulup dirilişini Rönesans’a bağlamaktadır ki, bu süreç sonucu, dini sadece vicdani ve şahsi bir mesele olduğu öne sürülmüş ve dini devletten ayırma sistemi yani; Laiklik zuhur etmiştir.

Rönesans’la bir aşama gerçekleştiren Batılılar, bir durum ayırımı yapma yönüne gitmiştir. Bu durumda insanların geri kalmışlığı ve çöküşte olmalarının sebebinin din olduğuna inanmışlardır. Ayrıca din adına dünyevi kanunlar koyan hükümdar statüsünü alan kilise yetkilileri hedef haline gelmiştir. Dînî kanunlar zamanın ilerlemesinden dolayı önemsiz, şahsi ve kilise meselesi olmaya başladı.

Bugün İslam aleminde ve Avrupa’da bir çok cami kiliseler gibi olmuştur. Çünkü camii dernekleri, komiteleri camileri siyasetten uzak tutarak din ve halkın bir birinden ayrılmasını desteklemektedirler. Bu nedenle camiler kiliselerden daha az laik değillerdir. Bazı camiler, mensubu bulundukları devletin resmi organı olarak ta faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu durum şunu ortaya koymaktadır: Camilerde İslam siyaseti yasak, günün resmi devlet anlayışı hakimdir. Bundan dolayı hutbelerde ve diğer hallerde küfür devletleri için dualar yapmak serbesttir, hatta zorunludur.

Bir çok camide Ümmetin işlerinin tartışılması cüzi veya genel yasaklanarak; “politikanın bulunmadığı bölge” olarak hizmet ettiğini ispatlanmaya çalışıyor. Her hangi bir kişinin bu uygulamayı çiğnemesi en kötü ihtimalle camiden atılmasına sebep olabilir. Bu durumda camiler sadece Cuma ve bayram namazlarının kılındığı bir yer haline gelmiştir.

Bu, tüm camilerin siyasetle alakadar olmadıkları anlamına gelmez. Siyasete katılanlar var fakat (yukarıda da belirttiğimiz gibi) sadece İslam siyasetinden uzak durmaktalar. Onlar, yerel hükümetin siyasetini desteklemek veya bir konseyin etkisi ve kontrolü altında bulunan siyasi bir partiye katılmaktan çok memnun görünüyorlar. İlkeleri ve değerleri İslamî değerlerle tam tamına zıt olan gayri İslamî siyasi partilere üye olmak veya onlarla alakadar olmak cenazeler, ek inşaatlar, Cuma hizmetleri gibi işleri halletmek için çaba sarf ediyorlar. Bu nedenle seçim zamanları millet vekillerini camilerde oy toplama çabaları içerisinde görmeye alışkınız. Ve hatta bazı durumlarda siyasi parti mensupları Müslümanlar için ne kadar muhteşem işler yapacağını anlatmak için minberi işgal ettiğine şahit oluyoruz. Oy için camiye gelip göstermelik namaz kılan kafir milletvekili adaylarına o kadar ilgi gösteriliyor ki; kendi halkından görmediği bu ilgi karşısında o kişi şaşkınlığını gizleyemiyor. Fakat İslam davasını yüklenen gençlerin İslamî görüşler içeren beyanlar dağıtmaya kalktıklarında üzerlerine hışımla gidilip polis çağrılmaktadır.

Bu işin komik yönü, bu camilerin İslam kaynakları üzerine temellenmiş İslam siyasetine hiddetle karşı dururken, Müslümanları İslam’dan uzaklaşmaya ve Batı toplumunun şerli gayri İslamî politikalarının içerisinde bulunmaya çağıran yerel millet vekillerini davetiyeler gönderilmekte, papazlara kürsüde vaiz vermeleri için müsaade edilmektedir.

Avrupa devletleri ve camiler

Camilerin, cami komitelerinin, cami derneklerinin ve İmamların ne kadar önemli olduğu 11 Eylül sonrası daha iyi anlaşıldı. Afganistan, Irak savaşları esnasında ve sözde “teröre karşı savaş”ın başlatılmasıyla camiler büyük bir baskı altında kaldılar. Batı devletlerindeki camilerden kendi siyasetlerine itaat etmeleri istenmekte ve genel çıkarlarına zarar getirebilecek her hangi bir faaliyete Müslümanları davet eden merkezler haline dönüşmemeleri için baskı yapmaktadırlar. Fransa bu yönde bir açıklama yaparak; cihattan; İslamî hayattan bahseden, Müslümanları tek bir ümmet olamaya çağıran ve teşvik eden, bu hususlar için camilerde maddi yardım toplayan imamları yurtdışı ederek cezalandıracağını duyurdu. Hollanda devleti, Yahudiler hakkında konuşup cihada teşvik eden imam hakkında suç duyurusunda bulundu. Almanya polisi daha aşırı giderek bir çok camilere ayakkabılarını çıkartmadan köpeklerle baskınlar düzenlemiştir.

Bu baskılar ve yıldırmalar çeşitli aşamalardan geçerek gelmiştir. Hükümetler doğrudan çeşitli polis bürolarıyla ve cami komiteleriyle alaka kurup kendi aleyhlerine çalışan “tehlikeli” unsurlar olup olmadığına dikkat etmelerini istediler. Cami malını ve bunları nasıl kullandıklarını (“cihad” için harcanıyor olması ihtimali üzerinde durarak) incelemeye aldılar. Aynı zamanda İngiltere gibi yerlerde belirli bir tip “İngiltere imamları” yetiştirme hususunu hükümet nezdinde konuşulmaya başlandı. “İngiliz imamlar” hususunda David Blunkett’in şöyle söylediği kaydedilmiştir: “Kırsal kesimden, İngiliz yaşam tarzı ve kalkınmış dünya hakkında en az bilgisi olan imamlara yönelmelisiniz. Onları sıfır çizgisinden eğitip, düşüncelerimiz doğrultusunda yetiştirmelisiniz.”

Bu nedenle, imamların sözleri gittikçe artan bir sansüre uğramakta, kontrol edilmekte olduğunu görmekteyiz. Böylelikle, camiler İslam aleminde kontrol altında tutulduğu gibi Batıda da hükümetlerin sözcüsü veya Batı fikirleri ve düşüncelerini topluma yayan kilise benzeri bir kurum haline getirilecektir. Şahsi özgürlük, dînî özgürlük, laiklik, demokrasi ve dinler arası diyalog gibi fikirler Müslümanlara camilerden akıtılarak İslam’a yoğunlaşan dikkatler azaltılacaktır. İslam’ın, diğer dinlerden sadece bir kaç donuk farkı olduğu düşüncesi yaygınlaştırılacaktır. Bu da bir müddet sonra İslam’ın sadece kültürel bir fenomen-olgu haline dönüşmesine yol açacaktır.

İslam’da caminin rolü

Buraya kadar Batı’da bulunan camiler hakkında iç karartan gerçeklere değindik. Müslüman toplumunun köşe taşlarından birisini oluşturan camilerin bu durumda olması büyük bir trajedidir. Bu yüzden caminin organizasyonları ve rolü hakkında bir fikir edinmek, çevremizdeki başarısız camileri tanımlamada ve bu durumu değiştirmek için yardımda bulunmak çok önemlidir.

Detaylara girmeden evvel, çok önemli olan bir noktada cami hakkındaki kararların hangi temellere dayanarak alındığı üzerinde kısaca duralım:

Günümüzde bazı camiler:

· Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi körü körüne cami geleneklerini taklit etmek.

· Bölgesel camiler arasında rekabet etmek.

· Hükümetle iyi alakalar kurup devlet politikalarını oradan da sürdürebilmek.

· Bazen de bir kaç şahsın menfaati için bağışlar edinebilmek için kullanmak.

Bütün bunların İslam kaidesinde yeri yoktur. Çıkarlar, arzular, gelenekler veya ticaret hususu da buna dahil. Tek bir şey vardır ki, cami Allah’a tapınılan mekan, insanlar için bir fener ve rehberdir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;” (Nur 36)

İbn Abbas (ra) dedi ki : “Mescidler yeryüzünde Allah’ın evleridir. Gökteki yıldızların yer ehlini aydınlattıkları gibi onlarda sema (gök) ehlini aydınlatırlar.” (Teberani)

Aynı zamanda, camileri dekore etme ve sonsuz güzelleştirmeyle meşgul olmak kesinlikle camilerin inşa ediliş sebebi değildir. Cami komitesinin de tek kaygısı olmamalıdır.

Diğer bir hadisinde Allah’ın Resulü şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar, mescitlerde karşılıklı övünüp böbürlenmedikçe kıyamet kopmaz.”

Günümüz camiler, Müslüman gençlere yönelik sert tavır içerisindedirler. Peygamberimiz (sav) gençleri camilerde İslam’ı ve İslam disiplinini öğretmeye teşvik etmiştir. Buna bir örnek: Peygamberimizin (sav) küçük Hassan ve Hüseyin (ra)’a kafirlere karşı şiir yazıp okumaları için bir minber inşa etmesidir. Ayşe (ranha) şöyle buyuruyor: “Peygamber (sav) Hasan’a, ayağa kalkıp şiir okuması için, Minber yapardı.”

Allah (cc) caminin idare şeklini belirtmiş ve her cami komite üyesinin ve caminin hizmetinde bulunan herhangi bir şahsın uyması gereken anahtar ölçütü açıklamıştır:

“Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe 18)

“Sadece Allah’tan korkmak” her cami ve her cami komite üyesi için bir anahtar ölçüttür. Böylelikle caminin, şahsi, ticari veya devlet amaçlı değil, sadece İslam’a hizmet etmek ve İslam’ın hedeflediği şeyler uğrunda kullanılmasını garantilemiş olur.

Camide tartışılması müsaade edilen konular hususunda Allah (cc) çok dikkat edilmesi gereken bir uyarıda bulunuyor:

“Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.” (Bakara 114)

Bu ayet camide siyasi İslam tartışmalarını bastırmak isteyen şahıslara açık bir uyarıdır. Allah (cc), adının anılmasını, öğretilmesinin ve İslam hukukunun camide tartışılmasını engelleyenleri aşağılamaktadır. Dahası bunları yıkmaya çalışanları, milletvekillerinin yaptıkları gibi insanları İslam’a aykırı olan şeylere yani haramlara davet edenleri uyarmaktadır.

Yukarıda belirttiğimiz örneğe geri dönecek olursak Peygamberimizin (sav) camileri savaşlarda yaralananları tedavi etmek ve ne kadar topluma zıt olursa olsun İslam hükümlerini açıklamak için kullanmıştır. Camiler Sahabelerin oturup şiirler söyledikleri, ganimetleri bir araya topladıkları, Peygamberimizin (sav) teşrif ettiği, yolculuğu esnasında uyuduğu ve cihad işlerini ayarladığı yerdir. Camiler önceden sırf namaz, teravih, cenaze namazı için uyarlanmış yerler değil, aynı zamanda Müslümanların alakalarının düzenlendiği merkezler idi.

Sonuç

Peygamberimizin (sav) hayatında Mescit çok önemli bir rol oynayan yerdi. Medine’ye gelir gelmez bir Mescit inşa etmek için uygun bir yer aramış ve ardından hemen inşasına başlamıştır. Bu, Peygamberimizden (sav) Mescitlerin Müslüman toplumunun ve dolayısıyla İslam Devletinin hayati önem taşıyan köşe taşlarından olduğunu belirten, çok önemli bir işarettir. Cami komitelerinin, imamların, Müslüman gurupların camileri, Avrupai bir İslamî anlayış merkezi haline getirme yerine İslam’ın bir yansıması olması düşünülerek, öncü yerler olarak korunmalı ve o amaç için yapılmalı ve kullanılmalıdır. Korku ve baskıdan dolayı İslam’a aykırı bir cami anlayışı oluşturmamalıdır.

Câmiler, Allah’ın adının anılması için Müslümanları toplayıp bir araya getiren mescitler ise, O’na secde edilen mekanlardır:

“Şüphesiz mescidler hep Allah’ındır. Onun için, Allah ile birlikte hiçbir şeye dua ve ibadet etmeyin!” (Cin 18)

Enes bin Malik Peygamberimizden (sav) şöyle rivayet etmektedir: “Allah’ı seven beni sevmeli. Beni seven sahabeleri sevmeli. Sahabeleri seven Kuranı sevmeli. Kuranı seven camiyi sevmeli ki; camiler Allah’ın izniyle inşa edilmiş O’nun havlularıdır. Allah (cc) caminin içinde bulunanları korumaktadır. Cami cemaati namaz esnasında korunmaktadır. Onlar camideyken Allah (cc) onların zaruretlerini giderir ve Allah onların önündedir.”

Camilere ve imamlara, camilerin tüm İslam alakalarının tartışıldığı bir yer olduğunu hatırlatmak Müslüman toplumunun üzerine farzdır.

Evet, aslî olarak Allah’ın adını anmak, şanını yüceltmek için O’na ibadet etmek amacıyla inşâ edilen Allah’ın evinde, O’na rağmen ilahlaştırılıp putlaştırılan kişi ve kurumlar övülemez, dua edilemez ve onlardan medet beklenilemez.

Allah Rasûlü (sav) Medine’de bizzat inşa ettiği Mescid-i Nebevî’nin temel işlevi; namaz kılmaya ilaveten, Müslümanların ana karargâhı ve hayatlarının mihveri olması idi. Cami, İslâm Devletinin hükümet binası, İslâm davetinin idare merkezi ve bir eğitim-öğretim kurumuydu. Peygamberimiz (sav) yabancı elçileri bile orada kabul ederdi, hatta mescit, hapishane ve misafirhane olarak dahi kullanılırdı. Camiler, İslâm’ın ilk yıllarında müminlerin fikren ve fiilen eğitildikleri mekanlardı. İslâm’ın temel ilkeleri camide öğrenilirdi. Camide sadece teorik eğitim yapılmaz; ibadetler, davranışlar, dua pratik olarak görülürdü. İmam, namazdan sonra cemaate dönüp Allah’ın âyetlerini okur, hadisleri açıklar, onların sorularını cevaplar, görüşlerini alır, tavsiyelerde bulunurdu. Bu görev, elbette sadece imama has değildir. Salihler, fakihler, alimler, bilenler bildiklerini bir diğerine anlatmak ve öğretmekle yükümlüdürler.

Müslümanların birbirleriyle kaynaşıp kenetlendiği mekanlar camiler olmalıdır. Cami; sosyal hayatın merkezi ve odak noktası; toplumun İslâmî dönüşümünün yönlendirildiği bir karargahtır. Emeviler’le birlikte bu dinamik ve inkılapçı özelliklerini kaybetmeye başlayan, mihrap ve minberlerde yalnızca dualar yapılır hale gelen camilerimizi; Asr-ı saadetteki aslî fonksiyonlarına kavuşturmak; akıp giden hayata doğrudan müdahale eden merkezler haline getirmek, ertelenemez bir görev olarak karşımızda duruyor.

Ramazan ayı tüm Müslümanlara ve insanlığa hayırlara vesile olsun inşallah…

YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003

Yukarı